Bu hafta ders doğal hukuk konusuna, seküler doğal hukuk ve modern dönem doğal hukuk anlayışının tartışılmasıyla devam edilecektir. Bu kapsamda aşağıdaki makalelerin okunması gerekmektedir. Konu bitmediği takdirde, kalındığı yerden 7. hafta devam edilecektir.
- Ağırman, F. (2018). ” Hobbes ve Rousseau’nun Devlet Kuramlarında Doğa Durumu” Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bililmler Enstitüsü Dergisi, sayı 32, Denizli, s. 115-120.
- Yavuz Kılıç, “Hobbes, Locke ve Rousseau’da ‘Doğa Durumu’ Düşüncesi”, Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, Sayı 2, 2015 , s. 97 – 117.
- Mehmet Evren, “Locke ve Rousseau’nun Doğa Durumu ve Mülkiyet Anlayışlarının Karşılaştırılması” Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 6, 2015, s. 31-44.
- C. Kristian Kühl, “Radbruch Formülü” (çev. M. Cemil Ozansü), İÜHFD, 2012, LXX, s. 369-374
Makaleleri okurken, aşağıdaki soruları düşünebilir ve cevap vermeye çalışabilirsiniz.
Soru 1: ‘Doğa durumu’ kavramının işlevi nedir? Onun ne olduğu üzerinde uzlaşılabilir mi?
Soru 2: Mülkiyet hakkı doğal bir hak mıdır? Nasıl gereçeklendirilebilir?
Soru 3: Devlet, (doğal) hukuk düzeninden çıkabilir mi?
Soru 4: Bir hukuk kuralı ne zaman / hangi koşullarda haksız / adaletsiz olur? Adaletsiz bir hukuk kuralına, hukuken uymamak yükümlülüğü var mıdır?
Soru 5: Direnme hakkı bir hak olabilir mi? Sivil itaatsizlik, hukuki bir hak olabilir mi?
Doğa durumu kavramının işlevi daha çok insanın sahip olduğu temel hakları belirlerken kullanılabiliir. Toplumdan ve devletten önce insanlar nelere sahipti? Doğa durumunda insan haklara sahip miydi? Sahipse bu haklar nelerdi? Bu haklar devletten önce vardıysalar devlet tarafından bile ihlal edilemezler mi?
Doğa durumu kavramına ayrıca devletin nasıl ve neden ortaya çıktığını ararken de ihtiyaç duyuyoruz. Egemene neden itaat etmeliyiz sorusunun cevabını doğal duruma bakarak arayabiliriz. İnsanlar doğal durum halindeyken, bir egemen yokken, bir düzen var mıydı? Egemen nasıl ortaya çıktı? Egemenin yokluğunda kaos mu vardı? Şu anki toplum düzeninde egemen ortadan kalksa bir kaos bizi bekler mi? gibi soruların cevaplarını doğa durumunda arayabiliriz.
Mülkiyet hakkının doğal bir hak olduğu düşünülebilir. Doğal yaşam halindeyken insanlarda özel mülkiyet gözlemlenmeye başlamıştır. O zaman devleti önceleyen mülkiyetin, devletten ve hukuktan önce var olan mülkiyetin, doğal bir hak olduğu sonucunu kabul edebiliriz.
Mülkiyete bakış açıları farklı olsa da Locke da Rousseau da mülkiyeti devletin ortaya çıkış nedeni olarak görmektedirler. Locke’a göre, emekle kazanılmış mülkiyetin ihlal edilmemesi için devlete ihtiyaç vardı; Rousseau’ya göre ise, mülkiyet güvensizlik duygusunu beraberinde getirerek karışıklığa neden oldu ve devlet bu şekilde ortaya çıktı.
Kısacası insan henüz uygarlık oluşturmadan önce bile var olan, insanın doğasından kaynaklanan mülkiyetin hak olarak kabulü mantıklıdır.
