11. Hafta Hukuk Felsefesi Dersi: Konu ve Okuma Parçaları

Ders 11 Mayıs Pazartesi saat 14:00’te yapılacaktır.

Bu hafta derste adalet teorilerine giriş yapacağız. Bu bağlamda, genel olarak adalet kavramı ve Platon ve Aristo’nun adalet anlayışlarına değineceğiz. Bu bağlamda aşağıdaki makalelerin okunması ve 10 Mayıs Pazar saat 20:00’ye kadar görüş, eleştiri ve değerlendirmelerin gönderilmesi gerekmektedir.

“11. Hafta Hukuk Felsefesi Dersi: Konu ve Okuma Parçaları” için 50 yorum

  1. Aristoteles erdem anlayışını Platon’un anlayışı gibi mutluluğa giden yol olarak açıklıyor. İnsanın mutlu olabilmesini erdemli olmasına bağlıyor.
    Aristo, bütün kavramların bir ortası olduğunu söylüyor. Yani bir kavramın ortası, olumlu uç ve olumsuz uca eşit mesafede kalan yerdir. Burada eleştirilmesi gereken nokta, acaba tüm kavramların orta noktası var mıdır sorusudur. Her kavramın olumlu ve olumsuz ucu mevcut mudur?
    Bir diğer soru ise orta noktanın nasıl ve kimler tarafından belirleneceğidir. Dersimizde de tartıştığımız üzere, bir kavramın uçları kişiden kişiye göre farklılık gösterebiliyor. Bu farklılığı olaylara nasıl uyarlayacağız ve bu yetkiyi kime vereceğiz? Aristo’nun burada getirdiği bazı öneriler vardır. Örneğin ortayı bulmak için en az kötü olanı seçmek gerektiğine ve ölçülülüğe, erdeme değiniyor. Fakat bu önerilerin uygulamaya ne kadar yarar sağlayacağı belirsizdir.

  2. Genel olarak okuma parçalarından da hareketle Adalet – hak- eşitlik bağlamında kişisel görüşlerimdir:
    Adalet taleplerinin yankı bulmadığı bir toplumda eşitsizlik doğrultusunda işlevsel olmayan adalet mekanizmaları ve kurumları vardır. Adalet içinde, toplum içinde var olan fonksiyondan daha çok olması istenen hatta olması gereken adalet dile getirilir. Burada doğal hukuk teorisyenlerinin görüşü desteklendiğini söyleyebiliriz. Dünya geneline baktığımızda adaletsizliğin var olduğu ama hep bir adalet olgusunun var olması özlemle istenir ve hedeflenir. Bu sebeple hukuktan ve hukuku uygulayanlardan adaleti gerçekleştirmesini umut etmekteyiz. Tabi üzerinde durulması gereken hukukun adaleti sağlayabilmekte salt yeterli midir? Tek başına hukuk ve hukuk kuralları adaleti sağlamaya elverişli midir? Bunun cevabının olumlu olduğunu sanmıyorum. Ancak hukuk kurallarının liyakat sahibi ve tarafsız olarak atanmış olan uygulayıcılar tarafından uygulanıyor olması durumu değiştirebilmektedir. İki farklı hukuk fakültesinden mezun olmuş olan iki farklı hakim düşünelim. Bu hakimlerden birinin mezun olduğu hukuk fakültesinin türlü türlü yolsuzlukları olduğu, eğitim kalitesinin çok düşük olduğu, hukuk eğitimini adeta bir ticarete dönüştürdüğü bu bağlamda yeri geldiğinde ücreti karşılığında hiç sınavsız veya formaliteden sınav yaparak hukukçu yetiştirdiğini diğer hakimin mezun olduğu hukuk fakültesinin ise ülke çapında eğitim kalitesinin nam yaptığı ve bu konuda uluslararası başarı belgelerinin olduğu, öğretim üyelerinin de yine işini layıkıyla yaptığı ve hukukçu yetiştirmekte aşırı emek sarfettiklerini varsayalım. Bu doğrultuda birinci hakimin hukuku uygularken hakkaniyet ve eşitlik doğrultusunda vazifesini icra edip etmediğini sorgularsak ikinci hakime göre elbette apaçık farklar ortaya çıkacaktır. Bu yüzden hukukun eşitliği sağlamasında baş etken hukukun uygulayıcıları ve hukukçuların yetiştirilmesidir. Hukuk uygulayıcıları ne kadar liyakat ilkesine bağlı olarak yetiştirilip seçilirse hukukta adalet o kadar sağlanabilir düşüncesindeyim. Elbette bunda hukuk kurallarının düzenlenmesinde siyasi iktidarın da etkisi yadsınamaz. Bu açıdan düzenlenen hukuk kuralları eşitliğe hizmet etmediğinde toplumda zayıflar ve güçlüler arasında eşitsizlikler yaşanır ve toplumda kaos ortaya çıkmaya başlar. Hukuk kuralları düzenlenirken güçlü-zayıf ayrımı gözetilmeden, tüm toplumu kapsayabilecek ve en önemlisi toplumda herkesin adaleti arayabilmesinin yolu açılmalıdır. Hak aramak bir külfet değil bir hak olmalıdır. Bu bağlamda hak arama kapsamında bireyler bu haklarını ucuz, basit ve hızlı yoldan başvurarak elde edilebilir olmalıdır. Bu şekilde ancak hukuk devleti ilkesi bağlamında hukuk müesseseleri olan mahkemeler eşitlik bağlamında adaleti sağlayabilirler.

    ENES ŞENER
    201951424

  3. Platon devlet için iyi ve doğru olan bir şeyin aynı zamanda adaletli de olduğu düşüncesindedir. Adalet kavramının tanımını “herkesin kendi üzerine düşeni yapması ve kendi payına sahip olmasıdır” olarak yapar. Zıttı ise adaletsizliktir. Platon burada insan ruhuna gönderme de yapmıştır. Bunun nedeni insan ruhunun sahip olduğu ölçülülük ile toplumdaki adaletlilik arasında bir bağ kurmuştur. İnsan için adalet kavramı da bizim için önem taşır. O da akıl, erdem ve bilgelikle insanın yaptığı davranışlardır. Bireylerin tek tek adil olmaları iyi bir devlet kavramı için daha önemlidir. Adil bireylerden oluşan devlet kendiliğinden adildir. Platonun adalet anlayışı günümüzde neredeyse yok denecek kadar az olan sınıfsal devlet kavramıyla iç içedir. Her sınıf kendine düşeni yerine getirip hakkından daha çoğunu istemezse adalet sağlanmış olacaktır. Makalede yapılan eleştirilere katılıyorum ve Platon’un devleti aşırı yüceleştirdiğini ve bireyi onun içinde eritmiş olduğunu düşünüyorum. Aristoteles’e göre ise genel adalet, meşru anlamda yasalara uygun ve politik düzene saygı gösteren bir adalet olmak durumundadır. Aristoteles, yasalarla güvence altına alınmış ve polisin düzenini sağlayan bir ilke olarak genel adalet kavramıyla, bu yasalara uymamaktan kaynaklanan ve mülkiyetin eşit dağılmamasından da ortaya çıkacak olan özel adaletsizlik kavramı arasında bir ayrım yapar. Aristoteles’in paylaştırıcı adaleti ise bana en çok uyandır. Bireyin toplumdaki vasfına göre yani topluma yaptığı katkıya göre eşyanın paylaşımıdır. Bana göre bu muazzam bir yöntemdir. Aksi halde eşitsizlik ve sınıf ayrımı doğacaktır.

  4. Uzun zaman oldu yazmayalı, öncelikle nasılsınız gençler hayat nasıl gidiyor? Bu soru çok anlamsız oldu bu güzel bahar havasında sanki dışarı çıkıp arkadaş grubunuzla gezip tozacakmışsınız gibi (bir şarkıda da değinildiği üzere, geçip gidiyor bahar) … Vallahi ben de çok özledim o günleri ama yapacak bir şey yok. Elbette bu günler de geçecek. Ama kaybettiğimiz veya bizden çalınan zamanın telafisini kim geri getirecek. Zaman öyle dur deyince durmayan bir kavram. Onu durdurmak imkânsız, umarım bu süreç bizler açısından iyi bir ders çıkarmamızı sağlamıştır. Öyle saçma sapan kişiler veya şeylerle uğraşacağımıza kendimize yönelip kendimizi geliştirme fırsatları veya hayattaki her bir saniyemizin değerli olduğunu anlamamızı sağlamıştır. Bir de yakınımızdaki kişilerin ne kadar kıymetli olduğunu, onlar uzakta da olabilirler hatta uzun zamandır haber bile almamış olabiliriz lakin kalplerimizde hissederiz yaa işte öyle bir şey… Zamanı keşke geri döndürebilsek, bir soru soralım hadi; zamanda yolculuk hakkınız olsa ve tek bir ana gitmek isteseydiniz bu hangi an olurdu ve neleri değiştirmek isterdiniz? Bu soru çok hayalci oldu, biliyorum, mademki şimdilik bu olasılığa sahip değiliz geleceğimizin kıymetini bilelim ve ders çıkarıp önümüze bakalım. Özgürlük güzel bir şeymiş. Kafana göre dışarı çıkıp gezmek, canın sıkıldığında evden çıkıp kahve alabilmek, yürüyüş yapabilmek, sıkıldığında arkadaşlarla buluşmak vs. (özellikle okulda hadi dersin bitti mi bittiyse bir çay içelim, neredesin göremedim seni…) Önceden idam cezasına karşı değildim ta ki 7.Koğuştaki Mucize filmini izleyene kadar o filmde bir şeyler ( bu baba kızın ayrılış süreci de olabilir, birbirlerine ne kadar sıkı bir bağla bağlandıkları da olabilir, bir de oradaki adaletsiz bir durum da olabilir) içime dokundu idam böyle bir şey miydi? Böyle olamamalıydı, gerçekten suçlu olana bu ceza uygulanmalıydı bu filmde hem suçsuz birine uygulanacaktı hem de intikam(suçsuz birine karşı) amacı güdüyordu. Hâkim hiçbir suretle bağımsız değildi, bu cezanın verilmemesi gerektiğiniz zira failin kusur yeteneğinin olmadığını ve suçu işlememiş olduğunu açıkça biliyordu. Niye verdi, ölen çocuk sıkıyönetim komutanının kızı diye mi? Alın size adalet. Hukuk kurallarının bile kural uygulanamaz dediği yerde nasıl oluyor da böyle ceza verilebiliyordu? Adalet gerçekten Devlet kitabında konuşturulan bir karakterin dediği gibi güçlünün işine gelen miydi? Güçlü insanlar mı adalete yön verirler hep? Bu kısma geri döneceğim asıl yazmam gereken saptı eh işte idam cezasına karşıydım artık, bu ceza yukarıdaki film gibi kötü durumlara sebebiyet verebilir ayrıca bir suç işlemiş kişi kendi vicdanıyla baş başa kalmalı; idam cezası kolaya kaçmak olur. Faili ödüllendirmemiz manasına da gelebilir kanımca. İçinde bulunduğumuz şu günlerde hiçbir suç işlememiş olmamıza rağmen özgürlüğümüz kısıtlandı sokaklarda gezerken bile rahat değiliz. Evde olduğumuz bu süreç zarfında da bunaldık, bana şunu öğretti bu süreç, hakikaten insanın özgürlüğünün elinden alınması o insana verilecek en büyük cezaymış. Bunu resmen uygulamalı öğretti bana zaman. Çok söylenen klasik klişe bir laf vardır: Zaman her şeyin ilacıdır. Tamamen mantık hatası bu söz, zamanla hiçbir şey geçmez aksine zaman, sen ders çıkar aynı hatayı yapma diye sana yalvarır akışına bırak diye değil. Ya da kırdığın bir şeyler var ise onları toparlamak için çabala diye… Bir felsefe sitesinde (dym felsefe) zamanın ilaç olmayacağı aksine bekleyen her şeyin zamanla kuruyup öleceğini okumuştum. Nasıl olurdu bu hani ilaçtı? Döndüm kendi iç sesime ilaç oldu mu? Hayır, olamamıştı. Tersine daha da açtı o yarayı.

