Bu hafta ders doğal hukuk konusuna, seküler doğal hukuk ve modern dönem doğal hukuk anlayışının tartışılmasıyla devam edilecektir. Bu kapsamda aşağıdaki makalelerin okunması gerekmektedir. Konu bitmediği takdirde, kalındığı yerden 7. hafta devam edilecektir.
- Yavuz Kılıç, “Hobbes, Locke ve Rousseau’da ‘Doğa Durumu’ Düşüncesi”, Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, Sayı 2, 2015 , s. 97 – 117.
- Dilan Mızrak , “Toplum Sözleşmesi Kuramlarında Siyasi İktidarın Sınırı Olarak Kişi Hak ve Özgürlükleri Meselesi”, Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Volume 9, Issue 17, s. 21-44.
Makaleleri okurken, aşağıdaki soruları düşünebilir ve cevap vermeye çalışabilirsiniz.
Soru 1: ‘Doğa durumu’ kavramının işlevi nedir? Onun ne olduğu üzerinde uzlaşılabilir mi?
Soru 2: Mülkiyet hakkı doğal bir hak mıdır? Nasıl gereçeklendirilebilir?
Soru 3: Devlet, (doğal) hukuk düzeninden çıkabilir mi?
Soru 4: Bir hukuk kuralı ne zaman / hangi koşullarda haksız / adaletsiz olur? Adaletsiz bir hukuk kuralına, hukuken uymak yükümlülüğü var mıdır?
Soru 5: Direnme hakkı bir hak olabilir mi? Sivil itaatsizlik, hukuki bir hak olabilir mi?
Hobbes, Locke ve Rousseau için şu üç kavram ortaktır ve hukukun ne olduğu , kaynağının ne olduğu sorularına yanıt vermeye çalışırken bu kavramlardan yola çıkmışlardır: doğa durumu, sözleşme ve insan doğası. Üçü de aynı kavramları kullanmasına karşın hepsi bu kavramları farklı yorumlamışlar.
Thomas Hobbes’a göre doğa durumunda insanlar umutsuz ve korku halinde imiş. İnsanlar doğası gereği eşit olsa da iki insan aynı şeyi istediğinde bir çekişme olmakta ve bunun devamında bir güvensizlik oluşmakta. “İnsan insanın kurdudur.” diyor Hobbes. Hobbes’a göre doğa durumu demek savaş demek ancak savaşı bizim bildiğimiz gibi sürekli müdahale halinde olmak şeklinde değil de müdahaleye karşı hep tetikte olmak, hazır olmak anlamında kullanıyor. Bir nevi diken üstünde yaşamak diyebiliriz. İnsan sürekli bu durumda yaşayamaz, bu durumdan çıkmak barış içinde yaşamak gerekir. Bu doğa durumundan çıkmanın ancak akılla mümkün olduğunu söylüyor. Sözleşme ile haklar devrediliyor. Bu sözleşme gönüllü değil zorunluydu. Bu sözleşmenin temeli korkuydu diyor. Bana çok distopik gelse de görüşü bir yerde de insan içten içe katılmıyor değil Hobbes’a. İnsan istediği şeyi almak için her şeyi yapacak hırsa sahip bence de o yüzden güvensiz bir ortam düşünmek bir noktaya kadar mantıklı gelse de bunu savaş ortamı olarak tanımlamak bence biraz aşırıya kaçıyor.
Locke’a gelecek olursak: doğa durumu başlangıçta özgürlük ve eşitlik durumudur. Doğa yasası hem hukukla hem ahlakla bağlantılıdır. Başkalarının haklarına zarar vermemeyi söyleyen doğa yasası ancak akıl tarafından keşfedilebilir. Bütün insanlar doğası gereği akılla donatılmıştır, doğa yasasını ihlal etmek aklın doğru kullanılmasından sapmak demektir. Akıl herkeste bulunur bu yüzden insanlar eşittir. Locke’a göre insanların doğa halinden çıkmak istemelerinin temel nedeni mülkiyetlerinin korunması amacıdır. Bir başka önemli nedeni ise bir kişinin başka bir kişiyi öldürmesi ile doğa yasasını ihlal etmesidir. İnsanların ben sevgisi, kötü huyları, tutku ve hırsları başkalarına zarar verebilir. Bu da bir düzensizliğe karmaşaya neden olur. Bu yüzden bir sözleşme yapılmalı ve sivil bir hükumet kurulmalıdır. Sözleşme zorunluluk değildir, gönüllülüğe dayalıdır. Locke’un düşüncesi bence sanki ahlakın yetmediği yerde hukuka başvurulması gerektiği ve bu yüzden devletin ortaya çıktığı yönünde. Çünkü makalede birkaç yerde insanların diğer insanları da düşünerek iyiye yönelmesi gerektiğine dair cümleler okumuştum.
