9. Hafta Hukuk Felsefesi Konusu

Bu hafta derste etik teoriler ve daha sonra hukuk ve etik ilişkisine değinilecektir.

3 etik anlayışa (yararcı/ Benthamcı, deontik / Kantçı ve erdem etiği /Aristo’ya) ilişkin makalelerin okunması gerekmekte olup, reaksiyon paragraflarının 19 Nisan Pazar günü saat 19:00’a kadar gönderilmesi gerekmektedir.

“9. Hafta Hukuk Felsefesi Konusu” için 77 yorum

  1. Kant’ın Ahlak Anlayışına Dair Görüş ve Değerlendirmelerim;

    Ahlak, gündelik yaşantımızda sıkça kullandığımız terimlerden biridir. Yaşantımızda hareketlerimizde ahlaka uymaya ,uygun davranmaya çalıştığımız bu kavramın temel dayanağını, doğuşunu neye göre bir genel ahlak düzeni kurulu olduğunu bir çoğumuz bilmemekteyiz. Bu kadar insan hayatında yer bulup insan hayatına yön veren kavram üzerine de elbette çokça düşünür yazılar yazıp teoriler atmıştır. Bunlardan biri de 18. Yüzyıla damga vurmuş ünlü Alman filozof Immanuel Kant’tır. Kendine göre bir ahlak kuralları belirleyip bunları temellendirmiş ahlakın kaynağına ahlakın ne olduğuna değinmiştir.

    Gündelik hayatta insanlar farkında bile olmadan düşünüp hayatı boyunca bu düşünceleri gereği kararlar almaktadır. Sadece kendini değil karşısındakini, toplumu hatta dünyayı bile etkileyebilecek kararlar almaktayız. Peki bu kararları alırken neye göre hangi ölçüte göre karar alıyoruz ? Ya da şöyle soralım aldığımız kararların doğruluk veya yanlışlık ölçütü nedir? Bu ölçütü ortaya koymada işte ahlak devreye girmektedir. Kant’ın ahlak anlayışına göre yapılan davranışın doğruluğu yani ahlak kurallarına uygunluğu niyetle ölçülür. Yani insanlar aldıkları kararlarda sonuca değil de niyete bakılmalıdır der. Bunu da ödev uygunluk ile temellendirir. Bir hareket ödeve yani Kant’a göre vicdana uygun olması tek başına yeterli değildir. Önemli olan ödeve uygun davranışı yaparken çıkarımızı mı düşündük yoksa sadece niyetimiz ahlaki olan değeri gerçekleştirmek miydi? Bu soru üzerine Kant sadece ödeve uygunluk değil çıkar olmadan yani bencil olmadan yapılan davranış ahlak kurallarına uyar der. Peki yaradılışı gereği az veya çok bencil olarak doğmaz mı? İnsan hayatta bazen vermiş olduğu kararlarında kendi yaşamını sürdürebilmek için bencil olmalıdır. Yoksa sadece ahlaka uygun diye yapılan davranışlar sonucu rekabetçi doğa da yaşamını devam ettirmesi ya da mutlu olması için bunu yapmak zorundadır. Kant birde niyet ölçütünü belirleme de şu temeli kullanır evrenselleştirilebilme. Yapılan davranış tüm insanlık tarafından yapılırsa daha mı iyi sonuç elde ederiz diye bir düşünce. Biraz da insanı kendini sorgulatıp empati yaptırma diyebiliriz buna. Genel olarak düşünüldüğünde kuralların koyulmasında ahlak kurallarının oluşmasında güzel bir sistem fakat bana göre eksik tarafı öngörülemezlik. Bazı anlarda insan davranışı o özel ana göre davranmayı gerektirir bu genel ahlaka uygun olmasa da akla uygun olduğu için böyle davranması gerekir.

    Sonuç olarak insanı Kant’ın düşündüğü gibi sadece akıl ile yorumlayıp ve karşılaştığı durumlarda akla uygun olan vicdanının sesine kulak veren bir canlı olarak ele alamayız. İnsan duygularıyla vardır. Sadece akla uygun kararlar vermesi ve bu kararları verirken de ahlakı düşünüp ahlaki niyet için kararlar vermesini beklemek insana hem haksızlık olur hem de robotlaşan yeni çağ da insanı daha da robotlaştırmaya yöneltmek olur. Kant’ın dediği sorumlu olduğumuz için özgürüz sözünün tam tersi insan fikirleri bazen bencil niyetleri doğrultusunda hareketleri , bazen sırf ahlaki kurallar için vicdanı için yaptığı hareketleri ile özgür olup sonra bu sorumluluğu almalıdır. En baştan bir insan için en önemli unsurlardan olan özgürlüğü ahlak kurallarına bağlamak ne kadar özgürlüktür diye düşünmek gerekir.

  2. Ben Kant’ın görüşleri üzerine yorum yapmak istiyorum:
    İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği akıl sahibi olmasıdır. İnsan aklı sayesinde eylemlerde bulunur, iyiyi ve kötüyü ayırt edebilir. Ancak insan aklını kullanabilmesi için herkese doğuştan eşit olarak sağlanan özgürlüğe sahip olmalıdır. Özgürlüğün sürdürülebilmesi ise insanların ahlaklı davranmasına bağlıdır. Ahlakın iyi ve güzel olan şey olarak kabul edildiği durumda ahlaklı davranışlarının karşılığını alma beklentisi içerisinde olan insanda tanrı ve öbür dünya inancı gelişmektedir. Bu inançlar sayesinde insan ahlak bilincini sürekli üst seviyede tutmakta ve mutluluğa, huzura erişebilmektedir. Hukuk ise ahlak çerçevesinde insanlar arası ilişkileri düzenleme rolündedir. Ahlak insanın içinde hukuk ise insanlar arasındadır. Bu yüzden ahlakın müeyyidesi öbür dünyada tanrı tarafından, hukukun müeyyidesi ise bu dünyada devlet tarafından sağlanır. Ahlak ve iyi kavramlarından bahsedilmiş olsa da bu kavramların kime, neye göre ahlaklı ya da iyi olduğu tartışılmalıdır. Şüphesiz hukuk kuralları insanlar tarafından koyulmaktadır ancak ahlak kuralları için bir netlik yoktur. Bu belirsizliği din kavramının doldurduğunu düşünüyorum. Tüm dinler insanlara belli davranışlar yapmayı belli davranışları yapmamayı emrederek ahlaklı ve iyi davranmalarını sağlamaktadır. Kuralların tanrıdan gelmiş olması ve karşılığında cennet gibi ödüllendirmenin olması da bu kuralların uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Hukuk kuralları zamana ve koşullara göre değişiklik gösterse de ahlak kuralları tüm insanlık için her zaman geçerlidir.
    Caner VARIM 201851267

  3. Etik İlkeler ve Hukuk için insan haklarının bir hukuk değil de hukukun öncüsü olduğu vurgulanır burada insan hakları için insanın bazı olanaklarının gerçekleşebilirliğinin koşullarına ilişkin talepler getiren ilkeler ve herhangi bir hakkı insan hakkı yapan özelliğin talep getirmesi olarak öngörülmüştür ben buna katılmıyorum çünkü örneğin makalede insanların onuruna ilişkin ve doğarken insanın insan olmasından kaynaklanan haklar verildiği söylenir buna göre herkes eşittir fakat biz olanakların gerçekleşebilirliğine bakacak olursak ülkede maddi açıdan orta halli insanları değil de en yüksek maddi gelirli ve en düşük maddi gelirli insanları ele alalım en yüksek maddi gelirli tatili talep edebileceklen en düşük maddi gelirli kişi tatilden ziyade temel haklar dediğimiz barınma beslenmeyi talep edecektir bu durumda yüksek olan gelirli kişi için tatil bir hakken düşük maddi gelirli kişi için tatil hak değil midir? değilse eşitlik hangi anlamda somutlaşır? Ayrıca burada devlet açısından insan haklarından bahsedilmiş bunun tanımı da belirli bir devlette devletin temel ödevlerini dike getiren talepler olarak açıklanmıştır. bunun için de insan haklarına uygun çıkarılan yasalardan bahsedilmiştir bu konuda katılıyorum en azından temel haklarımıza uygun çıkarılan yasalar hukukun uygulanabilirlik seviyesini arttıracaktır.

  4. Kant ahlakı üzerine düşüncelerim ;
    Kant’a göre bir davranışın değerlendirilmesinde temel ilke niyet. Bunun üzerine akla bir soru geliyor, neye göre ve nasıl niyetimizin iyi veya doğru olduğuna karar vereceğiz ? Bununla ilgili olarak kant felsefesinde önemli bir yer tutan akıl kavramı devreye giriyor. Kant ahlakının temel kaygısı ya da amacı, akla uygun davranmak, aklın sesini dinlemek . Yani kant’a göre kararlar akla dayanmalıdır , duygularımızla hareket etmemeli , duygulardan soyutlanmalıyız. Kant için ahlaki bir eylemin, kişinin hissi ya da bir çıkarı olması dolayısıyla değil de bir görev anlayışıyla ortaya konduğu apaçıktır. Kant için bir eylemin gerekçesi, eylemin kendisinden ve onun sonuçlarından çok daha fazla önemlidir.