    Geçip giden zaman gibidir adalet. Bir kez adil olamadık mı bir daha ağzınla kuş tutsan veya ölüyü diriltsen de faydasız. Her adil olamadığımızda o iç sesimiz bizim peşimizi bırakmayacak ve o yara daha da çok açılacak, kapanmayacak. Adalet nedir peki? İnanın ben de bilmiyorum, her bir kişi kendi kafasına göre tanımlamış. Oku oku bitmedi yazılar sonuç eşittir sıfır. Dön dolaş aynı yer Einstein’ın sorduğu soru gibi zaman nedir? Bizim açımızdan ise adalet nedir? Hani esnek hukuki pozitivistlerde olan Hart( hoşlanmışsın doğal hukuktan ama cesaret edememişsin onunla birlikte olmaya ve o gidince hep bir eksiklik çekip tanıma kuralını oluşturmuşsun, hala etkileri içinde hissediliyor Hart) hukukun ne olduğunu bilemeyebiliriz ama hukukun ne olmadığını bilebiliriz demişti. İşte adalette böyle bir şey adaleti tanımlayamayabiliriz ama neyin adil olmadığını bilebiliriz. Filozoflar kendi kafalarına göre bir tanım yapmışlar, ama benim içim almadı bu tanımları. Ne karmaşık bir kelimesin sen adalet tıpkı sevgi gibi elle tutulamıyorsun ama hissedebiliyorsun. Gelelim şimdi yazacağımız hususlara: İyi olan her şey adil midir? İyi, adaletin ölçüsü olabilir mi? Bir cevabım var kendimce, şimdi ülkemizde yakın bir zamanda ücretsiz maske dağıtımı( daha doğrusu dağıtamamayı) işine kalkıştılar. Bunu aslında sosyal devlet ilkesi gereği vatandaşlar para vermesin, ayrıca fahiş maske fiyatları uygulamasının önüne geçmek adına da maske satımını yasakladılar. Bu uygulama işe yarasaydı iyi bir uygulama olacaktı ne yazık ki ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Haklarını yiyemem iyi bir şey yapmaya kalkıştılar ama olmadı. Şimdi bu iyi şey adil midir soruna gelecek olursak; maske satışını yasakladılar lakin çok erken yasaklamışlardı. 81 ilin tamamına maskeler daha ulaşmamıştı ve nüfusa oranla yetersizdi. Bir gün gidiyorsunuz maske kalmamış ama nasıl olur yahu mesaj gelmiş işte, sen nasıl olur da maskeyi vermezsin? Dahası maskesiz dolaşma diyorsunuz, marketlere maskesiz almıyorsunuz bir de maske vermiyorsunuz(veremiyorsunuz). İyi olan bir şeydi bu ama hiç adil olmadı. Şimdi bu problemi çözmek için maske alım-satımlarını serbest bıraktılar ve maskeler için fiyat baremi belirlediler. Tam o sırada birisi dedi ki (aile üyelerinden) bu bile hatalı bir uygulama adil değil. Biz kendimize sosyal devlet diyorsak bu maskelerin her marketin önünde hijyenlenmiş bir halde tabii ki de parasız dağıtımı olmalı ve devlet gelir seviyesine göre bedava maske vermeli. Aslında demek istediği mevcut bir gelirin var ise maskeyi parayla al. Ama bir gelirin yoksa ya da sana o gelir zar zor yetiyorsa o zaman devlet bu maskeleri o insanlara bedava dağıtmalı. Hanımefendinin söylediği şey Aristo’nun dağıtıcı adalet anlayışına giriyordu aslında bilmeden felsefe yapmıştı. Aynı durumda olmayanlar için ayrımcılık öngörüyordu. Bunda da haklıydı. Son yaşananlardan sonra ülkenin hasta ekonomisi âdete yoğun bakıma girdi ve durumu daha da kötüleşti; bundan da doğal olarak vatandaşlar etkilendi. Artık işverenler kimi çıkarsam diye düşünür hale geldi, genelgeyle kapatılan iş yerleri nasıl geçineceği dertlerine düştüler. Bir de üstüne maske parası mı versinler? Meseleyi şu yönden de ele alabiliriz: Bu iş yerlerinin kapanması sağlık açısından gerekli ve iyi bir uygulamaydı lakin kapatıldığında yöneticiler bu insanlar nasıl geçinir diye düşünmediler. Üstelik kredi çeksin dendi. Bu da adil bir uygulama mı olmuş; soruyorum Bay Platon? İyi olan her şey öyle doğrudan adaleti sağlamıyormuş demek ki. Bu uygulamayı genelgeyle yaptılar yani kural koydular ve bizlerin de bu kurallara uymasını istediler. Aristo, hani yasalara uymak adaleti sağlayacaktı, adalet yasalara uymak demekti ya hani canım. Her uyulan yasa adaleti sağlıyor mu sorusu aklıma gelmiyor değil. Gerçi buna pozitivistler gülerdi, özellikle katı pozitivistler, ne olacak iş değil saçmala adalet ve yasa bir arada gül gül öl. Onlar yasaların adil olup olmasına bakmıyorlardı sadece norma odaklanıyordu. Sanırım, Aristo senin bu adalet tanımında pozitivistlerin tanımından farksız gibi duruyor şahsi fikrime göre üstad ama alınmaca yok, çocuk gibi küsme ağlarım yoksa… Adalet ve yasa bir arada bulunması geren iki kavramdır, konuya bir örnek verilecekse Bizim İçin Şampiyon filminden bir söz aklıma geldi, bu söz Özdemir Atman’ın Halis Karataş’a yöneltilmiş bir sözüydü. Bir artı bir eşittir bir, sen atın üstündeyken artık Boldi’yle bir bütünsün seyirci iki kişi görür ama aslında teksindir. Fazla çabalama kendiliğinden olur tıpkı aşk gibi demişti. Aslında adalet ve yasalarda bu söz gibi olmalı bizler baktığımızda iki kavram yerine tek bir kavram görmeliyiz bir bütünlük olmalı. Doğal hukukçuların söylediği gibi zorunlu bir bağ olmalı aralarında. Yani adil olan şey yasaya uymaktır, sözü olmamış gibi. Yasa yasa nedir ki gülüm, ben senin için yasayı çiğnemeyi göze aldım demeliyiz bazı zamanlar(olağanüstü durumlar da olabilir mesela). Örneğin, Nazi dönemi yasaları, Aristo sana göre bu yasalara uymak adaleti mi sağlayacak? Sen, kendi hayal dünyanda geziyorsundur belki de, senin tanımladığın devlet tipi gibi olmamış pek bu dönem. Kurgusal bir örnekten gidelim (merak etmeyin karakter uydurmayacağım) 1984 romanındaki kurallara uymak adaleti mi sağlıyor? Bu tipteki kurallara uymak, zannımca bizleri sistem içinde birer piyon yapıyor. Aristo bu sözlerinle bireyleri devletin egemenliğinin tam altına sokuyorsun. Platon gibi bireysel adaletten ziyade devleti düşünmeliyiz, cümlesine kayıyor seninki de. Devleti tabii ki de düşüneceğiz fakat bireyden ayrı olmamalı bu düşünce. Bir artı bir eşittir bir gibi olmalıyız yine, Özdemir Atman zamanında ne güzel söz söylemiş, neredeyse her şeyi içine alabilir bu söz. Bireysel adaletin sağlanması demek devlet açısından da adaletin sağlanması demek veya tam tersi, devlet açısından adaletin sağlanması demek bireysel olarak da adaletin sağlanması demek olabilir. Birbirinden ayrı değil bu iki kavram.
    En baştaki paragrafa geri dönecek olursam, adalet güçlünün işine gelendir, sözünü biraz açalım. Bir bakıma öyle de sayılmaz mı? Veya öyle olmalı mı? Şunu da göz ardı etmeyelim; peki neden, hangi sebepler yüzünden tanımlayan kişi adaleti böyle tanımlamış? Ne olmuşta adalet güçlünün işine gelen olmuş. Niye bu duruma karşı gelmemiş onlar? Bu duruma yine kendi elleriyle müsaade etmişler. Sonuç ortada işte, hem sen kendi hakkını arama veya arama konusunda cesaretsiz davran, hiçbir adım atma, yok bir şey olur bahanelerinin arkasına saklan sonra gel adalet güçlünün işine gelendir sözünü söyle böyle safsata görmedim. Adalet ve sevgi özdeştir, her ikisi içinde çaba sarf etmek gerekir. Uğraşmanız gerekir. Örneğin, Just Mercy filmindeki avukat gibi. Sen uğraşma kal öyle sonra adalet güçlünün işine gelen diye çık işin içinden. Antik Yunan filozofları da bir âlem doğrusu. Adaletin sağlanması için çaba sarf edilmelidir, adil olmayan bir durum ile karşılaşıldığında küsüp oturulmamalıdır. Oturacaksan da senin bu sözü söyleme hakkın yoktur, hem korkakça davran hem de eleştir yok öyle şey. 7. Koğuştaki Mucize filmine geri dönecek olursak neyin adil ve neyin adil olmadığını çok güzel anlatan bir Türk filmi olmuş. İnsanın izlerken duygulanmaması mümkün değil. Sıkıyönetim komutanının kızı kayalıklara çarparak denize düşer ve çoban da onu kurtarmaya atlar. Denizden çıktıklarında kız ölmüştür bunun üzerine komutan çobanı suçlar ve suç onun üzerine kalır. Hiçbir suçu olmamasına rağmen, yalnız ince bir detay vardır o da şudur; çobanın akıl sağlığı yerinde değildir, ayırt etme gücünden yoksundur. Bu da ceza ehliyetinin olmayacağı yani kusurluluk atfedilemez anlamına gelir. Ama zaten suçun unsurları da mevcut değildir ki bu aşamaya geçilsin ortada suç yoktur. Bu husus 2 hususta yargılama sırasında dikkate alınmaz zira ölen kız sıkıyönetim komutanının kızıdır. Adam sırf idam cezasına çarptırılması için elinden gelen her şeyi yaptı. Bu kuralı uygulayan hâkim ne yaptı peki, hiçbir şey… Korku nasıl da insanı esir alıyormuş (sosyal medyada gezerken yine ilginç bir söze rastladım, felsefe ölmeyi öğrenmektir, ölümle barışık olmaktır ve ondan korkmamak ancak bu şekilde insan cesur olup özgürce hareket edebilir …). Bu filmdeki hâkimin görevini doğru ifa edip adaleti sağlaması gerekirken korkusu daha ağır basıp hem hukuka aykırı hem de adil olmayan bir karar verdi. Filmi uzun uzadıya anlatmayacağım bizi ilgilendiren kısım şu bu kararın adil olmadığını bilen kişiler o adamın kurtarmak için elinden geleni yaptılar ve kurtuldu da. Böylece adalet sağlanmış oldu. Hala korkmayan cesur ve adil olan insanlar var. Şu soruyu sorarsak anlamlı olur bence, adil olmak bazı zamanlar için cesur olmayı da gerektiriyor mu? (Birkaç film örneği verelim: Official Secrets, Red Joan… Konuya ilişkin daha çok adaletin sağlanması için cesurca davranan insanların biyografileri vardır. )

    Şimdi biraz işin komedisini yapalım, Platon her şeyi idealar dünyasının birer yansıması deyip işin içinden çıkmış. Anlatın bana bu idealar dünyası denen tabir tam olarak neye tekabül ediyor, ben gerçekten idealar dünyasında mı yaşıyorum? Adalet elle tutulan bir kavram değil idealar dünyasının bir yansıması mı? Adalet hiç var mıydı yoksa sanal bir kurgu mu? Platon, devlete aşırı mı bağlısın? Aristo da sanıyorsam yasalara ve düzene bağlı gerçi onun hocasısın nasıl olur da etkilenmez senden; bu yasalar Platon, senin hocanı idama götüren yasalardı. Hala nasıl devleti bu kadar övebildin hayret ettim doğrusu. Hem hocanı idam etsinler hem de devlet devlet diye tuttur. Aklım biraz karıştı. O kadar filozofları övmüşsün ki okuyunca gülme krizine tutuldum, bu kadar övme bence yaptıklarınızın çoğu boş, konuşmaya gelince ağzınızdan laf eksik olmaz icraata gelince bu bizim görevimiz değil dersiniz 🙂 . Laf ile peynir gemisi yürümez derler bizim bu yüzyılda belki sizin de yüzyılda da söylenmiştir bu söz, biraz kulak vermekte fayda var. Adil olmayanı bilebiliriz ama adil olanı tanımlamakta güçlük çekeriz diye yazmıştım yukarıda, aklıma bir husus takıldı sınavda dördüncü gruptum. Birden karşımda anayasa hocasını görünce alla alla dedim sınav yerine anayasa dersine mi giriyorum, kaç sene alttan alınca bir psikolojim bozulmuş, gözlerimi ovalayıp durdum lakin cidden anayasa hocası, aklıma anayasaya ilgisi olan birisi geldi( bir insan nasıl bu dersi sevebilirse artık). Kim bilir kaç aydan beri anayasa dersine girmiyor ve bilseydi adım gibi eminim ki o grupta sınava girerdi. Sonuç onun için önemsizdi yaptırımı bile göze alırdı biliyorum. Bu hiç adil olmadı hem de hiç hayat, uzun zamandır görmediğimiz hocalar var ve değer verdiklerimiz var, iki aydan beri görmediğimiz lakin hep andığımız hocalar… Tutunamayanlar romanında… bir de hayatın koordinatları meselesi beni çok yoruyor… diye bir cümle vardı. Çok beğenip yazmıştım. Keşke o koordinatları programa yanlış girseymiş beşinci grup yerine dördüncü grubunkini girseymiş. Bu onun için hiç adil olmadı, ama bilseydi yapardı hiç tereddütsüz yapardı. Zaten felsefe sınavından daha önemli şeyler vardı onun için, o sınavların değersizliğini ve o soruları yanıtlamanın asla bilgi kapasitesinin ölçmeyeceğini lise son sınıfta tanıdığı bir arkadaşından çok iyi öğrenmişti. Ondan çok şey öğrendi ve hala öğreniyor.

