Hukuk Felsefesi Öğrencileri İçin 3. Hafta Ders Konusu

3. Hafta Derste, Hans Kelsen’in hukuk anlayışına ve hukuki formalizme devam edilecek olup, ek olarak H. L. A. Hart’ın pozitivist hukuk anlayışı konusu işlenecektir. Hart’ın hukuk anlayışına ilişkin olarak Ertuğrul Uzun’un “H.L.A. Hart Kurallar Sistemi Olarak Hukuk” Çağdaş Hukuk Düşüncesine Giriş iç. (Kasım Akbaş, Melike B. Aydın, Sevtap Metin, Ertuğrul Uzun, İthaki Yay., 2015) yer alan makalesinin okunması gerekmektedir. Not: Hart’ın hukuk anlayışına yönelik eleştiri, yorum, değerlendirme ve soruların (özet değil), bu yazının hemen altında yer alan “Yorum yapın” kısmından gönderilmesi önerilir.

“Hukuk Felsefesi Öğrencileri İçin 3. Hafta Ders Konusu” için 10 yorum

  1. Hart’ın ‘önemli olan kişilerin davranışlara yüklediği anlamdır’ sözüne katılıyorum çünkü ilkel toplumlardan beri insanlar hep etkileşim içinde olmuşlardır ve yapılan davranışlara verdikleri tepkiler hep o toplumda o davranışa atfedilen değer ölçüsünde olmuştur bu günümüzde de devam etmektedir. Ülkemizden örnek vermek gerekirse 7 Bölgemizin de kendine özgü aynı davranışlara verdikleri farklı tepkiler vardır. Bu sadece bölge değil insandan insana da farklılık gösterebilir.

    Hukuk kuralları diğer kurallardan farklıdır çünkü hukuk insanların ortak yararı için yine insanların isteği üzerine oluşturulmuştur. Hukukun insanlara bir yükümlülük verdiği görüşünü benimsiyorum çünkü bu yükümlülükleri insanlar yapacakları fiili gerçekleştirmeden önce biliyorlar ve fiili gerçekleştirmeleri halinde neyle karşılaşacakları konusunda bilgi sahibiler. Bu zaten hukukun temeli olan bir ilkedir.

    Bence hukuk ve ahlak birbirinden ayrı kabul edilemez. Ahlakın örf ve adet kurallarını etkilediğini ver farklı bölgelerde o bölge için kabul edilen ahlak anlayışına göre örf ve adet kurallarının oluştuğu konusunda herkes hemfikirdir. Bölge kavramını ülke olarak düşünürsek belirli davranışlara farklı ülkelerde farklı tepkiler verildiğini söyleyebiliriz bu nedenle ülkelerin hukukları da belirli ölçüde birbirinden farklıdır. Örneğin iktibas ettiğimiz bir kanun üzerinde belirli değişiklikler yaparız bu değişikliğin sebebi kanununu iktibas ettiğimizi ülkenin kendi ahlak anlayışına göre kanununu hazırlamış olmasıdır. Medeni kanunumuzda halen bazı değişiklikler yapma ihtiyacı duyabiliyoruz.

    Hart’ın kurallar sistemi gerçekliğe uygun bir sistemdir. Birincil kurallar yap-yapma gibi emir veren ve ilkel dönemlerden beri var olan kurallardır. İkincil kurallar ise birincil kurallarla birlikte bütün olabilen kurallardır. Hukuk bu iki tür kuralın varlığı ile oluşur.
    Sadece birincil kuralların uygulanması, bir yazılı metin altında toplanmış olmaması, durağan olması yani yavaş bir şekilde alışkanlıklarla değişiyor olması ve cebri uygulayacak yetkili makamın olmaması nedeniyle aksilikler yaratabilir. Alışkanlıklarla yavaş yavaş değişmeye günümüzden bir örnek verecek olursak, siyasi liderlerin getirmek istedikleri yasaya ya da uygulamak istedikleri bir kurala öncesinden normalleştirmek adına güzellemeler yapması olabilir.
    İkincil kurallar, birincil kuralları tamamlama çerçevesinde, yazılı veya yazısız bir belirleme olması adına tanıma kuralı, değişiklik yapılabilmesi adına değiştirme kuralı ve söz konusu uyuşmazlığı çözüme kavuşturacak merciyi belirleme açısından karar verme kurallarını içerir.