Rousseau’dan bahsedersek: doğa durumunda yaşamı belirleyen iki temel ilke var: “varlığını korumak” ve ” başkalarına acımak”. Bu iki temel ilke doğa durumunda özgür bir yaşam sağlamak için yeterlidir ancak akıl doğayı bozmayı başaran bir yetidir. İnsanı diğer canlılardan ayıran şey akıl değil doğanın buyruklarına uyup uymamakta özgür bir varlık olmasıdır. İnsanlar arasındaki eşitsizlik insanı kötülüğe götürür, insanın doğasında olan vahşiliğe götürür. Eşitsizliğin ilk somut adımı Rousseau’ya göre özel mülkiyettir. İnsanlar bu vahşiliği dizginleyebilmek için güvenlik için sözleşme yapmak zorunda kalır.
Genel olarak baktığımızda; Hobbes için felaketler silsilesi olan doğa durumunun, Locke ve Rousseau için aslında herkesin eşit olup özgür olduğu bir doğa durumu olup sonradan sonraya hırs, kötü davranışlar ve bencillikten ötürü bozulması çok uç iki noktadaki düşüncelermiş gibi geldi.
“Soru işaretinin çengel şeklinde olması tesadüf değil.İnsan sorular sormaya başlayınca bir kez,yenileri de ekleniyor ardı sıra. Soru işaretleri zincirleniyor.Zincirin sonlandığı hiç görülmedi.Soru sormak, kafatasına hapsedilmiş lamba cini gibi.En ufak uyarıda çıkıp başına üşüşüyor” diyordu çok sevdiğim yazarlardan biri. Bende vermiş olduğunuz bu soruların çengellerine takılarak yeni sorularla zinciri uzatacağım.
“Doğa durumu kavramının işlevi nedir?”sorusuyla başlayalım.Hobbes-Locke ve Rousseau tek bir pencereden bakarak iki ayrı sonuç elde etmişler.Hobbes pencerede bir karmaşa görürken Locke için özgürlük ve eşitlik durumunun hakim olduğunu görüyoruz.Locke ile Rousseau bu bağlamda Locke ile aynı pencereden bakabilmiştir.
Peki gerçekten işlevi ne bu doğa durumunun?Gerçekten ne olduğu üzerinde uzlaşılabilir mi? Aslında bu sorular çeşitli sorulara gebe.Bizlerin otoriteyi ne olarak algılayıp neden kabul ettiğimizi cevaplamamız diğer sorulara yanıt bulmak için bir yol olabilir.Toplum öncesi dönemde ortaya çıkan bu doğa durumu konusunda uzun zaman bu koşulda yaşayamayan insanın topluma yöneliyor olması aslında doğa durumu ne kadar işlevsele bir yanıt çıkarabilir.Hangi filozofa katılırsam katılayım insanın insan olmasından kaynaklan durumlar onu bir toplumun üyesi olmaya sevk eder. Toplum durumunun doğa durumunun olumsuzluklarını kaldırarak bir çatı yaratması fikrine de katılmaktayım.Fakat Hobbes ve Lockenin insanın doğası değişmez bir özelliktir görüşünüde şu bağlamda doğru buluyorum; insan en nihayetinde ne kadar gelişmiş olursa olsun o İlkel tavrını bir şekilde muhafaza eder.Toplum oluştursada sözleşme yapsa da o nihayetinde genlerinde bir şekilde korunmaktadır.Bu nedenle şimdilerde geçerliliği olmasada en temel basamak zemin kat budur diyebilirim
Bu nedenle tam olarak bir varsayım diyemiyorum.
