Hukuk Felsefe Dersi 4. Hafta Konusu

4. Haftada hukuki pozitivizm konusu işlenmeye devam edilecek ve daha sonra doğal / tabii hukuk konusuna geçilecektir. Tabii hukuka ilişkin olarak Selahattin Keyman’ın ve Vehbi Hacıkadiroğlu’nun aşağıdaki makalelerinin okunması ve bunlara ilişkin görüş/ eleştirilerin 1 Mart Pazar saat 21:00’e kadar Blog üzerinden gönderilmesi gerekmektedir.

“Hukuk Felsefe Dersi 4. Hafta Konusu” için 79 yorum

  1. Doğal Hukuk Sorunu Hakkında,
    Bu makale hakkında çok farklı yorum ve değerlendirme yapma düşüncesindeyken bir cümle bende tamamen farklı bir değerlendirme yapma gereksinimi hissettirdi.
    Makalenin son sayfasında “… son aşamada artık, toplumlar değil de tek bir dünya toplumunun söz konusu olması gerekir. …” belirtmesi bu duygu durumunun bende oluşmasına neden oldu.
    İçinde bulunduğumuz pandemik durumun insanların ruh halinde yapabileceği etkiye ilişkin olarak okuduğum birçok yazıda, Weber’in modern devletin unsurları olan şiddet araçlarının tekelci denetimi, egemenlik, otorite ve meşruiyetinde sıkıntıların olabileceği, bu unsurlarda yaşanabilecek sıkıntıyla birlikte ulus devletlerin hatta şu an ulus devletler üstü bir özelliği olan Avrupa Birliğinin varlığının soru konusu olabileceği düşüncesi oluşmaktadır. Bu olayların sonrasında ise öngördükleri, Dünyanın tek Devlet, tek para birimi, tek bir hukuk sisteminin olması gerektiğidir.
    Bu değerlendirmeye ilişkin olarak ise Mc Grew’in modern ulus – devlet hakkındaki düşüncesi aklıma geldi. Mc Grew, “küreselleşme, modern ulus – devletin otoritesini, özerkliğini, doğasını ve yeterliliğini tehlikeye sokar” demektedir. Buna göre de dört özgün meydan okuma saptar;
    – Devletin yeterliliğine meydan okuma,
    – Devletin biçimine meydan okuma,
    – Devletin özerkliğine meydan okuma,
    – Devletin otoritesine meydan okuma,
    Şeklinde çıkarımda bulunur. 1
    Mc Grew burada küreselleşmenin, modern ulus devletlerin sonu olacağını dile getirmekte iken şimdiki durumda ise pandemi, modern ulus devletlerin sonunu getireceği dile getirilmektedir.

    Her iki durumda da modern ulus devletlerin sonu geleceği savunulmaktadır. Bu genellemeden, olayı hukuk yönüyle özgülemek gerekirse, kafamda bazı sorular oluşmuştur.
    – Neden tek bir toplum olması gerektiği?
    – İlgili toplumu oluşturan toplulukların sosyolojik kazanımları, etik ve ahlaki değerlerinin ne olacağı?
    – İlgili toplumun sosyolojik, etik ve ahlaki değerlerinin kim veya kimler tarafından nasıl belirleneceği?
    – İlgili toplumun, bu belirsizlikte hukukun nasıl ve ne kadar sürede oluşacağı yoksa bir egemenin buyruğu şeklinde mi olacağı?
    Şeklindeki, sorulara kendimce herhangi bir cevap bulamadım ancak bende bir varsayımda bulunarak bu soruların çözümlendiğini düşündüm. Sonrasında ise acaba bu toplumdaki yasa koyucunun, normlarının belirlenmesinde, ülkemizdeki hukuk sisteminden faydalanır mıydı? şeklindeki yeni bir soruyla karşılaştım.
    Saygılarımla.

    Enes KAŞAK
    201851263

    1 – Christopher Pierson – Modern Devlet sy.169

  2. Vehbi Hacıkadiroğlu’nun makalesiyle ilgili genel bir değerlendirmede bulunmayacağım ancak makalenin sonundan çok da mümkün olmadığını en azından bana ütopik gelen kısmından bahsedeceğim. Öncellikle insanlığın bilgisi arttıkça toplumların yöneticilerinin ve yasa koyucularının da bu bilgilenmeden faydalandığı için belli bir gelişim göstermesi mümkün olabilir evet ancak; bilgilenmenin artması demek insanın daha az suç işleyeceği anlamına gelir mi? Kimi zaman zaten bilginin kendisi suça sebebiyet vermiyor mu? Bu bilgilenme sonucunda düzenlenen yasalarla insanların bilinçleneceği inancı da çogu insanın kendi ülkesinin yasalarıyla ilgili bile ceza yemeden veya çoğu zaman başı belaya girmeden bi fikir sahibi olmadığı sürece nasıl mümkün olabilir? Belki sadece çok az ilgili bir kesim etkilenebilir o yüzden bu kısmına da çok katılamıyorum. Bu gelişmelerden sonra suç işlemenin olanaksızlığı fikrine de katılamıyorum. Çünkü bence insan denen varlık hangi bilgiyi elde ederse etsin fazlasıyla dürtüsel ve anlık bir canlıdır. Ortamı oluştuğunda her türlü suçu işleyebilecektir. Suçun oluşamayacağı bir ortam ancak bütün insanlığın yok olduğu gün mümkün olacaktır.