Doğa durumu kavramı devletin ne olduğunu ve gerekli olup olmadığını açıklamada önem kazanmaktadır. Ve insanın ne olduğuna, insanın temel özelliklerinin ne olduğuna getirilen cevaplara göre doğa durumunun ne olduğuna getirilen cevaplar da farklılık göstermektedir. Hobbes, Locke ve Rousseau’nun görüşleri de bu açıdan farklılık göstermektedir. Bu yüzden devletin gerekli olup olmadığıyla ilgili fikirleri de farklıdır. Hobbes için devletin varlığı olumlu ve olması gereken bir durumken Rousseau için olumsuzdur. Devletin varlığı konusunda insanlar bir tercihle karşıkarşıyadır. Bir yanda sürekli çatışma, karmaşa ve tehdit diğer yandaysa barış söz konusudur fakat bazı özgürlükler devlet tarafından kısıtlamaktadır. İnsanların geneli özgürlüklerin kısıtlanmasını göze alarak barış ortamını tercih edecektir, sürekli tehdit altında ve savaşa hazır yaşamak istemeyecektir. Zaman zaman bir şeyleri elde etmek, belirli amaçlara ulaşmak için fedekarlık yapmak gerekebilir.
İnsanların belli haklara sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü bunlar olmadan insan yaşamından bahsetmek güçtür. Örneğin yaşam hakkı doğuştan kazanılan temel bir hak olarak kabul edilir ki bu kabul edilmeden insan yaşamından bahsetmek nasıl mümkün olabilir. Bu hakları koruyucak bir sisteme ihtiyaç vardır bu sistem de hukuktur. Hukuk bireylerin menfaatlerini birbirlerine ve devlete karşı korumaktadır. Hukuk sistemini yaratacak olan da devlettir. Bu yüzden doğuştan gelen hakların kabulüyle devlet yapısıyla ilgili çıkarımlarda da bulunulabilinir.
Her hukuk kuralının adaletli olduğunu söylemek maalesef mümkün değildir. Bir hukuk kuralı kamuoyunun vicdanını zedelediğinde adaletsiz olarak nitelenebilir. Fakat adaletsiz olması onu hukuk kuralı olmaktan çıkarmaz ancak toplum tarafından kabul görmesini ve uygulanabilirliğini zedeleyebilir. Adaleti sağlamak sadece hukuk kurallarını birebir uygulamakla mümkün olmamaktadır vicdan da işin içine girmelidir. Adil karar vermek için somut olaya göre yasaların daha geniş yorumlanması gerekebilir.
Sivil itaatsizlik hukuki yollar tüketildikten sonra aksayan kurallara, adil olmadığı düşünülen kararlara karşı çıkmaktır bu bağlamda yasal olmadığı söylenebilir. Fakat aksayan kurallara karşı şiddet içerikli eylemlerin ortaya çıkmasındansa sivil itaatsizlik daha kabul edilesidir. Eğer hukuk düzeni tarafından korunan bir hak olarak düzenlenirse devletin mutlak gücünü zedeleyebilir fakat belki diğer suçlara göre daha hafif cezalar verilmesi düzenlenebilir
‘Doğa durumu’ tasvirleri konusunda Hobbes ve Rousseau’nun ortak paydada buluşmaları zor gözükse de bana göre üç filozofun anlatımında da insanın içgüdüsel olarak ölüm korkusunu barındırması doğa durumundaki güvenlik zaaflarından kaynaklanmaktadır Rousseau bunu doğa durumundan toplum durumuna geçiş ile ilişkilendirse bile eşit durumda olan insanlar kıt kaynakların tüketimi konusunda her zaman birbirleri karşısında birer tehtitdir.Mülkiyet konusunda da Rousseau ve Locke farklı değerlendirmelere sahip Locke’un savını kabul edersek mülkiyet bir doğal (kutsal) haktır.Tıpkı insanların yaşama hakkı,eşitliği ve özgürlüğü gibi ancak Rousseau’ya göre mülkiyet zararlıdır insanları birbirine düşürebilir. Modern politik yaşama göre değerlendirirmemiz gerekirse mülkiyet sosyalist bir düzende bir hak olmaktan çıkacaktır ancak kapital düzende ise en önemli hak olarak yerini alacaktır. Kürşat Kağan Yıldırım 201751434
Hukuk kuralını koyan bizim bizden seçtiğimiz siyasi iktidar yahut yasa koyucu diye adlandırdığımız mevkidir. Bu güç tanrı yahut tanrısal bir iktidar olmadığı için adaletsiz olduğunu iddia etmemiz veya gerçekten adaletsiz olması açıkçası olağandır. Bu adaletsizliğin temellerinden birisi gerçek adaletin ne olduğunu bilmememizdir.