    A. Deniz Özay’ı yazarken çok keyif aldım içimdeki potansiyeli ortaya çıkardı ama bunu o çocuktan bağımsız yapmadım. Hayatın koordinatlarını keşke bu kadar doğru uygulamasaydım lise ikinci sınıf, birinci dönem karnesinde edebiyat hocam, Abraham Lincoln ’ün hata yapmaktan korkma sözünü yazmıştı karneme keşke bu söze uyabilseydim, bazen hatalar yaparak adil oluruz. Adil olmak için hata yapmamız gerekir. Doğru ve iyi şeyler hatalar sonucu ortaya çıkabilir. Benim içinde lise son öyleydi. Zamanı geri alabilsem lise sondaki bir ana dönmek isterdim sadece tek bir ana. O yıldan sonra ben hayatta çabalamadan pes etmemeyi daha iyi öğrendim. Ölüm haricinde her şeyin bir çaresi vardı, bizler sadece kaçıyorduk bu çarelerden. Çok çalışmak ve başarı insana zerre kadar mutluluk getirmiyor, hayat bu şekilde yürümüyor. Bunlar bir şeylerden kaçma çabası hep ve ne kadar kaçarsan kaç elinde sonunda gerçekler yakana yapışıyor tıpkı adalet gibi, geç de olsa geliyor. Hani derler ya geç gelen adalet, adalet değildir. Geç gelen zaman da doğru an değildir o zaman. Benim için hep özel idi ve hala öyle, Makas Eller filminde Edward karakteri için o hep özel kalacak diyordu Kim’in annesi, izledikçe hala duygulanıyorum bu filmin anısı var. O da benim için öyle iyi ki onu tanımışım (beyefendinin kendileri dördüncü yılında ve hala anayasa dersi alttan, bunu yazınca sinirlenip azarlamasaydım iyiydi, yine aynı odun demiştir içinden). Hans Kelsen’in temel normunun içeriği Radbruch’um o benim. Nihan Saraç. Yazarken cidden eğlendim, güldüm ama bu yazılar hiç benlik değildi sadece anıları ve ondan öğrendiklerimi hatırlamam yetiyordu (hala öğreniyorum ve cidden ülkenin böyle insanlara ve öğrenci profiline ihtiyacı var, bir de cesur ama bu cesurluk akılla birleşmiş). Hani derste mahlas kullanmamı fikirlerimi daha iyi ifade edeceğim yönünde söylemiştiniz, işte orada hatalıydınız ben zaten sonuç ne olursa olsun kendi düşündüklerimi söylemekten hiç çekinmem pat diye söylerim. Kabul eden arkadaşlar beni böyle kabul eder etmeyenlerle ise yollarımız ayrılır ama hatalıysam daima özür dilerim veya karşımdakine hak vermişsem o düşüncemde diretmem. Söyleyiş tarzım biraz kaba olabiliyor bu konuda haklılar ama tanıyan insanlar içimi biliyorlar. Kısaca A. Deniz Özay keyifli bir karakter oldu Nihan için ve bazı zamanlar bu adla yazmaya devam edeceğim, uzun zaman olmuştu bu adla yazmayalı, bir an gelip gidiyor. Şairin şiirini yazarken gelen ilham gibi bir şey bu karakter ve asla o çocuktan bağımsız değil (edebiyat gibi…). Adı gibi, benim için çok nadir ve özel, umarım yollarımız yine aynı sıralarda birleşir ( LP’den bir istek parça geliyor All I Have, yok yok içtihadımı değiştirdim İstanbul Sokakları şarkısı daha iyi gider 🙂 ). Hocam umarım okuyunca çok fazla gülmezsiniz, adalet konusunu hiç böyle saçma sapan anlatan bir öğrenci ile karşılaşmamışsınızdır. Herhalde bir ilk olacağım 🙂 . İtiraf edin, adalet de böyle bir şey değil mi, tıpkı, ne olduğu belirsiz yazım gibi. Post modern edebiyat mı yaptım acaba…

    1. 1+1=1’in felsefesi epey derindir. Sinema tarihi buna bir dolu göndermeyle doludur. Nazım Hikmet’in bir şiir kitabının adıdır. Sonuçları bakımından üzerinde iyi düşünmek gerekir.

  5. …….
    ……
    -Peki sırtını ideolojiye dayamış bir hukuk mu istiyorsun yoksa felsefeyle beslenen bir hukuk mu?
    -Adalet istiyorum.
    -Nedir adalet?
    -Bunu ifade edemem…Tanım yapıp da sınırladığım bir adaleti ben de istemiyorum…
    ……
    -Böyle demiştin, hatırlarsan…
    -Dünden daha taze.
    – Adaletle ilgili konuşmaya devam edelim o zaman.Belki birkaç soru sorarak bir tanıma ulaşabiliriz.
    – Sanmam…Ancak güzel soruların güzel cevapları buldurduğuna çok defa şahit oldum.
    -Başlıyorum o halde. Hukukun olmadığı yerde adalet mümkün müdür?
    – Çoğu zaman hayır.Ancak bazen hukuk, hukuksuzluğun ta kendisi olabiliyor. Eğer böyle olmamışsa hukukun olduğu yerde adalet, hukuksuzluğun olduğu yerde adaletsizlik olur haliyle.
    -O zaman adalet hukukun üstünde, ondan daha geniş bir kavram.
    – Sadece ondan mı?Daha pek çok kavramdan…Belki de yaşamımızın hepsini içine alan bir kavram adalet.
    -Peki ya devlet?
    -Adalet devletin sadece üstünde bir kavram değil aynı zamanda onun temelinde de olan bir kavram.Düşünebiliyor musun?Bir kavram bir kavramın önce şartı oluyor ve dahi sonra onu da içine alan ondan geniş bir kavrama dönüşüyor.
    -Bu nasıl mümkün olabilir ki?
    -Devleti var eden insan değil mi?
    -Evet.
    -Eğer insanlar birey olarak adil olurlarsa onların var ettiği devlet de adil olacaktır. Ardından devlet bu adil sıfatını korudukça da adil bireyler yetişecektir.
    -Böyle söyleyince kulağa güzel geliyor ama biraz da politik gibi.Sahi, politik demişken “Yalansız politika olmaz.” diye bir söylem var.Katılıyor musun?Politika etikten ya da adaletten ayrı düşünülebilir mi?
    -Katılmıyorum.Elbette doğruların söylendiği bir politika var olabilir.Şüphesiz bu;
    etik, adalet ve politika kavramlarının arasındaki sıkı bağla gerçekleşebilir. Ama kendini yalana inandırmışlara bunu benimsetebilir misin?Orası muamma. Yani adalet söylemde kalmamalı.O, hayatın pratiğinde bizzat uygulanmalı. Yoksa politikaya bir malzeme olarak kalır.
    -Yani adil olmadan da adil görünebilir mi insanlar ya da politikacılar veya yöneticiler, diyeyim.
    -Hem de nasıl! Ancak yönetilenlerin de bunda payı var. Bir yöneticinin yaptıklarına değil söylemlerine bakarak onun adil olduğuna koşulsuz inananlar o yöneticinin her yaptığının adil olduğunu düşünürler. Adaletsizliğin ayak seslerini duyamazlar. Sonra bunun cezasını hem kendileri hem başkaları çekerler.
    – Konu ceza, cezalandırmaya gelmişken şunu da sorayım o zaman: “Adaletin cezalandırması nasıl olmalıdır ya da adil bir cezalandırma nasıl olmalıdır?”
    – Adalet, yok ederek değil var ederek ve var ettiklerine de böylelikle kendi varlığını kabullendirerek cezalandırmalı. Ihmm…Aslında bunu yapınca cezalandırmış da olmaz ama… İyileştirerek, düzelterek cezalandırmalı da denilebilir.
    -Aslında adalet ve onunla ilişkili pek çok kavramdan konuştuk.Daha da konuşurduk ama ne yazık ki…Ben yine de şansımı deneyip bir adalet tanımlaması yapmanı istesem şimdi…
    -Tanımlama yapmayayım ama bir benzetme yapabilirim. Adalet gök gibi bir şey…Her şeyin üstünde, her şeyi kapsayan… Gök aydınlanınca yani güneş gelince yeryüzü de aydınlık ama gök kararınca yeryüzü de karanlık. Bazen de güneş oradayken bulutlar olabilir, aydınlığı azaltabilir ya da göğün ileride bir yerde, dağların uçlarında, bitebilir ama sen bilirsin ki gök oradadır.Bulutların üstünde, dağların da ardında…Gök hep vardı hep var olacak…
    Ama sen başını kaldırıp bakmıyorsan bunda göğün ne suçu var?

    1. Godot’yu Beklerken, Samuel Beckett’in metaforlarla dolu tiyatro eseridir. Bekleriz hiç gelmeyecek Godot’yu, Godot’nun yerine koy bütün beklediklerini, adalet dahil. Sizin yazdığınızda da bir hikayenin girişine başlanmış durumda, devamını bekleriz.

  6. Hukukun adaletin önünde bir engel teşkil ettiği görüşüne katılmıyorum. Hukuk, insan ürünü bir kavram olduğu için tabii ki mutlak bir adalet sağlamayacaktır. Ama adil yasalarla ve deneyimli, bilgili ve adalet duygusuna sahip uygulayıcılarla adalet sağlanabilir. Bu bakımdan hukukun asla adaleti sağlamayacağını ileri sürmek kanaatimce yanlıştır. Hukukun adaleti sağlayamayacağı kabullenilirse, hukuka adaleti sağlaması için güvenilmezse adaletsizlikler daha da artacak ve insanların içindeki adalet erdemine olan inançlarının tamamıyla bitmesi sonucuna ulaşılacaktır. Hukuk sistemi dışında bu kadar adaleti sağlayan bir sistem de yoktur. Tabi hukuk sisteminde yasalar ve uygulayıcıların olabildiğince adaletli olması gerekir. Türk hukuk sisteminde kanunların adaleti sağlayabileceğini düşünüyorum. Adaletsiz olmadığını düşünüyorum.
    O halde hukuk her toplumda güçlünün hukukudur ya da hukuk bir adalet bilimi olarak kesin ve objektif olmaya taliptir, dolayısıyla adaleti genelleştirir veya da linguistik bir inşa olarak adalet belirsizdir söylemlerinin adaletin önünde engel olduğunu söylemek çok da doğru olmayacaktır. Nitekim örneğin yasaya kanunu koyanlar da uyacaktır ya da hukuk dekonstrüksiyona uğratılarak adalet sağlanabilecektir.
    Ayrıca Aristo gibi erdemin uygulanarak öğrenebilineceğini düşünüyorum. Bu bakımdan adalet adil davranışlarda bulunarak öğrenilecek bir erdemdir. Yani dünya adaletsizdir ve adalet sağlanamaz, denemez. Yasalar adil olarak düzenlendiğinde ve uygulandığı adalet o toplumda olacaktır. Bu bakımdan devlete büyük bir görev düşmektedir. Hakim ise Aristo’nun söylediği gibi canlı adalet olarak nitelenir ve bu bağlamda hakim adaleti sağlayandır.
    Bence adalet, diğer erdemlerle birlikte var olur. Bilgelik, cesaretlilik, ölçülülük gibi. Platon’a göre adalet, en iyi şeyle en kötü şeyin ortasındadır. Bu adalet tanımının adaleti sınırladığını ve adaleti bir formül olarak ortaya koyduğunu düşünüyorum. Kanaatimce, adalet böyle bir formül değildir. Formüle edilen daha çok yasalardır. Adalet değişebilir, duruma göre de evrilebilir. Formüle bir adalet söz konusu olmamalıdır.
    Son olarak Platon’a göre mutluluk, kişinin adaletli olmasıyla ilgiliydi. Adaletsiz olansa cezasını çekerse mutsuzluğu azalır ve adil olan insan mutlu ve güçlüdür, demişti. Platon’un bu konuda çok iyiniyetli olduğunu düşünüyorum. İnsanlar eğer adaletli davranarak mutluluğu elde etseydi bu kadar adaletsizce davranmazdı diye düşünüyorum.
    Zeynep KÖSE

  7. Platon filozofların kral, kralların filozof olduğu katı sınıfsal bir toplum yapısının var olduğu devletin adaleti sağlayacağını düşünmektedir. Mutluluğun adalette adaletin ise filozof kralın var olduğu devlette görmektedir. Filozof kral erdemlerin en büyüğü olan adalet kavramını en iyi bilen ve bunu yaşama geçirecek olan kişidir. İnsanların en iyisi ve adaletlisi dahi ancak filozof olabilecektir. Platonun bu varsayımlarını okurken aklıma Sophokles’in Antigone adlı eserindeki kral Kreon ile kâhin Teiresias arasındaki şu diyalog geldi.

    T- Yazık kimse de sağduyu kalmamış
    K- Ne diyorsun? Boş boş konuşma öyle!
    T- Diyordum ki, sağduyu bütün nimetlerden üstündür
    K-Kendini bilmezlik de kusurların en büyüğü
    T- İliklerine kadar işlemiş adını andığın bu hastalık
    K- Bir kahine ağır sözler söylemek istemem
    T- Kehanetlerime yanlış derken söylemiyor musun peki?
    K- Kahin milleti para peşinde koşar
    T- Kral milleti de yolsuzluk peşinde

    Platon’un idealindeki devleti yöneten kral gerçekten adalet peşinde mi koşar yoksa kahin Teiresias’ın dediği gibi yolsuzluk peşinde mi? Ben Platon’un sınıflar arası geçişi kabul etmeyen katı sınıfsal bir toplum anlayışındaki adaletten, devletten ziyade Aristoteles’in sınıflar arası kısmen de olsa kabul eden ve aristokrat sınıfın yönetimine bırakılan orta yolu bulan adaletini tercih ediyorum. Ama sözlerimi Platon’un düşüncesine (adaletsizlik tanrısal varlıklar arasında yoktur ve insanlar ona benzemeye çalışmalıdır) yakın olan bir ayet ile sonlandırmak istiyorum.

    Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor. (Nahl süresi 90. Ayet)

  8. Hukuk tarihi ile ilgili araştırmalar farklı hukuk düzenlerinde birbiriyle çatışan ideallerin olduğunu gösterir. Adaletin ne olduğu konusunda değişik görüşlerin varlığının nedeni yalnızca insanların eğilimlerinin farklılığı ve sosyal gruplar arasındaki inanç çatışmaları değildir.Bunun bir nedeni de hukukun kapsadığı amaçların değişik ve çok olmasıdır. Hukukun gerçekleştirmeye yöneldiği amaçlar aynı zamanda adaletin kapsamını belirler.Adalete uygun hukukun toplumun iyiliğini gerçekleştirdiği fikirleri ileri sürülmüştür. Toplumda adaletin gerçekleşmesi isteği insanın akli ve ruhsal yapısına bağlıdır.Platon insanın fenalıktan kaçınarak adalete kavuşabileceğini ve pozitif hukuka uymanın adaletin gerçekleşmesi bakımından zorunlu olduğunu ifade ediyor.İnsanın ancak bu şekilde iç huzura kavuşabileceğini toplumda düzenin korunabileceğini belirtiyor. Platon’a göre adalet insanın iç dünyası ile ilgilidir. Platon Devlet isimli eserinde adalete hukuk sistemi aracılığıyla ulaşılmasını olanaksız görmüştür. Adalet bilgisine mükemmel bir filozof kralın engellenmeden gerçekleştireceği bir yöntemle ulaşabileceğini düşünmüştür. Aristoteles’in hukuk düşüncesinin en önemli katkısı dağıtıcı ve denkleştirici adalet kavramlarını birbirinden ayırmasıdır. Dağıtıcı adalet şeref ve malların paylaştırılmasında herkesin toplum içindeki durumuna göre kendine düşeni almasını emreder. Eşit durumda olan insanların eşit şeylere malik olacakları öngörülmüştür. Dağıtıcı adaletin asıl amacı kişi ile toplum arasındaki ilişkileri düzenlemektir. Denkleştirici adalet ise bir hukuki ilişkide taraf olanların eşit muamele görmesini gerektirir. Hukukun uygulanmasıyla ilgili ilkeleri kapsamına almaktadır. Ancak denkleştirici adaletin temelde dağıtıcı adalete tabi olduğu söz konusudur. Aristoteles’in dağıtıcı adalet anlayışı iki insan eşit durumda bulunduğu zaman onlara eşit haklar verilmesini öngörmektedir. Adalet sadece bireyin kendi gelişimi değil diğer insanlarla ilişkisinde de ortaya çıkan bir erdemdir.

  9. ERTELENMİŞ ADALET
    Söz konusu makaleyi okuduğumda içerikten, iç hukuka ve adalete bir serzeniş, bir yakarış sezimledim. Var olan durumda yaşadığımız problemlerin yazıya dökülmüş hali gibiydi. Makalenin içeriğinde katıldığım yerler de oldu, aksini düşündüğüm yerler de.
    İnsan herhangi bir durumu kendi başına gelmedikçe anlayamıyor ve aslında üzücü bir şekilde bazen umursamıyor bile. Başkası adına adaleti aramak deyim yerindeyse her baba yiğidin harcı olmuyor. Ancak ne zaman başına gelirse o zaman aynı feveranla yakarmaya başlıyor insan.
    Bu anlamda insan yaşadığı adaletsizlikler üzerine adalet arayışına girişiyor. Gerçekten de çoğunlukla bir hukuksuzluk, bir adaletsizlik gördüğümüzde bunu gidermek için mücadele etmeyi hep ikinci plana atıyoruz, başımıza geldiğindeyse sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Belki de bir döngü durumu yaşıyoruz..
    Düzgün işleyen bir sistem varsa ve bir yerde mahkemelere ihtiyaç duyulmuyorsa orada bir adalet arayışına gidilmesine de gerek kalmayacaktır artık.
    Birçok ülkede kendisi veya yakını için adalet aramak zorunda kalan, sesini duyurmaya çalışan insanlar hep güçsüzler olmuştur. Bu aslında fazlasıyla aşina olduğumuz bir durum. Gücü yerinde olanların bu anlamda çabaladıklarına rastladığımız çok nadir olmuştur. Sosyal medyada dolanan bir sözle bunu özetleyecek olursak “zengine hayırlı olsun, fukaraya nerden buldun derler”.
    Adalet kavramının teke indirilmesi durumunu doğru bulmuyorum. Bence adalet her somut olay bakımından farklı şekillerde tecelli edecektir ve bana göre boşluk bırakılmış kanunlarda hakime boşluk doldurma yetkisi tanınması, takdir yetkisi tanınması da bunun kanıtını oluşturur. Makalenin sonunda Liliputların adalet tanrıçasının açık altı tane gözünün, altı farklı perspektifi ifade ettiği de bu düşüncemi destekler niteliktedir. Ancak tabii altıyla da sınırlamamak gerekir.
    ŞEYMA AKGÜMÜŞ
    201751005

  10. Platon’un adalet tasarımını ve buna karşılık sofistlerin adalete ilişkin düşüncelerini okuduğumda o zamandan bu zamana kadar hala aynı şeylerin tartışılmakta olduğunu gördüm. Platon adaleti insanın ruhunda aramıştır ve adaletin en üst erdem olduğunu savunmuştur. Sofistler ise adaletin iktidardan, güçten ve isteğini yaptırabilmekten geçtiğini söylemişlerdir. Bu noktada sofistlerin adalet görüşlerinin çok tehlikeli sonuçlara yol açacağını düşünüyorum. Çünkü adalet statülerin, sınıfsal farklılıkların üstünde bir kavramdır. En tepedekinden en aşağıdakine kadar herkes insan olduğu için iyi doğru yani adaletli davranmalıdır ve kendisine de aynı şekilde adaletli davranılmalıdır. Oysa sofistlere göre ise güçlü olan, adaletsiz olsa da mutludur. Bu durumda “güçsüz” konumda olan mutsuzluğa mı mahkum? Mutluluk güçten mi geçiyor? İşte platon bu noktada adaletli davranmanın iyilik olduğunu ve bunun da mutluluğu getirdiğini savunmuştur ve şöyle demiştir: Haksızlık etmek haksızlığa uğramaktan daha acıdır. Sofistlerin adaletine kalırsak toplumların modern anlamda gelişebileceğini düşünmüyorum.
    Platonu okurken de olması gerekenler dünyasındaymış gibi hissettim. Ancak adalet öyle bir kavram ki iki kişinin yetişme tarzı hayata bakışları bile adalet anlayışlarını değiştirebilir. Özellikle büyük adaletsizliklere uğramış olan insanların adaletli davranmak konusunda tereddütleri oluşabilir. Ama zaten nolursa olsun adaletten şaşmayan insan iyidir. Gerçekten de çok büyük adaletsizliklere uğrasam da misilleme olarak aynı adaletsiz davranışları sergilemem beni iyi bir insan olmaktan uzaklaştırır. İlk başta kendi vicdanıma hesap veremem. Kötü olmak adaletsiz olmak kolay. Oysa adaletli olup mutlu olmak çaba ister.

  11. İlgili makaleler üzerine,

    Hukukun her zaman adil olması gerekir mi? En basit açıklama ile hukukun amacının insanların yaşamındaki iyi ve kötüyü tespit ederek kişilerin mutlu olması için kurallar koymak ve bunu uygulamak fikri olduğu düşünüyorum. Bu iyi ve kötünün tespitini yapacak egemen güç herhangi bir kuralı isteyerek ve bilerek iyi olarak tanımlanasına rağmen kötü veya kötü olarak tanımlamasına rağmen iyi olarak kurallaştırabilir mi, kurallaştırması egemen gücün adil olmadığı sonucunu doğurabilir mi?

    Hakkaniyet, kişinin hak ettikleri veya hak etmesi gerekenler adalet ise kişilerin hak ettikleri veya hak etmesi gereken değerlere ilişkin iyi ve kötünün tespitinin yapıldığı kurallar
    Hukuk her zaman adaleti sağlamak ile görevli olmamakta, hukukun daima görevli olduğu konu düzenin sağlanması düzenin sağlanması için adalet ve hakkaniyet gibi temel kavramların varlığı büyük önem taşımakta ancak hukuk bu kavramları her kuralının için barındırmakta bazen imkanlar bazen kaynaklar gereği imkan bulamamakta düzenin sağlanması için iki kuraldan hangisinin adil olduğuna yönelik seçim yapmak zorunda kalabilir. Bu gibi nedenler dolayısıyla yapılan düzenlemeler hakkaniyete de aykırı sayılmamalıdır. Yapacağı seçimin temel amacı düzeni koruyacak olan adil olarak kabul ettiği diğer kuralların korunması fikrinden hareket ile hukuk kurallarının bazılarının adaletsiz olması o hukuk sisteminin adil olmadığı sonucunu veya adil olamayacağı sonucunu doğurmamalıdır. Esasen herhangi bir adaletin sağlanması için yasalara ihtiyaç vardır. Yasaların olmadığı yerdeki adalet arayışı kişisel iyi ve kötünün tespiti olacaktır dolayısıyla hukukun var oluş amacı olan “iyi ve kötünün tespiti” görevi kişiler tarafından bireysel olarak sağlanıp adil sayılmayacaktır. Hal böyle olunca adaleti tesis etmek ile görevli olanın tabi olunan egemen güç olduğunun gereği kabul edilmelidir.

    Sonuç olarak hukuk kuralları her zaman adil olmak zorunluluğunda olmayabilir. Adaletsiz olarak nitelenen ancak düzeni korumak, adaleti sağlamak ile görevli (dolaylı yoldan olsa bile) olan bu kurallar o hukuk sisteminin adaletsiz olduğu sonucuna ulaştırmamalıdır.

    Saygılarımla…

    Ahmet Berk Yılmaz / 201751195

  12. ADALET KAVRAMI

    Adalet, adaletsizliğin varlığı durumuna karşı hedeflenen, ama bir türlü ulaşılamayan bir ideal iken hukuk bu hedefe ulaşılabileceği savı ile hareket eden bir kurumdur. Adalet bir ideal, adaletsizlik ise realitedir.

    Adaleti tesis etmesini istediğimiz ve beklediğimiz Hukuk acaba buna muktedir mi veya hukuku belirleyen, ortaya koyan kanun koyucular temel hedefi adaleti mi sağlamaktır? Yoksa adaletsizliği minimize mi etmektir?

    Aristo’ya göre genel anlamda adalet, hukuka uygun olan, hukukun öngördüğüdür. Bu durumda, adaletin ne olduğuna karar verecek olan kanun koyucudur. Peki kanun koyucunun yapacağı düzenlemeler toplumsal düzeni meşrulaştırmak, egemenin adalet anlayışının dışına çıkabilecek güce sahip olabilecek midir? Yoksa sadece eşitler arası haksızlığın giderilmesini hedefleyen soyut ve genel kurallar çerçevesinde uygulama alanı mı bulacaktır?

    Aristo’ya göre özel anlamda erdemlerin en yücesi olan adalet, eşitlik düşüncesinden kaynaklanıp diyalektik ilke ve değerlere sahip olabilenlerin erişebilecek ise eşitlik anlamında adalet nedir?

    Akif Saner Ergüleç

  13. Platonda Adalet Tasarımı
    Platonun adalet anlayışında özellikle sofistlerden thrasymakhos a getirdiği eleştiriye katılıyorum.Kanunlara uymak içinde her zaman adaleti barındırmayabilir. Kanunlarda bazen doğru bazen yanlış olabilir. Yöneticiler kendi hırslarına kapılmadan yönettikleri için işlerine gelmeyeni yaptıklarında kanunlar adil olur. Platon’a kendi öznelimde getirebileceğim eleştiri toplumdaki sınıfları kabul etmesi buna bir eleştiri getirmemesi adil bulması olur.yaşadığı toplumsal dönem için bunu eleştirmemiş olmasını normal karşılamakla beraber adalet anlayışında katılmadığım diğer noktada kadın ve erkek rolleri biçmiş olması ve bunlara uygun yaşamında adil olduğunu öne sürmesi olur.Bunların dışında Platona getirebileceğim diğer eleştiri ise adaleti de kendi görüşlerindeki tutarlılık doğrultusunda idealar dünyasında bulunacağı ve bu yüzden insanların tanrısal adalete ulaşmaya çalışması gerektiğidir. Bu idealar alemine inanmayan insanların adalete ulaşamayacağı gibi bir çıkarım oluyor,mefhumu muhalifinden, buna da katılmam mümkün değildir.

    Aristotales’te Adalet ve Erdem Arasındaki İlişki
    Aristotalesin özel ve genel adalet sınıflandırmasında Düzeltici ve Dağıtıcı adalet sınıflandırmalarını pratikte çok faydalı doğru bir saptama olarak görüyorum. Toplumda bir adaletsizlik varsa bunun temellerini düzeltici ve dağıtıcı adalet mekananizmalarının doğru işlememesinde aramak pek ala kabul edilebilirdir. Hem Aristo hem Platon devlet ve bireyi adalet erdeminde birbirinden ayrı görmemiştir.