    Haklı olarak her hukuki durum için belirli kurallar oluşturulamaz. Bunu önlemek için hakimin hukuk yaratması, hakimin yorum yapması, hakimin içtihatlardan yararlanması gibi ilkeler kabul edilmiştir.

    Koray Yılmaz
    201651184

  2. Hukukun ahlaktan tamamen bağımsız olduğu söylenemez, karşılıklı etkileşim içindedirler. Ahlak hukuku besler, hukuk da ahlakı. Hukukun ahlaktan etkilenmesi mümkündür. Hukuk bazen ahlaki kriterler barındırabilir ve hatta kimi durumlarda ahlak ve adaletle uyumlu, iyi bir hukuk düzeni, bu nitelikte olmayan bir başkasına tercih edilebilir. Fakat hukuk kuralları ahlak kurallarını temel alıp onlar üzerine şekillenmek zorunda değildir böyle bir bağın olduğunu söylemek yanlış olacaktır.
    Hart’ ın söylediği gibi ahlaksal yargıları rasyonel delil ve kanıtlarla saptamak çok zordur. Çünkü ahlak objektiflikten uzak bir kavramdır, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişebilmektedir.
    Bazı hareketleri sadece alışkanlıklarımız gereği yaparız bunlar kural olarak kalıplaşmış davranış şekilleri olmak zorunda değildir. Bu yüzden sadece davranış örüntülerine bakarak hukuk kurallarını ,toplumsal kuralları tespit etmeye çalışırsak yanılgıya düşeriz çünkü bu şekilde kuralların ve alışkanlıkların sınırını net çizemeyiz ve farklarını ortaya koyamayız.
    Tüm insanlar hukuk nedir diye sorulduğunda belli başlı cevaplar verebilecek durumdadır. Fakat buna rağmen hukuk nedir sorusu hala tartışılmaktadır. Bunun nedeni dönemsel gelişmenin, değişimin varlığı, hukuk uygulanırken boşlukların ortaya çıkması ve hukuka duyulan güvenin zedelenmesi olabilir. Toplumun yargıya, hukuka güven duymadığı bir hukuk sisteminde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamak da zordur.
    Sosyolojide 0<suş<1 önermesinden bahsetmiştik bu önermede de görüldüğü gibi insanların tamamen iyi ya da tamamen kötü olması imkânsızdır. İmkansız olmasaydı neyin iyi neyin kötü olduğu ayırt edilemezdi ve hukuka, normlara, yaptırımlara gerek duyulmazdı.
    İnsanın idraki kıt, iradesi zayıftır. Mülkiyet kontrol edilmelidir Bu önermeleri doğru kabul edebiliriz. Çünkü insanın başta kendini korumaya çalıştığı, korktuğu kendi cinsi var. Avladığı avı vermeme kaybetmeme çabası var. Avladığı avı önce kendisi sonra ailesi ve grubu için muhafaza etmesi gerekiyor. Böylece sahiplenme güdüsü başlıyor ve yavaş yavaş mülkiyet kavramı ortaya çıkmaya başlıyor. Yani insan var olduğu andan itibaren kendini koruma, çıkarlarını koruma içgüdüsüyle hareket ediyor. Bu yüzden insanları kontrol altında tutacak, mülkiyet ilişkilerini düzenleyecek kurallara ihtiyaç vardır.
    Dil değişime açık bir alan olduğu için zaman zaman kanunların yorumlanması gerekebilir. Dönemin şartlarına göre bir kelimenin ifade ettiği şey değişebilir ya da alanı genişleyebilir bu tür durumlarda hakimin var olan kanunu yorumlaması ve bu şekilde somut olaya uygulaması söz konusu olabilir. Ki bizim medeni kanunumuz madde 4,madde 182 ve borçlar kanunu 35/2 hâkimin takdir yetkisine atıf yapmaktadır.