  5. Etik anlayışının temelini, bir olgunun veya insanın temel amacına ulaşılması (erdem-Aristo), akıl ve uygulamayı birleştirerek insanın içinde gelen “yapmalısın” düşüncesi (Kant) ve alternatifler arasında seçime dayayan (Bentham) üç büyük düşünürün fikirleri ile karşı karşıyayız.
    Aristo, çözümlemelerine metafizik kavramlar ile başlamamakta olgular ile başlayıp yeni olgulara ulaşılabilmesi için çıkarım yapmakta olduğunu ifade etmektedir. Ona göre olgular öncelikle sınıflandırılmalı ve her şeyin kendisine özgü gerçekleştirmek istediği bir amacı olduğu kabul edilmelidir. Bu amaçlar ise daha yüksek bir amacın aracı haline gelecektir. İnsanı diğer varlıklardan ayırt ettiren şey ise onun amacına ulaşmasını sağlayacak şey olmalıdır. Bu ise Aristo’da akıldır. Erdem kavramı ile anılan Aristo için erdem, bir varlığın amacı olarak tanımlanır.
    Erdem, adalet, akıl, orta yol kavramları ile özdeşleştirilebilecek Aristo’da iki konunun hukuk felsefesi açısından ön plana çıkabileceğini ön görmekteyim. İlk olarak yasaların düzeltilmesi gerektiğinde, sadece genel olması nedeniyle yetersiz kalan yasaların değiştirilmesi gerektiği düşüncesi, ikincisi ise amaçların, daha yüksek amaçlar için araç olması durumunun, Aristo’da bir noktada durdurulması gerektiği inancı. Bu bizi Kelsen’in Grundnorm’una gelen eleştiriler ile aynı noktaya götürmektedir.
    Kant’ta ise salt aklın eleştirisine yoğun bir şekilde rastlanmakta, sadece akıl ve pratiğin birlikte doğru düşünmeye götürebileceği inancı görülmektedir. Kant yolun sonunda ulaşmak istediği temel ilkelere, bu yöntemle ulaşmaktadır. Örneğin ona göre özgürlük kavramı, içimizde yer alan vicdanın, “yapmalısın veya yapmamalısın” imkanına sahip olabilmesinden kaynaklanmaktadır ve bu temel değerlere salt akıl ile ulaşılmaz.
    Kant’çı bakış açısı, doğal temel ilkelere ulaşmak için rasyonel bir bakış açısı geliştirmesine rağmen temelinin rasyonellikten uzak olması (“İnsanın her iyi davranışını doğuran, onun kendi içindeki kanunlara duyduğu saygıdır” gibi), daha doğrusu metafizik ögeler barındırması nedeni ile günümüz bilimsel anlayışından uzak olarak nitelenebilecektir. Böyle olmasına rağmen, Rathbruch formülü gibi bir formüle ihtiyaç kalmadan Kant yaklaşımı birçok hukuki problemin çözülebileceği düşünülmektedir.
    Bentham ise, kapitalist ekonomik sistemin temel argümanlarını yazmışa benzemektedir. Klasik iktisatta tanımlanan Homoeconomicus, Bentham’ın tanımladığı, hazdan kaçan, daha çok zevk almak için yaşayan kişidir aslında.
    Bentham’da faydacılığın temel güdü sayılmasının tam bir açıklaması bulunamamakta, insanı bir robot haline getirdiği düşünülmektedir. Örnek aldığı insanı, hukuk ve siyasetin temeline koyması ise, pratik açıdan çok büyük kolaylıklar sağlamasına rağmen teorik alt yapısının çok güçlü olmadığına ve her durumda uygulanmaması gerektiğine bizleri götürmektedir.
    Klasik iktisadın temel sorularından olan, su çalanın mı inci çalanın mı daha çok cezalandıracağı sorusu, aynı şekilde Benthamcı bakış açısı ile su çalanın daha çok cezalandırılması anlamına gelebilecektir.

  6. Bentham’ın kurmaya çalıştığı şeyin bilim niteliğini taşıması konusunda birtakım eleştirilerim olacak. İnsanların eylemlerinin bir çoğunun bireysel tarafı olmakla birlikte bu eylem sonucu etkilenen insanlar için de toplumsal bir yanı olduğu düşüncesindeyim. Felicific Calculus’a göre karşılaştırılan iki eylemden biri kişiye acıdan çok haz verebilir ve kişi için iyi olduğu söylenebilir. Ancak bu eylem sonucu etkilenebilecek diğer insanlar için hazdan çok acı verebileceği ve bu kişiler için kötü olabileceği ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Gladyatör örneğine baktığımızda bu sonuca ulaşabiliriz. Bu örnekle yapılan eleştiriye karşı yapılan eleştiride bu eylem sonucu kısa vadede hazzın baskın olduğu ancak uzun vadede acının daha baskın olacağı ve ahlaki açıdan iyi olacağına kesin gözüyle bakılmıştır. İnsanların farklılığı ve değişken yapısı ele alındığında ve uzun vadede yaşanacakları sadece tahmin ederek bu sonuca nasıl kesin olarak ulaşılmıştır? Aynı eylemlere karşı farklı insanlar tamamen aynı tepkilerde bulunmazlar veya eylemlerden aynı ölçüde haz/acı duymazlar. Felicific Calculus’a göre belirlenen yedi şart sonucu yapılan haz/acı değerlendirmesinin tek bir kişi için bir sonuca ulaşacağı, başka kişiler için farklı sonuçlar ortaya çıkacağı için haz/acı değerlendirmesinde objektif bir sonuca ulaşılamayacağı görüşündeyim. Yapılan değerlendirme diğer insanlar için de ortak bir kesinlik barındırmadığından bilim niteliği taşıyabileceğini düşünmemekteyim.

  7. Jeremy Bentham’ın Ahlak Anlayışı ve Felicific Calculus
    Jeremy Bentham’ın da savunucularından olduğu faydacılık, bir eylemin ahlaki boyutunu haz/zarar dengesi bakımından açıklayan bir etik teorisidir. Bentham bu teorisi için en etkili metodun gözlem, teorisinin temelinin ise insan psikolojisi olduğunu düşünmüştür. Bundan hareketle de ”mümkün olan en çok sayıda kişinin mümkün olan en yüksek seviyedeki hazza ulaşması şeklinde olan fayda ilkesini geliştirmiştir. Bentham yeni etik biliminin bir yol haritası olarak da Felicific Calculus’u yaratmıştır. Felicific Calculus’a göre hazlar arasında sadece niceliksel ayrımlar yapılabilir, niteliksel ayrımların yapılması ise mümkün değildir. Benhtam, Felicific Calculus’ta haz ve acının değerini ortaya koymak için 7 şart da öngörmüştür. Haliyle Bentham’ın bu teorisi Felicific Calculus’u birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Bu metinde bahsedilen eleştiriler içinde aralarında en mantıklı bulduğum Bentham’ın teorisinin insanları eşit olarak varsayması ve zaten çok karmaşık ve matematiksel düzeye indirgenmesi olanaksız olan insan psikolojisini temel alarak haz/zarar çerçevesinde eylemlerin yorumlanamayacak olmasıdır. Gerçekten de acı/haz veren eylemler kişiden kişiye değişebileceği yani birine haz veren bir eylem başkası için zarar/acı verici nitelikte olacağı gibi etki eden haz veya zararın niceliği de kişiden kişiye değişir ve hatta aynı kişi için bile geçen zamanın ve olgunlaşmanın etkisiyle bu nicelik değişebilir. Eleştiriler arasında en katılamadığım ise Crisp’in yapmış olduğu İnci ve Haydn örneğini verdiği eleştiridir. Örnek gerçekleşmesi mümkün olmayan bir varsayım üzerinden yapılmasının yanı sıra bu varsayım gerçekleşse bile incinin uzun yaşamında acı olmayacağı için hazzı yüksek bir yaşamı olacağı ile sürülüyor. Matematiksek olarak hazları + acıları – kabul edersek incinin acısının olmamasının yanı sıra bir hazzının da olması beklenemez dolayısıyla inci 0 noktasındadır. Oysa Haydn eğer bu bakımından daha kısa sürelik yaşamında hazzı acılarından fazlaysa incinin yaşamına göre Bentham teorisine uygun olarak seçilecek yaşamdır.