  3. BURAK CAN HORZUM

    DOĞAL HUKUK SORUNU

    Yasaları bir Müslüman koysaydı kadınların başını açması suç olurdu ya bir Hindu koysaydı o zamanda ineklere zarar vermek suç olurdu ya da bir Zerdüşt koysaydı o zaman ateşle oynamak suç olurdu. Makalede yasa koyucunun her birinin yerinde olma olasılığı olan bir kişinin beklentilerine göre belirlenmesi gerekir denmekte ise o zaman yasaları dinsiz biri mi koymalı? Her bir toplumun kuralları başkadır yani pozitif hukuku da başkadır. Peki, doğal hukuk bir tane midir? Dünya önce tek bir toplum olmalı sonra mı hukuk tek olmalı? Önce tek bir din/ırk/millet/düşünce birliği olmalı sonra mı doğal hukuka ulaşmalı? Limitin Doğal Hukuk olduğu dünya tarihinde pozitif hukuk her gün bu limite bir adım daha yaklaşıyor ama asla ulaşamayacak.

    TABİİ HUKUK DOKTİRİNİN EPİSTEMOLOJİK TAHLİLİ
    Aklın yolu birdir demiş atalarımız ama akıl akıldan da üstündür demişler aynı zamanda. Yani tek bir doğru vardır ama o doğrudan daha doğrularda vardır demişler tıpkı bugünlerde kötü günleri geride bıraktık daha kötü günler bizi bekliyor diyerek 2020’nin bitmesini bekleyen bizler gibi. Makalenin genel değerlendirme kısmında tabii hukukun en iyi tanımı, değerle hukuk arasındaki kesişme noktasını ifade eden bir isim olmasıdır şeklinde yapılmıştır. Bu tanımdan yola çıktığımızda herkesin değeri başka herkesin tabii hukuku da başka olmaktadır. O zaman insanlığın tabii hukuku herkesin tabii hukukunun kesişimi olacaktır bu da kocaman bir sıfırdır. Yani tabii hukuk için gidilen tarihi yol en başa çıkmaktadır sıfıra yani başlangıca.

  4. Doğal Hukuk Sorunu
    Pozitif hukukun karşılaması beklenen,toplum içindeki uyuşmazlıkları çözme ve toplumu bir arada tutma gibi görevleri (bunu da bireye yönelik kural koyarak yapar) yapamaması veya olması gereken şekilde yapamaması durumu ”doğal hukuk ” kavramını ortaya çıkarır. Doğal hukuk olması gereken hukuk veya her zaman ve her yerde geçerliliğe sahip olan tüm hukuklardan üstün olan hukuk olarak tanımlanablir. Pozitif hukukun, doğal hukukun sahip olduğu bazı ilkelere sahip olması beklenir.Doğal hukuk ilkeleri (özgürlük eşitlik insan haysiyeti,adalet , vs) açık, net ve evrenseldir ayrıca başka bir insanın ya da iradenin ürünü değildir oysa hukuki pozitif hukuk insan yapımıdır ve belirli bir toplumda varlığını sürdürür bu bakımdan doğal hukukun, pozitif hukukun çok daha ötesinde ve onu kapsayıcı olduğu ileri sürülür. Makalede katılmadığım bir hususu belirtmem gerekirse toplumu oluşturan ve toplumdaki özgürlüğünü topluma borçlu olan bireyin bu düzeni bozacak eylemlerde bulunmasını, bireyin sorumluluk bilincinin zayıflamasının bilgisizlikten kaynaklandığını kabul edersek bilgi olması gerekenlerin sadece yöneticiler ve yasa koyucular olması meselesidir. Kendi düşünceme göre yöneticiler ve yasa koyucular da içinden çıktığı ve orda büyüdüğü toplumdan ayrı düşünülemez ve dolayısıyla onlardan beklenen ”bilgili olma” özelliği o toplum içindeki her bireyden beklenebilir olmalıdır. Elbette yöneticiler ve yasa koyucular bilgili olup adaletli yasa yapıp adaletle yönetmelidirler ama ” bilgisizliğin ” bütün sorumluluğunu onlara yıkmak ve sorumluluk bilinci taşıması gereken bireylerin bilgisizliğini haklı çıkarmak için geçerli bir sebep görülmemektedir zira toplumdaki her bir kişi yönetici veya yasa koyucu olabilmektedir. Böyle bir düşüncenin toplumdaki bireylerin sorumluluk bilincini daha da kaybetmesine yol açacağını düşünmekteyim.

    Furkan ÖZMEN
    201751138

  5. Augustinus sadece dinden, ilahi güçten meydana geldiğini savunmuştur. Ancak bu sistemle adil olması gereken hukuk sistemi ne kadar sağlanabilir? İnsanlar bu kuralları kendi çıkarları doğrultusunda aslında adil olmayan şekillerde kullanabilirler. Bu yüzden doğal hukuk sistem olarak tek başına yeterli değildir. Doğal hukuk dönemden döneme değişiklik gösterebilir. İnsanların yaşam tarzları değişir. İlk çağda doğaya, orta çağda tanrısal güce, yeni çağda ise akla önem verilmiştir. Bu dönemlerin ihtiyaçlarına göre de adalet sağlanmaya çalışılmıştır. Tabii hukukun temelinde de adalet vardır. Bir şeyin hukuk kuralı olabilmesi için adaletli olması gerekir. Bu anlayışın temsilcilerine göre hukuk zaten insanların içinde doğada vardır ve önemli olan bunu bulup çıkarabilmektir. İnsanlar bazen bu etiğe uygun davranmadıklarında cezalandırılırlar. Kanaatimce bu cezalar caydırıcı tarafının yanında eğitici de olmalıdır. Suçu işlemeyi düşünen kişiler için caydırıcı olmasının yanında suçlular içinde suçu işleme sebebini irdeleyerek çözebilecek bir pozisyonda olmalıdır.