  3. Hart’ın klasik pozitivistlere göre aşama kaydettiğini düşünmekteyim. Hukuk ve ahlakın ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmiş olsa bile,birbirleri ile olan kesişim noktalarına ve benzerliklerine değinilmesi bir bakıma pozitivist hukuk anlayışı bakımından bir özeleştiri niteliği taşımaktadır. Ancak Hart’ın diğer pozitivistlere nazaran izlemiş olduğu bu tutum bana göre yeterli değildir. Pozitif hukuktaki genel düzenlemelerin farklı yorumlanmasını veya düzenleme olmayan durumlarda genel düzenlemenin özel duruma uygulanmasının sadece dilin farklı anlamlar içermesine veya dil bilimi ile çözümlenebilir olduğuna inanmak, doğul hukuktan kaçış için kullanılmış bir kılıftan fazlası değildir.

    Kürşat Kağan YILDIRIM
    201751434

  4. Hart Analitik Pozitivizmi üç sacayağı üzerine yükselen bir okul olarak görür. Bunlar;
    1) Hukukun buyruk kuramı,
    2) Hukuk ile ahlakın birbirinden ayrılması,
    3) Hukukun daha iyi anlaşılabilmesi için hukuki kavramların analiz edilmesi
    İlk unsur Hart tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur. Bu unsur üzerine değerlendirme yaparsak eski çağlarda hukukun buyruk kuramı olduğu dönemler olmuştur. Ancak gelişen toplum yapısı ile birlikte artık hukukun buyruk şeklinde tanımlanması çok doğru olmaz. Hukuk kurallarını salt yaptırım ve itaatle açıklamak yanıltıcıdır. Günümüz modern toplumunda ceza kanunları ne kadar sert ve acımasız şekilde düzenlenirse düzenlensin suçu önlemek için yeterli değildir. Bir suçun sadece cezasını artırarak ya da yaptırımlarını ağırlaştırarak o suçu önlemek günümüzde mümkün değildir. Gelişen teknoloji ile birlikte suç işleyen kişiler yakalanmamak adına işledikleri suçu gizlemek için devamlı bir çaba içerisindedirler. Bu sebeple suçu önlemek için toplumun bireylerinin küçük yaşlarda eğitilmesi ve toplum değerlerini bilen, kanunlara uyan, vicdanlı bireyler yetiştirilmesi gerekir. Bu durum hukukun buyruk kuramı yönünün zayıfladığının göstergesidir.

    Bayram AKTAŞ
    201751253

  5. Hart, klasik pozitivistlerden bazı yönlerden ayrılmıştır. Hart’a göre hukuka egemenin buyruğu olarak bakılması doğru değildir. Egemen, kendisine alışkanlıkla itaat edilen kişi ise o zaman burada belirleyici olan egemen değil, kişilerin alışkanlıklarıdır.
    Hart ayrıca hukukun ve ahlakın kesin bir biçimde ayrılmasına da karşı çıkmaktadır. Hukuk kuralları somut olaylara uygulanırken eksik kalabilirler, bu durumda uygulayacak bir hüküm bulamayan hakim ne yapacaktır?
    Ahlak kurallarından soyut olan hukuk kuralları ise toplumun üyelerinin bu kuralları içselleştirmesinde büyük bir engel olarak karşımıza çıkabilir. Hukuk kurallarını kendinden bağımsız, sadece egemenin buyruğu olarak gören, içerisinde ahlak kuralları, toplumdan izler taşımayan kurallara kişiler ne kadar uyacaklardır? Ahlak kurallarından yoksun kuralların içselleştirilmesi mümkün müdür? Kişi içselleştirmediği kurallara uyması ne kadar sağlanabilir? Kurallara sadece yaptırımı olduğu için uyan kişi, yaptırımla karşı karşıya kalmayacağını bildiği durumlarda (örneğin etrafta şahit bulunmadığı durumlarda) hukuka karşı gelmekten çekinmeyebilir. Ancak hukuk kurallarını içselleştirmiş bir kişi izleyen hiçbir göz olmasa dahi kurallara daha sıkı bağlı kalacak, onları çiğnemekten çekinecektir.
    Ahlak kurallarının hukukun içerisinde belirleyici, baskın olarak yer almasının da tehlikeleri olduğunu düşünmekteyim. Ahlak, kişiden kişiye değişkenlik gösterebilir. O zaman toplumun üyeleri hangi kişinin doğrularına, hangi kişinin ahlakına göre davranacaklardır?
    Ayrıca ikincil kuralları olmayan ahlak kurallarının nasıl uygulanacağı sorunu da gündeme gelmektedir. Hukuk kuralları sürekli konulup kaldırılarak sürekli oynanabilecek şeyler değillerdir, bu hukuka güvenliği zedeler. Öyleyse değiştirilme usulleri bile öngörülmemiş ahlak kurallarının direkt uygulanması mantıklı değildir.
    Sonuç olarak yalnızca ahlak kurallarının hukuk kuralı sayılmasının da hukuk kurallarının ahlaktan tamamen soyut olmalarının da tehlikeli yanları olduğunu düşünmekteyim. Hukuk kurallarının çoğunluğunun ahlaka uygun olmasının sağlanması ile orta yol bulunarak daha sağlıklı bir hukuk sistemi oluşturulabilir.

