6. Hafta Hukuk Felsefesi Konuları ve Okuma Parçaları

6. Hafta Derste doğal hukuk konusuna modern yaklaşımlar üzerinden devam edilecektir. Bu kapsamda, Ronald Dworkin’in ve Lon Fuller’in hukuk anlayışları üzerinde durulacaktır.

Konu kapsamında aşağıdaki makalelerin okunması ve 15 Mart Pazar akşamı saat 21:00’e kadar değerlendirme, eleştiri, soru ve görüşlerin Blog üzerinden gönderilmesi gerekmektedir.

“6. Hafta Hukuk Felsefesi Konuları ve Okuma Parçaları” için 90 yorum

  1. Muhbir Sorunu yazısı hakkındaki görüşlerimi belirteceğim;
    İlk önce yazıyı okuduğumda gözümde canlanan benzerlik 2.dünya savaşı öncesi ve sırasındaki Mussolini’ye bağlı olan yarı faşist ve militarist kara gömlekliler örgütü oldu. Ben bu mor gömleklileri kara gömleklilere benzettim.Yazıyı değerlendiracek olursam ilk önce kara gömleklilerin dönemindeki siyasi ve sosyal hayatı ele almak istiyorum; bu bahsedilen dönemde demokrasi ile iktidara gelmiş ve sonrasında güç zehirlenmesi yaşayıp kendisi gibi düşünmeyen ve farklı fikirdeki insanları yargılayan ve zorbalık yapan bir siyasi düşünce ve otorite görüyorum. Mor gömlekliler organizasyonu kanunlarla oyuncak gibi oynayıp istediklerini yaptırtıyolarmış bir örnek verecek olursam yargılama sırasında acil durum kanunu çıkartıp devam eden yargılamaya müdahele bile ediliyormuş. Bu karanlık dönemde gözüme çarpan bir diğer husu ise hakimlere geniş yorumlama ilkesi verip yargılamaya bakan hakimlere korku aracı ile müdahale edilmesi oldu. Mor gömleklilerin rejimi devrildikten sonra ise yerine gelen hükümete halk kinci muhbirlerin cezalandırılmasını talep ediyor. Beş Adalet Bakan Yardımcısı ile Adalet Bakanı bu hararetli talep üzerine istişare ediyolar ve her bakan yardımcısı görüşlerini belirtiyor .
    Ben üçüncü bakan yardımcısının görüşlerini kendime yakın buldum, üçüncü bakan yardımcısı mor gömleklilerin zamanında ki hukukun yok sayılamayacağını çünkü kötü bir hukuk düzenin olsa bile topal olarak sosyal yaşamın bu rezil hukuk düzeninin arkasından devam ettiğini belirtiyor ve eğer o dönemki hukuk düzenin yok sayılması durumunda sosyal yaşamda yapılmış olan en küçük bir hukuki işlemin bile yok sayılması gerektiğini söylüyor. Bu durumda eğer o zaman ki hukuku yok sayarsak kaos oluşucak ve durum daha da kötüye gidicek ,bu sebeple bu bakan yardımcısının görüşü bana yakın geldi ve cezalandırma sistemi olarak da kinci muhbirlerde suçu kanıtlanmış olanlar cezalandırılmalı suç işlediği tam olarak ispatlanamayan kişiler için ise cezalandırılma yapılmamalı görüşünü benimsedim.
    Buğrahan Yılmaz Burnaz 201751033