    Zeynep İrem Öztürk
    201751140

  6. Doğal Hukuk Sorunu’na ilişkin düşüncelerim, makalede anlatılmak istenen “tek bir dünya toplumunda geçerli olacak Doğal Hukuk kurallarının” oldukça mantıksal ama bir yandan da imkansız olduğu yönündedir. Bu makaleyi okuduğumda benim aklıma, ying ve yang’ın simgelediği “Her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik vardır.” düşüncesi geldi. Makalede belirtildiği üzere, bilgi arttıkça Doğal Hukuk kurallarının geçerli olduğu tek bir dünya toplumunun oluşacağı söylenmektedir ama bana göre bilgisizlik hep olacaktır. Belki Türkiye’de kısmen geçerli olan kız çocuklarının okutulmaması gibi büyük bir gerici zihniyet düşüncesi sorunuyla, belki de kendini geliştirmek istemeyen bir insanın üşengeçliği sorunuyla olacaktır ama bir şekilde bilgisizlik hep olacaktır. Bence %100 bilgili olamayan bir toplum, bahsedilen dünya düzenine geçemez. Çünkü bu anlatılanlar benim için mükemmel ve sıfır hataya, soruna yer veren bir düzen gibi göründü. Böyle bir düzen ancak ütopya olarak görülebilir. Doğal olarak, bu iyiliğin içindeki kötülük “bilgisizlik” olacak ve düzenin mükemmel olmasını engelleyecektir.

    Öte yandan kötülüğün içindeki iyiliğe bakacak olursak, bence suç işlemiş bireylere caydırıcı cezalar vermek ve onları tekrar topluma kazandırmaya çalışmak tam da bu yüzden önemlidir. Mükemmel bir düzene ulaşamıyorsak da, ying ve yang düşüncesinin benimsediği dengeye ulaşmak mümkündür. Bu nedenle suç ve cezanın olmadığı ütopyaya ulaşmaya çalışmaktansa bence elimizdeki bilgi birikimini kötülüğün içindeki iyiliği oluşturmak için, yani olumsuz durumu toplum için avantajlı bir duruma çevirmeye çalışmak için kullanmak daha akıllıcadır.

    Suç ve cezanın olmadığı tek bir dünya toplumu ve olması gereken Doğal Hukuk düşüncesi kulağa çok güzel gelse de, hiçbir şeyin mükemmel olamayacağını da göz önünde bulundurduğumuzda bu makalede anlatılmak istenen düşünce bana, açıkladığım sebeplerle imkansız gelmektedir.

  7. İnsan davranışlarında bulunan “özgürlük” anlayışı bana göre aslında sınırlıdır ve hatta bunun sınırlılığı yalnızca din ile bağdaştırılmak zorunda değildir. İnsan özgür değildir, her an her istediğini yapamaz. Onu her zaman kısıtlayacak ögeler olacaktır: Örneğin, fakir biri için para faktörü istediği her şeyi alabilme ve yapabilme özgürlüğünden onu mahrum bırakacaktır. “İnsanın sorumluluğu ve borcu kendi insanlığına karşıdır.” değerlendirmesinde de epey boşluklar buldum. İnsanlık nedir, insanlık kavramının kapsamı bulunur mu, herkes için insanlık aynı anlamda mıdır, insanlar her zaman sırf insanlıklarını korumak adına erdemli mi davranmak zorundadırlar? Açıkçası Kant’ın etiğini anlama konusunda zorluk çektim.
    Yöneticiler ve yasa koyucuların bilgili olması gereklililiğini ben de savunuyorum. Ancak toplumdaki bilinç, toplumun düşünebilme yetisinin baskılanmaması ile toplum da bu sürece dahil olabilir diye düşünüyorum.
    “Tek bir dünya toplumunda geçerli olacak kurallar” dendiği zaman ne kadar makalede bahsedilen kusursuz işleyiş, bilginin toplum, yöneticiler ve yasa koyucular bakımından iyi değerlendirilip özümsendiği bir durum olmasa da trajikomik bir şekilde aklıma corona virüs salgını geldi. Bu salgın için ülkelerce kısa süreli de olsa alınan kararların benzer olduğu sonucuna ulaştım. Örneğin, hatırı sayılır çoğunlukta ülke yurt dışına çıkış yasağı koydu ve sokağa çıkma yasağı ilan etti. Bu durum seyahat özgürlüğünü kısıtladı ve toplumlar geliştiği için değil, zorunda kalındığı için bu önlemler alındı. Sonuç olarak demek ki tek dünya olarak hareket etmek için illa kusursuz bir işleyişe de gerek yok, dünyayı tehdit eden durumlarda da tek ses çıkabiliyor.

  8. Dünya üzerinde farklı farklı hukuk sistemleri bulunmaktadır. Bu hukuk sistemlerinin ortaya çıkışları içerikleri, cezaları, yargılama süreçleri birbirinden farklı olan birkaç unsurlarındandır. Fakat ne kadar farklı olsalar da ortak bir payda da hukukun temeli dediğimiz adalet, insan haklarına saygı gibi konularda bir çatı altında toplanmaktadırlar. Peki bu kuralları böyle tek bir temelde toplamayı başaran bir sistem üst norm var mıdır? Kabul edilebilir mi? İşte tam da bu noktada üst norm olarak adlandırabileceğimiz doğuştan sahip olduğumuz hakları kapsayan, yasaların(buyrukların, ahlak kurallarının) üstünde bulunan ideal temel yasalara doğal hukuk isimli hukuk normu devreye girmektedir. Peki insan neden böyle bir yasalar sistemine ihtiyaç duyulmuştur doğal hukuk neden bu yasaların üzerinde olması gereken bir sistem olmuştur sorusunun cevabını aramakta doğal hukuku anlamak için bize yol gösterici olucaktır. Doğal hukukun sorunu da budur belirli bir yere konup mantık çerçeveleri dahilinde olacak açıklamaların çok olmaması.