Mülkiyet hakkı doğal bir hak mıdır? Bu soru için birinci sınıf hukuk başlangıcı dersine dönüyorum…İnsanın sahip olma dürtüsünün ortaya cıkardığı ve bir garanti altına girme hissiyatının sonucu ortaya çıkan bir haktır.Doğal bir hak olduğunu düşünmüyorum.İnsanın hafızasının sınırlarında biçimlenen bir haktır. Bir mala sahip olup onu istediği şekilde tasarrufta bulunabilme,semerelerinden yararlanma ve bunu başkasına devretmeyi kapsayan bu hak özgürlük yarattığı için mi bu kadar önemlidir sorusu geliyor aklıma hemen.Ünlü düşünür Proudhon’un meşhur bir sloganı tam bu noktada aklıma geliyor.Mülkiyet Hırsızlıktır! Av balıkçıya denize değil avladıkları balıklara sahip olma hakkını verir derken aslında bunu emekle ilişkilendiriyor.Bu noktada düşüncem bundan hareketle tembelleşiyor ve kendi yarattığı bir hak olarak görüyorum.Locke’nin yaşama ,var olma haklarının içinde saydığı mülkiyeti hakkı fikrini tam olarak oturtamıyorum zihnimde.Locke bunu şöyle izah ediyor aslında emeğinin karşılığı olarak ürettiği şeylere sahip olması.Ama emek kısmı işin içinde girdiğinde köleleşen insan topluluklarının emeklerini nasıl gözeteceğiz?Locke bu soruyu yanıtlamanı çok isterdim gerçekten:)
Bir hukuk kuralı ne zaman/hangi koşullarda haksız adaletsiz olur.Adaletsiz bir hukuk kuralına uymak hukuken mümkün müdür? Bu soruya öncelik olarak kendi görüşümle cevaplamak istiyorum.Adalet kavramının içini doldurmak hukuk kuralları ile olacak bir iş değildir.Öyledir ki hukuk kuralları için adalet sağlıyor garantisi veremeyiz.Hukuk ve adalet dip dibe olmalı evet ama bu her zaman iç içe oldukları anlamını vermiyor bence.Ceza hukuk kurallarının fazla katı olduğu bir toplum düşünüldüğünde adalet arayışı da biraz anlamsız kalabilir.
Direnme Hakkı bir hak olabilir mi?Sivil itaatsizlik hukuki bir hak olabilir mi ? Hak,hukukla korunandır.Direnme ve başkaldırma aynı düzlemde tartışılabilir mi peki?Devlet dediğimiz sisteme sahip olan insanlığın her döneminde baskı zulüm vardır.İnsanlar fıtratları gereği bu durumlara alışkanlık gösteren canlılar değillerdir.İşin ucunda onur ve özgürlük var ise insan tepki gösterir.Doğal hakkın ihlal ediliyor ve pozitif hukuk kurallarına aykırı hareket ile senin özgürlüğün kısıtlanıyorsa insan direnir.Bence bu doğal bir haktır. Devlet ve insan diye iki taraf açtık ve insan tarafından bu tartışmayı sürdürürken devletinde direnme hakkı yok mudur?Devletin direnme hakkı varsa bu yasal mıdır? Aslında tıpkı özgürlük gibi düşünelim sınırını aşana direnirsin ama başka bir zulme yol açmayacak şekilde .Fakat çok ciddi bir kriz durumu olduğunu da belirtmek gerekir .