    Furkan ÖZMEN
    201751138

  8. Reaksiyon paragrafıma şu cümle ile başlamak istiyorum: İnsanın ihtiyacı mutluluktan pay almak değil, mutluluğa layık olmaktır.Bütün insanlığın ‘amacı’ bir bakıma mutlu olmaktır.Sağlıklı olursak mutlu oluruz, başarılı olursak mutlu oluruz, istediğimiz zenginliğe kavuşursak mutlu oluruz…Belki de amacımız özsevgiden gelen mutlu olmayı haketme arzusudur.Bunu amaç geline getiririz. Immanuel Kant da ahlak görüşünü bunun ile bağdaştırmıştır.Ahlak görüşünü yani etiği matefizikleştirmiştir.Temel amacının ahlakla başlayan yolculuğun Tanrı ile son bulmasıdır.Bu düşünce tarzına katılmıyorum diyemem.İçimizdeki inanç hissinin her duygumuza sızdığına inanıyorum.Kant etiğin kaynağına ulaşmak için insan eylemlerine bakmamız gerektiğini söylüyor.Ruh ile ölümsüzlüğü, kosmos ile özgürlüğü ve bir de Tanrı inancını dile getiren Kant bunu üç ide haline getirmiştir. Özgürlüğü ele alırsak, Kant’ın görüşüne tekrar katıldığımı söylemeliyim.Hiçbir özgürlük gelişigüzel değildir.Kanunsuz özgürlük veya başıboş özgürlük negatif manada özgürlük anlamına gelir.İnsan davranışlarını ‘amaca’ yönelik olması gerektiğini savunan Kant araca yönelik olmaması gerektiğini de ekler.Tanrıyla ahlakın, ahlakın ise insan davranışlarıyla iç içe geçtiğini kabul ediyorsak, aklımızın da irademizi yönettiği çıkarımını yapabiliriz.Ahlaki davranış akıla ve amaca dayalı olmalıdır.Bir eylemi pratiğe dökerken herkes tarafından benimsenmesini isteyip istemeyeceğimizi veya kanunlaşmasını isteyip istemeyeceğimizi düşünürsek farklı bakış açılarına sahip olabiliriz diye düşünüyorum.Ahlaksal bakımdan tanrının varlığını kabul etmeyi zorunlu gören Kant’ı sert çizgi içinde olduğunu düşünmekle ahlak ve Tanrıyı yakın ilişki içinde görüyorum.Ruhun ölmeyeceği inancı ahlak anlamında bizi sınırlayıp özgürlüğümüzün sonsuz olmayacağını bize hatırlatır.Bentham ise ahlak çerçevesinde daha nesnel bir tutum içerisindedir.Etik teorisinin amacının Tanrı,öbür dünya,melekler gibi soyut nesneler üzerine değil yasa koymak gibi olgular üzerine yoğunlaşır.Bu nedenle de gözlem yolunu seçmiştir çünkü etik anlayışını ancak pratik hayatta aramıştır ve diğer eylemlerden daha fazla fayda elde etmeye.Burada tekrardan mutluluk duygusuna rastlıyoruz.Çünkü insanoğlunun davranışlarından mutluluğu, mümkün olduğunca aldığı en büyük faydaya bağlıyor Bentham.Bu düşünceye katılmadığımı belirtmek isterim.Bu insanı karanlığa iten bir nedendir.Kant’ın görüşü ile bağdaşmamaktadır.Eylemlerimizi alıcağımız faydaya göre yöneltmek, tasarlamak bizi yalnızlaştırabilir, bencilleştirebilir.Politikadan mantığa, mantıktan etiğe birçok dal ile ilgilenen Aristoteles ile; bir kanı hakkında fikir yürütmeden önce o nesnenin varlığını sorgulamamız gerektiğini söylüyor.O zaman Aristoteles’in etik hakkındaki görüşlerinin onkoloji ile sıkı bağlantılı olduğunu unutmamamız gerekmektedir.İnsanı parçalar bütünü olarak görür.Bir bakıma beden ve ruhun bütünleşmesi.Doğal ve duyusal varlıklardır diyor insan.Paragrafıma hepimizin içindeki arzunun mutluluk olduğunu söylerek başlamıştım.Aristoteles, herkesin arzuladığı şeyin ‘iyi’ olduğunu dile getiriyor.Bu düşünceye katılmıyorum çünkü, insanlar birbirlerinden farklı çevrelerde gelişip benliğini buluyorlar.Herkesin ‘iyisi’ kendisine göre farklılık gösterebilir.Kiminin iyisi iyi bir meslek iken kiminin iyisi istediği gibi bir işe sahip olmak olabilir.Bu nedenle katıldığım cümle şudur:iyi olanın belirlenmesinde amaçların sınıflandırılması gerekmektedir.İnsanoğlunun her amacı da aslında bir sonraki amacına araçtır cümlesi bir döngü hissini oluşturdu zihnimde.Hayatımızın sonuna kadar bitmeyen ihtiyaçlarımız, bitmeyen isteklerimiz, bitmeyen ”iyilerimiz” araç olup amaca yönelmeye devam edecek.Tek bir iyinin varlığı kendi fikrimce kabul olan bir durum değildir.Fakat etik anlayışının bizim bildiklerimizden yola çıkmak olduğunu ifade eden görüş uzak olduğum bir tarz değildir.Madem ki, insan eylemlerinden hareket ediyoruz, yaşamda yapılanları dikkate alıyoruz o vakit bizim bildiklerimizin önem taşıdığı da aşikardır.Düşünce erdemlerimiz daha çok eğitimle, karakter eylemlerimizin ise alışkanlıkla geliştiği eylemler olduğu ifade edilmiştir.Hemfikir olduğum bu düşünce önemli bir noktaya atıf yapmştır.Erdemli olmak veya iyi veya kötü olmak bizim elimizdedir.Yapılan araştırmayı iyi yönde kullanan iyi kötü yönde kullanan ise kötü olacaktır.İnsanın bir eylemi erdemli bir şekilde gerçekleştirmesi kendinden emin olmasına bağlanmıştır.Yıllar içinde oluşan karakterimizi, alışkanlıklarımız ve isteyerek, kendimizden emin bir şekilde gerçekleştirdiğimiz davranışlarımızın huy haline gelmesi oluşturur.İstemeyerek gerçekleştirdiğimiz davranışlarımız ise bilgisizlikten veya zor kullanımdan meydana gelir diyor Aristoteles.Peki bilgisiz bir insan davranışı istemsiz bir davranış mıdır, yoksa sadece kayıtsız mıdır?Aristoteles adalet kavramını başınabuyruk olarak ele almamış bir bütünleyicisi olduğunu vurgulamış mesela erdem veya yasa gibi…Kendi başına söz konusu olduğunda erdem, başka huy ile ilişki içinde olduğunda ise adalet.Aslında herkesin içinde adalet duygusu yatar.Aristoteles de bunu yasalara uyan da hemde eşitsizliği gözeten de olduğunu vurgular.Bunu ya kendimize yapılan adaletsizlikte hissederiz ya da başkasına yapıldığında sesimizi çıkardığımızda.Belki de başkası için çıkardığımız ses bizi adaletli; kendimize yapılan adaletsizliği ön plana çıkarmamız bizi erdemli yapıyordur.Bilgece bir yaşamın temaşa ile mümkün olduğunu savunan Aristoteles’e katılmıyorum.Bu düşüncenin insanı körleştireceği ve yozlaştıracağı inancındayım.Ontoloji temelli etikte bahsedilen mutluluğun sadece kendin için istenen bir duygu olması kabul edilebilir bir durum değildir.İnsan toplum içinde yaşar,sosyaldir.Bu en temel ihtiyaçlardan biridir.İnsanın yalnızca kendi için mutluluğu arzulaması ve kendine bunun yeteceğini düşünmesi onu bencilleştirir.Çevrendeki arkadaşın,ailenin bir ferdi veya eşin mutlu değil ise senin mutluluğunun amacı nedir?Mutluluk devamında ifade edildiği gibi ‘dış iyileri’ de yani bazı koşulları da beraberinde getirir.Tekrardan Kant’ın etiğine atıfta bulunacak olursam, bu arkasında durduğum bir görüştür: eylemlerimizden sorumlu olmamız özgür olduğumuz gerçeğini gösterir.Çünkü sorumlu olmak da bir özgürlüktür aslında.Eylemi gerçekleştirip gerçekleştirmeme kararını akıl irademizle vermişizdir çünkü.Tabii ki her zaman davranışlarımızın kaynağını akıldan aldığı saygıdan ibaret olmasını umut ediyorum çünkü insan davranışlarını ahlaklı yapan şey bu davranışların, ödeve (vicdana), ahlak kanununa karşı saygıdan doğmuş olmasıdır.

  9. Etik ilkeler ve Hukuk makalesini okurken yazarın ismi dikkatimi çekti.Yabancı olduğunu düşünüyordum ama yanılmışım.Youtube da bir videosuna denk geldim.Ahlak,Etik ve Etikler adlı videosunda aslında konumuz ile parelel olmak üzere 4 sayfada yazdıklarında daha kapsamlı bir eğitime yer vermiş. Makelesinde giriş paragrafı ile bir sene önce yayınlanan videodaki cümlelerin aynı olması sanırım bu yüzyılında insan haklarına bununla beraber etik değerlere ve ahlaka yönelik beklentileri karşılayamıyor. İonna Kuçuradi’nin videosundaki ve makalesindeki tabiriyle de moda olan bu kavramların içi boş kalmıştır ve moda olunca da cıcığını çıkarırlar :)” Ayrıca kendine ait “Kuçuradi Felsefe ve İnsan Hakları Vakfı adıyla bir kanala sahip olup şu an hâla o kanal üzerinden eğitim veriyormuş.Bir süre kadının hayatını yaptıklarını incelerken makaleden kopmuş olabilirim 🙂 Konumuza dönecek olursak; aslında makaleye hiç ekleme yapılmadan bugünün tarihi atılarak yayınlansa hiç eğreti durmazmış. Bitirilen yüzyılların en büyük başarısının insan hakları fikrini ön plana attığı söyleniyor.Ne yazık ki atıldığı yerde beklemede kalmaya devam ediyor. Gerçekten “moda haline geldi “ yakıştırması cuk oturmuş diyebiliriz.O zamanlar içi boşalmaya başlayan bu kavramın belki çoktan içi boşalmıştır bile. Şu an ile örtüşecek bir örnek ile devam ediyor makale. Bildiğimiz üzere dünyayı etkisi altına alan bir olayın tam içine düştük.Bu dönemde ticari çıkarlar amacıyla yapılan ve aslında ahlaki değerlendirmeler bazında ele alındığında sınıfta kalan pek çok uygulama ile karşılaştık.Ve bilmediğimiz yerlerde bilmediğimiz insanlar hem böyle bir mücadele verirken hemde hayatlarını devam ettirmek için daha farklı mücadeleler altına girmek zorunda kalıyorlar. İnsan hakları bunun neresinde kalıyor peki? Bir fikir olarak var olması demek “Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi”nin 1.maddesinde yer alıyor olması demek yeterli midir? En basitinden kendi hayatımız açısından olması gereken her şeyi bir kağıda yazıp kural haline getirelim.Uygulamadığımız davranışsal olarak özümsemediğimiz her kural,her fikir sadece o kağıdın sayfalarını israf edecek ve yer kaplayacaktır.
    Makaledeki şu kısım o kadar güzel anlatmış ki ; insanlar insan oldukları için -tavuk ya da fil olmadıkları için- yendiğimiz ekmeği yapmış, Küçük Prensi yazmış oldukları için…. diye uzuyor. İşte tam da bu yüzden özel muamele görmeliler. O kadar gariptir ki bu fikri özümsemek adına yapılanlar insanı insandan korumak,insanın insana saygılı olmasını sağlamak için..
    İnsan hakları hukuk değildir ,hukukun türetileceği öncüllerdir diyor. Bu bağlamda baktığımızda aslında evet bu bir sözdür. Devletin yurttadaşına sağladığı bir güvencedir. Ancak bu şu açıdan bir suistimal oluşturur; toprak dediğimiz sınırlar üzerine inşaa edilen her devlet sadece“ kendi insanını” korumaya yönelik çıkarımlar yapacaktır.Halbuki insan her yerde,her yerin insanı değil midir? Dolayısıyla böyle gelişecek olan durum sonucunda yine insan hakları kavramı kısır tanımlamalara maruz kalacaktır.
    Bir de şu normların varlığı hususu..Ne kadar doğru bir tabir bilmiyorum ama yaşam sırasında hukukun varlığı ile birlikte ihtiyaç olarak benimsememiz gerektiği her duruma normlar atfediyoruz..Düzeni sağlamak,davranışları belirlemek,toplumsal ilişkileri belirlemek için bunu yapmamamız gerekiyor.En azından biz öyle sanıyoruz.Ancak kendi fikrimce bazı durumlar,kavramlar var ki normların kalıplarından taşıyorlar. Bugün hala belirli normlar hakkında konsensus dediğimiz oydaşlık aranıyor.Bu demokrasi midir? Oy çokluğu her zaman adaletli midir? 12 öfkeli adam filmindeki gibi bazen bir oy yani bir kişi de çoğunluk olabilir.
    Bu bağlamda Kuçuradi’nin ahlak ve hukuk normlarından ayırarak insan haklarına ilişkin normlar çerçevesinde değerlendirme yapması yerinde olmuştur.
    Kurulan düzen insan haklarının korunması için yeterli değilse insan haklarının varlığını hissettirdiği bir düzen yaratmak temel alınmalıdır.
    Belki başka yüzyıllara..