    Filozofların bu soru hakkında değişik fikirleri, tezleri fazlasıyla vardır. Önemli olan açıklamak için yeterli olup olmadığı, mantık çerçeveleri dahilinde mi, kanıtlana bilen tezler mi olduğudur. Hobbes ve Bentham gibi düşünürler bu konuda gerekçelerini doğa üstü ,kanıtlanabilirliği olmayan mantıkla uyuşmayan şekilde ileri sürdükleri için bu beklentileri karşılamamış ve idealist filozofların bu konuyu tekellerine almasına neden olmuştur. Hristiyan din adamları da bu konuyu tanrısal ,dinsel gerekçelerle anlatmaya çalışıp bu doğal hukukun varlık sebebini tanrıya karşı duyulan görevlere bağlamıştır onlara yakın bir şekilde konuyu ele alan Kant’da insanların bu özgürlüklerini aynı dindeki gibi istenç yani cüzi irade tarzdan olduğunu etik kuramlarında açıklamıştır. Bu özgürlüğünün sorumluluğunu da insanın kendisine sorumlu olduğunu söyleyerek fikrimce çok iyi bir temele oturtamamıştır. Bu temellendirmesinden dolayı dindeki günah ve kefarete benzemesi Kant’ın yaptırımları sisteminde kaçınılmaz olmuştur. Cezalar caydırıcılıktan çok artık suçun karşılığı suçlunun bir hakkı olarak öne çıkmıştır bu da işkencenin zalimliğin insana bir hak olarak verilebileceğini bizlere göstermektedir. Bu nedenle Kant’ın din temelli kuramlara benzer bir doğal hukuk kuramı bana göre doğal hukuk sorunu çözüp temel açıklaması olacak kadar yeterli değildir.

    İnsanları asıl olarak diğer canlılardan ayıran özelliği düşünebilmesidir. İnsanı özgür kılan şey de temelde farklı düşüncelere sahip olup bu düşünceleri çeşitlendirebilmesidir.Yani insanın bilgisi arttıkça özgürleşmektedir.Bilgi ise insanlarda paylaşılıp aktarılmadıktan sonra belirli bir sınırı vardır bir önceki nesil bildiklerini aktarmayıp tek başına kendi bilgisi ile kalırsa gelecek nesli onun bilgi birikiminden faydalanamaz işte insanlar özgürleşebilmek daha da özgür olabilmek için doğal zaman da bir araya gelmişlerdir.İnsanın yani özgürlüğü toplumsallaşma ile başlamıştır desek yanlış olmaz.İnsan kendisine bu özgürlüğü bahşeden topluma karşıda kendinde bir sorumluluk, bir ödev duygusu hisseder burada işte ödev ve sorumluluk kavramları çıkar.Toplumun işleyişi düzenli olması demek özgürlük demektir. Bu yüzden bu düzende aksaklıklar olması halinde insanların işbirliği ile elde ettikleri özgürlük yok olacaktır bunu önlemek içinde toplumda kısa sürede düzeni sağlamaya yönelik yaptırımlar ortaya çıktığı görülmektedir .Peki neye göre hangi davranışın suç olacağı yaptırımı ne olacağı belirlenmesi sorunu ortaya çıkmaktadır işte. Bu kurulacak hukuk düzenini temeli insanlara özgürlüğünü veren işbirliğini engelleyen davranışlar dışında baskıcı bir sistem olmamasıdır. Yani insanların hakları ve yükümlülükleri ile orantılı adil bir buyruklar, kurallar konulmalıdır.Bunu koyacak olan belirleyecek olan yasa koyucu da önem arz etmektedir.Toplumda bilgi düzeyi yüksek kişiler bu konuda buyruklar ortaya koymalıdır. Böylece adaletli ve gerekli kurallar konulmuş olur.Cezaların amacı da öç almak değil ıslah etmek amaçlı olacaktır.Toplumlar doğru bilgiye ulaştıkça yöneticilerde bu doğru bilgiye yaklaşacakalrdır toplumdan etkilenip yanlış olmayan uygulumalar da bulunacak ve en sonunda hukuklar sistemi kalkıp temel hukuk sisteminin tüm dünya da olacağı söylenmektedir.Önce cezaların sonrada suçların kalktığı bilge bir topluluk, dünya topluluğu ve düzeni sağlayan bir doğal hukuk. Fikrime göre günümüzde bu kadar yanlış bilginin olduğu bu yüzden toplumların işleyişinin zorlaşıp; doğru bilgi üretme oranı düşmüş ve bundan dolayı sorumluluk bilinci, ödev kavramı azalmış olsa da ütopik olarak bu noktaya gelinmesi doğal hukukun doğru uygulanması sonucu ortaya çıkabilecek bir durumdur.

    Sonuç olarak doğal hukuku ele alan makaleden de görüldüğü gibi mantık içerisinde kalınarak doğal hukuk sorunu ele alınabilmektedir. Doğa üstü, akıl dışı kuramlardan arınmış bir doğal hukuk terimi tüm çevrece kabul görüp akla yatabilecek bir terim olur. Bunun sayesinde de ideal doğru dünya toplumuna ulaşmamız o kadar kolaylaşmış olur.

  9. Bu makalelerde doğadan gelen ve doğaya uygun gelen her bir kuralın tabii hukuk olduğunun .Tabii hukukun olanı esas alması , herhangi bir araca başvurmadan akıl yoluyla üretiğildiğini gördüm.oysa müspet hukukta ise tarihsel bir birikim söz konusu. olağan ve değerler arasındaki bağı kuran tabi hukukun bir emredici hukuk kuralının olmaması ve toplumun hareketlerine bir anlam kazandırması bizi olması gerekene götürüyor ama hayalden de öteye gidemiyor. Tabi hukukun asıl amacı insan hareketine bir anlam kazandırmak olandan olması gerekene gitmektir.Ama biz gerçekte olan şeyin ne olduğunu bilmiyoruz çünkü bana göre doğru olan bir şey başkası için doğru olmayabilir bu da bireyde olması gerekene yönlendirdiği zaman toplumsal çatışmalar ortaya çıkabilir.kant ın olgudan norm çıkartılmaz sözüne sonuna kadar katılıyorum .Birinci sınıfta ilk anayasa dersinde toplumsal sözleşmeleri gördüğümde doğal hukuktan bahsediliyordu ilk okuduğum da Hobbes ın , Roussonun yaptığı sözleşmeler çok dikkatimi çekmişti.Tabi hukukun toplumlarda yarattığı etkiyi daha net gösteriyor ama hiçbir zaman insanların amaçladığı gibi olmadığı için hayal olmaktan ileriye gidemiyordu şu an bunu makalelerde daha net bir şekilde gördüm.