  2. Muhbir Sorunu
    Tek tek başkan yardımcılarının görüşlerine bakalım öncelikle;
    Birinci başkan yardımcısının görüşünü ilk okuduğumda önceden kendimce bir düşüncem olduğu için itiraf etmeliyim ki biraz önyargılı tavrımın kurbanı olmuş olabilir. İlk başta olaya ilişkin çözümünün devletin bugün ki hukuk anlayışına uymayacağını düşündüm.Mor gömlekliler zamanında geriye etkili kanunların eylemleri suç haline dönüştürdüğü durumunu hatırladığımda acaba bu durumda kinci muhbirlerin cezalandırılıyor olması aynı mantık çerçevesinde kalır mı diye düşündüm.Ancak çok geçmeden bu görüşümü çürüttüm.Öyle ki devletin adalet bakanısın ve mor gömlekliler denilen bir grup kalabalığın hiç bir hukuki sistem süzgecinden geçmeden başa geldiği bir ortamda kendi yasalarını kitaplarını uyguladıkları bir düzenin arta kalanları bugün ki yapıyı bile sarsabilecek derecede etki yaratmış. Tüm koltuklarına parti üyelerini oturtmuş ve insanlara alın bu hukuk bizde devletiz demişler.Kendi bayraklarını ülkeye dikmişler ve belki o dönemin insanları karşı gelemeyecekleri için kabulleniş sürecine girip bunun gerçekten bir hukuk sistemi olduğuna inanmışlar.Böyle bir durum sonucunda ülkenin adalet bakanı ve onun beş yardımcısının insanların adalet ihtiyaçlarını tatmin edecek yöntemleri hayata geçirmeleri için görevdeler.Kınamak,iğrendiğini belirtmek tabiki yeterli değildir.Kınanılan şeyin aynısını yapmamak gibi bir ilke benimsenerek hareket edilemez.Bu çok basit ve işlevsiz bir açıklama. Böyle bir sorunu ört pas etmek de kınanılan şeyin aynısını yapmak olmaz mı?
    Ayrıca “adalet” bakanı kavramı burada boşuna verilmemiştir. Burda cumhurbaşkanı değil adalet bakanı olarak verilmesinin sebebi adalet olgusunu sağlamak bazen yasalara uyularak da tatmin edilip sağlanabilecek bir şey olmadığındandır. Adaleti bir yerde hukuka uygunluk olarak nitelemenin de yersiz olduğunu düşünmekteyim.Hukuk kuralları her zaman adaleti baz alarak mı yapılmaktadır? Bunun cevabını vermek kesin olmalıdır ki bu fikrimi çürütebileyim.
    İkinci başkan yardımcısına gelince başta çok iyi bir noktaya varacağını düşündüğüm fikrini nasıl bu kadar zıt bir şekilde bitirdi aklım almıyor.Gerçekten sağ gösterip soldan vurmak böyle olsa gerek:) Öncelikle hukuka aykırı bir rejim vardı evet.Fakat ülke insanları için o zamanlar bir boyun eğiş şeklinde bile olsa bile hiç yoktan iyidir yahut ya daha kötüsü olursa ya da buna baş kaldıracak bir imkanım var mı yoksa mecburen buna uymak zorundayım anlayışı olduğundan ötürü göstermelik bir hukuk vardı .Ama böylesine mutlak bir gücü elinde tutan ve ideolojisiz başına buyruk anlayışı dayatan bir rejimin mimarlarının yaraları şu an bile kanıyorsa bu yarayı kaşımak olmuyor.Bu yaraların acilen kabuk bağlayıp düşmesini sağlamak gerekir. Anarşi ve terör rejimi olarak gördüğü bu durumun ardında kalan böyle bir sorunu kapatalım gitsin diyerek çözerek en başında bu insanların adalete ve devlete olan güvenini sarsacaktır.
    Gelelim üçüncü başkan yardımcısına; açıkçası bu görüşü okurken yer yer duraksadım.Çünkü mor gömleklilerin tüm işlemlerinin hukuki temelden yoksun olduğunu söylemenin açacağı kaos kapısı fikrine mantıksız demek yanlış olur.Bunun yanı sıra süreç içinde mahkemelerin nasıl olaylara ne yönden tanık olmak zorunda kaldıklarınıda açıklayarak çok güzel bir izahta bulunmuş.Keşke bu görüşü bir sonuca bağlasaydı sağlam bir öneri ile daha ayakları yere basan bir öneri olurdu.
    Dördüncü başkan yardımcısı ise aslında üçüncü başkan yardımcısının fikirlerini sonuca itekliyor ve bunun ancak bir kanun ile düzeltilmesi gerek ve bunu yaparken ayıklama yöntemi uygulanmaksızın ve sadece soruna ilişkin özel bir düzenleme en mantıklısı olacak gibi gözüküyor.
    Beşinci başkan yardımcısının geriye kanun hükmü açıklaması benim en başından beri kafamı karıştıran bir durum. Şimdi bu durum adaleti sağlarken acaba çeşitli kıyaslamalar yapılarak eski sistem ile yeni sistem bu yönden bir benzerlik doğurur mu diye de düşünüyorum.Fakat devlet elini ayağını çeksin insanlar kendi adaletlerini sağlasınlar demek de bir o kadar ironik.Böyle bir şey kabul edilemez.O zaman işlevsiz bir bakanlık ile karşı karşıya kalan insanlar intikam duygularını tatmin etmek için daha büyük kaoslara yol açacaklar .O zamanda mı biz karışmayalım denilecek? Ceza hukuku adalet duygusu intikam dürtüsünü medenileştiren bir sistemdir. İlkel yöntemlerin yerini tekrar alması düşünülemez.
    Gelgelelim adalet bakanı olarak seçmem gereken çözüme; 3. Görüş ve 4.görüşün harmanlanması en uygunu.Aslında yer yer tüm görüşlerin kestirip atılmayacak kısımları mevcut.Fakat bize en pratik en işlevsel ve sonuç odaklı çözüm gerek.Geç gelen adalet adalet değildir çünkü.Bu nedenle mevcut durum için 3 ve 4 numaralı başkan yardımcılarının fikirlerini temel alarak hareket eder oldukça şeffaf ve aleni bir şekilde bu süreci yürütmeye çalışabilirdim. Adalet çok hassas bir kavram.Kendi fikrimce adalet bakanı olmak demek diğer bakanlıklar ile kıyaslanamayacak ağırlıkta. Farabi’nin adalet anlayışını hatırlayacak olursak adalet dağıtıcı ve düzeltici olmalıdır.

  3. Muhbir sorunu üzerine değerlendirme yapacağım. Öncelikle adalet bakanının içinde bulunduğu durum gerçekten zor. Muhbirleri cezalandırmayıp beşinci bakan yardımcısının yaptığı gibi bu sorunun toplum içinde kendiliğinden çözülmesini beklemesi adalet bakanının muhbirleri koruduğu, bu sorunu önemsemediği veya işini iyi yapmadığı şeklinde yorumlanabilir. İnsanlar bu durumda kendi haklarını kendileri almak isteyebilir. Bu durum toplumun düzeninin bozulmasına daha sert tedbirlerin alınmasına sebep olabilir.Muhbirleri cezalandırma yolunu tercih etse en başta ceza kanunlarının geçmişe yürütülemeyeceği ilkesi bu durumun önünü kesiyor. Daha sonra nasıl bir strateji izleyerek muhbirleri cezalandıracağı konusu ayrıca beraberinde birçok belirsizlik getirebilecek nitelikte. Kısaca adalet bakanının bulunduğu durum iki ucu keskin bir bıçağı tutmak gibi. Zarar görmeden bu işin yapılması mümkün gözükmüyor. Ben bu sorunun herkesi memnun edecek şekilde çözülemeyeceğini ancak toplumun menfaatlerine uygun olacak bir çözüm yolu olarak bir kurul oluşturularak mor gömlekliler zamanında ölüm cezası alanların hangi sebeple bu cezayı aldığını kimin ihbar ettiğinin araştırılarak bulunmaya çalışılabileceğini ve hukuka aykırı olarak masum insanların ölümüne sebep olan muhbirlerin cezalandırılması gerektiğini düşünüyorum.Bunun için devlet imkanları kullanılalabilir.Bu ceza kanunlarının geçmişe yürütülemeyeceği ilkesine aykırı bir durum ama sadece bu suça özgü olarak böyle bir ceza getirilmesi adalete olan güvenin bir parça da olsa artmasını sağlayabilir diye düşünüyorum. Tabi bu durum mahkemeye taşınmış olaylarla ilgili düşündüğüm eleştirilebilir bir çözüm. Ama böylece en azından adalet bakanı sorunu çözme noktasında bir çaba içinde olduğunu kamuoyuna anlatabilir.Ceza kanunlarının geçmişe yürütülemeyeceği ilkesi mutlak olarak uygulanmasıyla mor gömlekliler zamanında devlete yaranmak veya şahsi birtakım menfaatlerle muhbirlik yapanların yaptığının yanına kar kalmasındansa yukarıda belirttiğim kurul vasıtasıyla titiz bir çalışma yapılarak suçluların cezasının er ya da geç çekeceğinin gösterilmesiye bu soruna biraz da olsa çözüm bulunabileceği kanaatindeyim.