    Kardelen GÖNEN
    201751075

  14. Adalet sözlük anlamı olarak hak ve hukuku gözetmek hak ve hukuka uygun davranmak anlamına geliyor.Adaletin ne olduğu konusunda geçmişten bugüne çeşitli teoriler ortaya konulmuştur. Bu açıdan Aristoteles’in adalet teorisi üzerinde durmak istiyorum. Aristo adaleti genel ve özel manada adalet olarak ikiye ayırmış. Genel manada adalet hukukun söylediğidir ve hukuku belirleyen de yasa koyucudur demiştir. Adalet her ne kadar hukukun söylediği olsa da yürürlükte olan kuralları çıkaran yasa koyucunun mutlak olarak adil olacağının düşünülemeyeceği kanaatindeyim. Çünkü gücü elinde bulunduranın veya bulunduranların bu gücü kötüye kullanabileceği bu çerçevede kendi menfaatine birtakım düzenlemeler yapabileceğini bence unutmamak gerekir. Özel manada adalet eşitlik düşüncesinden kaynaklanıyor. Bu konuda Aristo dağıtıcı ve denkleştirici adalet olmak üzere ikili bir ayrım yapmış. Dağıtıcı adalet eşit olanlar arasında hakların eşit olarak paylaştırılması anlamına geliyor. Bu anlayışın günümüzdeki ve olması gereken adalet anlayışından oldukça uzak olduğunu düşünüyorum. Çünkü adalet bütün insanlara toplumdaki statülerine, yeteneklerine, sahip olduğu nüfuza bakılmadan eşit olarak uygulanmalı. Aksi halde bu durum gücü elinde bulunduran, nüfuz sahibi olan kişileri diğerlerinin aleyhine kayırmak anlamına gelir ki bu kabul edilemez. Dağıtıcı adalet ise bir ilişkiye taraf olanların kişisel durumlarının esas alınmadan eşit muamele görmesi demektir. Örneğin bir sözleşme yapıldıysa herkese eşit derecede hak ve borç yüklenmesi gibi. Bu düşüncenin günümüzdeki adalet anlayışına ve genel olarak adalet düşüncesine uygun olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanların hukuka güvenebilmesi ve toplumsal düzenin sağlanması için kuralların herkese eşit olarak uygulanması gerekir.

  15. Adalet, herkes tarafından farklı olarak tanımlanabilir. Adalet kavramı hem Platon hem de Aristoteles için oldukça önemli kavramlardır. Platon, bütün erdemlerin uyumlu birlikteliği sonucu ulaşılan amaç olarak adaleti görürken, Aristoteles, en önemli erdem olarak görür.
    Devletin,halkın mutluluğu ve huzuru için adaletli olması gerekir. Adalet bir devlet için olmazsa olmazlardan olmalıdır. Toplumdaki kişiler ilk başta adil kişiler olsalar da adaletli olmayan bir yönetici geldikten sonra toplum bozulmaktadır. Adil olmayan yönetici adil olmayan kanunlar çıkarır, bunun sonucunda da kaos ortamı oluşur. Hayatta kalmak için kendi çıkarlarını düşünmeye başlayarak adaletten uzaklaşırlar. Toplum mutsuzluğa sürüklenir. Adaletli toplum mutlu barış içinde yaşayan toplumdur. Toplumdaki herkesin çıkarını düşünen bir devlet olmalıdır.
    Platon’un da söylediği gibi adalet bilgisine sahip olmayan birinden adil bir davranış beklenemez. Adil olmayan bir yöneticinin devleti sapkınlığa götürmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden yönetici olacak kişinin toplum ve devlet için iyi olanı,adil olanı belirleyecek kişi olması gerekmektedir. Adil olmayan yöneticileri ise yöneticilikten çıkarmalılar.

    NİLGÜN BORAN
    201751029

  16. Erdem sözlük anlamı olarak ahlakın övdüğü ve ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçak gönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adıdır. Sofistler erdemin öğretilebilir bir kavram olduğunu söylemişlerdir. Sokrates ise tam tersini savunmuştur. Ben burada aslında 2 düşünceden daha farklı bir noktada duruyorum. İnsanların gelişiminde çevrenin inanılmaz bir etkisi vardır. İnsanlar büyüdükleri çevreye göre kendi karakterlerini oluştururlar. Yani çocuklar büyürken karakterlerinin gelişimleri süresinde erdemli olmak öğretilebilir fakat çocuklar büyüyüp kendi karakterlerini oluşturduktan sonra erdemli olmak öğretilemez. Burada ikili bir ayrıma gitmenin doğru olduğu kanısındayım. Çocukluk ve birey dönemi olarak düşünmek daha makul. Aristoles erdemin uygulanarak öğrenileceğini söylemiştir. Burada düz mantık düşündüğümde; kişi erdemli ise uygular erdemli değilse uygulamaz gibi bir sonuca ulaşıyorum. (Bir nevi özdeş mantık ilkesi) Bu nedenle erdemli olmayan bir insandan erdemli bir davranış yapmasını bekleyerek erdemi öğreneceği düşüncesi biraz hayalperest bir düşünce kanımca.
    Aristoles’e göre adalet erdemlerin en önemlisidir ve adalette bütün erdemler bir arada bulunur. Adalet geniş bir kavramdır. İçinde dürüstlük, başkalarını da en az kendin kadar düşünmek, insanlara eşit davranmak gibi bir çok erdemi barındırır. Bu konuda adaletin bir nevi erdemleri kapsayan bir kavram olduğunu söyleyebiliriz.Devletin orta direği adalettir. Toplumda adalet düşüncesinin olması devleti mutluluğa ulaştırır. Günümüzde özellikle sosyal medyanın etkisi çok büyük. Adaletsiz bir durum ile karşılaşıldığında sosyal medya üzerinde büyük tepkiler gelmekte. Toplumda bir nevi kaos meydana gelir bu da dolayısıyla devlet ve toplumun mutsuzluğuna yol açar. Bu bahsettiğim durumu somut olarak Şule Çet, Kadir Şekerci davalarında yaşadığımızı düşünüyorum.
    Aristoles yargıcın canlı adalet olduğunu söylemiştir. Günümüz toplumunda bu cümle adete vücut bulmakta. Herhangi bir adaletsizlikle karşılaşan bireyin yapması gereken mahkemelere gitmektir. Hukukumuzda ilkel toplumların aksine ilhak-ı hak yasağı vardır. Hakimlerin görevlerini göz önününe alarak hakimlere adalet dağıtıcıları denilebilir, Adaletsiz bir durum ortaya çıktığında adaleti sağlama görevi hakimlerdedir.

  17. Adalet Kavramı Bağlamında Platon ve Aristoteles
    Aristoteles adalet anlayışına göre iki kişi eşit durumda bulunduğu zaman onlara eşit haklar verilmesini öngörmektedir. Platon un adalet tanımına göre ise herkesin kendi üzerine düşeni yapması ve kendi payına sahip olmasıdır. Ne zaman adalet-eşitlik kavramları ile ilgili konuşmalar-tartışmalar olsa aklıma saha kenarında çitlerin arkasında müsabaka izleyen 3 kişiden oluşan bir görsel gelir. (Görseli ekleyemedim) Bu görselde maç izlemek isteyen biri uzun boylu biri orta boylu biri kısa boylu 3 kişinin saha kenarında ki durumları verilmiş ve durum açıklamaya çalışılmış. Aristoteles e göre eşit haklar verildiğinde kısa boylu olan maç izleyemez bu durum adil mi? Platon a göre kısa boylu olan kendi üzerine düşeni yapmış ve maça gitmiş ancak şartlar kendi inisiyatifi dışında buradaki eşitliği ve sonrasında ki adaleti kim sağlayacak? Eşitlik ve adalet bir çarkın iki dişlisidir ve biri eğer zarar görürse ya da işlemez hale gelirse diğeri de tökezler. Birbiriyle aynı şeyler değil belki ama birbirinden de bağımsız düşünmek olmaz.
    201851264-Erdal ÖZMEN

  18. Artistoda platonda doğal hukukçu olması sebebiyle doğal hukuktan izler barındırmaktadır. Antik yunan döneminde yaşadıklarını hatırlatırsak onları o devrin şartlarına göre değerlendirdiğimde kanaatimce söyledikleri şeyler kendi içinde tutarlı şeylerdir. Ancak kendim bir eleştiri yapacak olursam günümüze göre sınıfsal, sınıflara ayrılmış bir devlet, günümüz hukuk sistemi içerisinde baktığımızda anayasamızın 10. Maddesinde yer alan eşitlik ilkesine ayrılık oluşturur. Yani platonun dediği devletin olması gereken özellikleri arasında yer alan sınıflar günümüzde kabul edilmemektedir. Platonun düşüncelerinden en çok şuna katılıyorum; platon yöneticilerin belirli vasıflarda olmasını ister. Hatta derste bahsettiğimiz sözü vardı: ya filozoflar yönetici ya yöneticiler filozof olmalı. Aslında burda kastettiği bilge kişiler olmalı. Aslında platonun savunduğu tipik bir entelektüel idealizim örneğidir. Ben bunun doğru olduğu kanaatindeyim. Devlet demek bütün O toprak parçası üzerindeki bütün insanların bir nevi ortak aklı demek. O ortak akıl ne kadar bilgili düşünen yorumlayan bir akıl olursa o kadar ideal devlet modeline sahip olur. Platonun savunduğu idealar dünyası ve mağara benzetmesi ne kadar soyut bir durum olarak kalsada ben buna katılıyorum. Maddi dünya sürekli değişmektedir bu değişimle birlikte artık bazı şeyleri maddesel olarak değilde zihnimizde canlandırarak değiştirebilmemiz düşünebilmemiz bu sonsuz gelişim ve değişime daha çabuk şekilde ayak uydurmamıza yardımcı olacağını düşünüyorum. Aristo ise bunun tam tersini söylemiş idealar dünyasına karşı çıkmıştır. Karşı çıkması ideaların dünyasını belirsiz bulmasından kaynaklanmaktadır. Ancak belirsiz şeylerle ütopik şeyler farklı şeylerdir. Hayatın olağan akışındada bir sürü belirsizlik vardır. Ancak bu belirsizlikler dış dünyada belirli hale gelir. Hayat sadece gözlemlediklerimizden ibaret değildir.

  19. Aristo’nun erdem ve adaleti bağdaştırdığı hususlar ve tıpkı eşya hukukundaki eşyanın bütünleyici parçası gibi düşünebileceğimiz aralarındaki o sıkı bağ ona katılmamı ve hakkında bu paragrafı ele almamı sağladı.Açıkçası Aristo’dan etkilendiğimi söyleyebilirim.
    ARİSTO’NUN Erdemi;
    ahlak sistemlerinin temeli, , olmazsa olmazıdır. Adalet ise insanlık tarihindeki serüvenlerin temelidir.
    Aynı zamanda adalet sadece sistemli ve modern toplumlarda değil aynı zamanda ilkel toplumlarda da; toplum halinde yaşayabilmenin şartlarına binaen büyük bir değere sahiptir. Tabiki her toplum düzeninde farklı kültürel ögelerin kendini göstermesi ve felsefi öğretilerin birçoğunda farklı erdem tanımlamalarına rastlanması da kaçınılmazdır.Örneğin savaş toplumlarında cesur bir savaşçı olmak
    en yüce erdemken bir kral için akıl baliğ olmak veya adil olmak erdem olarak görülmüştür. Bu durum erdem hakkında objektif bazı noktaların kanıksanamayacağını göstermez.
    Adalet ve erdem arasındaki ilişki felsefe tarihi içerisinde ilk olarak Sofistler tarafından ele alınmıştır.
    Sofistler için iyi bir yurttaş olmak erdemli olmak ile eşdeğerdir. İyi bir yurttaş olmak için yasalara
    uygun yaşamak gereklidir. Yasalara uygun yaşamanın anahtarı ise adil olmaktan geçmektedir. Sokrates ise bu görüşe karşı çıkmış erdemliliğin öğretilebilir olduğu kanaatine eleştiri getirmiştir. Sokrat’a göre erdemli olmak bilgeliğin bir yansımasıdır ve bilge insana atfedilen bir değerdir.
    Erdem hakkında asıl tanımlamayı bize Aristoteles sunmuştur. Aristoteles’in erdem öğretisini anlamamız için ilk olarak “eudaimonia” kavramını ele almamız yerinde olur. Eudaimonia;
    mutluluk olarak anlaşılır. Ancak bu kavramın ifade ettiği mutluluk anlık bir mutluluk değil daha ziyade varlıksal ve yaşam boyu arzulanan mutluluktur.
    Mutluluk; ruhun erdeme uygun davranmasıdır, erdem ise bu bağlamda ruhun bir etkinliğidir. Kendi amacına ulaşmak için ruhun yerine getirdiği etkinliğe erdem denir.Adalet kavramını bu bağlamda ele alırsak; Aristoteles adaleti bir karakter erdemi olarak görmektedir. Aynı zamanda Aristo için adalet diğer tüm erdemlerden farklıdır.
    Çünkü adalet kendi amacını kendinde taşıyan bir erdemdir aynı zamanda adalet kendi başına bir erdem olarak kalmaz; o kendisini diğer insanlarla ilişki halinde gösterir. Yani teoride değil pratikte kendini gösterir.
    .Aristo ne sofistler gibi erdemin öğretilebilir olduğunu ne de Sokrates gibi erdemin bilgelik olduğunu söylemiştir. Ona göre erdem uygulanarak öğrenebilinecek bir olgudur. Bu bakımdan adalet adil
    davranışlarda bulunarak öğrenilecek bir erdemdir. Aristoteles adil olan davranışın
    yasaya uygun olan ve çıkarcı olmayan davranış olduğunu söyler. Yasaya uymamak ve menfaatçi düşüncede olmayı ise adaletsizlik olarak tanımlar. Aristoteles için adalet erdemin bir parçası değil aksine erdemin bir bütünüdür. Erdemin temel kıstası orta olmasındadır.
    Örneğin;Korkaklık ve tezcanlı bir fedailiğin ortası cesaret erdemine götürür . Aynı şekilde erdemlerin en önemlisi olan adalette bir orta olma durumunu ifade eder. Ancak bu orta olma
    durumu verdiğimiz örnekteki gibi veya diğer erdemlerde olduğu gibi kendisini göstermez. Çünkü adalet birebir orta olmanın kendisidir. Adalet adaletsizliğin ve uçların ortasında bir konumda ve işleve sahiptir.
    Adaletin eksik olduğu bir erdem orta yolunu uçlarda arıyor demektir.