    Kant’ın ahlak anlayışı konusuna gelecek olursak belki bu insan hakları konusu içinde farklı çıkarımlarda bulunabiliriz.
    Numene bağlı özgürlük için aklın yapmalısın dediğin buyrukları yapmak gerçek özgürlüktür.Doğanın yasalarından ayrılarak insanın kendi sorumluluğuna ve bunun sonuncunda vicdanına kulak vermesi gerçekten sağlanabilirse başka hiçbir norm gerekmeksizin olması gereken kendiliğinden oluşabilir.Tabi bu kuramın boşluğu da bence şu ki değişkenleri nasıl sabit tutacağız? Örnekle açıklandığı üzere ödev ahlakı gerçekten bakkalın niyetiyle mi yoksa benim ilerde zararıma olur düşüncesiyle mi belirlenecek bunu her zaman bilemeyiz.
    İnsan hakları nezdinde ilişkilendirme yaptığımda sanırım şu insanı araç değil amaç olarak görme eylemi tüm durumu ve aslında neye ihtiyacımız olduğunuz özetliyor.
    Amacımız insan da insanı görmek olmalıdır. Böylece aldığımız her kararda her davranışta var olan ahlaksal bütünlüğe uygun olacaktır.
    Gerçi ahlak konusunda hâla evrensel bir ahlak anlayışı var mı?Varsa nasıl ortaya çıktı ? Bu çok bencillik barındıran bir kavramda olabilir mi ? gibi bir çok soru olduğu için bu aydınlanmayı yarın ki dersimize bırakıyorum 🙂
    İçimizden bizi ittiren duygunun saygı olduğunu düşenen Kant,bu özel duygunun kaynağı akıldadır demiştir. Ana rahmine düşüşümüzden itibaren böyle bir mananın aklımızın derinliklerinde olduğunu düşünüyorum.Bu saygılı olmak yada olmamak ile anlaşılabilecek bir şey değil.Ama herkesin aklında anlamlandırılmaya müsait bir kavram olduğunu düşünüyorum.Bunun kaynağı Kant’ın dediği gibi salt saygı mı bilmiyorum ama bu bilincin oluşmasında kesinlikle saygı kavramı vardır.

  10. Ülker Öktem, makalesinde kısaca Kant’ın ahlak anlayışını ahlaka ilişkin yazdığı eserleri çerçevesinde Ölümsüzlük, Özgürlük ve Tanrı kavramlarına da değinerek ele almıştır. Kant salt aklın üç idesi olan Ölümsüzlük, Özgürlük ve Tanrı kavramlarının bilimsel kavramlar olmaktan ziyade pratik-ahlaksal alan için vazgeçilmez kavramlar olduğunu ifade etmiştir. Kant, özgürlük ve sorumluluk arasındaki ilişkiye dair değerlendirmelerinden ötürü, geleneksel ahlak felsefesinde ortaya konmuş olan düşüncelerin dışına çıkmıştır.
    Kant doğal ihtiyaçlardan kaynaklanan davranışları ödeve uygun, salt pratik akıldan kaynaklanan davranışlara ise, ödeve dayanan davranışlar demiştir. Bu doğrultuda geçtiğimiz derslerde incelediğimiz Speluncean Kaşifleri Davası metninin başında verilen R. v. Dudley ve Stephens Davasının üzerinde durmak istiyorum. 1884 yılındaki davaya açık denizde sürüklenen bir sandaldaki üç kişinin ölmek üzere iken kurtulması için içlerinden birini öldürerek yemesi konu olmuştur. Kant’ın ahlak anlayışına göre olayı irdeleyecek olursak sandaldaki iki kişi tamamen doğal ihtiyaç ve isteklerinden dolayı içlerinden birini öldürerek yemiştir. Bu davranış ödeve uygun davranıştır. Kant’a göre ödeve uygun davranışlar ahlaklı davranışların karşısında yer almaktadır. Dolayısıyla kurtulmak için insan yemeyi seçen iki kişi ahlaklı davranış sergilememiştir.
    Bir davranışın ahlaki olabilmesi onun genel bir yasa olabilmesiyle mümkündür. Sandaldaki iki kişinin kendi hayatlarını kurtarmak için başkasının hayatına son verebileceklerini barındıran düşüncenin ahlaken makbul olduğunu kabul eden bir yasa istenmesi de mümkün değildir. Kant’ın Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi kitabındaki görüşüne paralel olarak sandaldaki iki kişinin ahlaklı davranmadığı kanaatindeyim. Çünkü sandaldaki kişiler hayatta kalmak için başka bir insanın hayatını araç olarak kullanmışlardır.

    Deniz Simay ORAL
    201751126

  11. Öncelikle Bentham’ın faydalı olanın ahlaki olduğu şeklindeki teorisi karşısında yer alan Crisp ve Scarre’nin eleştirilerinin yerinde olduğunu düşünüyorum.Bunun yanında fayda teorisinin ahlaklı olanın ne olduğunun belirlenmesinde ancak bir tamamlayıcı teori olabileceğini düşünüyorum.
    İonna Kucuradi yazısında insan haklarının moda olması sebebiyle kavramın içinin boşaltılmasına yol açılmış olduğu düşüncesinin doğruluğu beni üzdü.Sürekli insan haklarından bahsediliyor olunuşu ve sürekli insan hakları ihlallerinin meydana geldiği günümüzde -ki kavram zaten bir yüzyıl bile katetmiş değil-bunu doğruluğunu görebiliriz.
    Ahlak, kiminin gri alanı kiminin kırmızı çizgisi olan ve bir temele oturtulması zor olduğu aşikâr kavramdır.Her birey,meslek,topluluk etik ilkelere sahip olabileceği gibi olmayabilir de.Ben bunun bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum.

  12. Etik, temelde felsefenin ahlakla ilgilenen alt dallarının genel ismidir. Etik için genel bir tanım yapmak belli ölçülerde mümkündür. Felsefeye yön veren filozofların yoğun bir biçimde üstünde durduğu bu karmaşık konuyla alakalı net bir savunuculuk, benim açımdan mümkün değildir.
    Aristoteles’i ele almak gerekirse, Aristo etiğin çıkış noktasının iyiyi arzulamak olduğunu savunmaktadır. Ona göre her şey, tek bir iyiyi arzular. İnsanın bir şeyi ‘iyi’ olarak kabul edebilmesi için, mevzubahis şeyin her zaman kendisi için tercih edilebilir olması, kendi kendine yetebilmesi, tek başına alındığında yaşamı anlamlı kılan ve eksiği bulunmayan bir şey olmasıdır. Daha çok ontolojik temellendirmeler üzerinde duran Aristo’nun bu anlayışına katılabilmek pek tabii mümkün olsa da, ondan ayrıldığım hususlar da mevcuttur. Öncelikle bir insan için ‘iyi’ olan her zaman ‘tercih edilebilir’ olan anlamına gelmeyebilir. Bunu bir önekle somutlaştırmak gerekirse, çocuğu için marketten mama çalan yoksul bir babayı düşünelim. Elbette ki aklı başında, sağlıklı ve ortalama zeka seviyesindeki bir birey için çalışıp ihtiyaçlarını giderebilecek ölçüde para kazanmak ‘tercih edilebilir’ olandır. İnsan yasaları çiğneyip hırsızlık yapmaktansa, hakkıyla bir şeyi elde etmeyi yeğler. Öte yandan vermiş olduğum örnekte çocuğu için hırsızlık yapan baba o an için ‘iyi’ olanı yaptığını düşünmektedir. Dolayısıyla burada iyi olan şey ne doğrudur ne de tercih edilendir. Belki bir zorunluluktur, belki de çaresizliktir.
    Aristo düşüncelerini iyi olan üzerinde temellendirirken hedonist bir yaklaşımda bulunmuştur. Hedonist yaklaşımını iyilik ve mutlulukla bağdaştırırken acının kaçınılması gereken bir şey olduğu için kötü olduğunu, kötünün zıttı olarak iyinin de (dolayısıyla) haz olması gerektiğiyle desteklemektedir. Bunun yanısıra hazzın anlık olması dolayısıyla süreklilik içermemesi, hazzın en iyi olmadığını gösterir. Aristo’ya göre her haz iyi ve tercih edilebilir değildir. Bu, Aristo’nun yukarıda verdiğim örneği temellendiren görüşüdür. İnsanın kısa vadeli hazlar uğruna kendine engel olmamasını uzun vadeli mutlulukları feda etmek anlamına gelen bir kusur olarak gördüğü görüşüne katılmaktayım. İnsan en nihyetinde iyiye, doğruya yöneliyorsa aklını kullanabilen bir varlık olarak uzun vadeli düşünmeli ve ona göre hareket etmelidir.
    Aristo’nun savunduğu, her şey kendine özgü erdeme göre iyi yapılırsa iyi gerçekleştirilmiş olur savına da katılmamaktayım. Bilakis erdem de çok geniş yorumlanması gereken bir kavramdır ve şahsi kanaatimce ‘kendine özgü erdem’i benimsemek oldukça zordur. Öte yandan acaba ‘erdem’in genel bir tanımını yapacak olursam neye dayanmalıyım? ‘Erdem’ kavramı kişiden kişiye değişebilir mi? Normların dışına çıkmamak elbette ki erdemli bir davranıştır ancak temelde ‘erdem’ kavramının oturtulması gereken zemin bu mudur? Bu değilse nedir? Ne olmalıdır? Bu soruların cevabını veremeyecek kadar muallakta olmakla birlikte Aristo’nun iyiyi gerçekleştirme yolunda kendine özgü erdemleri gerçekleştirme düşüncesini desteklememekteyim.
    Immanuel Kant’ın etik anlayışına gelecek olursam, bana en yakın gelen etik anlayışının bu olduğunu belirtmem gerekir. Kant’ın ahlakı metafizik temellere oturtması dışında hemen her görüşüne katılmaktayım. En önemli olarak gördüğüm savı ise ‘ödev ahlakı’dır. Kant, bireylerin ödeve uygun davranması gerektiğini savunmuştur. Buna yönelik gelebilecek olan ödevleri yapmak bizi özgürlüğümüzden alıkoyabilir düşüncesine karşılık ise çok güzel bir cevapla gelmiştir: Ona göre özgür olduğumuz için sorumlu değiliz, aksine sorumlu olduğumuz için özgürüz. Bunun anlamı, bireylerin ödevlerini yerine getirirken bunu bir zorunluluk olarak görmekten ziyade içlerinden gelerek yapmaları durumunda özgürlüğe kavuşacaklarıdır.
    Kant’ın temelde savunduğu yaklaşım niyet bazlı bir yaklaşımdır. Daha somut bir anlatımla, yaptığın eylemi yaparken, ödevini yerine getirirken, niyetin iyi miydi yoksa kötü müydü? Eğer niyet iyiyse Kant’a göre bu davranış etik bir davranıştır. Niyet insanın içinde olan ve bir başkasının bariz bir biçimde göremeyeceği ancak hissedebileceği yegane iyilik duygusudur. Elbette ki her yanlış davranışın arkasından ‘iyi niyet’e sığınılmamalıdır ancak tartışmalı olan konularda niyete inanmaya ihtiyaç vardır diye düşünmekteyim.
    Kant’ın etik varlığı için ulaşılması gereken son amacın ‘en yüksek iyi’, ‘en yüksek iyi’nin de Tanrının varlığına inanılarak bulunabileceğidir. Kant’ın belki de katılmadığım tek görüşü budur. Bana göre ‘iyi’ olan, Tanrı’nın varlığından veya buyruklarından bağımsız, insanın tamamen aklıyla ve vicdanıyla ulaşabileceği en üst noktadır. Herkese göre ‘en yüksek iyi’nin tanımı aynı olmayabilir, bu noktada da her insan kendi içindeki ‘en yüksek iyi’ye ulaşmanın yollarını bulmalıdır. Yazımı kendi fikrimle sonlandırmak isterim: İçinde Tanrı inancı olsun veya olmasın yardıma muhtaç insanlara, hayvanlara yardım eli uzatan, kendini geliştirmek adına her fikre saygılı olan ve öğrenmekten bıkmayan, yalan söylemeyen, içinde adalet duygusu barındıran, kendi çıkarlarını her zaman başkalarının çıkarlarından üstün görmeyen bir insan bence ulaşılabilecek en üst seviyeye gelmiştir. (Fikrimi merak ediyorsanız da bence bunun en spesifik örneği Gamze Özçelik☺)