  10. “Doğal Hukuk Sorunu” adlı makale üzerine değerlendirmem:
    Yazar Kant’ın etiğinin dinsel inançlardan üretildiğini düşünüyor ve bunu destekleyen örnekler veriyor. Kant’ın etiğinde sorumluluk ve ödev kime karşıdır sorusunun yanıtsız kaldığını iddia ediyor. Bu soruya “kendi insanlığına karşıdır” olarak veren Kant’ın cevabını, “İnsanın sorumluluğu ve borcu insanı, insan olarak yaratan Tanrıya karşıdır” olarak anlıyor. Bu bağlamda Kant’ın etiğindeki cezanın caydırıcı nitelikte olmadığı sonucunu çıkarıyor. Ancak dinde bir cezanın uygulanması, suçun karşılığı olduğu için değil, insanları o eylemi yapmaktan alıkoymak içindir. Özellikle Kant’ın etiğinin dinsel içeriklerden etkilendiği iddia edildiğinde, Kant’ın etiğindeki cezalandırmada caydırıcılık söz konusu değildir demek uygun düşmüyor. Tabii ki dinin nasıl anlaşıldığına göre bu değişiyor olabilir ama bizim dinimizde hırsızlığın suç olması ve buna göre bir ceza belirlenmesi, birileri suç işlesin de hakkı olan cezayı verelim diye değildir asıl olan cezadan korkarak suçun işlenmemesini sağlamaktır. Bir yönüyle dünya hayatında toplum düzeninin sağlanması amacıyla ceza caydırıcılık özelliği taşımakta, diğer yönüyle de suç işleyebilecek birinin yakın zamanda yani dünya hayatında cezalandırılacağını bilmesiyle buna göre hareket ederek ahiret hayatını zora sokmaması amaçlanmıştır. İnsan ahiret hayatının çok sonra olacağını düşündüğünden ceza sadece ahirete yönelik değil dünyada da cezalandırılmıştır ki kişi dünya hayatındaki cezadan korksun ve bu suçu işlemesin. O zaman dindeki cezalandırma da caydırıcılık yoktur denmesi uygun düşmüyor. Kısacası din suçun sadece cezasının verilmesini amaçlamıyor, cezanın caydırıcılık özelliğini de kullanıyor.
    Kant’ın etiğine göre iyi istencin tek belirleyicisinin hiçbir çıkar duygusu altında bulunmaması olarak ifade ediliyor. İyi istencin bu şekilde tanımlanması yazar gibi benim için de uygun değil. Ama yazarın bunu sadece dinsel kavramlarla açıklaması eksik kalıyor. Yazar ilk olarak bu şekilde tanımlanmış bir iyi istencin kötülüklere de neden olabileceğinin söylüyor. Örnekl olarak da hiçbir çıkar duygusu bulunmayan dinsel kıyımları gösteriyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey bu kötülük dinden değil dini kendilerine istismar aracı olarak kullananlar ve onların elinde oyuncak olanlardan kaynaklanmaktadır. İkinci olarak da bir istencin iyi olarak nitelendirilmesi için kişide hiçbir çıkar duygusunun olmaması değil , kişide toplum veya herhangi bir birey (diğerlerine bir zararı olmayacak şekilde) için fayda sağlama amacı olmalıdır diye düşünüyorum.
    Yazar, özgürleşme toplumsallaşma ile başlar diyor, sanırım toplumun içinde olmayan bir bireyin istediğini yapabilmesine özgürlük olarak değil toplumla birlikte daha önce yapamadıklarını yapabilmeyi özgürlük olarak görüyor. Bence insan tek başına yaşayacak olsa da toplumla birlikte yaşayacak olsa da hem özgür hem de bir kısıtlanmaya tabidir. Her iki kulvarın da kendine göre özgürlük alanı var ama kısıtlanma alanı da var. Ama her türlü tek başına yaşayabilecek olan bir insan daha özgürdür diyebilirim, en azından tek başına yapabileceği tüm şeyler için sadece kendini düşünerek karar verebiliyor, toplum içindeki bir kişi ise daha fazla olanaklardan yararlanmak ile birlikte daha fazla yükümlülük ve sınırlamalara katlanmak zorunda kalıyor.

  11. Doğal hukuk sorunu ile ilgili görüş ve değerlendirmelerim,

    Dünya üzerinde farklı farklı hukuk sistemleri bulunmaktadır. Bu hukuk sistemlerinin ortaya çıkışları içerikleri, cezaları, yargılama süreçleri birbirinden farklı olan birkaç unsurlarındandır. Fakat ne kadar farklı olsalar da ortak bir payda da hukukun temeli dediğimiz adalet, insan haklarına saygı gibi konularda bir çatı altında toplanmaktadırlar. Peki bu kuralları böyle tek bir temelde toplamayı başaran bir sistem üst norm var mıdır? Kabul edilebilir mi? İşte tam da bu noktada üst norm olarak adlandırabileceğimiz doğuştan sahip olduğumuz hakları kapsayan, yasaların(buyrukların, ahlak kurallarının) üstünde bulunan ideal temel yasalara doğal hukuk isimli hukuk normu devreye girmektedir. Peki insan neden böyle bir yasalar sistemine ihtiyaç duyulmuştur doğal hukuk neden bu yasaların üzerinde olması gereken bir sistem olmuştur sorusunun cevabını aramakta doğal hukuku anlamak için bize yol gösterici olucaktır. Doğal hukukun sorunu da budur belirli bir yere konup mantık çerçeveleri dahilinde olacak açıklamaların çok olmaması.