  4. Muhbir Sorununa dair görüş ve değerlendirmelerim,

    Adalet bakanı olarak dördüncü başkan yardımcısının önerisini seçerdim. Bir toplumdaki insanların arasındaki ilişkileri düzenlemek için devletin yetkili organları tarafından konulmuş olan uyulması zorunlu ve maddi yaptırımı olan kuralların oluşturduğu sisteme hukuk denir. Hukukun görevi ve amacı bir toplumda barışı, adaleti, güvenliği eşitliği ve özgürlüğü sağlamaktır.

    Bu bağlamda var olan sorunun en doğru çözüm yolu bunu kanun ile yapmaktır. Kanunlar devlet otoritesinin yaşama yansımasıdır. Hukuk sistemini ayakta tutan kanunlardır bu nedenle de halkın beklentileri ancak kanunla karşılanabilir. Kanunun en meşru yol olduğu su götürmez bir gerçektir. Diğer başkan yardımcılarının görüşlerinin hukukla bağdaşmayan birçok noktası vardır. Dördüncü başkan yardımcısının önerisinde sorun olarak görülen kısım kanunun nasıl yapılacağı ve kapsamının ne olacağıdır. Bu sorunun çözümü ise halkın ihtiyaçları ve beklentileri çerçevesinde uzman hukukçular tarafından en ince ayrıntısına kadar düşünülerek yapılmasıdır. Yapılacak olan bu kanun ile hem meşru bir yöntem seçilmiş olacaktır hem de hukuk devleti olmanın gerekliliği yerine getirilecektir ki ilerleyen zamanlarda bizim yerimize gelen yönetimlerde bu kanuna tabi olacağından keyfi davranamayacaklardır. Bu şekilde hazırlanan bir kanun hem geçmişe dair olan sorunları hem de gelecekte oluşması muhtemel sorunları çözer. Yine dördüncü başkan yardımcısının değindiği önemli bir nokta mor gömleklilerin yönetim tarzından uzak bir yönetim tarzı benimsenmesi gerektiğidir. Bu nedenle kanunlar yönetimin istediği şekilde değil de hukuk düzeninin istediği şekilde olmalıdır. Yargı bağımsızlığı hukukun olmazsa olmazıdır bu bağlamda mor gömlekliler gibi kanunlar yönetimin isteği doğrultusunda değil sorunların çözümüne katkı sağlayacak şekilde yapılmasıdır. Bu şekilde yapılacak bir kanun ile mor gömleklilerden olan kinci muhbir sorunu çözülebilir.

  5. Muhbir Sorunu
    Muhbir sorunuyla ilgili 4.bakan yardımcısının fikirleri bana daha yakın geldi.Aslında o da 3. bakan yardımcısına katılıyor ama bunun çözüme kavuşturulması için daha ileriye gidilmesinin gerekli olduğunu vurguluyor.Ama bunu yaparken de devrilmiş rejimin eylemleri arasında beğendiklerimizi alalım beğenmediklerimizi almayalım diyerek bir kanun yoluna gidilmesinin çözüm getirmeyeceğinden bahsediyor.Eğer bu şekilde hareket edersek tıpkı onlar (mor gömlek rejimi) rasyonellikten uzak hukuksuz bir tutumun benimseneceğinden söz ediyor.Bu sorunun çözümünde tek bir yolun olduğunu bu yolsuzlukların/düzensizliklerin ancak özel bir kanun getirilirse yola koyulabileceğini söylüyor.Fakat bir taraftan da kanun hazırlanırken ”muhbir” kelimesine yeni bir anlam yüklenilmesinin sorumluluğu altına girildiğini belirtiyor

  6. Muhbir Sorunu

    Eğer ki olaydaki Adalet Bakanı ben olsaydım;yardımcıların ileri sürdüğü soruna dair çözümlerden hiçbirini kabul etmezdim çünkü her birinde tam anlamıyla içime sinmeyen noktalar mevcut.Yeni yasalar çıkarmak mı?Olayın üstünü örtüp devam etmek mi?Halkı kendi haline bırakıp yolumuza devam etmek mi?
    Hayır.Bunların hiçbiri değil.Eğer bugün ben sorunun derinine inmezsem ne farkım kalır diğerlerinden?Nasıl garanti verebilirim tekrar muhbirlik sorunlarının yaşanmayacağına?Halk kendini kurtarmak için,yalakalık yapmak için,işgüzarlıktan doğruyu yanlışı ayırt edemez duruma gelmiş,nasıl görememiş bunun kaosu,kini,düşmanlığı fitilleyeceğini…Tekrar bunların yaşanmasına engel olmalıyım.Mor gömleklilerin bıraktığı dehşeti,yavaş yavaş halkın içine işledikleri nefreti silmeliyim öncelikle.Muhbirliği gerçekleştirenleri bulmakla başlarım.Amaçları her ne olursa olsun hiçbiri cezasız kalamaz.Fakat bu sefer dosyayı genişleterek; delileri tekrar inceler,kanıtları toplar,yeniden yargılar doğru ve yerinde kararlar alınmasını sağlarım.Halk devlete güvenmeli ki devletin arkasından yeniden bıçaklayamasın.

  7. Muhbir sorunu makalesi ile ilgili görüş ve değerlendirmelerim,

    Adalet bakanı olarak dördüncü başkan yardımcısının önerisini seçerdim. Bir toplumdaki insanların arasındaki ilişkileri düzenlemek için devletin yetkili organları tarafından konulmuş olan uyulması zorunlu ve maddi yaptırımı olan kuralların oluşturduğu sisteme hukuk denir. Hukukun görevi ve amacı bir toplumda barışı, adaleti, güvenliği eşitliği ve özgürlüğü sağlamaktır.