  6.       H.L.A. Hart: Kurallar Sistemi Olarak Hukuk makalesinde geçen bir olay örneği üzerinden bu konu hakkında görüş belirtmek isterim.
          Hukuk ile ahlakın birliği yahut ayrılığı sorunu 20.yy.da Nazi Almanyası döneminde yaşanan bir olay üzerinden anlatılmış. Kocasından kurtulmak için Hitler’e hakaret etti gerekçesiyle şikayette bulunmuş ve adam tutuklanıp cepheye gönderilmiş. Daha sonra kadın 1949’da “kişi özgürlüğünü yasaya aykırı olarak engellemek”ten ötürü ceza almış. Benim düşünceme göre de kadının cezasız bırakılması mantıksız olur idi çünkü kadının makalede de belirtildiği gibi ihbar etmeme gibi bir seçeneği de vardı. O Nazi yasalarının o dönemde geçerliydi ve kadın da bilerek bunu kullanmış adeta kişisel isteklerine alet etmiş.
           Şimdi burada devreye “ahlak” kavramımız giriyor. Bana göre yaptığı şeyin ahlaka aykırı olduğunu düşünebiliriz. Bu noktada hukuk ve ahlak (Hart’ın görüşünün aksine) birleşmiş hale gelmiş oluyor.
           Burada makalede geçen faydacıların bakış açısı da bence makuldur. “Faydacılarla açık bir şekilde konuşacak olursak, bu yasaların hukuk olabileceğini fakat itaat etmek için fazlasıyla kötü olduğunu söyleriz. Bu herkesin anlayabileceği ahlaki bir kınamadır ve ahlaki farkındalığa yönelmiş doğrudan ve açık bir iddiadır.” Bunu öne sürdüğümüzde insanların inanma ve kabul etme ihtimali daha da yükseliyor. Bu durumda ahlaki eleştiriyi felsefi tartışmalara açık sunmamamız gerektiğini de belirtilmiş Hart. Bu kısımda ona katılıyorum. Gerçekten de bizi sonuca ulaştıracak argümanlarımızı faydacılık bakış açısından hazırlarsak tam olarak faydacıların da istediği gibi sonuç bizim yararımıza olmuş olur.
    Narin Ambarkütük 201651019

  7. Yasalara itaat etmeyi seçmiş veya çeşitli etkenler neticesinde bulunduğu bölgenin yasalarını benimsemiş olan her insan, uyduğu ya da uymaya zorlandığı yasaların üstün erdemler taşıdığına inanmak ister. Yasaların üst değerleri koruduğunu, örneğin: Hakkaniyet, eşitlik, kutsallık… Acaba yasa yapıcı da gerçekten inandığı bu değerleri korumak için mi yasa yapıyor? Yoksa meşru olmak için mi? Bu konuda içten içe Tanrı’ya inanmayan Orta Çağ kralları ve din adamları hep merakımı cezbetmiştir.

    Sonuç olarak ahlakın hukukun dışında olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir kimseyi bir yasa ile yükümlü kılmak için onun ahlaki değerler taşıyıp taşımamasının önemi yoktur. Yasa oradadır ve uyulması gerekmektedir. Aksi taktirde yaptırımlarla karşı karşıya gelinecektir. İnsanlar ahlaki inançları doğrultusunda hareket eder veya ahlaki görmediği yasaya karşı direnir evet, ama bu tamamen başka bir araştırma konusu teşkil etmektedir.