    Filozofların bu soru hakkında değişik fikirleri, tezleri fazlasıyla vardır. Önemli olan açıklamak için yeterli olup olmadığı, mantık çerçeveleri dahilinde mi, kanıtlana bilen tezler mi olduğudur. Hobbes ve Bentham gibi düşünürler bu konuda gerekçelerini doğa üstü ,kanıtlanabilirliği olmayan mantıkla uyuşmayan şekilde ileri sürdükleri için bu beklentileri karşılamamış ve idealist filozofların bu konuyu tekellerine almasına neden olmuştur. Hristiyan din adamları da bu konuyu tanrısal ,dinsel gerekçelerle anlatmaya çalışıp bu doğal hukukun varlık sebebini tanrıya karşı duyulan görevlere bağlamıştır onlara yakın bir şekilde konuyu ele alan Kant’da insanların bu özgürlüklerini aynı dindeki gibi istenç yani cüzi irade tarzdan olduğunu etik kuramlarında açıklamıştır. Bu özgürlüğünün sorumluluğunu da insanın kendisine sorumlu olduğunu söyleyerek fikrimce çok iyi bir temele oturtamamıştır. Bu temellendirmesinden dolayı dindeki günah ve kefarete benzemesi Kant’ın yaptırımları sisteminde kaçınılmaz olmuştur. Cezalar caydırıcılıktan çok artık suçun karşılığı suçlunun bir hakkı olarak öne çıkmıştır bu da işkencenin zalimliğin insana bir hak olarak verilebileceğini bizlere göstermektedir. Bu nedenle Kant’ın din temelli kuramlara benzer bir doğal hukuk kuramı bana göre doğal hukuk sorunu çözüp temel açıklaması olacak kadar yeterli değildir.

    İnsanları asıl olarak diğer canlılardan ayıran özelliği düşünebilmesidir. İnsanı özgür kılan şey de temelde farklı düşüncelere sahip olup bu düşünceleri çeşitlendirebilmesidir.Yani insanın bilgisi arttıkça özgürleşmektedir.Bilgi ise insanlarda paylaşılıp aktarılmadıktan sonra belirli bir sınırı vardır bir önceki nesil bildiklerini aktarmayıp tek başına kendi bilgisi ile kalırsa gelecek nesli onun bilgi birikiminden faydalanamaz işte insanlar özgürleşebilmek daha da özgür olabilmek için doğal zaman da bir araya gelmişlerdir.İnsanın yani özgürlüğü toplumsallaşma ile başlamıştır desek yanlış olmaz.İnsan kendisine bu özgürlüğü bahşeden topluma karşıda kendinde bir sorumluluk, bir ödev duygusu hisseder burada işte ödev ve sorumluluk kavramları çıkar.Toplumun işleyişi düzenli olması demek özgürlük demektir. Bu yüzden bu düzende aksaklıklar olması halinde insanların işbirliği ile elde ettikleri özgürlük yok olacaktır bunu önlemek içinde toplumda kısa sürede düzeni sağlamaya yönelik yaptırımlar ortaya çıktığı görülmektedir .Peki neye göre hangi davranışın suç olacağı yaptırımı ne olacağı belirlenmesi sorunu ortaya çıkmaktadır işte. Bu kurulacak hukuk düzenini temeli insanlara özgürlüğünü veren işbirliğini engelleyen davranışlar dışında baskıcı bir sistem olmamasıdır. Yani insanların hakları ve yükümlülükleri ile orantılı adil bir buyruklar, kurallar konulmalıdır.Bunu koyacak olan belirleyecek olan yasa koyucu da önem arz etmektedir.Toplumda bilgi düzeyi yüksek kişiler bu konuda buyruklar ortaya koymalıdır. Böylece adaletli ve gerekli kurallar konulmuş olur.Cezaların amacı da öç almak değil ıslah etmek amaçlı olacaktır.Toplumlar doğru bilgiye ulaştıkça yöneticilerde bu doğru bilgiye yaklaşacaklardır toplumdan etkilenip yanlış olmayan uygulumalar da bulunacak ve en sonunda hukuklar sistemi kalkıp temel hukuk sisteminin tüm dünya da olacağı söylenmektedir.Önce cezaların sonrada suçların kalktığı bilge bir topluluk, dünya topluluğu ve düzeni sağlayan bir doğal hukuk. Fikrime göre günümüzde bu kadar yanlış bilginin olduğu bu yüzden toplumların işleyişinin zorlaşıp; doğru bilgi üretme oranı düşmüş ve bundan dolayı sorumluluk bilinci, ödev kavramı azalmış olsa da ütopik olarak bu noktaya gelinmesi doğal hukukun doğru uygulanması sonucu ortaya çıkabilecek bir durumdur.

    Sonuç olarak doğal hukuku ele alan makaleden de görüldüğü gibi mantık içerisinde kalınarak doğal hukuk sorunu ele alınabilmektedir. Doğa üstü, akıl dışı kuramlardan arınmış bir doğal hukuk terimi tüm çevrece kabul görüp akla yatabilecek bir terim olur. Bunun sayesinde de ideal doğru dünya toplumuna ulaşmamız o kadar kolaylaşmış olur.