    Bu bağlamda var olan sorunun en doğru çözüm yolu bunu kanun ile yapmaktır. Kanunlar devlet otoritesinin yaşama yansımasıdır. Hukuk sistemini ayakta tutan kanunlardır bu nedenle de halkın beklentileri ancak kanunla karşılanabilir. Kanunun en meşru yol olduğu su götürmez bir gerçektir. Diğer başkan yardımcılarının görüşlerinin hukukla bağdaşmayan birçok noktası vardır. Dördüncü başkan yardımcısının önerisinde sorun olarak görülen kısım kanunun nasıl yapılacağı ve kapsamının ne olacağıdır. Bu sorunun çözümü ise halkın ihtiyaçları ve beklentileri çerçevesinde uzman hukukçular tarafından en ince ayrıntısına kadar düşünülerek yapılmasıdır. Yapılacak olan bu kanun ile hem meşru bir yöntem seçilmiş olacaktır hem de hukuk devleti olmanın gerekliliği yerine getirilecektir ki ilerleyen zamanlarda bizim yerimize gelen yönetimlerde bu kanuna tabi olacağından keyfi davranamayacaklardır. Bu şekilde hazırlanan bir kanun hem geçmişe dair olan sorunları hem de gelecekte oluşması muhtemel sorunları çözer. Yine dördüncü başkan yardımcısının değindiği önemli bir nokta mor gömleklilerin yönetim tarzından uzak bir yönetim tarzı benimsenmesi gerektiğidir. Bu nedenle kanunlar yönetimin istediği şekilde değil de hukuk düzeninin istediği şekilde olmalıdır. Yargı bağımsızlığı hukukun olmazsa olmazıdır bu bağlamda mor gömlekliler gibi kanunlar yönetimin isteği doğrultusunda değil sorunların çözümüne katkı sağlayacak şekilde yapılmasıdır. Bu şekilde yapılacak bir kanun ile mor gömleklilerden olan kinci muhbir sorunu çözülebilir.

  8. Muhbir sorununa yönelik görüşüm, daha çok 4. bakan yardımcısının görüşüne yakın olmakla birlikte tam olarak aynısı değildir. Karar vermekte oldukça zorlansam da 3. ve 4. bakan yardımcısının görüşlerinin karışımından yola çıkacağım.

    1. bakan yardımcısının görüşünü eleştirerek başlamak istiyorum. Mor gömlek rejimini, hukukun etik ve ahlak yönleriyle incelediğimizde rejimin tamamen hukuksuz, adaletsiz, çıkarcı ve bencillik üzerine kurulu bir yapı olduğu görmekteyiz. Hukuksal yollarla başa geçmiş olsalar bile yönetim boyunca yaptıkları, bir nevi diktatörlük nitelikleri taşımaktadır. Bu nedenle 1. bakan yardımcısı kesinlikle haksızdır ve hukuksuzluğa karşı hiçbir şey yapmamak fikri, hukuk devletinin nitelikleriyle çelişmektedir.

    2. bakan yardımcısının görüşünde haklılık payı olsa dahi tam olarak doğru bir görüş değildir. Evet, mor gömlek rejimi hukuksuz bir rejimdi ancak onları terör örgütü olarak nitelendirmek yanlıştır. Çünkü bir terör örgütünün kurallara bağlı hareket edeceğini düşünmüyorum. Ancak mor gömlekliler, var olan kuralları kendi keyfiyetlerine göre uyarlayarak ya da kendi adaletsiz kurallarını koyarak hareket etmişlerdir. Yani görünüşte hukuk kuralları olduğundan terör rejimi olamayacaklarını, ancak kuralların niteliği bakımından hukuksuz bir rejim olduklarını düşünüyorum.

    3. bakan yardımcısının görüşünde katıldığım tek bir kısım bulunmaktadır: Muhbirlerin bazılarının somut olaya göre katil niteliği taşımaları. Bakan yardımcısının verdiği örnekte olduğu gibi, kendi çıkarları için muhbirlik yapan bireylerin ortaya çıkması ve var olan ceza kanununa göre yargılanarak cezalandırılması kanaatindeyim. Ancak bunun belirlenmesi için tüm muhbirlerin adil bir şekilde yargılanması şarttır. Aralarında elbette ki hükümetten korktuğu için suç işlemiş bireyler olacaktır, onların da özenle ayıklanması ve onlar için cezasını indiren ya da ortadan kaldıran sebepler göz önünde bulundurularak hüküm verilmesi şarttır.

    4. bakan yardımcısının görüşü ise bana en mantıklı gelen görüştür. Elbette kanunun geriye yürümesi büyük bir tartışma konusu olacaktır, ancak böyle bir durum olağanüstü bir hal gibi görülebileceğinden ve insan haklarının pek çok yönden ihlalinin söz konusu olduğu bir durum olduğundan, bu görüşün esnetilip esnetilemeyeceği tartışma konusu olabilir. En azından suçsuz insanların ölümüne sebep veren muhbirler için bir durum düşünülebilir, çünkü hukukun koruması altına alınması gereken en değerli konunun insan hayatı olduğu görüşündeyim. Eğer “kanunun geriye yürütülememesi ilkesi esnetilemez” görüşü ortaya çıkarsa -ki bence çıkması muhtemel görüş budur- var olan kanunların, ilkelerin elverdiği ölçüde genişletilebileceğini düşünmekteyim.

    5. bakan yardımcısının görüşü ise tamamen insanlığa ve hukuka aykırıdır. İnsanların kendi hukuklarını oluşturmasına izin vermek daha büyük bir kaostan başka bir sonuç vermez. 5. bakan yardımcısının görüşünü kabul etmekten ziyade, hukuka aykırı yönleri olsa bile 4. bakan yardımcısının görüşünü kabul etmek akla daha yatkındır.

    Kısacası, bana göre 4. bakan yardımcısının görüşü eksikliklerine rağmen en kabul edilebilir görüştür. Biraz daha detaylandırılarak ve daha çok insanın fikrini alarak ya da bir referandum yapılarak bu fikir hukuka daha uygun hale getirilebilir.