Adalet bazen eşitlik olabilir. Herhangi bir ayraç kabul etmeden 1 bireyi 1 saymaktır. Bazen Robin Hood’culuktur. Var olan ile olmayan arasında transit görevi görmektir yani. Bazense çok vergi verene çok az vergi verene az yani katkısı kadar dağıtmaktır. Birey hangi ölçütü adalet olarak değerlendirirse diğer sistemler ona adaletsiz gelecektir.
Siyasi iktidara düşen, toplumun her kesimine eşitlik ve özgürlük temelinde topluma en çok uyan belki de en çok talep edilen adalet sisteminin tesisi için çaba sarf etmektir. Toplumsal barış ve adalet de ancak böyle sağlanabilir…
“Direnme Hakkı” ve “Sivil İtaatsizlik” dediğimiz kavramları inceleyip gerçekten bir hak mı yoksa bu hakkı biz mi kendimize tahsis ettik bu durumu değerlendirebilmek için önce tanım diye adlandırdığımız onlara atfettiğimiz anlamlar neler onları incelememiz gerekiyor.
Direnme kavramına baktığımızda; Hukukun ortadan kalktığı, yalnızca iktidarı kullanan kişi ya da kişilerin istedikleri ve keyfi kuralların hakim olduğu idarelere karşı, hakları çiğnenenlerin yapması gereken, direnip karşı çıkmaktır. İdarenin yani asıl olan devletin meşruluğuna baktığımızda, devlete varoluş meşruluğunu veren haklarından vazgeçip bu hakları devlete tahsis eden bizleriz. Öyleyse meşru olmayan kişi veya kişilerin uyguladıkları kötü yönetime karşı da hukuki ve meşru direnme hakkı vardır.
Sivil itaatsizlik de hukuk devleti düşüncesine dayalı, siyasi ve ahlaki bir eylemdir. Hukuk sisteminin içinde aksadığını düşündüğü bir kurala karşı çıkıştır. Sistemin bütününe yönelik bir eylem değildir. Toplumsal durum karşısında, yasaya aykırı davranışı zorunlu kılacak, vicdani bir duygu ve düşünce sürecidir. İtiraz edilen hukuk normunun uygulanmasının, ağır bir haksızlığa yol açması gerekir sivil itaatsizlik için. Bunun içindir ki, pozitif hukuk kuralının yaptırımına katlanma tutumu sergilenir. Bu tanımı incelediğimizde anki sivil itaatsizlik biz hak değil de bizlerin kendimize atfettiğimiz hak!mış gibi. Bu düşüncenin nedenlerine indiğimizde meşruluğu yine devleti meşru kılan bizlerde aramak gerekiyor. Devlete hukuk kuralı koyma yetkisini veren biziz. Hukuk kuralı koyması için iktidarı seçen de biziz. Eğer hukuk normu gerçek manada hukuka uygunsa fakat ben vicdanen bu normu reddediyorsam sorunu kendi seçimlerime aramam gerek. Seçtiğim kurumlarda, kişilerde savunduğum düşüncelerde aramam gerek.