Doğa durumu; konumuzun öncüleri filozoflar tarafından farklı ifade edilmiştir,ortak nokta olan görüş ve benim de kanaatimce bir ‘belirsizlik’ kaosu hakimdir.Sözleşme yapmak insanın en doğal haklarından bir tanesidir.İnsan türünün diğer hayvanlardan daha da gelişmiş ve en önemli özelliği olan zekasının,muhakeme yeteneğinin ürünüdür.Bir miktar hedonist bir yaklaşımla insanın kendini mutlu edecek her sözleşmeyi yapabileceğini ve bunların sınırlarının da elbette ki toplumun kurallarıyla çizilebileceğini düşünmekteyim.Benim fikrim sözleşme özgürlüğünün en kutsal haklar arasında olmasıdır.Hatta kişinin kendisini köle olarak atfetmesi ya da intiharın da bir hak olarak ortaya konulmasını savunuyorum.Zira bunlar asla ve asla kontrol edilemeyeceği için cezalandırılamayacaklardır da.Ya da intihar eden kişinin ardında ki değerlere zarar verileceği gibi bir yasa zaten adaletle hiç bağdaşmayacaktır. Hukukun ve egemenliğin cevapsız kaldığı bir durumda mazoşist birinin cezalandırılamayacağı durumlardandır veya ölmek için idam suçu işlenmesi ya da soğuktan kaçan evsiz birinin ısınmak umudu ile kendini hapse attırmasıdır (mevsimlik suçlar). Doğa durumun da kişilerin her şeyi yapmaya sınırsız özgürlüklerinin olduğunda uzlaşılabilir.Devletin bunlardan feragat etme anlamına geldiğini düşünmüyorum aksine modern bireyin bunlardan korunması olarak tanımlanması daha uygundur.Mülkiyet hakkının doğal bir hak olduğunu ve gösteriş yapmanın da insanlığın kaçınılamayacak bir parçası olduğunu da belirtmem gerekir zira gösteriş bir şeye sahip olmamakla da yapılabilir.Eğer devletler pozitif hukuka geçiş yapmışlarsa ki gereklidir teorik olarak bu da doğal hukukun ve sözleşmenin ürünüdür.Bir hukuk kuralının adaletsiz olduğu çoğulcu demokrasiyle anlaşılamaz ve çoğunlukçu bir demokrasiyle de anlaşılamayacaktır bu adalete aykırıdır.Toplum sözleşmesi içerisinde yaşayan herkesin (Bu durumu kendileri seçmemiş olsa bile kanaatimce zorunluluklarıdır) adaletin ne olacağı konusunda bir üst otoriteye ihtiyacı vardır.Ütopik konuşmaktan hiç hoşlanmamakla beraber şunu ifade etmeliyim ki sadece alanında uzman kişilerin gerçek sosyolojik bir eğitimle uzmanlıkları konusunda yasa tasarrufunda bulunmaları gerektiğini söyleyebilirim.Egemenin bir eyleminin ya da hukuk kuralının yanlışlığının ve artık onu yerinden edebileceği gibi önemli bir durum sadece bir kişiye karşı da olabilir bir çok kişiye de ancak buna karar veren insanların ne yazık ki sıradan bireyler olmaması gerektiğini düşünüyorum.Adaletsiz bir hukuk kuralına, zamana bağlı olarak uyulup uyulmaması konusu bence önemlidir.O kurala uymak toplum ve için çok daha mühim bir durum oluşturuyorsa fikir karşıtlığı beyan edilip otoriteye saygılı olmanın o zaman ki ehemmiyetinden ötürü kişi Sokrates vari bir davranışta da bulunabilir.Bunun yanlış olduğunu da söyleyemeyiz.Ancak modern toplumda ya da daha önemli sorunların olmadığı bir toplumda Devleti oluşturan sözleşmeye aykırılıktan ötürü bu bir yükümlülük değildir. Gelgelelim biz şu an söz edilen ikinci toplum türünden çok uzakta ki bir sallantıdayız.Bazen devlet dediğimiz bu kutsal sözleşmenin dirliği için göz yumulması gerektiğini de (tabi ki önemine ve ciddiyetine göre) düşünmüyor değilim.Direnme hakkı bir haktır çünkü temelde yapılan sözleşmenin şartlarından doğan bir itiraz vardır çok temeldedir 🙂 ama yine de düşüncem budur.
Bu hafta ile ilgili yorumumu “direnme hakkı bir hak olabilir mi?” sorusu üzerinden, derste yine bu konuyla ilgili yaptığım yorumu tekrar ederek yapmak istiyorum.