  9. Muhbir Sorunu

    Öncelikle muhbir sorunu başlığı altında ele aldığımız probleme sebep olan Mor Gömlekliler isimli siyasi partinin göreve geliş sürecine ilişkin değerlendirmelerimle söze başlamak istiyorum. İlgili yazıda ifade edildiği üzere Mor Gömlekliler isimli siyasi parti, uzun yıllar boyunca barış içinde yaşamış olan bir ülkenin yönetimine birçok düzensizliğin olduğu ulusal bir seçim ile gelmiştir. Söz konusu düzensizlikler Mor Gömleklilerin seçim propagandası yaparken kullandıkları gerçek dışı vaatler ile başlamış, kendilerine muhalif görüşte yer alan seçmenlerin fiziksel olarak korkutulmasıyla devam etmiştir. Muhalif görüşteki seçmenler en temel haklarını kullanırken iradeleri ilgili parti tarafından sakatlanmıştır. Mor Gömleklilerin iktidara geldikten sonra anayasada ve kanunlarda değişiklik yapmamış olmalarının, hiçbir devlet memurunu azletmemelerinin sadece göstermelik bir durum olduğu kanaatindeyim. Çünkü bu parti var olan mevzuata aykırı davranışlarda bulunarak zaten bir değişiklik yapılmadan da istediği şekilde hareket edebileceğini ortaya koymuş ve bununla birlikte ülkedeki korku egemenliğini sürdürmüştür. İktidar partisi mensupları yargı görevlilerine hem fiziksel hem de psikolojik anlamda baskı uygulayarak mahkemelerin bağımsızlıklarına müdahelede bulunmuş, yargılama faaliyetlerinin tarafsızlığını ve objektifliğini engellemiştir. Tüm bu eylemleri ile Mor Gömlekliler partisi başta hukukun üstünlüğü, demokratik devlet, insan haklarına dayalı devlet ve kuvvetler ayrılığı gibi ilkelere aykırı davranmıştır. Tüm bunların yanı sıra parti içerisinde yer alan eski sosyalist cumhuriyetçilerin mallarına el koymak amacıyla fiziksel cebir tehdidi ile mülklere el konulmasını onaylayan bir kanun çıkartmışlardır. Bu kanunu çıkartmak suretiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı da derinden zedelenmiştir. Kişilere ve olaya özgü ‘gizli’ bir kanun çıkarılması ise hukuki belirlilik ve hukuki güvenlik ilkelerinin doğrudan ihlali niteliğindedir.
    Kinci muhbirler sorunu hakkında ise ikinci başkan yardımcısının soruna ilişkin açıklamalarına katılmakla birlikte ulaştığı çözüm yoluna kesinlikle katılmıyorum. Yukarıda açıkladığım üzere Mor Gömlekliler partisi birçok temel hak ve hürriyeti ihlal etmiştir. Dolayısıyla Mor Gömlekliler partisi iktidara geldiği anda hukukun varlığı son bulmuştur. Kinci muhbirlerin bu süreç içerisindeki eylemlerini suç olarak tanımlamamak hukukun varlığının son bulduğu fikriyle tamamen çelişir niteliktedir. Söz konusu partinin iktidarda olduğu karanlık dönemi geçmişte bırakıp, eski defterleri kurcalamamanın, o dönemde işlenen suçları suç olmaktan çıkarmadığı kanaatindeyim. Bu sebeple o dönemde kinci muhbirler tarafından işlenmiş ve herhangi bir yargılama faaliyetine başlanmamış olan tüm olaylarda bağımsız mahkemelerce, ilgili mevzuata uygun bir şekilde cezalandırmanın yapılması gerektiğini düşünmekteyim.
    Deniz Simay ORAL / 201751126

  10. Muhbir sorunu:
    Üçüncü başkan yardımcısının olaya bakış açısına daha yakın bir noktada bulunmaktayım. Bunun öncelikli sebebi, birinci başkan yardımcısının ”hukuk esnektir”, ikinci başkan yardımcısının, ”yeni bir anarşi ortamı oluşur”, dördüncü başkan yardımcısının ”geçmişe etkili özel bir suç tipi tanımlama” ve beşinci başkan yardımcısının ”halkı kendi haline bırakma ve devletin sorumluluk altına girmemesi gerektiği” fikirlerine katılmıyor olmamdır.
    Bir diğer sebep ise ”kinci muhbir”lerin sadece muhbirlik suçundan değil de kendi hırs ve çıkarları doğrultusunda ya da mor gömlekliler partisine yakınlığını ispat etmek için veyahut kendi suçunu gizlemek için ceza alma ihtimallerini bile bile masum insanların uğradıkları zarar (mal varlığı kaybı, hürriyetinden yoksun bırakılma, toplumda itibar kaybı ve ölüm vb.) sebebiyle işlemiş oldukları suçlardan yargılanmaları gerektiğini düşünüyor olmamdır.
    Üçüncü başkan yardımcısı bunun nasıl yapılacağına dair somut bir fikir ortaya koymamış olsa da bakış açısının adaleti tesisi etmek olduğu kanaatindeyim .
    A.ÜZGÜN
    201851266

  11. Muhbir sorunuyla ilgili kesinlikle uygun görmediğim ve diğerlerine göre daha uygun bulduğum görüş üzerinde duracağım. Öncelikle 5.başkan yardımcısının belirtmiş olduğu çözüme kesinlikle katılmıyorum çünkü bir ülkenin başına onu seçenler tarafından getirilip ardından kendilerinden önceki rejiminin kirli defterlerini kapatmak için masum insanların ölmesini göze almak onlara inanarak başa getirenlere ihanet etmekten ve kendilerinin de adalet duygusundan ne kadar yoksun olduklarını göstermekten başka bir şey değildir. Ancak olaya daha mantıklı bir açıdan bakmaya çalışan 4.başkan yardımcısının da söyledigi gibi kendilerinden önce gelen rejimin bozmuş oldugu düzeni yeni çıkarılacak özel bir kanunla sağlamak en mantıklısıdır. Çünkü böylece bozulmuş kanunun içinden taş ayıklamak gibi kendi işlerine gelenleri bi kenara ayırıp işlerine yaramayacak olanları diğer bi kenara atıp yıkılmış olan mor gömlek rejimi gibi menfaatçi davranmamış olacaklardır. Ve böylece tertemiz yeni bir düzen kurmaya çalışacaklardır.