SORU-1 Doğa durumu kavramı insanların toplum haline gelmeden önceki yaşamlarında içinde bulundukları ortamı ifade eder. İnsanlar toplum haline gelmeden önceki yaşamlarında Thomas Hobbes’ a göre kavga ve didişme içerisinde, Lohn Locke’ a göre barış ve eşitlik içerisinde, J. J. Rousseau ‘ ya göre de barış içerisindeydiler. Doğa durumunun ne olduğu üzerinde uzlaşı sağlanamamıştır. Ancak insanlar hangi durum içerisinde bulunurlarsa bulunsunlar, yani kavga ve didişme içerisinde de olsalar, barış içerisinde ve eşit halde de yaşasalar bir üst otoriteye ihtiyaç duymuşlar ve devletin kökeni bu aşamada ortaya çıkmıştır.
SORU-2 Mülkiyet hakkı doğal bir haktır. İlk çağlarda henüz toplum aşamasına gelmemiş, yani doğa halinde yaşayan insanlar ilk mülkiyetini taşınabilir eşyalar üzerine kurmuşlardır. Avcılık ve toplayıcılık halinde yaşayan insanın ilk mülkiyeti avladığı hayvan üzerine olmuştur. İlk mülkiyet biçimi zilyetlik şeklinde ortaya çıkmıştır. İnsanın ilk var olduğu zamandan bu yana mülkiyetin bulunduğunu düşünüyorum. Bu sebeplerle doğal bir hak olduğunu düşünüyorum.
SORU-3 Devletin doğal hukuk düzeninden çıkabileceğini düşünüyorum. Her hukuk kuralı doğal hukuk düzenine uygun olmayabilir. Devletin kendi bütünlüğünü korumak amacıyla getirdiği kuralları daha ağır yaptırımlara bağlaması hali bu duruma örnek verilebilir. Doğal hukuk halinde J. J. Rousseau’ ya göre doğal hukukun akıl karşısında önceliği olan iki ilkesi vardır. Bunlar “ varlığımızı korumak ” ve “başkalarına acımak” tır. Devletin hukuk kuralları bu iki temel üzerinde oluşmuş olsa da, bu iki temel haricinde de hukuk kuralları oluşturulmuştur.
SORU-4 Bir hukuk kuralı doğal hukuk düzeninden uzaklaştığında ve toplum tarafından benimsenmediğinde haksız ve adaletsiz olacağı kanaatindeyim. Hukuk kuralları toplum tarafından kabul gördüğü ölçüde uygulanabilir. Örneğin şehirlerarası yollarda hız limiti 70 km/s ‘ e indirilse, bu durum toplum tarafından kabul görmeyecektir. Her 70 km/s limitini aşan sürücüye cezai işlem uygulansa bir süre sonra toplum tarafından tepkiler ve direnme ortaya çıkacak ve bu kural değiştirilmek zorunda kalınacaktır. Adaletsiz bir hukuk kuralına toplum direnç ve tepki gösterebilir. Ancak hukuken uymak zorunda olduğunu düşünüyorum.
SORU-5 Direnme bir hak olabilir. Toplum adaletsiz olduğunu düşündüğü kurallara direnebilir. Bu en doğal hakkıdır. Bu sayede devletin toplum menfaatlerini gözetmeden getirdiği hukuk kuralını değiştirmeye zorlar. Ancak sivil itaatsizlik konusunun tartışmalı olduğunu düşünmekteyim. Devletler kendi düzenini ve varlığını korumak için hukuk kuralları koyar ve bu kurallara uyulup uyulmadığını denetler. Sivil itaatsizlik toplumun bir kesimi veya tamamı tarafından bir kuralın tanınması halidir. Böyle bir durumu devlet kendisine tehdit olarak algılayıp karşı tepki verebilir. Bu durum toplum ile devleti karşı karşıya getirebilir. Sivil itaatsizlik konusu daha hassas bir özelliktedir.
BAYRAM AKTAŞ