    Sonuç olarak ahlak hukukun dışındadır. Hart’a bu konuda kesinlikle katılıyorum. Ancak kendisinin de dediği gibi ahlak ile hukukun tamamen birbirlerinden uzak olduğunu söylemek de imkansızdır. Benim fikrim kesişmeleri yalnızca beşeri yasa yapıcının insan oluşudur. Elbette bu noktada hukuku ne olarak gördüğümüz de büyük önem teşkil etmektedir. Her ne kadar hukuku tüm yasaların üstünde kutsal, ideal ve doğal bir üst akıl ürünü olarak görmeyi dilesem de tarihi incelediğimizde geçmiş bizleri hayal kırıklığına uğratıyor ve hukuku yasalar ve düzen kuralları bütünü olarak görmek zorunda kalıyoruz.

  8. Hart hukuk ve ahlak değerlerini birbirinden ayırmıştır. Hukuku bir bilim olarak görür.Yazılı hukuk kuralları içinde uygun bir norm bulunmadığı durumda hakimin taktir yetkisini kullanması gerekecektir.Peki bu durumda hakimin taktir yetkisinin temelini ne oluşturacaktır, içtihadı birleştirme kararları, vicdani kanaat? bunların yorumu için gerekli olan toplumun gelenekleri, yerleşmiş davranışları yol gösterici olacaktır,bu yol göstericiler ahlakın hukuku beslemesinin sonucudur. Bir yazılı hukuk normu veya kanun olduğu gibi bütün dünyada kullanılamaz, topluma göre gerek normun gerekse yaptırımların şekillendirilmesi gerekir. Bu nedenle Hart’ın bu düşüncesi her ne kadar farklı olsa da eksik kalan bir düşünce olmuştur.

    Hart’a göre yükümlülük ve ödev birbirinden farklıdır.Kişinin meşru olmayan egemene uyma yükümlülüğü vardır fakat ödevi yoktur.Hart’a göre sistemi geçerli kılan tanıma kuralıdır fakat kendisi de bunu tam olarak açıklayamamıştır. Bu durumda meşru egemen kimdir? mevcut siyasi egemen mi yoksa çete lideri mi? peki ya ben açık denizde bir korsan tayfasına mensupsam benim için egemen geminin kaptanı olacaktır.Hart’ın tanıma karalına belli bir cevabı olmasa da Fuller’in hukuk anlayışına göre yasa yapma yetkisi tartışılabilir.

    Hart hukuksal pozitivistlerin en önemlilerinden birisidir ve hukuku bir bilim olarak görür, hukuku ahlak ve değer yargılarından ayırır.Ancak birincil kurallar yetmemeye başlayınca değişiklik, yargılama ve tanıma kuralları ortaya çıkar. Bu durumda hukuk olguların nasıl algılandığını da tespit etmek ve dikkate almak zorundadır.Bu noktada ahlak, toplumsal kültür Hart’ın düşündüğünden daha etkili olmaktadır.
    Nazlı Şilan TOPALOĞLU
    201451158

  9. Hukuk kuralların toplumda kabul görmesi için o toplumun hukuk kurallarını benimsemesi ve kabul etmesi gerektiği görüşündeyim. Toplumun hukuk kurallarını kabul etmesi için de hukuk kurallarının o toplumdaki ahlaka, örfe ve adete aykırı olmaması gerektiği söylenebilir. Keza modern hukuk sistemlerine de baktığımız zaman hukukun eksik kaldığı durumlarda boşluklar ahlak kurallarıyla veya örf/adet kurallarıyla doldurulmaktadır. Bunlardan yola çıkarak hukuk ve ahlak arasındaki bağın varlığından söz edilebilir. Bu durumlar göz önünde tutulduğunda Hukuki Pozitivizm en çok ahlaki değerleri dışlaması sebebiyle eleştirebilirdi belki de. Hart’ın bunu göz ardı etmeyerek ortaya koyduğu hukuk ve ahlak arasındaki bağın varlığı kendisini Hukuki Pozitivistlerden ayrı bir noktaya taşır.
    Bunlarla beraber Hart’a göre hukuk sistemi ahlaka ya da adalete uygunluk göstermelidir; fakat ahlaka ya da adalete açık ya da örtük bir gönderme yapmak zorunda değildir. Bu zorunluluk olmadığı görüşüne katılmamaktayım. Zira hukuk kurallarının veya da hukuk sisteminin toplumda kabul görmesi için toplum tarafından benimsenmesinin gerektiğini, bu benimsenmenin de ahlak, örf ve adet ile oluşacağı görüşündeyim. Toplumda ahlak yıllar içinde oluşan inançlarla ve kültürle varlık bulur. Yani aslında o toplumun genel yapısını anlatır. Dolaysıyla hukuk sisteminin ahlaka açık ya da örtük bir gönderme yapmaması, hukuk sisteminin toplum değerleriyle çarpışması anlamına gelebilir. Böyle bir durumda ise benimsenmeyen hukuk sistemi ve uyulmayan hukuk kuralları oluşabilir. Dolayısıyla hukukun ve ahlak arasındaki bağın varlığı hakkında Hart’ın görüşlerine katılmakla beraber hukuk sistemlerinin aynı zamanda ahlaka açık veya örtük bir gönderme de yapması gerektiği görüşündeyim.