  12. Pozitif hukukta yazılı hukuk kuralları geçerlidir. Fakat bu geçerliliğin bir sınırı vardır. Bu sınır ise fuller’e göre hukuka ilişkin olan ahlak ilkeleridir. Bence Pozitif hukuk kuralları öncelikli olarak uygulanmalıdır. Eğer ahlak ilkelerine aykırı bir durum varsa o zaman pozitif kural göz ardı edilmeden ahlak ilkeleri öncelikli uygulanmalıdır. Newgarth devlet hukukundaki kural tamamen uygulanırsa bu kuralların uygulandığı bütün olayları aynı kefeye koymuş oluruz. Yani sıradan bir adam öldürme davasıyla mücbir sebebe dayanan adam öldürme davası aynı kefededir. Buda adaletsiz bir sonuç ortaya çıkarır. Bu nedenle sadece pozitif hukuk kurallarının uygulanması yerine ahlak ilkeleri devreye girmelidir. Kanaatimce ahlak kurallarının salt bir vaziyette uygulanması doğru değildir pozitif hukuk kuralları göz ardı edilmemelidir. Unulmamalıdır ki ahlak objektif bir olgu değildir bu nedenle adaletli bir sonuç vermez.

  13. Muhbir Sorunu:
    Öncelikle muhbir sorunu başlığı altında ele aldığımız probleme sebep olan Mor Gömlekliler isimli siyasi partinin göreve geliş sürecine ilişkin değerlendirmelerimle söze başlamak istiyorum. İlgili yazıda ifade edildiği üzere Mor Gömlekliler isimli siyasi parti, uzun yıllar boyunca barış içinde yaşamış olan bir ülkenin yönetimine birçok düzensizliğin olduğu ulusal bir seçim ile gelmiştir. Söz konusu düzensizlikler Mor Gömleklilerin seçim propagandası yaparken kullandıkları gerçek dışı vaatler ile başlamış, kendilerine muhalif görüşte yer alan seçmenlerin fiziksel olarak korkutulmasıyla devam etmiştir. Muhalif görüşteki seçmenler en temel haklarını kullanırken iradeleri ilgili parti tarafından sakatlanmıştır. Mor Gömleklilerin iktidara geldikten sonra anayasada ve kanunlarda değişiklik yapmamış olmalarının, hiçbir devlet memurunu azletmemelerinin sadece göstermelik bir durum olduğu kanaatindeyim. Çünkü bu parti var olan mevzuata aykırı davranışlarda bulunarak zaten bir değişiklik yapılmadan da istediği şekilde hareket edebileceğini ortaya koymuş ve bununla birlikte ülkedeki korku egemenliğini sürdürmüştür. İktidar partisi mensupları yargı görevlilerine hem fiziksel hem de psikolojik anlamda baskı uygulayarak mahkemelerin bağımsızlıklarına müdahelede bulunmuş, yargılama faaliyetlerinin tarafsızlığını ve objektifliğini engellemiştir. Tüm bu eylemleri ile Mor Gömlekliler partisi başta hukukun üstünlüğü, demokratik devlet, insan haklarına dayalı devlet ve kuvvetler ayrılığı gibi ilkelere aykırı davranmıştır. Tüm bunların yanı sıra parti içerisinde yer alan eski sosyalist cumhuriyetçilerin mallarına el koymak amacıyla fiziksel cebir tehdidi ile mülklere el konulmasını onaylayan bir kanun çıkartmışlardır. Bu kanunu çıkartmak suretiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı da derinden zedelenmiştir. Kişilere ve olaya özgü ‘gizli’ bir kanun çıkarılması ise hukuki belirlilik ve hukuki güvenlik ilkelerinin doğrudan ihlali niteliğindedir.
    Kinci muhbirler sorunu hakkında ise ikinci başkan yardımcısının soruna ilişkin açıklamalarına katılmakla birlikte ulaştığı çözüm yoluna kesinlikle katılmıyorum. Yukarıda açıkladığım üzere Mor Gömlekliler partisi birçok temel hak ve hürriyeti ihlal etmiştir. Dolayısıyla Mor Gömlekliler partisi iktidara geldiği anda hukukun varlığı son bulmuştur. Kinci muhbirlerin bu süreç içerisindeki eylemlerini suç olarak tanımlamamak hukukun varlığının son bulduğu fikriyle tamamen çelişir niteliktedir. Söz konusu partinin iktidarda olduğu karanlık dönemi geçmişte bırakıp, eski defterleri kurcalamamanın, o dönemde işlenen suçları suç olmaktan çıkarmadığı kanaatindeyim. Bu sebeple o dönemde kinci muhbirler tarafından işlenmiş ve herhangi bir yargılama faaliyetine başlanmamış olan tüm olaylarda bağımsız mahkemelerce, ilgili mevzuata uygun bir şekilde cezalandırmanın yapılması gerektiğini düşünmekteyim.
    Deniz Simay ORAL / 201751126