İlgili makalenin giriş bölümünde, direnme hakkının bir hak olabilmesi için hukukça korunması, hukuk koşullarına uygun olması gerektiği yönünde bir ifade var ancak 27 Mayıs Darbe veya İhtilali’nin (kim ne demek istiyorsa) yapıldığı dönemde ülkemizde 1924 Anayasası geçerliydi ve bu anayasada direnme hakkı ile ilgili bir hüküm yoktu. 1961 Anayasası’na baktığımızda ise 27 Mayıs’ı direnme hakkını kullanan Türk Milleti’nin yaptığından bahsediyor. Buradan şu sonucu çıkarıyoruz: Direnme hakkının bir hak olup olmaması, ne siyasal iktidarın meşruiyetini kaybedip zulüm ve baskı yapması ne de direnme hakkının ulusça kullanılıp kullanılmadığına bağlı değildir, direnmenin başarıya ulaşıp ulaşmamasına bağlıdır.
27 Mayıs ve 12 Eylül İhtilalleri/Darbeleri başarıya ulaşmıştır, hatta 27 Mayıs’ı yapanlar bunun bir direnme hakkının kullanımı olduğunu da söylemişlerdir ancak 15 Temmuz’da yapılan darbe girişimi başarısız olmuştur. Darbe girişimini yapanlara göre siyasal iktidar meşruiyetini kaybetmiştir ancak şu an halk onlara hain gözüyle bakmaktadır. İyi ki başarılı olamadılar ancak başarılı olsalardı belki de şu an halk onlara kahraman gözüyle bakacak ve onların direnme hakkını kullandığını düşünecekti.
Yorum yapma süresi sona ermeyen yeni yorumlarda görüşmek dileğiyle…
Biz sosyolojiyi, tarihi göz ardı etmeyen ama onu taşan felsefi bir gözle bakmaya çalışalım meseleye yine de.
Doğa durumunda düşünürlerin farklı düşüncelere sahip olduklarını görüyoruz. Hobbes’a göre insanlar bencilken,Locke ve Rousseau’ya göre eşit durumdadırlar. Görüşlerine ayrı ayrı katıldığım ve katılmadığım noktalar var. Hobbes’ta devletin mutlak yetkilerinin olması gerektiği ve kuvvetler birliği anlayışına katılmıyorum zira toplumda insanların belirli hak ve özgürlükleri olmalı ve bunlar güvence altına alınmalıdır.Locke’a göre ise devlet temelde yaşam,özgürlük,mülkiyet gibi üç hakkı ihlal etmemeli ve iktidar mutlak olmamalıdır diyor ve insanların iktidar sahibine karşı direnme haklarının olup olamayacağını tartışıyor fakat ben burda Locke’un “Her şeyden önce, bir prens tekil kuvvetiyle yasaları alt üst edemeyeceğinden, yine tekil kuvvetiyle halkın bütününe zulmedemeyeceğinden bir prens bunu yapmak isteyecek kadar zayıflığa ve huysuzluğa sahip olamaz. Düşüncesiz bir prensin yapacağı özel bazı hatalar da kamusal barış ve hükümet güvenliğiyle telafi edilir.” anlayışını içinde bulunduğumuz dönemde sağlayabileceğimizi düşünmüyorum zira iktidarı elinde bulunduran kişinin bunu ne amaçla yaptığını bilemeyebiliriz..Aynı zamanda prense duyulan saygı nedeniyle direnmekten çekinilebileceğini söylüyor fakat bir hukuk devletinde bir kişinin hakkı ihlal edildiğinde bunu uygun ölçü ve sınırlarda savunması gerektiğini( bu direnme ölçülü bir şekilde olmalı ve kaosa sebebiyet vermemeli) ve uygun ölçüler ve sınırlarda hakkına sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Rousseau’nun teorisine bakacak olursak da o da aynı şekilde doğa durumundaki eşitliği savunmakla beraber toplumsal yaşama geçildiğinde insanın kötüleşeceğini ve bunun da mülkiyet kavramıyla olacağını söylemektedir.Rousseau Locke’un tam tersine emek neticesinde oluşan mülkiyetin insanlığın huzurunu bozduğunu savunmaktadır.Locke ise emek sonucu oluşan mülkiyetin korunmasıyla huzurun geleceğini savunmaktadır. Mülkiyet kavramıyla ortaya çıkan bu durumun eşitsizliği doğurduğuna yani Rousseau’nun bu görüşüne katılmaktayım fakat onun da bu toplum içindeki insanın yeniden özgür olması için kendi isteğiyle,genel iradeyle sağlanması düşüncesine ise katılmıyorum zira bunu savunduğumuzda azınlığın düşüncesi çoğunluk içinde eriyebilir ve bu da demokrasiye aykırı bir sonuç doğurabilir.