  13. Ne toplum sözleşmesine, ne de İnsan Hakları Bildirgesi’ne gerek vardır.İyiyi kötüden ayırabilmek için yararlı olup olmadığına bakmak gerekir. Bu ifadeyi Kant’ın ödev ahlakıyla bir nevi bağdaştırabiliriz.Kant yapılan davranışı ahlaki kılmak için evrensel olup olmadığına bakmamız gerektiğini eğer o davranış herkes tarafından iyi ise o zaman ahlaki bir davranıştır diyebiliriz.Herkes böyle yapsa ne olur? toplumsal sözleşmelere ,bildirgelere ve benzeri bir çok toplumu şekillendiren özgürlükleri kısıtlayan veya özgürlükleri koruma altına alıyoruz diyen iktidarlara gerek kalacağını düşünmüyorum.Hocam size saçma gelebilir ne demek istediğimi tam olarak anlatamamış olabilirim.Kant etiğinde herkes çıkar amacı gütmeden ahlaki ödevlerini yerine getirirse toplumda ortak iyi,yarar ve adalet ortamının oluşacağını öngörebiliriz. ”Nasıl görmek istiyorsan, öyle bırak”,Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” gibi toplumda sıkça söylenilen sözler kant etiğini desteklemektedir.Kant etiği davranışların , duygudan uzak ahlaki ödev çerçevesinde yapılması gerektiğini söylüyor .Ödev ahlakı ile harekete geçen,şefkatle harekete geçenden daha ahlaklıdır.Davranışlarımızın ahlaki olması için duygudan uzak durulması gerektiğine en güzel örnek kavgalı olduğum kişinin yaralanması sonucu ödev ahlakı çerçevesinde ona yardım edersem ahlaklı olmuş olurum fakat duygularım ağır basmış olsaydı yardım etmeyip belki de çok ciddi sorunlar ortaya çıkabilirdi.Kant hiçbir koşulda asla yalan söylenmemesi gerektiğini söylüyor bu görüşüne katılmak günümüz koşullarında pekte mümkün değil.Örneğin en yakın arkadaşınız kapınızı çaldı kocam beni öldürecek sakla beni dedi içeri aldınız ve hemen ardından eşi kapıyı çaldı ve eşini sordu bu durumda yalan söylerseniz ahlaklı olmuyorsunuz fakat doğruyu söylerseniz de arkadaşınızın ölme riski var.Ben bu durumda ne olursa olsun ahlaki ödevimi yerine getirmesem bile yine yalan söylerdim.

    Gülüstan SÜER
    201751421

  14. Kant’a göre içimizde, kesin bir şekilde varlığını hissettiğimiz ödev duygusu vardır ve o “yapmalısın” şeklinde kesin buyruklarla varlığını belli etmektedir. Peki içimizdeki ödev duygusu herkese göre farklılık göstermez mi? Bakkal örneğinde ahlaksal değil de çıkarını önemseyerek düzgün davranmış olabilir ama sonuç olarak eylemi doğrudur. İşte bu yüzden kimin eyleminin salt ödev duygusundan kaynaklandığını bilmemiz pek mümkün değil.
    Bentham’a göre bireyin hazzı arzulaması zorunlu ahlaki görevdir. Eylemlerin ahlaki doğrulukları haz ve acı miktarını değerlendirerek gerçekleşir. Bunu tartabilmek için de Felicific Calculus yardımcı olur. Fakat niceliksel olarak bu değerlendirmede hazzın acıdan fazla olması sonucu insanın mutlu olacağı genellemesi yanlıştır. İnsan hayatında acı olmadan mutluluğun değerini bilemez. Hydn ve İnci örneği bu eleştiriye örnektir.
    Aristo’ya göre insanın iyiliğinin ya da mutluluk amacının elde edilmesine yarayan her eylem doğru eylemdir ve insanı bu iyilikten uzaklaştıran eylemlerse yanlıştır. Aristo iyilik ve mutluluğun insan için nihai amaç olduğunu söylese de gündelik yaşamda eylemler doğrudan bu amaca yönelmeyebilir.

    İrem Şule Tırpan 201851401

  15. Öncelikle bunu reaksiyon paragraflarında belirtmeye çalışıyorum ama, felsefe hep öğrenmeye çalıştığım bir alan olsa da hiçbir zaman yorumlamada iyi olmadım. Bu yüzden makalelerde sadece bana verileni almaya çalışıyorum. Yorum yapmaya çalışırken de elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Ama saçmalama ihtimalim çok yüksek.
    KANT: Açıkçası Kant’ın görüşlerini genel olarak 4 büyük dinin kitaplarında yazanlara az da olsa benzettim. Bu görüşü biraz bağnaz buldum. Herkesin vicdanı olduğu düşüncesi kabul etmesi benim için zor. İnsan en yüksek iyiyi isteyebilir ama bence sadece kendisi için ister. Yani bunu Tanrı’nın varlığıyla bağdaştırmak çok manevi yüklü.
    ARISTOTELES: Okumakta en zorlandığım makalelerden biriydi. Çok kompleks olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden okuması benim için uzun sürdü. Ve diğerlerine göre anlamakta çok zorlandım. Erdemli olma düşüncesi yine benim için çok içi boş. Ama Aristoteles bunu fazla sistematik hale getirmeye çalışmış. Peki erdem, mutluluk, iyi gibi kavramlar herkes için geçerli, Aristoteles’in bütün ayrımlarıyla herkesi kapsayabilir mi? Yani bir “içindekiler” hazırlar gibi bir sistem ama bence kavram karmaşası.
    BENTHAM: Diğerleriyle karşılaştırınca en gerçekçi bulduğum görüşler buradaydı. En azından diğerleri kadar uçuk kaçık değildi diyebilirim. En azından fayda ve haz kriterleri erdem, iyi gibi kafada hiçbir şey canlandırmayan kavramlardan değil. Bu yüzden daha anlaşılır ve (saçma bir yorum olabilir bilmiyorum ama) Aristoteles’ten daha sistematik. Ama matematik gibi işleyen bir teori yaratmak en azından “etik” için zor

  16. Etik ilkeler ve hukuk birbirlerinden ayrılamaz iki kavram olarak düşünmediğimiz bir düzlemde hukukun varlığı söz konusu olabilir mi?

    İnsan hakları günlük hayata uygulanırken zorlanılan somut olaylarla bağdaştırılamayan kavramlardır.Temelde birer fikir ve düşüncedirler.İnsan hakları gerçekleşebilirliği ancak belirli koşullar varsa mümkündür.

    Herhangi bir hakkı insan hakkı yapan ise bu koşulların sağlanabilirliği ve bunun sonucunda doğanlardır.Kişiler arası ilişkileri düzenleyen başka bir kavramdır insan hakları.Toplum içerisinde birey olarak birtakım hakları olduğunu düşünen kişi, haklarının bilincinde hareket eder.Kendini bu şekilde toplumda özgüvenli ve sorumlu bir birey olarak var eder.

    İnsan haklarının iki tür kaynağı vardır;süreçle gelişen ve talep üzerine gelişen.İnsanların farkında olmadan ortaya çıkan ihtiyaçları üzerine gelişen ve günümüz dünyasındaki taleplerine göre gelişen.