  14. Makaleleri Okumamın Ardından Çıkarımlarım ve Bazı Konularda Eleştiriler:
    A-Mağara Olayı, Muhbir Sorunu ve Mor Gömlekliler
    Temelinde (Sevtap Metin) Lon L. Fuller ve Doğal Hukuka yaklaşımı makalesinde belirtildiği üzere mağara olayı ve Mor Gömlekliler meselesine, Hukuk Devleti İlkesinin 8 prensibinden hareket ederek, Muhbir sorunu ek bölüme cevap vermeye ve mağara olayındaki verilen kararın eleştirisini yapmaya çalışacağım. Öncelikle Hukukun iç ahlakını da oluşturmakta olan bu 8 ilke şunlar:
    1-Hukukta kurallar genel terimlerle ifade edilmelidir.
    2-Kurallar aleni olarak yürürlüğe konulmalı
    3-İstisnalar dışında hukuk kuralları geleceğe etkili olmalı geçmişe etkili olmamalı
    4-Kurallar anlaşılabilir şekilde ifade edilmeli
    5-Kurallar birbiriyle tutarlı olmalı, çelişmemeli
    6-Kurallar onlara tabi olanların güçlerini aşan yükümlülükler getirmemeli, yapamayacağımız şeyleri emretmemelidir.
    7-Hukuk kuralları onlara tabi olanların güvenemeyecekleri şekilde değiştirilmemelidir
    8-Kurallar lafızları ile tutarlı biçimde icra edilmeli, kuralda ne diyorsa o yapılmalıdır.
    Bu prensiplerden hareketle Mağara olayına Tabii hukuk çerçevesinde Mağara olayını Yargıç Foster’a, Yargıç Keen’in eleştirilerinin bir kısmına katılmak kaydıyla, hiç şüphesiz katılıyorum nedenine gelindiğinde burada kısa ve net biçimde söyleyeceğim; aksi görüşteki yargıçların Doğal Hukuku reddettiği, kabul etmedikleri düşüncesindeyim. Çünkü bu insanlar mağarada aç kalmışlar ve aslında insanlık tarihinde olduğu gibi en temel ihtiyaçları içeren Yaşama hakkını icra etmek çerçevesinde hareket ederek, aralarında zar atmak kaydıyla içlerinden birisini seçip yemek ve hayatta kalmak meselesi olarak düşünmeliyiz. O bunu şu şunu yemeseydi, o böyle yapmasaydı belki hiçbiri ölmeden kurtulacaklardı demekle olmaz içeride bir insanın bilimsel olarak açıklandığı üzere aç kalma süresi(8-10 gün) aşılmış belki yorgunluktan bitap düşmek üzerelerken bir şekilde diğerlerinin kurtulması çözüm yolunda fikir birliği içerisinde haklı bir eylemde bulunmuşlardır. BEN HİÇBİRİNE ADAM ÖLDÜRMEKTEN HÜKÜM KURMAM, uzaktan okuyan normal bir vatandaş olarak böyle düzene de şüpheyle yaklaşırım, bu adaletin güvenilirliğinden tut Tabii hukuk görüşüne her şeyi temelden sarsar, insanları yaşama tutan(seçilmiş) kişi de BOŞU BOŞUNA ölmüş olmakta.
    Mor Gömlekliler sorunu da aynı yukarıda benzediği üzere ilk iki Başkan yardımcısı’nın görüşlerine katılmaktayım aksi halde Doğal Hukuku reddetmiş olacak, Kral Rex gibi sonradan kanun olmamasını fırsata çevirmiş olacak Kanunların Geriye Yürümezliği gibi temel ceza kanunu İlkesininde üstünden geçilmiş olmakta, Bir suç işlendiği zamanda suçsa cezalandırılır kanunlar lehe yorumlanır, o zaman suç olup şuan değil ise kanunlar lehe yorumlanır ilkesi çerçevesinde ceza verilmemesi gerekir.
    Samet EREL

    1. Ancak Mor Gömlekliler davasında durumun nasıl kabul edildiği, o baskıcı ve acımasız yönetim döneminin de devlet tarihinde yerini alıp almayacapı yani bir terör devleti mi yoksa meşru bir devlet olarak mı kabul edileceği sorusunun cevabına göre farklı cevaplar verirdim:
      Yukarda ilk cevabımı belirttim- 2. Olarak Mor Gömlekliler dönemi bir terör devleti olarak kabul edilecek olursa bu halde 3. ve 4.Başkan yardımcıları’nın görüşlerinin(birbirlerine yaptıkları eleştirel yorumları dışarda tutmak kaydı ile) doğru olduğu kanaatindeyim. O durumda da şuanda suç olduğu şekliyle yargılanmalı ve idam cezası kararını verirdim.

  15. Dworkin’in Hart’ı eleştirdiği noktalardan birisi belirsizliktir. Dworkin’e göre hukukta belirsizlik yoktur. Belirsizlik vardır denilen durumlarda pozitivistlerin gözden kaçırdığı bir nokta vardır; Hukuki ilkeler.
    Öncelikle hukukta kesin olarak belirsizlik yoktur demek çok katı ve yanlış bir tutum olur. Hukukta belirsizliğin olduğu durumlar vardır. Türk Medeni Kanununun 1. maddesinde izlenecek yol çizilmiştir. Hukuki ilkeler de kanunda adı geçmemekle beraber belirsizliğin giderilmesinde bir yol gösterici olabilir. Ancak bu yolda bile en son hakime takdir yetkisi tanınmıştır.Bu durumda bir bakıma belirsizliğe neden olmaktadır. Günümüzde de bunun örnek davaları vardır. İlk derece mahkemesinin verdiği karar Yargıtay tarafından bozulabilmektedir. Dworkin’e bu konuda katılmıyorum.

    Öte yandan Kaşifler davasında Dworkin’in bakış açısından bakacak olursak olayda hukuki belirsizlik yoktur denebilir mi? Eğer denebilirse hukuk tamamen pozitif hukuk kurallarıyla uygulanmalıdır, ahlak kuralları hiç sayılmalıdır. Ancak benim görüşüm Hart’a daha yakın. Bu olayda da olduğu gibi hukukta bir belirsizlik ortaya çıkmıştır. Bu belirsizlikte ”zaruret halidir”. Ve bu belirsizlik hakimin takdir yetkisini kullanarak yapacağı cezai indirimlerle belirli hale getirilebilir.