LOCKE VE ROUSSEAU’NUN DOĞA DURUMU VE MÜLKİYET ANLAYIŞLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
Doğa durumu kavramının genel bir anlamı vardır. Ancak anladığım kadarıyla insanlar ve devlet arasındaki ilişkiyi, insanların ne konumda bulunduğunu ve ne tür haklara sahip olduğunu anlamamızı sağlayan kavramdır. İşlevi bence toplumsal düzenin sağlanması, huzur ve güven ortamının oluşmasını sağlamaktır. İncelediğim makalede Locke ve Rousseau’nun çeşitli görüşleri üzerinde durulmaktaydı. Daha çok mülkiyet, eşitlik ve özgürlük kavramlarına değinildiğini gördüm. Mülkiyet hakkı doğal bir hak mıdır sorusuna okuduğum makaleden yola çıkarak verebileceğim cevap şu olur; mülkiyet hakkı Locke’ye göre doğal bir haktır. Devletin mülkiyetle oluştuğunu söylemektedir. Ve insanların emek verdiği şeyler onların özel mülkiyetini oluşturur demiştir. Burada dikkatimi çeken şey Hegel’in idealist diyalektik yaklaşımına karşı bir görüş fark etmem oldu. Hegel her varlık varoluşu tamamlayabilmek için kendisine yabancılaşmalıdır diyordu burada ise emek vererek oluşturduğumuz şeylerin özel mülkiyetimizde bulunduğu görüşü yer almaktadır. Locke’ye bu noktada katılamadım çünkü o zaman sahip olduğumuz her eşyanın mülkiyeti bizde değil ona emek vererek onu oluşturan kişide olurdu. Rousseau’ya göre mülkiyet toplumsal gelişmelerle ortaya çıkmıştır. O bu gelişmeleri, ilerlemeleri olumsuzluk olarak değerlendirir. Ona göre mülkiyetin ortaya çıkmasıyla güvensizlik ve kötülük ortamı oluşmuştur. Ve özel mülkiyetin bir eşitsizlik ortamı oluşturduğunu savunur. Devlet doğal hukuk düzeninden çıkabilir mi sorusundan anladığım kadarıyla doğal hukukta yer etmiş kavramların çerçevesinden çıkması. Buna cevabım da eğer devlet doğal hukuk düzeninden çıkarsa bir güvensizlik ortamının oluşabileceği ve bunun sonucunda da bozulan toplumsal düzenle birlikte toplumun sonu gelmez bir kaos ortamına sürüklenmesi. Bu nedenle doğal hukuk düzeni içerisinde kalmalıdır diye düşündüm. Bir hukuk kuralı insanlar arasında eşitliği gözetmediği durumda adaletsiz olur bana göre. Eğer hukuk kuralı konulmuşsa, halihazırda varsa ve uygulanmaktaysa toplumsal düzen kuralları gereğince her ne kadar yanlış da olsa bu kurala uymak yükümlülüğünde olabiliriz. Uymama durumunda düzenin ne şekilde etkilenebileceği ön görülemeyebilir. Direnmenin ve sivil itaatsizliğin bir hak olup olamayacağı konusunda kesin bir fikir beyanında bulunamamaktayım. Çünkü sivil itaatsizlik yasa dışı bir eylemdir ve yasa dışı eylemin ne durumda bir hak oluşturabileceği durum şartlarına bağlıdır. Direnmenin bir hak olmasına da kesin bir cevabımın bulunmama nedeni eğer direniliyorsa bir hakkın çiğnenmiş olabileceği düşüncesi ancak direnme eylemi olmasaydı da çiğnenen hak tekrar nasıl elde edilecekti ya da o hakkın çiğnendiğinin farkındalığı nasıl sağlanacaktı? Bu şekilde düşündüğümde kesin bir sonuca varamadım.
Berfin Karakoyunlu