    İki tür hak da insanların ve toplumun düzenini koruma ve devam ettirme amaçlıdır.Yani biz insan haklarının olmadığı bir toplumda düzenden söz edemeyiz.Bireyler toplumu var eder, toplum birey olmadan var olamaz.Bu denklemden bireyi çıkarttığımızda her şeyi alt üst etmiş oluruz.Bireyin hakları varsa düzenli bir toplum vardır.

  17. Özgürlük kavramın getirdikleri yaşadığımız modern dünyada bazı zamanlar bireyi içine saklayan bir hapishane yaratıyor. Cünkü özgürlük insanın kucağına koşulsuz bir şekilde bırakılmıyor yanında getirdiği sorumluluklar, buyruklar da oluyor. “Sorumlu olduğumuz için özgürüz” cümlesi belki de özgürlük kavramını daha saf hale getiriyor. Bu cümle: Her insanın sorumluluk bilincinde olduğunu be sorumluluklarını saf bir ödev duygusuyla gerçekleştirebileceğini kabul ediyor. Sanırım bunu savunan Kant hukuk kurallarının da bu salt ödev duygusunu gerçekleştirmek ve pekiştirmek için olduğunu savunurdu. Yaşadığımız dünyadaki hukuk kurallarıysa Kant’a göre daha çok negatif anlamdaki özgürlüğü gerçekleştirmek için varlar.
    Hukuk kuralları bakkalın hileli bir ürün satmasının nedenleriyle ilgilemiyor; bakkalın hileli bir ürün satıp satmadığıyla ilgileniyor. Yani onlar için bir insanın” ödeve uygun” davranması toplumsal düzenin korunması için yeterli.
    “İnsan mutluluğa layık olmaya ihtiyaç duyar ondan pay almaya değil” 1700’lü yıllarda yaşamış Kant için belki de çok yanlış bir cümle değil. Ama bizim varolduğumuz, kapitalist sistemin hüküm sürdüğü toplumsal bir yapıda insanları layık olmakla tatmin etmek biraz zor. Çünkü insanoğlu yaptığı her eylemde iyiyi aramaz. Her insan içindeki ahlak kanununu dinlemez. Bu şekilde davranamayan insanoğlunu da mutluluğa layık olmak tatmin etmez mutluluğa sahip olmak ister hatta bazıları mutluluğun sadece kendisinin olmasını ister.
    Bu şekilde konuşarak insanları suçlamak da doğru gelmiyor bana. Yüzyıllardır insanlardan çok fazla şey isteniyor onlar da en azından bu isteklerin karşılığı olarak mutluluğu talep ediyorlar. Hepsinin mutluluk aracı farklı olsa.

  18. Kant aklın teorik değil pratik akılda kullanımını arar. İnsan ahlaklı hareketlerinde akıl ilkelerine buyruk gereklilik gösteren ilke karakterini taşır. Kant’ın temel aldığı özgürlük sebep sonuç ilişkisinin olmadığı ‘yapmalısın’ şeklinde yönlendirmeler olarak tanımlar. ahlaki davranışları İstemden doğan davranışlar ödevden doğan davranışlar olarak tanımlar. Fakat bakkaldan çikolata alan çocuk örneğinde olduğu gibi her insanda ahlaki ödev veya ödevden doğan davranış bilinci oluşmamıştır tıpkı bakkal örneğinde olduğu gibi bazı ödev bilincinden yoksun insanları toplumsal tepkiler(alışveriş yapmama) veya yaptırımlar(cezalar dizginler) Kant’ın bahsettiği ödev sorumluluğuna sahip olmayan bireyler olduğu sürece soyut kalacaktır örneğin intihar etmek ahlakın yanlış ama idam yasalarının olduğu dünyada yani Kant insanın kendi canını almasının ahlaklı olmadığı düşüncesine karşın günümüzde başkasının canını alma cezaları uygulanır. Yaptırımlar bakımından ve toplumsal açıdan uygulanabilirliğinin havada kalacağını düşünüyorum sadece ödev bilinci olan insanlar için uygulanabilirliği olacaktır

  19. Merhaba hocam, öncelikle bu haftaki makalelerin özellikle dillerinin çok ağır olduğunu, bazı cümlelerin çok uzun olduğunu düşünmekteyim çünkü cümleyi okurken başını unuttuğum çok oldu, “Ne diyo burda?” diye baştan baştan okuduğum çok oldu son iki makaleyi yetiştiremediğim için yorumumdan sonra okuyacağım çünkü diğerlerini de okurken anladım ki özellikle bu haftanın ağırlığı nedeniyle bu makaleler dersi anlamamıza çok yardımcı olacak. Makaledeki cümlelerden yakınırken benim de çok uzun bir cümle kurduğumu farkettim ve değerlendirmeme geçmek istiyorum 🙂
    Değerlendirmem Bentham’ın ahlak anlayışı üzerine olacak.
    Bentham’ın amacı bir etik bilimi kurmak. Diğer bütün etik teoriler saf mantıksal gerçekler yerine apriori sezgi üzerine inşa edilmiştir. Ancak Bentham’a göre etik teorinin amacı melekler yaratmak değil, insanoğlu için yasa koymak olmalıdır. Bentham’ın ortaya koymaya çalıştığı bu yeni bilim nesnel olma iddiası gereği gerçek şeylere dayanmak zorundaydı, yani bu dünya ile sınırlı olmalıydı.
    Bentham bu yeni bilimin metodu olarak “gözlem”i seçmiştir. Onu kendinden önceki faydacılardan farklı kılan nokta budur.
    Bentham yeni biliminin konusunu ve metodunu belirledikten sonra yeni hedefi bu bilim için sarsılmaz bir temel bulmak olmuştur. Bentham insan psikolojisinden hareket ederek sarsılmaz temel olarak kabul ettiği “mümkün olan en yüksek sayıda insanın, mümkün olan en yüksek mutluluğu”nu ifade eden “fayda ilkesi”ne ulaşmıştır. Fayda ilkesi, Bentham’ın ahlak felsefesinin temel aksiyomudur. Fayda ilkesi, Bentham’a göre kendisi kanıtlanamayan fakat tüm kanıtların kendisinden yola çıktığı bir ilk ilkedir.
    Bentham’a göre matematiğe ait önermeler nasıl yanlışlıkları ispat edilmedikçe doğru kabul ediliyorsa, fayda ilkesi de yanlışlığı ispat edilmedikçe doğru kabul edilmelidir.
    Bentham’a göre insan doğası iki efendinin yönetimi altındadır: acı ve haz. Bu iki güç bizim ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini belirler. Bentham’ın insan psikolojisine bakışı basittir. Ona göre insanlar her yerde aynı şekilde davranır. Davranışların arkasında hazzı isteme ve acıdan kaçınma vardır. Belki burada garip bir soru olacak ama acıdan haz alan insanlar için ne olacak durum? Benim için bir soru işareti oldu bu.
    Bentham bu yaklaşımında haz ve faydayı eş anlamlı kavramlar olarak kullanmıştır.
    Bentham bireyin hazzı arzulamasını, aynı zamanda hazzı arzulamanın zorunlu ahlaki bir görev olarak kabul edilmesi gerektiğini savunur.
    Felcific Calculus’tan bahsedecek olursak; eylemde bulunan birey, muhtemel olan haz ve acı miktarını değerlendirecek ve birbirine kıyaslamak zorunda kalacaktır. Bu ihtiyacın farkında olan Bentham faile bir yol göstermek için Felcific Calculus’u oluşturmuştur. Bu ismi ona Bentham vermemiş, daha sonraki dönemlerde böyle adlandırılmıştır. Felcific Calculus’a göre hazlar arasında sadece niceliksel bir ayırım yapılabilir, niteliksel ayrımların yapılması imkansızdır. Eylemde bulunan fail, alternatif eylemler arasında ancak niceliksel bir karşılaştırma yapabilir ve bnun için ancak Felcific Calculus’u kullanabilir. Bu yüzden de eleştirilmiştir ancak bu eleştiriler Felcific Calculus’u sarsamamıştır.

  20. Kant ahlakı üzerine makale
    Kant’a göre insan tanımı,insan sadece çevresindeki bulunanları kavrayıp onlar hakkında teoriler kuran bir varlık olmadığını aksine aynı zamanda ne yapması gerektiği hakkındaki bilgiyi de kendisinde taşıyan varlık olarak görmüştür.Ona göre salt aklın Tanrı,Ölümsüzlük ve Özgürlük olmak üzere üç temel idesi vardır.Böyle bir aklın var olduğunu insan aklının insan hayatının kendi varlık yapısına uygun olarak yöneten özel ve çok temelli bir fonksiyon olduğunu bize ahlak fenomenleri göstermektedir.Yine Kant insanın özgür davranışlarının hiçbir karara bağlı olmayan başıboş davranışlar olamadığı gibi özgürlüğün de insan için canı ne isterse yapması rahat davranması olmadığını belirtmiştir.Dolayısıyla insan aklın emirlerine uymak zorundadır.Bu yasalar ”yapmalısın” buyruğunu kendisinden geldiği numenin yasalarıdır.İnsanı zorlamazlar ama ondan bazı şeyleri yapmasını isterler.Kant,doğal ihtiyaç ve isteklerden,eğilimlerden kaynaklanan davranışları ”ödeve uygun davranışlar” olarak nitelendirir.İçinde kesin bir şekilde varlığını hissettiğimiz bir ödev duygusu(vicdan)vardır ve ”yapmalısın”şeklide kesin buyruklarla varlığını belirli hale getirir.Madem ki içimizde böyle bir sorumluluk duygusu var o halde özgürüz demektir.Yani Kant diğerlerinin tersine özgür olduğumuz için sorumlu olmadığımızı aksine sorumlu olduğumuz için özgür olmamız gerektiğini savunur.Şu halde Kant özgürlük ve sorumluluk duygularını tersine çevirmektedir.
    Kendi davranışımız için kabul ettiğimiz ilkenin doğal bir yasa olduğunu nasıl isteyebiliyoruz? Eylemleri mutlak amaca yönelten iradede aradığımız için istiyoruz esasında böyle mutlak olarak belirleyen de insandır yani insanın akıl sahibi bir varlık olmasından ileri gelir.Kant’ a göre bizi içimizden iten harekete geçiren şey saygı duygusudur.İnsanı ahlaklı yapan şey davranışlara ahlak kanununa karşı saygısından doğmuş olmasıdır.Öte yandan insanı bir araç değil daima bir amaç olarak görmek ve buna göre eylemde bulunmak insanda iş alanında faydanılamaması anlamına gelmez.Ona göre her insan insanlığın taşıyıcısı olarak kutsal bir varlık olarak görülmelidir.
    En yüksek iyinin gerçekleşmesinin Tanrı’ya bağlı olduğunu söylemiştir.Bize düşen ödev gücümüzün yettiği ölçüde onu elde etmeye çaba sarf etmektir.Üstelik bütün çabalara rağmen en yüksek iyi bu dünyada değil öbür dünyada gerçekleşeceğini vurgulamıştır.