  16. Speluncean Kaşifleri Davası makalesindeki iki örneği ele aldığımda en bariz fark olarak birinde aralarında bir anlaşma yapılmış olmasını görüyorum. Sandaldaki iki kişinin diğerini öldürüp yemesinde ciddi bir haksızlık ve orantısızlık olduğunu düşünüyorum. Açık denizde kendilerinden başka bir yiyecek bulamamış olmalarına da ayrıca şaşkınım. Ama mağaradaki örnekte ortaya bir fikir atılmış, bunun üzerine düşünülmüş, yorumlar yapılmış ve karara bağlanmış hepsinin de kafasına yatmış ilk aşamada. Ne kadar bir kişinin sonradan vazgeçmiş olması kafa karıştırıyor gibi olsa da bir yere kadar fikir birliği ve rıza olduğu kanaatindeyim. Ve zar atılarak belirlenmesi ilk örnekteki gibi bir haksızlık olduğu düşüncesini engelliyor. Bir kişinin yaşam hakkı üzerinde bir anlaşma yapabiliyor veya yapamıyor olmasındaki düşüncelerim genel olarak biraz karışık olduğu için net bir cevap veremiyorum o yüzden olayı anlaşmalarının geçerliliği açısından değerlendirmedim. Sadece acaba mağaradaki son anda kararını değiştiren kişi(W) eğer o zar atılması sonucunda kendisi değil de başka bir kişi çıkmış olsaydı kararından vazgeçmesindeki ısrarını sürdürecek miydi yoksa hayatta kalmak için seçilen kişiyi o da yiyecek miydi? Fikrinden son anda vazgeçmiş olması ama diğerlerinin bunu kabul etmemesi onun yerine zar atılması ve sonucunda onun çıkması biraz trajik bir hale getiriyor davayı ama olaya başka bir açıdan baktığımda diyelim ki W yerine X zar attı daha sonra X kendi adına attığı zarda daha düşük bir rakam geldi. X bunun karşılığında “W zaten zar atmayacaktı ben onun yerine atmıştım onun sırasında attığım kendim için geçerli olsun” demiş olsaydı W evet haklısın diyecek miydi yoksa bu durum işine mi gelirdi? Ya da W yerine yine X zar atmış olsaydı sonuçta X’in öldürüp yenilmesine karar verilseydi ve mağaradaki herkes bu şekilde hayatta kalsaydı daha sonra yargılama yapılırken W “fikir benden çıkmıştı ama vazgeçtim zar atma kısmında da katılmadım benim yerime kendisi zar attı” savunması yapabilir miydi? Olay her ne kadar acımasızca gözükse de eğer iradesi bir şekilde sakatlanmadıysa hiçbirinin, hepsi hayatlarını şansa bırakırken ölmeyi göze almış demektir bu açıdan bakılmayıp direkt kasten öldürme olarak değerlendirilmesini de pek doğru bulmuyorum.

    Hukuka Rağmen Kanun, Hakimin Direnme Hakkı ya da Radbruch Formülünü Hatırlamak makalesinde hakimin direnme hakkıyla ilgili olarak meşru bir hukuk düzeni içerisinde meşru olmayan normlar varsa burada hakimin bunları uygulamaması aktif bir direnme olarak değerlendirilmeli, hakim sivil kişi olmadığı için sivil itaatsizlik olarak değerlendirilmemeli bu bir görev ifasıdır düşüncesi savunuluyor. Devamında; bu bilinçli bir tercihtir, kendisinde bu cesareti bulmalı ve bu sorumluluğu yüklenmelidir, hakimlerden beklenen köle olmamalarıdır diyor. Sonraki sayfada geçen “Kendi özgür olmayan, başkasına özgürlük veremez.” cümlesi bence hakimin direnme hakkıyla ilgili söylenebilecek cümleler arasında kilit cümlelerden birisi. Yani eğer hakime bu özgür ortamı sağlayamamışsak veya kendisine özgür olduğunu hissettirememişsek ondan cesur olup sorumluluk yüklenmesini beklememeliyiz diye düşünüyorum. Bu yüzden hakimin direnme hakkından önce özgür hissetmesinden bahsetmenin daha doğru olacağı fikrindeyim.

  17. Muhbir sorunuyla ilgili görüşüm;
    Birinci bakan yardımcısı kinci muhbirler hakkında hiçbir şey yapılamayacağını,kurbanlara uygulanan cezaların o dönemki hükümet kurallarına uygun olduğunu söylüyor. Fakat benim düşünceme göre mor gömlekliler iktidarı ele geçirdiklerinde kanunları değiştirmediler ve kanunlara dokunmadılar. Çoğu ceza hiçbir kanuni yetkiye dayanmadan verildi. Bu da ölenlerin katledildiğini gösterir. Ki buna sebep olanların da cezasız kalması düşünülemez. İkinci bakan yardımcısı hukuk sistemi bilinebilir olmalıdır diyor. Mor gömlekliler iktidarda olduğu süre boyunca bir hukuk sistemi yoktu bu yüzden de cezalandırma yapılamaz diyor. Eğer bu görüş kabul edilirse halkın mahkemelere ve hakimlere olan güveni tamamen yok olur. Hukuk sisteminin olmadığı bir dönemde insanlar neden idam edildi? Mahkemeler nasıl buna karar verdi? soruları ortaya çıkar. Dördüncü bakana göre yeni bir kanun çıkartılarak sorun çözülmelidir. Fakat düşünceme göre bu da hukuka olan güvende sorun oluşturur. Eğer bu öneriyi yaparsak cezayı geriye yürütmüş oluruz ve bu da halkta “Acaba ileride de şu anda yaptığımız ve suç olmayan bir fiilden dolayı cezalandırılır mıyız?” sorusunu ortaya çıkartır. Benim düşünceme en uygun olan görüş üçüncü bakan yardımcısının görüşü. Aşikar vakalar çözüme kavuşturulup ceza verilmeli fikrini savunuyor. Bence de eğer hukuk toplum düzeni ve toplumun refahı için varsa önce toplumun hukuka güvenmesi gerekir. Yani kinci muhbirlerin hepsi cezalandırılırsa bu hukuka olan güvende sarsıntı meydana getirir. Eğer hiçbiri cezalandırılmazsa da aynı sorun ortaya çıkar. Bu yüzden ayrım iyi yapılmalıdır. Üçüncü bakan yardımcısının da savunduğu gibi aşikar bir şekilde kötü niyetli olarak ve kumpas kurmak için ihbar eden kişiler cezalandırılmalıdır.

    Beyza Ergün

  18. Hocam dün yorum eklememe rağmen yorumumu diğer yorumların arasında göremedim.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s