  20. Öncelikle belirtmem gerekir ki haftalar boyunca anlatımından en çok etkilendiğim makale “Ertelenmiş Adalet” oldu. Bundan hareketle yazarı hakkında biraz araştırma yaptım ve kendisinin ihraç edilen öğretim üyelerinden olduğunu gördüm. Makalesini bu durumdan önce mi sonra mı yazdığını bilememekle birlikte genel olarak yazısına hakim olan “Adalet yoktur, adalet arayışı ve beklentisi vardır.” düşüncesine katılıyorum. Hukuk gerçekten güçlünün adaletidir. Yine felsefeden biraz uzaklaşıp sosyolojiye kaymakla birlikte buradaki güçlünün ne olduğu nasıl belirlendiği de kanaatimce önem taşımaktadır. Güçlü olmanın ölçütü nedir?
    Makalede sürekli vurgulanan adaletin şu an için mümkün olmadığı düşüncesine genel olarak katılmakla birlikte küçük bir noktada ayrılıyorum. Hukuk kurallarına bakıldığında adil uygulamalar illa ki bulunmak zorundadır. Bu kurallar toplumdaki adalet inancını besleyecek aynı zamanda güçlüye de meşriuiyetinde katkı sağlayacaktır. Ayrıldığım diğer konu genel ve soyut kuralların özel durumlarda uygulandığında yetersiz kalacağı.Hukuk kurallarının genel ve soyut olmasının karşısında kazuistik olması bulunur. O halde kazuistik olan kurallar adaletin sağlanmasında daha büyük yer kaplar düşüncesi mi savunulmuştur? Yoksa Aristo’daki gibi orta yolcu mu olmak gerekir?
    Dekonstrüksiyon faaliyetinin sonu gelmeyeceği için adalet hiçbir zaman bulunamayacaktır, çıkarımında bulunmak makale ile tezat oluşturmayacaktır. O halde hem dil hem de felsefe adalet arayışında en önemli etkenler olacaktır. Dil, hukuku anlamlandırabilmede kullanabileceğimiz temel araçtır ancak karmaşık bir yapısı da vardır. Her dil, kendi toplumunun izlerini taşıdığı ve her toplum da farklı olduğu için ortak bir paydada buluşmak neredeyse imkansızdır. Dekonstrüksiyona uğratılacak bir metinde ise yine dilden yararlanacaktır ve hangi dilden yararlanılacağı da büyük önem taşımaktadır. O halde şu çıkarımda bulunmak mümkün müdür: Evrensel bir hukuk hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.
    Bir diğer sorum ise dekonstrüksiyona uğratılacak olan bir metinde a priori bilgiler de bu değişime tabii mi olacaktır?
    -Aristo’nun adalet anlayışında erdemin öğrenilebilir olması ve öğrenilebilmesi için uygulama alanı bulması gerektiği doğru bilginin kaynağını ararken de deney ve gözleme dayandırması hususunda tezat oluşturmadı. Kendisinin yaşadığı dönem göz önüne alındığında “Adalet, yasaya uygun olandır.” tezi yine kendisinin toplumda ne varsa adaletinde de o vardır minvalindeki düşüncesiyle paralellik göstermektedir. Tüm düşüncelerini bir zemine oturtup bunu üzerinden şekillendirmesi beni etkiledi.
    Dağıtıcı ve denkleştirici adalet denildiğinde ise anlamadığım konu bu ikisinin birlikte mi yoksa ayrı ayrı mı uygulanacağı.
    Aristo adaletin bir erdem olduğunu savunmuştur. Ertelenmiş Adalet makalesinde ise adaletin neden şu an için mümkün olamayacağı kendi içinde tartışılmıştı. O çerçeveden bakacak olursak erdem veya Aristo’nun savunduğu adalet aranılırken kullandığı “uç” kavramı da dekonstrüksiyon geçirebilecek bir kavram sayılabilir mi? Şayet sayılabiliyorsa hiçbir zaman aslında bu uç noktaların ne olduğunu bilmeye vakıf olamayacağımızdan adalet de bilinemeyecektir.

  21. Adalet ve erdem arasındaki ilişkiyi ele alan ilk düşünürler sofistlerce olmuştur.Sofistler için iyi bir yurttaş olmak erdemli olmak ile eşdeğer olarak görülmüş ve İyi bir yurttaş olmak için yasalara uygun yaşamak gereklidir. Yasalara uygun yaşamak ise ise adil olmakla olacaktır. Sofistlerin bu tutumu aslında Erdemli olmayı iyi bir insan olmakla toplumun gereklerini yerine getirmekle eşdeğer tutmaktan ibaret kalır fakat tüm sistemler açısından da insanlık tarihinden itibaren değerlendirildiğinde de iyi insan olmanın kriteri ne olacaktır ? Sadece toplumun kurallarına uymak ,iyi bir yurttaş olmakla iyi bir insan olmanın tamamen farklı şeyler olduğunu düşünüyorum. İnsan kurallara uyabilir ya da uymayabilir. Kurallara uyması bir erdemdir evet ama insanın kurallara uymadığı zaman erdemsiz olacağı şekilde açıklama yapmak çok kesin hüküm kurmakla bence özdeşleşir. Acaba uymadığı yasa adil olmayan bir yasa mı? Niye kurallara uyulmadı? gibi sorulara yanıt aramak gerekir. İnsanın Erdem bence özünden gelecektir. İnsan Erdemli olarak yaşamaya bir nebze öğrenebilir gibi dursa da eğer o insanın özünden erdemli olmak ve Erdem gelmiyorsa o insan bir nebze Erdemli olmayı öğrenebilir. Bu da tam anlamıyla erdemin bulunduğunu ifade etmez diye düşünüyorum.Bu bakımdan Sofistlerin görüşüne tam anlamıyla katılmayıp Erdem için tek unsuru iyi bir yurttaş olmakta görmesi yetersizdir. Sokrates’e göre ise Erdem bilgeliktir.Sokrates’in görüşüne şu noktada katılmaktayım.İnsanın özünde olmayan bir şeyin öğrenilmesi ne kadar doğru olabilir,gerçekçi olabilir söylediği gibi özünde cesaret olmayan insanın doğasının gereği olan bir şey değilse cesur olmanın öğretilmesi pek de mantıklı değildir. Ya da cesur bir eylemde bulunmayan birisi cesaret hakkında her bilgiyi sahip olsa bile bu o kişinin de cesur olduğu anlamına gelir mi? Eleştirdiğim noktası ise şudur: Bilge olmak; tabiri oldukça geniş bir kavramdır, keskin belirtileri yoktur. Kaldı ki bilge olmayan bir insanın pekala iyi bir ruha sahip olabileceği söylenebilir. İllaki Erdemli olmak için Bilge olmak gerekli değildir.İnsan bilge olmayabilir ama Erdemli de olabilir.Bu yaklaşım insanın toplumdan dışlanıp bileğiyle olan olmayan ayrımına götürüp eşitliği zedeleyebilir.
    Aristo’ya göre ise de
    Bir devlette mutluluğu ve onun öğelerini oluşturan yasalardır. Devletin temeli ve orta direği ise adalettir. Çünkü devletin ruhunu temsil eden yasalar adalet ile oluşturulmuş ise ancak o devlet mutluluğa ulaşabilir. Yasalar her insana eşit derecede uygulandığı takdirde toplumda mutluluktan ve iyi bir yaşantıdan söz edilebilir fakat bu hususa pek de katılmıyorum. Yasalar herkese eşit olarak uygulansa dahi bazı durumlarda eşitsizlikler gündeme gelecektir. Bu eşitlik ne anlamda bir eşitliktir? Pozitif ayrımcılık vardır. Bu yüzden farklı kesimde bulunanlara farklı anlamda uygulamaların yapılması ile ancak eşitlik sağlanabilirken bu hususların göz ardı edilmesi bizatihi eşitlik ve adalet kavramıyla da çatışır.

  22. Adalet kavramı hakkında konuşacağımız zaman akan suların durması gerekir.. Adalet bir erdemdir; hem de öyle bir erdemdir ki sadece bireyin kendi gelişimi ve ilerleyişinde değil aynı zamanda diğer insanlarla ilişkisinde ortaya çıkan bir erdemdir, bir huydur. Adaletin eksik olduğu bir erdem orta yolunu uçlarda arıyor demektir. Adalet kar ile zararın orta noktasıdır, insanlar arasındaki sorunlarda bir taraf fazla bir taraf ise hakkını az bir şekilde alıyorsa ortaya çıkan sorunun ortası ‘’adillik’’ ile bulunur. Platon ‘un bir sözü vardır. Platon; ‘’ İnsan adaleti kendi yaşamından, çocuklarından üstün tutmalı ki ülkede kendini yönetenlere karşı savunabilsin.’’ Yani adaleti insanüstü olarak düşünebiliriz yani bizleri biz yapan devleti devlet yapan temel taşlardan biri adalettir, insanın içindeki erdemdir. Platon bireyden başlayarak onda bir erdem olarak adaletin ne olduğuna değinmiş ardından da büyük çapta insan olan devlete yani ideal devlette adaletin ne olması gerektiğini söylemiştir. Adalet bilgisine o ahlaka, erdeme sahip olmayan birinden biz adil olmasını bekleyemeyiz. Adil olmayan bir yönetici olduğunu düşünürsek de bu toplumu, devleti kaosa doğru sürüklemek olacaktır. Bu durumda ise toplumu bir görev düşmektedir. Toplum kendi menfaatlerini bir yana bırakıp kendisi için iyi olanı bir yana bırakıp toplum ve devlet için iyi olanı bulup onu gerçekleştirmelidir ve böylece yöneticinin de adil olmamasını sağlayabilir. Eğer biz ideal bir devlet istiyorsak bunu sağlamalıyız Yöneticinin adil olmasını sağlamalıyız yoksa ortada ne mutlu bir toplum olur ne de devlet.

    Haydar Yiğit BİTİGEN
    201751028

  23. Hukuktan beklenilen şey nedir denildiğinde çoğu kişinin aklına gelen ilk iki şey ‘toplumsal düzeni sağlamak’ ve ‘adaletin tecelli etmesini sağlamak’ cevapları olacaktır. Bu cevapların birer hukuk fetişizmi olduğunu düşünüyorum. Öncelikle hukuk bilindiği gibi toplumsal düzeni sağlamakta en etkili yol olsa da tek yol değildir, diğer toplumsal düzen kuralları da yeri geldiğinde hukuktan daha etkili olabilmekte. Adaletin tecelli etmesi ise hukuktan beklenilecek bir çaba olmamalı bence, tıpkı sosyolojide gördüğümüz ama adını maalesef unuttuğum düşünürün dediği gibi ‘hukukun işi adaleti sağlamak değildir, normatif beklentilerin karşılanmasıdır’. Çünkü hukuku Langdell’in dediği gibi üniversitelerde okutulan bir bilim olarak ele alıyorsak, bir bilimden beklenilen objektifliği de hukuktan beklemeliyiz. Peki, hukuku uygulayanlar birer insan değil mi, iradelerinin uygulamaya etki etmesi ihtimal dahilinde değil midir? Hem kanun koyucunun hem de hukuku uygulayanların insan olmasından haseple sübjektif iradelerinin hukuk faaliyetlerine karışmasını mümkün görüyorum. Hem bu kişilerin insan olması hem de hukukun yorum gerektiren bir alan olması adalettin tecelli etmesi için öngörülen objektifliği engelliyor. Ayrıca kanunlaştırma sürecinde egemenin veya baskın grupların etkisini göz ardı edemeyiz. Örneğin kendi yasama organımıza bakarsak bu hususun, objektifliği sağlamak için bertaraf edilmesi mümkün değil gibi gözüküyor.
    Sokratesin, erdemi bununla bağlantılı olarak da adaleti bilgelikle bağdaştırmasını mantıklı bulmuyorum. Çünkü bilgelik çok geniş bir kavram. Örneğin hukuk eğitiminin bilgisine sahip olmasa da Cicero’nun avukatlık yaptığını bir internet sitesinde okumuştum. Eğer okuduğum doğru ise Cicero, Sokrates için erdemli bir insan olmayacak mı? Victor Hugo’nun şiirinden (ağlamak için gözden yaş mı akmalı) bir kesiti ‘bilge olmayan insan iyinin ve kötünün farkında olamaz mı?’ diye çevirerek Sokratese bir soru soruyorum 🙂
    Platonda da aslında erdem ve bilgi arasında bağ kurulmuştur. Ama Platon bu bilginin, yani adaletin, öğrenilebileceğini, ama bu sürecin de çok meşakkatli olduğunu söylüyor. Günümüzde bazı hakimlerimizin verdikleri kararları görünce, salt hukuk eğitiminin adaleti sağlayacak kişilere yetmediğini düşünmeden edemiyor insan. Madem adalet en önem atfettiğimiz değer, varsın meşakkatli bir süreç olsun, ama hukuk eğitiminin yanında hukuku uygulayacaklara felsefe dersi de verilsin.