  21. Farklı düşünürlerin etik anlayışlarına baktığımda üç görüş için de benimsediğim noktalar olduğu kadar, katılamadığım kısımlar da oldu. Kant ahlakını okurken aklımda oluşan temel düşünce, Tanrı inancı olmayan bir insan için bu görüşün kabulünün imkansız olduğuydu. Örneğin Kant’ın görüşündeki son amaç olan “en yüksek iyi” kavramından neyi kastettiğini rahatlıkla anlayabilmemiz mümkünken, yine bu kavramın kabulü için de Tanrı’nın varlığı zorunlu. Ve birde izlediği yol ahlaktan Tanrı’nın varlığına gitme şeklinde olduğu için bunun da beraberinde belli katılıklar getirdiği ve görüşün uygulanmasının çok da kolay olmadığı kanaatindeyim. Ancak tüm bu noktalara rağmen Kant’ın ahlak anlayışı bana Bentham’ın anlayışından çok daha mantıklı geldi diyebilirim. Bentham’ın faydacılık felsefesinin ciddi ölçüde olumsuz sonuçlar doğurabileceği görüşündeyim. Merkeze koyduğu haz ve zevk kavramları uygulamada o kadar farklı noktalara gidebilir ki; tahmin edilenenin de ötesinde bir karışıklık oluşturabilir. Her ne kadar hazzın odakta olduğu bir görüş herkes tarafından rahatça benimsenebilecekmiş gibi görünse de, pratikte durumun bunun tam tersi olacağını eleştirilen noktalara da bakarak anlayabiliriz diye düşünüyorum. Ve son olarak Aristoteles’in etik görüşü için söylenecek çok şey olmasına rağmen özetle bana, aşırılıklardan uzak oluşu ve dengeyi savunuşuyla bu üç görüş içinde en ortayı bulan görüşmüş gibi hissettirdi. Diğer görüşlere kıyasla daha dengeli olması da beraberinde daha kolay benimsenmesini ve uygulanmasını getirecektir bana göre.

  22. Etik kavramının soyut biçimde düşünülüp davranışlar yoluyla somutlaştığını düşünüyorum ve bu sebeple nesnelleştirilip Bentham tarafından gerçekçi bir tutumla ortaya konması fikrine katılıyorum. Ancak burada ahlak ve fayda sınırının nereden başlanacağı tartışılmalı.Belki de bu noktada ahlak yasadır,yasa ise ahlaktır demek bile gerekebilir.Örneğin fayda ve etik arasındaki iletişim insanların özel alanları olduğunu kabul edip bunun dışında tutulursa belki de evet hepimiz ”ahlaklı” olabiliriz. Bentham’ın ödül ve ceza kavramına teorisinde yer vermemesini de bir taraftan haklı buluyorken-çünkü etiğin doğası zaten erdemdir ve bence Aristotales ile bu noktada benzeşir- bir taraftan da insanoğlu ödül-ceza ilişkisi olmadan fayda ve ahlak arasında denge kurabilir mi ayrı bir tartışma konusu.Bentham’ın vurguladığı toplumsal anlamda en yüksek faydayı sağlama fikrini bazı noktalar tartışılabilir ve netleştirilebilirse bence – Kant ve Aristo’yu da okuduktan sonra- benimsemek ve bunu sistemleştirebilmek önem taşıyor fakat bu toplumsal faydanın insanoğlunun sadece küçük bir örnekle anlatmak istediğim geleneğinde bile böylesine varoluşu Bentham’ın faydacılığını da sorgulamak gerektiğini düşündürüyor.İnsanoğlunun türcülüğünü ele aldığımızda bile deney hayvanı kavramı,et tüketimi gibi acıdan hazza kaçışımız ve dünyanın tek sahibi olarak kendimizi görmemiz ne derecede etik olacak? Faydalı olan her şeyin etik olduğunu düşünmek hukuksal açıdan da adil olacak mı? Bir taraftan da bu toplumsal faydanın evrensel bir faydacılığa ne derece dönüşebilirliğini tartışmak gerekir çünkü sadece bir ülkenin vatandaşlarının faydasını düşündüğümüzde, mesela ABD’nin kendi halkının maksimum faydasını sağlayabilmek için bir ülkeden alacağı maskeyi,diğer ülkelerden daha fazla alabilmek için o ülkelerden daha çok para ödeyerek alması, fayda ve ahlak kavramını açıklayabilir mi? Burada o nedenle politikanın uluslararası hukuku baskın kılarak dünyadaki tüm canlılar için faydalı olacak hareketlere girişmesi belki de şüphesiz en etik tutum olacaktır.Yine insan psikolojisine yapılan vurguda haz ve acıdan bahsediliyor ama toplumun hazzı ile bireyin hazzı çelişirse ne olacak,ne yapılması gerekecek? Belki kendi içimde çelişkilerim olsa da anlaşılan o ki hukukun, hukukçunun toplumun hazzı için toplumu kaostan koruyucu tavırları önem kazanmaktadır.Nitekim ”İnsan,insanın kurdu değil miydi?”
    Bentham’ın faydacılık çerçevesinde anlattığı etik ile Kant’ın metafizikçi,Tanrısal yaklaşımı taban tabana zıt. Ben Kant’ın ahlaki yükümlülüklerimizde aslında Tanrı’yı kaynak olarak gösteriyor oluşunun insan doğasının içine yönelik olarak ödül ve ceza kavramlarına daha çok önem verdiğini düşünüyorum. Çünkü Tanrı’yı insanoğlu, ahlak ve fayda arasında denge kurmaya çalışırken ödül ve ceza makinesi olarak görüyor.Bir nevi ödül varsa ahlak var gibi. Yani Bentham’daki haz ve acı, Kant’ta yerini ödül ve cezaya bırakmış gibi geliyor.Aslında Kant’ın Tanrı kavramından yola çıkıp ahlaki tutumları ilkeleştiriyor ve bence evrensel bir tutum yakalamaya çalışıyor. Ama belki de Bentham’ın kendi tanımladığı faydacılığı dönemden döneme değişebilecek nitelikte. Aristotales’in kent ve birey vurgusu, erdemi,mutluluğu ve ahlakı bireyde içselleştirilmesinde ise Aristotales’in bir nevi tümevarım yoluyla birinin mutluluğunun zamanla toplumsal faydayı sağlayabileceğini benimsediğini düşündüm. Ancak bunun Bentham’ın bilimselleştirme çabaları ile anlam kazanacağını düşünüyorum. Çünkü soyut kavramları insan vicdanına hapsetmektense toplumsal fayda ve birey arasında ”maksimum” bir denge konulması taraftarıyım.

  23. Kant Ahlakı Makalesi Üzerine
    Makaleyi okurken çoğu cümleyi beğendiğim için işaretlerken buldum kendimi. Öncelikle “sorumlu olduğumuz için özgür olmamız gerektiği” fikrini çok mantıklı buldum çünkü neden sonuç ilişkisinde özgürlüğü öne almak bizi sıkıntıya düşürmeye çok müsait olacaktır. Özgürlük ne kadar geniş bir kavram gibi gözükse de bunu sağlamak her zaman, her koşulda mümkün olmuyor. Özgür olamadığımız ya da en azından özgürlüğümüzün daraldığı çok fazla durum olabiliyorken bunlardan da sorumlu olma sonucuna ulaşmak bize haksız bir sorumluluk yükleyecektir. Bu yüzden evet bence de “Bir şeyden sorumlu olmak için, onu yapma veya yapmama gücüne sahip olmak gerekir.” Beni etkileyen diğer cümlelerden birisi “Öyle davran ki, senin iradenin maximi her zaman aynı zamanda genel bir kanunun ilkesi olarak geçebilsin.” Bu bakış açısı bizi bence çoğu bencillikten, öfkenin verdiği davranışları yapmaktan veya kıskançlıktan alıkoyacaktır. İnsanın kendisi için istediği bir şeye bundan sonra bir yasa olabilecekmiş gibi bakması, bunu bir ihtimal olarak zihninde tasarlaması zaman zaman o istekten vazgeçmesine sebep olabilir diye düşünüyorum. Kant’ın saygı görüşündeki “şahsındaki insanlığa saygı” tanımını da sanırım bundan sonra hayatımda kullanacağım şahsa saygı, insana veya hayvana saygı şeklinde zaten hayatın her alanında, her türlü karşılıklı ilişkide saygıyı olmazsa olmaz tutuyorduk ama bu tanım kelimeyi bambaşka bir noktaya taşımış ve her türlü canlıyı kapsadığından hiç şüphem yok. Ölümsüzlük idesini de gayet tutarlı buldum, insanın varlığının sonsuza dek süreceğini düşünmesi buna inanması davranışlarının keyfi olmasını engelleyecektir. Bir şeyin bir gün bitecek olması halinde insanın içinde beliren bir boşvermişlik hissi oluyor bu hisle de kişinin kendisine ve başkalarına karşı sorumluluklarını göz ardı etmesi çok olağan olur. Genel anlamda Kant’ın ahlak anlayışına katılmış olsam da Kant’ın “iyi niyetli ol gerisini düşünme” bakışını yetersiz buldum ve eleştirili olarak sunulan bir şeyin sadece iyi niyetle yapılması değil iyi sonuçları da doğurması gerektiği düşüncesini doğru buluyorum. Her zaman iyi niyetle yapılan şeyler bizi iyi sonuçlara götürmeyebiliyor ya da en azından bu hareketin kötü sonucundan etkilenen birisi olabiliyor. Örneğin çok aç ve hiç parası olmayan küçük bir çocuğun bir marketten sadece karnını doyuracak kadar bir şey çalmasındaki niyeti iyi niyetli bulabiliriz ama bu eyleme ahlaki der miyiz bence hayır. Zorunluluk kapsamında değerlendirebiliriz, başka bir imkanı ve gücü olmadığı için vicdanen haklı bulabiliriz ama ahlaki demek bence doğru olmayacaktır. Tabi bu örneğe Kant’ın özgürlük ve sorumluluk yorumundan baktığımızda galiba çocuğu yapma veya yapmama gücüne sahip olmadığı için özgür değerlendirmeyip haliyle sorumlu da tutmamamız gerekecek çok emin olmamakla birlikte çıkarımım bu.