  12. DOĞAL HUKUK SORUNU

    Hukuk kurallarının ortaya çıkışı her toplumda farklılık göstermektedir. Bazı filozoflar hukuk kurallarının yasa koyucular tarafından oluşturulduğunu bazıları ise daha üstün,genel ve değişmez kuralların olduğunu savunmaktadır.
    Yasa koyucuların yasayı koyarken ulaşmak istedikleri bir hedef olmalıdır. Hedefin ne olduğu sorusuna cevap ararken insanların toplumu oluşturan birçok egemene neden boyun eğdikleri sorusu da gündeme gelmektedir.Bu soruya yanıt verebilmek için de insan doğasının biliniyor olması gerekir.Fakat insan doğasıyla ilgili tatmin edici bir cevaba ulaşılamamıştır. Bu durum bu alanı tamamen idealist düşünürlere bırakma zorunluluğunu doğurmuştur.
    İdealist düşünürler adaleti temel almışlar ancak adalet anlayışları yasa koymaya yetkili egemenlerin Tanrı’ya karşı ödevlerinin bir parçası olarak görülmüştür.
    Kant etik kuramını insan doğasına göre açıklayan bir filozoftur.İnsanın hem fizik hem de etiğin konusuna giren yönlerinin olduğunu, fiziksel yönüyle nedensellik yasalarına bağlı, etik yönüyle bağımsız yani özgür olduğunu savunur.İnsan eylemini gerçekleştirirken önce düşünsel sonra fiziksel anlamda eyleme geçer. Oysa ki böyle bir durum mümkün değildir. ”İyi istenç” kavramı ile açıklamalar yapmış ve bunun Tanrısal buyruklar dışında akla dayalı olduğunu ileri sürmüştür. Bu bilginin yani ”iyi istenç” kavramının tanrısal kaynaklı olmadığını söylemek a priori bir bilgi olmasından dolayı mümkün değildir. Tevrat’taki On Emir arasında bulunan ”kendini kötü isteklere kaptırmayacaksın ” buyruğundan sadece akla dayalı olması nedeniyle ayrılır.Çıkar amacı gütmeden eylemde bulunmamızı belirten ”iyi istenç” kavramı bir takım iyiliklerin nedeni olabilir ancak birçok kötülüğe de sebep olabilir.
    İnsanlık tarihinde en büyük işkencelerin inanç kaynaklı olduğu ortaçağ süresince görülmüştür. Bunun birçok örneği vardır.
    Kant Etiğinin günümüzde de etkisini sürdürmesinin nedenlerinden biri;dinsel inançların güçlü bir biçimde desteklemeleri diğer biri de; doğal hukuk kuramının olmayışıdır.
    İnsan aklını kullanabildiği, kendini geliştirebildiği ölçüde özgürleşmiştir.(Otodeterminizm) Bunu sağlayabilmesini toplu halde yaşamasına ve yapmış olduğu işbirliklerine borçludur. İnsanlar bilgi üretebilmeleri için toplu halde yaşamalı, işbirliği yapmalı ve bildiklerini gelecek kuşaklara aktarmalıdır.
    İnsanlar doğa olaylarını nedensellik yasalarına bağlı olarak açıklayabildikleri ölçüde bilgi sahibidir.Bunu yapamadıkları zaman bilginin yerini inançlar ve yanlış bilgiler almaktadır.
    Toplumlar her türlü serbestliğin var olduğu dönemden evrilerek can güvenliğini sağlama gereksiniminden dolayı oluşmuşlardır.Bu oluşum da yukarıda belirtilen işbirliği devamında da özgürlüğü getirmiştir.
    J.J.Rousseau ”insan özgür doğar fakat her yerde zincire bağlanmıştır” görüşünü savunmaktadır. Bu düşünce yukarıdaki görüşle çelişiktir.
    İnsanın özgür doğduğu düşüncesi Fransız İhtilali ile yaygınlaşmıştır.Bu düşünceden kurtulmak gereklidir çünkü bu türden özgürlükten etik ve hukuk bakımından özgürlük kadar önemli olan ödev ve sorumluluk kavramlarını türetmek olanaksızdır.
    İnsan toplumsallaştığı ve işbirliğine dayandığı ölçüde insan olmuştur.Özgürlüğünü borçlu olduğu topluma karşı birey kendisini sorumlu hissedecek ve bu borcun ödemesi yeni özgürlüklerin kazanılmasını da sağlayacağından insanın kendi çıkarını bilmesinin bir sonucudur.
    Demek ki düzenli bir toplum kurabilmek ve devamını sağlamak etik ya da hukuk açısından özgürleşmenin işbirliği içinde toplumsallaşarak,dil oluşturarak ve bunu gelecek kuşaklara aktararak mümkün olacağı düşünülebilir.Bütün bunları sağlayabilmek için bireyin toplumla,bireyin bireyle ilişkisini sürdürebilmek yaptırımlı buyruklara dayanan hukuk düzenine dönüşmek zorunda olduğunu göstermektedir. Böyle topluma ”doğal toplum” adı verilir.Bütün bireylerin özgürlükten pay aldığı bir mutluluk ortamı yaratacak düzen de ”etik düzen” olacaktır. Bu da sorumluluk duygusu ile bağlı olan birey ve mutluluğunu borçlu olduğu insanlara ödev bilinci ile bağlı olacaktır.
    İyi bir hukuk düzeninin sağlanması için gerekli koşul özgürlüğün temelinin toplum,toplumun temelinin de işbirliğini zorunlu kıldığı bunun dışında herhangi bir kısıntı yapılmaması ilkesidir.Hukuk düzeninin iyi işlemesi için hak ve yükümlülükler, yasalarla belirlenmelidir.
    Yasaların adaletli olması hak ve yükümlülüklerin orantılı olmasına bağlıdır.İyi bir yasa koyucu birey-birey, birey-toplum ilişkisinde hak ve yükümlülüklerin nereden kaynaklandığını bilmesi ve kendisini de kapsayacak şekilde yasalar oluşturmalıdır.
    ”Yasasız ceza olmaz” kuralı gereği suçların önceden tespit edilip cezalarının belirlenmesi gerekir.
    Doğal hukuk düşüncesini savunanlar ”akıl” adı verdikleri ve hiçbir düşünürün anlaşılır bir açıklamasını yapamadığı sanal yetiye de hiçbir işlev vermeden bütün kavramların gözlemlerimize dayanarak elde edildiği görülmektedir.(aposteriori)
    Bütün toplumlarda hukuk kurallarının olduğu görülmüş ancak toplumsal yaşama girişin zorunlu bir sonucu olduğu kanıtlanamamıştır.
    Toplumsal ilişkiler geliştikçe bireyler arasındaki ilişkilerin ödev ve sorumluluk bilincini de aynı oranda arttırması beklenir ancak bireyin tümüyle kavraması düşünülemez.Bu nedenle oluşan bilgi eksikliğinden dolayı bu boşluğu yanlış bilgiler ya da inançlar dolduracaktır. Günümüze dek toplumlar hızla değişmiş ama ona ait bilgiler buna yetişememiştir.Bu durum sorumluluk ve ödev bilincinin tümüyle yanlış bilgilerin ve inançların etkisi altına girmesine neden olmuştur.Bu bilgisizlik sorumluluk ya da ödev bilincinin zayıflamasından kaynaklanmaktadır.
    Yasa koyucular ve yöneticiler toplumsal bilgiye sahip olmalı ve adaletli yasalar ortaya koymalılar. Aksi durumda bireylerin yasalara güvenleri sarsılır ve sorumluluk bilinçleri zayıflar,suç oranları artar.Yönetim çeşitli sınıf,zümre,aileler arasında kurulmuş olan bir yönetime dönüşür.
    17.yy’da ve sonrasındaki hızlı gelişme toplumsal bilimlerin gelişmesine de neden olmuştur.Toplumsal bilimlerin gelişmesi dolayısıyla toplum hakkındaki bilgilerin artması toplum hakkındaki bilgi her zaman geride kalacak fikrinin yanlış olduğunun göstergesidir.Toplum hakkında artan bilginin bir takım inançların yerini aldığı da bir gerçektir. Bu durumda pozitif hukukun doğal hukuktan aldığı payın gittikçe artması beklenir.
    İnsanlığın bilgisi arttıkça yasa koyucuların ve yöneticilerin de bilgilerinin artacağı ve düzenlenen yasalarla bireylerdeki sorumluluk bilincini canlandıracağı ve bunlarında yeni yasaların düzenlenmesine neden olacağı görülmektedir. Toplumu bilen yasa koyucu ve yöneticiler var oldukça bireyin suç işlemesinin gereksiz hatta imkansız olduğu toplumun oluşması sağlanabilir.
    Zamanla bireyler ve toplumlar arasındaki farklılıkların ortadan kalkması ile tek bir dünya toplumunun kurulacağı,suç ve ceza kavramlarının işlevini yitireceği yeni bir toplum düşünülebilir.Bu toplumlarda pozitif hukuk zamanla yerini doğal hukuka bırakacağı söylenebilir.