    Atay Kerem Kara
    201651090

  10. Hukukta Ahlak Anlayışına Eleştiri

    Hart, hukuku emreden ve emre itaat eden, ast-üst ilişkisi çerçevesinde görmektedir. Ona göre böyle bir hukuk teorisi farklı türden olan kuralların olduğu bir hukuk sistemine yer vermez, örneğin Ceza Kuralları, insanlardan belirli şekilde davranmasını, bazı hareketleri yapmasını, bazılarını da yapmamasını ister. Toplumda ki diğer kuralların bu kurallardan farklılık arz ettiğini, insanların birbirleriyle ilişkilerinin şekil verdiği kurallar olarak görmektedir ki bunlara hak ve yetki veren kurallar der. Hart, haklara yer veren bir hukuk sisteminin zorunlu olarak ahlakı içerdiği iddiasını eleştirmekte ve öne sürülen bu kuralların adil veya ahlaki kurallar olması zorunlu olmadığını savunmaktadır.

    Hart, bir kararı rasyonel yapan şeyin, olması gereken hukuka uyguluk olduğu ve bu nedenle hukuk ve ahlak arasında bir bağlantının kurulamayacağını düşünmekte ve bunu olması gerekenin her zaman ahlaki bir temele dayanmaması ile açıklamakta olup, Nazi Hukukunda uygulamaya ilişkin örnekler ile desteklemiştir. Hart’ın bakış açışının tamamen bir pozitivist bir bakış açısı olduğu, ahlak, olması gerekene ilişkin herhangi bir standart anlamına gelmekte olup, hakimlerin zaman zaman yorum yapmak durumunda olmaları halinde olması gerekene göre karar vereceğini ancak bu olması gerekenin her zaman ahlaki olmayabileceğini iddia etmiştir.

    Bir hukuk düzeninin etkinliği o düzenin temel hukuk normlarının adil, doğru, zorunlu, iyi olması, genel kabul görmesi ve uygulanabilmesine bağlıdır. Hukuk normlarının oluşagelişini Olgu-değer-Norm üçlüsü açısından bakıldığında, bir olgunun öncelikle değere ve değerden norma dönüşmesi aşamasında toplulukların yaşayışları, ihtiyaçları ve beklentileri göz önüne alınmaktadır ve nihai evrede normu, norm yapan onu yasalaştıran ve uygulanmasını isteyen, direten mekanizmanın sonunda “insan” unsuru yer almaktadır. Norma son halini veren onu parlamentodan geçirerek kanun haline getirmesini sağlayan insani iradedir. İnsan tarafından hazırlanan normlarda o insanların gerek çevresel, gerek yaşanmışlıklarını, inandıkları ideolojik düşüncelerini ve gerekse de ahlaki değerleri mutlak suretle normlara yansımakta olduğunu görmekteyiz. Son tahlilde hukuku oluşturan insani iradenin değerlerinin oluşturduğu normlarda yer almamasının imkansız olduğunu düşünmekle birlikte hukuk sistemlerinin bir çoğu hukukta boşluk bulanan alanlarda hakimlere takdir yetkisi vermiş olup, uygulamada hakimlerin takdir yetkilerini kullanırken kendi çevresel ve iç dünyalarına en nihayet Ahlaki tutumlarına göre karar verdikleri görülmektedir. Bu kapsamda hukuk sistemlerinin zorunlu Ahlakı içerdiğini ve bu ahlakın da toplumlara göre farklılıklar oluşturduğu bir gerçektir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s