  24. Mehmet Nazir Yıldırım
    Adalet kavramı Batı’nın metafizik düşünce sisteminde yer alan bir kavramdır. Bu bağlamda olanla olması gereken arasında bir uçurum söz konusudur. Batı düşüncesinde hak ve adalet olan düzlemden sıyrılmış metafizik alemde olması gereken hukuka karşılık gelir. Neoliberalere ve klasiklere göre minimal devlet kabul edilecek en iyi devlettir çünkü geniş yetkilere sahip olan bir devlet bireysel özgürlük alanlarını ihlal edecektir. İslami Doğu’da biraz tersi bir durum söz konusu olmuştur. Hak, Hukuk, adalet gibi kavramlar iç içedir ve olan ile olması gereken alanlar arasındaki mesafenin mümkün olduğunca kaldırılmak istenmektedir. Aynı zamanda Devletin bekasının adalet temelinde devam edebileceği düşüncesi yatmaktadır. Batı dünyası Devletin halk üzerinde etkisini azaltması istenmesine karşılık İslami Doğu’da tam tersi bir durum yaşanmıştır.

  25. Kant’ın ahlak anlayışına baktığımda katıldığım ve katılmadığım noktalar var. Ödev duygusu ( vicdan ) anlayışına katılıyorum çünkü bizim bir hareketi ödeve uygun olarak gerçekleştirmemiz ödev duygusu ( vicdana ) sahip olduğumuz anlamına gelmeyebilir,bunu içselleştirdiğimiz ölçüde ahlaka uygun davranmışız demektir. Fakat Kant’ın ahlak anlayışını bir noktada savunamıyorum.Bu anlayışı çok somutlaştırmış ve temel kaygısı akla uygun davranmak;bu duyguları geride bırakmak,yalnızca akla dayanmak oluyor.”İyi niyetli ol gerisini düşünme” diyor fakat biz bir eylemi yalnızca iyi niyetle yapsak da sonucu bu yönde olmayabilir,yaptığımız eylemlerin sonuçlarını da hesaba katmalıyız.
    Aristo’nun “Erdemli kişi gerektiği zaman,gerektiği yerde orta olanı ve en iyiyi yapandır” şeklindeki ortalama anlayışına katılıyorum.Ona göre bu altın orta ile davranışların etik olup olmadığı değerlendirmesi yapılabilir.Orta yolu bulmak bir ölçüde herkes için kabul edilebilir olabilir.Bu şekilde ölçülü bir yaklaşım bizi etik olana götürebilir,tabii ki her zaman doğru da olmayabilir fakat yine de üç düşünürü de okuduğumda Aristo’nun anlayışının bana daha yakın geldiğini fark ettim.
    Bentham’ın haz=fayda değerlendirmesi bana pek uygulanabilir gelmedi. Zira her haz bize fayda sağlamayabilir. Bir şeyi sırf haz verdiği için faydalı kabul etmek kişiyi yanlışa sürükleyebilir. Hazzın ölçüsü de,niteliği de kişiden kişiye göre değişebilir ve bu anlayışı benimsediğimizde genel bir ahlak anlayışını yakalayamayız,sübjektif;yalnızca kişinin kendisine göre benimsediği bir ahlak anlayışı elde ederiz ve bu toplumsal alanda kargaşaya yol açabilir.

  26. “Bunun için de, davranıslarımıza mutlak bir amaç
    koyan bir pratik akıl, bir irade gereklidir.”
    “Ahlaki emir kesin ve genel olur”
    Bu bahsedilen pratik akıl ve iradeye sahip olmayan insanlar bu durumda nasıl karşılanacaktır ?
    Eğer ahlaki emir kesin ve genel ise mental rahatsızlığı olan insanları nereye koymamız gerekiyor ?

    Şahsi görüşüm kimse ölmeden ruhun ölümsüz olup olmadığını öğrenemez. Hatta ruh olup olmadığını dahi öğrenemez.
    Bu çeşit metafizik kavramlar hakkında yaşayan insanlar neyi dayanak göstererek bu cümleleri kurarlar ?

    “Dogaya, duyulur dünyaya baglı, ihtiyaç
    sahibi bir varlık olan insanın mutluluga yönelmesi, adeta kaçınılmazdır.”
    Bu cümleye karşı argüman olarak sunulabilecek insanlar bulunmakta.

    “Tanrı’nın varlıgı, dünya düzeninin bir ahlak
    düzeni olması için zorunludur.”
    Bu da benim katıldığım görüştür.

    Tolga Balamir 201751022

  27. Herkese merhaba, internetimle ilgili sıkıntım olduğu için makalelere olan yorumumu geç paylaşabiliyorum kusura bakmayın.

    Kant’ın ahlak anlayışı makalesini okumaya başladığımda ilk gözüme çarpan “Ahlaktan Tanrı’nın varlığına gitme düşüncesi” nin aslında üç büyük dinin ana fikri olmasıydı. Üç büyük dininde kaynaklarını okuduğumuzda ahlaklı olmanın temelinde Tanrı’ya, ruhun varlığına, özgürlüğe ve ölümsüzlüğe inanmamız gerekliliği vardır. Burdan yola çıkacak olursak dünyadaki bütün dinsizleri, ateistleri “ahlaksız” olarak tanımlamamız gerekecek bu da bence çok zor bir çıkarım olur. Kant için özgürlükler pozitif ve negatif olarak ayrılıyordu. İnsanın aklın emirlerine, kanunlarına uyma fikrine kısmen katılmakla beraber dünyanın geneline bakacak olursak bir çok insanın aklının emirlerine uymasının toplum hayatı açısından sorunlar yaratabileceğini düşünüyorum. Çünkü bana göre aklın yarattığı her fikir her sonuç ahlaklı değildir. Bazen aklın “yapmalısın” dediği şey etik olmayabilir, kötü sonuçlar doğurabilir. Her zaman aklımızın bize “yap” dediği şeylerin sorumluluğunu taşıyamayabiliriz. Her aklın kendi emirini yasasını koyup ona göre hareket etmemiz de toplumda kargaşaya yol açabilir. Bence herkesin uyması gereken kurallar vardır ve ahlaklı dediğimiz olgular o kurallara uyan şeylerdir. İçimizdeki sorumluluk duygusu bizim özgür olduğumuz anlamına gelmez. Bence doğada hiç bir canlı özgür değildir, çünkü hepsi sorumludur. Ben tam aksi kanaatteyim yani bana göre özgür olmadığımız için sorumluyuzdur. Bakkal örneğinde bakkalın davranışının ahlaklı olmasının sebebi çevre korkusu baskısı olabilir, illa vicdanı onu ahlaklı davranmaya itmemiş olabilir. İçimizdeki sorumluluk duygusu ve konulmuş temel kurallar bizi, çevremize karşı, doğaya karşı sorumlu yapar ve tam özgür olmadığımız anlamına gelir. Kant’ın insanın tamamen aklıyla hareket etmesi gerekliliğini de değinecek olursak insanın duygularını hiçe saydığını düşünüyorum. Evet her insan aklıyla hareket eder ama duyguları da büyük ölçüde onu şekillendirir. İnsanın sadece aklıyla var olduğunu düşünemeyiz.
    Bentham ın anlayışı hakkında biraz yorum yapacak olursak bir şeyin iyi ya da kötü olmasının ölçüsü sadece fayda olabilir mi? sorusunu sormamız gerekiyor. Bir eylemin doğru ya da yanlış olmasının ölçüsü bence sadece sağladığı yarar değildir. Aynı şekilde bir davranışın ahlaki  ya da gayri-ahlaki olmasının ölçüsü sağladığı yarar değildir. Benthama göre şunu dememiz gerekir; Haz iyidir, acı kötüdür. Mutlu olmak istiyorsan seni üzen olaylardan ve eylemlerden kaç ve haz peşinde koş! Nimetlerin olduğu yerde kal, zahmetler ve külfetler var ise oradan kaç. Aman bir daha mı geleceğim bu dünyaya.. bana göre davranışlarımız ve eylemlerimiz için bu faydacılık ya da yararcılığı temel ilke olarak kabul edemeyiz. Aristoteles’in erdemli kişi gerektiği zaman,gerektiği yerde orta olanı ve en iyiyi yapandır düşüncesine katılıyorum ve bence okuduklarımın içinde en ortalama anlayışa sahip olduğunu, aşırılıklardan uzak oluşu ve dengeyi savunuşuyla bu üç filozof içinde en ortayı bulan görüş olduğunu düşündürdü. Bence de genel anlamdaki ahlaki bir anlayışa sahip olmamız için illa ki ilahi bir yaratıcıya ihtiyaç duymamız gerekmiyor. Aristotelesin sisteminde kesin kurallar yok, şurada şu yüzden şunu yapacaksın diye emir veren bir din gibi değil. Daha çok ahlaki alanda bizim modern, yozlaşmış özgürlük kavramımızın çok ilerisinde bir ‘doğru davranış’ kavramsallaştırmasına ulaşması ile düşüncelerinin daha önemli olduğunu kanısına varıyorum.

    Canseli Eda Tıpyardım
    201751172

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s