    Püren Gül

  13. Özgürlüklerimiz yetişkin olma becerilerimizi kullanma ile sıkı ilişki içindedir meyve örneğinde olduğu gibi insan becerilerini kullanabildiği ölçüde özgürleşir ama kanaatimce özgürlük sorumluluğu da beraberinde getirir hak ve yükümlülükler sıkı sıkıya bağlıdır insanın meyvenin ağaçtan düşmesini beklemesi ile Ağca tırmanması arasında ciddi oranda efor farkı vardır. Özgürlükleri isteyen sorumluluklarına da katlanır(Aristoteles). Tıpkı insanların yaşam katılımı ölçüsünde pay sahibi olacağı gibi.

  14. Doğal Hukuk görüşü bence kaçınılmazdır. Çünkü, Pozitivist Hukukun dayanağı Doğal Hukuktur. Zamanla yöneticilerin çıkarlarını esas alabilse de Pozitif kurallardan daha üstün olan, genel ve değişmez kurallar vardır. Pozitif kurallar en azından Doğal Hukukun amacını gerçekleştirmeye yönelik olmalıdır, yoksa bence ona artık hukuk demek yanlıştır.
    Öncelikle toplumun bir egemenin buyruklarını kabul etmesinin sebebi araştırılmalıdır. Bunun için de insanın doğasının bilinmesi gerekir. Kant Doğal Hukukun temelini Etik Kuramına, insanın doğasının gereklerine bağlı olarak açıklamıştır. Bir eylemi gerçekleştirecek olan insan düşünsel olarak karar verir, sonrasında fiziksel olarak hareket eder. Bu dindeki cüzi iradeye benzer. Kant’ın özgürlük anlayışı, dinlerde Tanrının insanlara cüzi irade verdiğinin kabul edilmesine benzer. ”İnsan, kendisini insan olarak yaratan Tanrıya borçludur.” görüşü Kant’ın Etiğine benzer.
    Kant’ın etiğine göre dolayısıyla dinlere göre insanın zulüm, işkence gibi eylemleri yapmaya elverişli olmadığını görmekteyiz ancak bu yanlıştır. Tarihe baktığımızda en acılı dönemlerin dinlerin ağır bastığı dönemlerde olduğunu görmekteyiz.
    Ancak özgürlüğü toplumsal yaşamın sağladığını kabul edersek, insanda kendisine bu özgürlüğü sağlayan topluma karşı bir ödev bilincinin ortaya çıktığını kabul etmek de kolaylaşır. Yani ödev dediğimiz şey insanların Tanrıya borçlu olmasından değil, insanın toplumun ona sağladıklarının topluma geri verme gereği duygusundan kaynaklanır.
    Zeynep KÖSE

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s