  24. Aristotales ve Platon’un erdem anlayışında Sokrates’in aksine erdem uygulanarak öğrenilecek bir kavramdır. Aristotales de erdem insanın iyi olmasını sağlayan veya insanın kendi iyisini gerçekleştirmesini sağlayan bir etken. İnsanın kendi iyisini gerçekleştirmesi erdem kavramı altındaki davranışların çeşitlenmesine neden olabilir ve her insanın kendisi için düşündüğü ‘iyi’ erdem kavramını karşılayamayabilir. Örneğin cesur olmak insanın kendi iyisi ise ve bunun için cesaret ile eylemde bulunmak tek şartsa bu cesaretin getirdiği sonuçlar kişi veya diğer insanlar için iyi olmayabilir. Bu durumda cesaretli olmak başlı başına bir erdem sayılamaz sayılsa bile nasıl kullanılıyor olduğu o kavramı erdem olarak nitelendirip nitelendirmememize yol açar. Bu yüzden Aristoteles erdemler içinde bir tek adaletin başkasının da iyiliği için olduğunu söylemiş olabilir.Adaletin adil davranışlarda bulunarak öğrenilmesinin aksine kişi adaletsizliğe maruz kaldığında veya adaletsiz davrandığında çıkan sonuca bakarak da adaleti öğrenebilir. Burada tamamen kişinin adaleti nasıl anlamlandırdığı ve bunu kendisi için istediği kadar başkası içinde ne kadar istediği önemlidir. Sonuçta bir şekilde öğrenilen her şey kişinin istekleri veya tercihleri doğrultusunda kendini gösterir. Adil davranmayan birinin adaleti bilmediği sonucunu çıkaramayız. Adil davranmamak adaletin ne olduğunu bildiği halde kişinin isteği veya seçimi olabilir. Platon da ise adalet ve adaletsizliğe herhangi bir yol ile inandırılmak mümkün değildir ve bir kez adaleti öğrenen adaletli olup adaletten sapmaz. Platonun felsefesi tanrı üzerine kurulduğu için ona göre tanrıya inanan insan erdemli ve adaletli olmak için iyi bir dayanak elde etmiş oluyor bu noktada kendisiyle çeliştiğini düşünüyorum. Çünkü hem adaletin herhangi bir yolla inandırılmayacağını hem de tanrıya inananların adaletli olmak için kendilerine iyi bir dayanak bulacaklarını söylüyor. Bu durumda tanrıya inanmayanların başka hiçbir yolla adalet kavramını öğrenemeyecekleri veya iyi bir dayanaklarının olmadığı sonucu çıkar ki bu da pek mantıklı değildir.Platon’un amacının tanrıya inancı sağlama düşüncesi olmasından kaynaklı Gorgias‘ın retoriğini bu yolla eleştirmesi ve adalet kavramını göreceli değil de mutlak yorumlamasının sağlam bir dayanağı yok çünkü adalet, erdem, iyi, kötü kavramları tanrı inancı olmayan insanlar için de geçerli ve farklı dayanaklarda anlam bulan kavramlar. Retorik ‘sözle kandırma’ güçlü bir silah. Düşüncelerin empoze edilmesi kişilerin aynı görüşte çoğunluk oluşturmaları söze ve ikna kabiliyetine dayanır.Bu temelde bir insanı adalete ve adaletsizliğe inandırmada veya bunu öğretmede etkili olabilir.Bunun dışında Platonun insanda iyi ve kötü olamak üzere iki yan olduğunu söylemesi hangisin ön plana çıktığına göre kişilerin erdem ve adalet anlayışlarını değiştirir ama açıklanmasında tanrı inancı olsun olmasın tüm insanlar için geçerlidir.
    Ebru ÖZGÖMEÇ

  25. Büyük bilim felsefecilerinden Karl Popper, önem verdiği kitaplarından Tarihselciliğin Sefaletine, ilk olarak Sahte Seygamberler: Platon, Hegel, Marks ismini vermeyi düşündüğünü ve kitabı 1940larda ABD’de yayınlanması için teslim ettiğinde kitapta Aristo’ya yeteri değer vermediği ifade edildiği için yayınlanmaya layık bulunmadığı ifade edilmiştir.
    Biz görüşlerini eleştirmeye ya da yorumlar yapmaya çalışsak bile, batı toplum ve kültürünün oluşmasında, Aristo’nun etkilerinin bitmediği göze çarpmaktadır. Bu görüşlerin en başını ise bakışımızı göklerden yere indiren, adalet kavramının bile insan temelinde olmasını gerektiğini ifade eden düşüncelerinde görmekteyiz.
    Okuduğumuz tezlerde, çok farklı görüşler ile karşılaşmamıza rağmen temel ayrımları aşağıdaki gibi yapabiliriz:
    Adaletin kaynağına göre: idealar ve düşünceler dünyasındaki adalete karşı dünya ve insanları kapsayan adalet
    Ulaşılabilmesine göre: ulaşılabilecek ve hukukun içinde yer alması gereken adalete karşı hiçbir zaman ulaşılamayacak ve hukuk ile sınırlandırılırsa asıl adaletsizliğin o zaman yapılacağı adalet
    İçeriğine göre: sabit ve değişmeyen adalet, hukuka ve topluma göre değişen adalet
    Amacına göre: düzeni sağlamaya yarayan adalete karşı kendisi bir amaç olan adalet
    Adalet ve hukuk arasındaki ilişkiye göre: Adalet ve hukuk eşittir, adalet ideal olan hukuka eşittir, adalet ve hukuk birbiri ile sadece tesadüfi olarak kesişebilir.
    Yukarıda yer alan ayrıma verilen her cevap bizleri farklı bir adalet anlayışına götürecektir.
    Okunan makalelerde ise kanımca en temel sorunların ise aşağıdaki gibi olduğu düşünülmektedir:
    – Platonun adaletinin sınıfsal ayrımlara dayanması ve totoliterliği yol açma imkanının her zaman olması
    – Aristo’da felsefi derinliğine rağmen, adaleti zaman zaman yasaya olmaya ve çıkarcı olmamaya içkin bir kavram olarak tanımlaması
    – Ertelenmiş adalet makalesinde, bir ideal olarak tanımlanmasının başarılı şekilde yapılmasına karşın fiiliyata bir anlam ifade etmediğinin belirtilmesi
    Pratik hayata en uygun bakış açısını ise adalet ve hukuk makalesinde bulduğumu düşünmekteyim. Ona göre yapılmaması gereken iki büyük hata bulunmaktadır. Pozitif hukuku tek doğru olarak görmek ve her hukuki olayda mutlak adaleti aramak. Sanırım Aristocu bakış açısı ile orta yol en iyi yol olacaktır.

  26. Adalet ve erdem arasındaki ilişkiye yaklaşımları bakımından öncelikle Aristo’nun da yaptığı gibi Sofistleri eleştirmekle başlamak istiyorum. Onlara göre erdemli olmak iyi bir yurttaş olmak demektir ve iyi bir yurttaş olmanın tek yolu yasalara uymaktan geçer. Sokrates’in idamına hükmeden yasalar ne kadar adil olabilir ki ? Yasaya uygun olanın her zaman adil olduğunu söylememiz bence mümkün değildir. Şu ana kadar tartıştığımız pek çok olayda yasaların çoğu zaman yasal hukuksuzluk rejimleri ortaya çıkarabildiğini ve eşitliğin olmadığı bir durum yaratabildiğini görmüş olduk. Yasayı koyanların eline adaletin ne olduğunu, neyin adil olacağını belirleme gücünü vermek bana kalırsa doğru bir şey değildir. Sokrates’in erdem anlayışı ise bilgeliktir. Bu yaklaşımın da altı çok doldurulabilir değildir. Bilgelik kullanılmadığı sürece çokta bir önem taşımaz. Gelelim Aristo’nun erdem ve adalet anlayışına; Aristo’ya göre insanın fıtratına uygun olarak gerçekleştirdiği her etkinliğe erdem denir. Aristo’nun erdemi böyle tanımlamasının ön kabulü insanın doğasının yani varlık amacının barış içinde belirli kurallar koyarak yaşaması olarak kabul etmesidir. Bu ön kabulü onaylamadığımız zaman yani insanın fıtratına böyle bir değer atfedemediğimiz zaman ‘erdem’ kavramı da bununla birlikte çökecektir. Aristo, adaleti eylemlerin en yücesi olarak konumlandırır ve onu diğer erdemlerden ayırır. Bu teorisini de ‘ortayol’ anlayışıyla temellendirir. Onun adalet anlayışı Sofistlerin dediği gibi salt yasaya uygun olan değildir; yasaya uygun olan ve eşitliği gözetendir. Aristo, Devletin temel direğine ‘adaleti’ yerleştirmiştir. Aristo’da cevabını bulamadığım soru ise şudur; adaletin tanımında kullandığı ‘yasaları’ koyan yöneticiler bir grubun çıkarlarını korumak uğruna bu eşitliği görmezden gelemez mi ? Bu olayların vuku bulması tarihimiz boyuca pekçok farklı modern devlette görülmüştür. Birtakım eleştirilerim olsa dahi Aristo’nun adalet erdemi anlayışı kesinlikle Platon’un adalet anlayışından daha somut ve ayağı yere basan bir anlayıştır. Platon, adalet tanımının içine var olmayan bir ideali yerleştirir. Bu ideal devlet ulaşılması mümkün olmayandır. Aristo ise adalet tanımını var olan Devlet ve toplum üzerinden kurmuş ve somut örnekler vermiştir. Platon ise adaleti insanın ‘iyi yanına’ atfetmiş ve adaleti Tanrısal iyiler kategorisine sokmuştur. Bu nedenle Platon’un teorisindeki adalet kavramı benim için daha ulaşılmaz ve ilahi bir kavram olarak kalmaktadır, realiteye yerleşememiştir.

  27. Platon adalet anlayışı temelini hocası Sokrates’e dayandırıyordu.Sokrates Atina tarafından ahlak bozmakla suçlanmıştı.Platon’a göre adalet tüm erdemlerin üstünde o erdemleri kapsayan en büyük erdem olarak vücut bulur.Adelet iyi ve kötü ortasındadır anlayışına.Adalet bireylerin öğrenebileceği bir kavramdır ve adaleti bir kez içselleştiren sonrasında adaletten vazgeçemez.Hocası Sokrates’in öğretilerinden etkilendiği ölçütte kendi adalet anlayışını şekillendirmiştir.

    Platon adalet anlayışında adalete üst düzey ve ulaşılması güç anlamlar yüklüyor.Sofistler güçlünün kendi lehine kullanabileceği şekilde kurallar oluşturulacağını söyler ancak Platon buna karşılık olarak bu bir sanattır ve işinin gerektirdiğini yapmalıdır yöneticiler der.

    Gücü elinde bulandıranın gücünü daha da sağlamlaştırmak için bunu kendi lehine kullanmasından doğal hiçbir istek olamaz burada Platon bunu doğru olanı yaparak mutluluğu yakalamakta bulur ancak güç ve mutluluk kavramları birbirlerinden farklıdır kendisi için adalet mutluluk demek olsa da güç sahibi için güç mutluluk demek olabilir.Yani iyiye ulaşmak herkes için adaletten geçmeyebilir.Bu da adaletin sağlanması konusunda belirli sorunlar doğurur.

  28. erdem ve adalet etikte önemli unsurları oluşturur.Etik kendi içinde ahlakı da kapsamaktadır bu bağlamda erdemin ahlakla bağının olması da etikle bağının ispatı neticesini doğurur.Bu bağlamda erdem ve adaletin bağlanması hukuk felsefesi açısından antik yunanda ön plana çıkmış sofistler bakımından önem taşır.Çünkü sofistler erdemli bir birey olmayı sadece iyi bir yurttaş olmaya bağlamışlardır.ve bu sorunun cevabını aradıklarında iyi bir yurttaş olmanın her bireyde yer almayan bir özellik olduğu için bunun öğretilebilirliği kanısına varmışlardır.sokrates tamamen buna karşı çıkar ve erdemini tanımını bambaşka olan bilgelik şekliyle tanımlar.Ama sorun şurda ortaya çıkıyor bilgi nesnel midir? bilgi olarak adlandırılan kavram aslında nedir? ve kimler bilgedir? ayrıca makalede adalet kisinin hakettiğini yaşaması olarak ifade edilmiştir buna karşı çıkıyorum kişinin hakettiği öznel bir kavramdır örneğin kadir şeker olayında kadir aslında o olayın içinde olduğu için ve bir kişi öldüğü için bir ceza kanunundaki kasten insan öldürme suçuna göre yargılanmalı mıdır ? bence hayır.Bir devleti oluşturanlar halk egemenlik ve topraktır. Devlette adalet sağlanmazsa insanlar egemenlik kavramına karsı çıkarlar ve o devletin egemenliğinde yaşamak istemezler tabiiki bu ideal bir devlette olması gerekendir ama uygulamada bunun pek görüldüğü söylenemez.Ama görülmemesi adaletin olmaması gerektiği anlamına gelmez.Bu bağlamda adalet ve erdemi bağdaştırarak iyi bir insan oluşturan ve adaletli egemenliğin altında yaşayan insanların hukuku yaşatabileceği kanaatindeyim bu konuda da makalleye katılıyorum.
    Şeyma Özkan /201851405

  29. Aristo insanın kendisine karşı hukuksuzluğunu devlete karşı da hukuksuzluk sayması ve bunu insan öldürme ile örneklendirmesi kısmında tereddütlerim oldu. Başkasını öldürmeyi devlete karşı hukuksuzluk olarak kabul ediyor ve hatta insanın kendisini öldürmesini de aynı açıdan değerlendiriyor. Acaba idam cezası hakkında ne düşünüyordu? Birini öldürmek hukuksuzluk ise devletin ceza kanununda bir kişinin öldürülmesine yönelik düzenlemeler yapması bu açıdan düşününce ne kadar tutarlı acaba?

    A.ÜZGÜN 201851266

  30. Platon’un adalet anlayışında katıldığım en genel husus adalet duygusuna aslında her bireyin kendisinin sahip olması gerektiği.Belki de vicdan adı verilerek somutlaştırılan kavram insanın kendisi açıdan ölçütünü oluşturuyor.Ancak Platon’dan farklı olarak her insanın içinde erdemli,adil bir ruhun yaşayabileceğine inanmadığım için devlet mekanizmasının da aslında Platon’un düşündüğü gibi daha baskın olması(adaletin sağlanması bakımından) gerektiği kanaatindeyim.
    Platon bilgelik,ölçülülük ve cesaretin devlette karşılıklarını bulmuş ancak adaleti nereye konumlandıracağının arayışı içine girmiştir.Ben de kendime buradaki boşluk Antik Yunan demokrasisine yaraşır bir biçimde devletle halk arasında uzlaşı ile doldurulabilir mi ? diye sordum.Platon herkesin kendi üzerine düşeni yapması ve herkesin payını alarak adaletin sağlanabileceğini düşünmüştür.Ancak bir taraftan da idealar dünyasının kötü birer yansıması olan evrenin ve bence insanların, ruhunda ve doğasında adalet ve ölçülülüğün var olabileceği büyük bir soru işareti.İdealar dünyasının insan ruhunu yüceltmediği ,aksine tüm insanların kendi çıkarları için savaştığı bir dünyada bir devlet mekanizmasının oluşturulup,onun adaleti sağlayabilmesi için betimlenilen bir yapı olduğu düşünülebilir mi?
    Adaletin ‘sınıfsal devlet’ kavramıyla özdeşleştirilmesi, Platon’un savlarından hareketle aklın gerekliliği gibi düşünülebilir fakat sınıfsal devlet kavramının da tartışılması gerekir.Bir çiftçinin ya da bir bekçinin ‘haddi’ nereye kadar olmalı?Bekçinin üst sınıftan aldığı buyrukla görevinin sınırları ne olmalı?Ya da çiftçi üzerine düşeni yapması halde payını alamazsa sınıfsal devlet ona adaleti arama hürriyetini verebilecek midir ve bu arayış onun ‘haddine’ olacak mıdır?Tüm bu soru işaretlerim ile Aristotales ve Platon’un devlet-adalet eksenli yaklaşımları arasında elbette ki farklılıklar görüyorum.Öncelikle Aristotales’te dikkatimi çeken ilk şey bireysel eşitlik-kamusal eşitlik ayrımı yapmış olmasıdır.Bu noktada adaletin ne olması gerektiğine yönelik ortaya koymuş olduğu bakış açısını günümüz özel hukuk-kamu hukuku ayrımının temeli olarak görüyorum.Platon’un adaleti sağlama konusunda görev atfettiği devlet kavramı,Aristotales’te yerini polis olarak almış gözüküyor.Ancak Aristotales’te karşımıza çıkan adalet tanımından hareketle Aristo’nun polisinin daha kurumsallaşmış olduğunu gördüm.Aristo’da şehir devletinin adalet anlayışı çerçevesinde herkesin mutluluğunu amaç edinmiş olması, Platon’a göre daha halkçı geldi.Çünkü Platon’da insanların yapması gerekenler ve bunun sonucunda hak ettiğini alıyor olması hakimken,Aristo’ da kurumsallaşmış şehir devletinin halkın refahına ve haklarına daha çok önem verdiğini düşünüyorum.Aristo’nun şehir devleti tasviri merkezi otoritenin çok hüküm sürmediği bir görünüm arz ettiğinden daha özgür olduğunu düşündüren bir diğer etken.

  31. Platon elitlerin yönetimi ‘ayaklar baş olmaz’ cümlesinden istifade düşüncesi soyluların elitlerin yönetimi iken yani elitleri grubuna ayrıcalık tanıyarak bir adalet sağlamaya çalışması bence biraz zıt görüşlerdir çünkü adalet dediğimiz kavram eşitliği de temele alır hem elitler hem de elit olmayanlar yönetimde yer alıp kuralları birlikte koymalı(Bu noktada kendi ile çeliştiğini düşünüyorum) Aristoteles’in paylaştırıcı adalet görüşüne katılmakla düzenleyici adalet konusunda çekincelerim var. Yapılan bir yanlışı ne ölçüde düzeltebiliriz veya düzeltmek için verilen bir takım haklar yetkiler diğer insanların haklarına engel olma veya ihlal anlamına gelir mi veya bu durum hukuk düzenini sarsmaz mı örneğin Türk hukukunda mahkeme kararlarının kesin olmasının amacı hukuk düzeninin sağlanması gibi bir gerekçe düzenleyici adaletin olmaması daha adil ve hakkaniyetli bulunmuş Aristoteles’in her adalet adaletsizlikle vardır görüşüne katılmakla birlikte adaleti yasalara uygunluk vr politik düzene saygı konusunda çekincelerim var. Politik düzen adil değilse yine de uygular mıyız örneğin Numberg Yargılamaları adil değildi ama kural kuraldı. Yasanın adaleti yani doğal hukuk ve pozitif hukuku bir potoda eriterek adaleti sağlamanın ütopya olacağı düşüncesindeyim özellikle de adalet gibi bir kavramla birleştirmenin karışıklığa yol açıp uygulamayı zorlaştıracağını düşünüyorum. Aristoteles hukuk kurallarında Soyutluk genellik ve paralelliği arar ama istisnai olarak bu kalıpların dışına çıkmanın bazen gereçek adaleti uygulamada tek yöntem olduğunu düşünüyorum kuralların tam anlamıyla uygulanması bazen adeletsizliktir diye düşünüyorum örneğin anayasamızda koruma altına alınmış pozitif ayrımcılıktan yaralanan kesimler aslında eşitlik ihlal edilerek adaletsizlik gerçekleştirilmiştir fakat bu istisnaların uygulanabilmesi ve eşitlik bozularak adaletin sağlanması zor durum olduğu için bunun denetimi kural konulması ve uygulanması aşamasında çok dikkatli davranmalıyız sonuçta en iyi yasaların en kötü uygulayıcıların elinde olduğu dönemlerde adaletten tamamen uzak yapıda olduğunun geçmişte bir çok örneği mevcut

  32. Değerlendirme gibi olamadı sanki hocam:
    Platon adalet ve adaletsizliğe herhangi bir yol ile inandırılmanın da mümkün olmadığını dile getiriyor. Ancak sosyal olgulara baktığımızda hiç de öyle olmadığını görüyoruz. Özellikle medya aracılığı ile bir masum, canavar ve bir katil, masum olarak gösterilebiliyor. Toplumdaki bireyler de gayet bunun adalet olduğunu düşünüyor. O zaman adalet ve ye adaletsizliğe insanlar inandırılabilir diyorum. Ancak buna karşılık şu sorulabilir: “ne zamana kadar inandırılabilir?”. Cevabım ise “gerçekler ortaya çıkana kadar “ olur. Her gerçek ortaya çıkar mı?Hayır. Gerçeklerin ortaya çıkmadığı durumlarda ise insanlar adalet veya adaletsizliğe inandırılmış olur.
    “Bir kez adaleti öğrenen adam adaletlidir ve hiçbir zaman adaletten sapmaz” cümlesi de Platona ait. Temel hak ve hürriyetlere atıfta bulunarak kendisi gibi düşünenlerin hakkını savunanların daha sonra kendi dünya görüşüne sahip olmayan birinin aynı haksızlığa uğraması durumunda sessiz kalması da ne yazık ki toplumumuzda gördüğümüz bir durum. O zaman bu kişi bir kez adaleti öğrenmiş miydi? Öğrendiyse neden sonraki adaletsizliğe göz yumdu? Ya da baştan beri zaten hep adaletsiz miydi? Bu konuyu burada bir kenara koyacak olursam ve kendimden örnek verecek olursam. Yirmili yaşlarda yalan söylemiş olurum diye arkadaşının yerine imza atmayan ben, ya da yine hem yalan hem de haksızlık olur diye kimseden ödevin cevabını almayan ve ya kimseye de vermeyen ben (hatta lisede bile kopyaya izin veren hocanın dersinde bile kopya çekmeyen ben), şimdi neden yapmış olduğum bir ödevi arkadaşıma vermekten çekinmem (aslında tekrar düşününce çekinirim ama o eski zamanlardaki kadar hayır vermem demem için kendimi çok daha fazla zorlamam gerekiyor şimdi). Adaleti öğrenmemiş miydim o zamanlar? Ne yazık ki insan çok değişken ve adaleti bir kez öğrenen de adaletten sapabilir diye düşünüyorum. İnsan her zaman bir imtihan içinde :).
    Platon” Haksızlık etmektense, haksızlığa uğramayı tercih ederim. Adaletsizlik çirkin olandır, çirkin olan kötüdür ve acı verir. Haksızlık etmek daha acı vericidir” diyor. Bu Platon (ve benim(tabi ki kendimi onunla bir tutmuyorum ama insan olan böyle olmalı)) gibiler için geçerli, başkasının bana yapmış olduğu haksızlığı affedebilme kudreti benim elimde ama benim başkasına yapmış olduğum haksızlık için affedilmek benim elimde değil. Ben başıma gelene katlanırım ama başkasının benden dolayı acı çektiğini düşünmek uykularımı kaçırır. O yüzden bazı zamanlar ne kadar haksızlık çeksem de başkasına haksızlık yapmadığım, yapmak zorunda kalmadığım için çok mutluyum. Ama insan olan için demiştim, insan gözüken ama insan olamayan için haksızlığı yapmış olması vicdanlarını sızlatmaz, acı da vermez.

  33. Ben Platon’un adalet anlayışı üzerine eleştiri yapmak istiyorum. Platon adalet anlayışında devleti üstün görmüştür. Ama hem adaletin ve adaletsizliğin insanın içinde olduğunu, hem de adaleti bireysel ve toplumsal düzeyde bir uyum ve denge hali olarak belirtmiştir. Ayrıca adaletin objektif bir tanımını yapmayarak bu alandaki karmaşıklığı giderememiştir. Makalede yer alan Thrasymakhos’un Platon’a yaptığı adalet güçlünün işine gelendir şeklindeki eleştirisine de katılıyorum. Platon’a göre adalet insanın içinde olan bir durum olduğuna göre elbette başa gelenler kuralları kendi adaletine göre koyacaktır. Güçlülerin başa gelmesini engelleyecek bir durum da söz konusu değildir. Ayrıca demokrasi yönetim biçimini devleti filozofların yönetmemesi nedeniyle eleştirmesi de yanlıştır. Yönetime toplumun seçeceği filozofların getirilmesi bireylerin genel adalet olgusunu yaşatacağından kendi düşüncesine çok daha uygun bir yönetim biçimi olacağını düşünüyorum.
    Caner VARIM – 201851267

  34. adalet?
    Çoğu zaman hukuku adaletle denk tutarız. ‘Adalet’ bakanlıklarının hukuku yürütmesini isteriz, yüce mahkemelerin ‘adaletine’ sığınırız, ‘adalet’ sarayları inşa ederiz. Fakat hukuk kimi zaman adaletin tam tersi yöne sapar. Hukuk adaletliyse ve hatta adaletin ta kendisiyse nazi hukukunu nasıl açıklarız ?
    Corpus Juris Civilis, adaleti “sürekli ve ebedi bir şekilde herkese layık olduğunu verme isteği” olarak tanımlar. Liyakat mutlak adaleti sağlar mı? Örneğin A ile B tamamen aynı zekada olan kişiler olsun. İkisi de bir konu hakkında aynı donanıma sahip. Sınava girdiklerinde B panik atak geçirsin. A’nın terfisi adaletli midir?
    Adalet Tanrıçası Themis’in gözleri bağlıdır. Themis ile birlikte eşitlik kavramı üzerinden bir adalet anlayışı belirlemek istersek peki sonuç nasıl olur? A kişisi senelerce çalışmış emek vermiş zengin birisi olsun. B ise hovardalığı ve savurganlığı sebebiyle fakir birisi olsun. Kaynakların B’ye tedarik edilmesi adaletli midir?
    Adaleti ne liyakatin ne ekonominin ne eşitliğin ne de faydanın ya da bunlar gibi farklı kavramların üstüne inşa edemeyiz. Mutlak doğruya ya da mutlak iyiye ulaşmamız imkansızdır. Bu sebeple adaletin ne olduğundan çok ne olmadığı bizler için belki bir referans noktası oluşturabilir.
    “Her şey zıddıyla kaimdir.” anlayışından yola çıkacak olursak bugün kaybolan ya da olmayan ya da ne olduğunu bile bilmediğimiz adaletin arayışındaysak başka bazı kavramların ortaya çıkmasıyla onu göremiyor olmamız sebebiyledir. Dünyada varolduk, düzenler kurduk, kişilere çeşitli görevler ve sıfatlar addettik. Bunlar adaletle aramızdaki en büyük sisler oldu. Belki de Platonun dediği gibi adalet, sosyal sınıflar arasındaki uyumdu ya da belki sosyal sınıfların hiç oluşmamasıydı ; belki adalet olmadığı kişiyi bir mutsuzluğa sürüklerdi ya da diktatörler de gerçekten mutlu olabilirdi ; adil yurttaşlar adil toplumlardan doğardı ya da en iyi cumhuriyetçiler hep monarşilerden ortaya çıkardı.
    Doğduğumuz anda bir sıfır noktası dersek mesela, ben kötü insanlar olduğumuzu düşünmüyorum. Gerekli erdemlere sahip olarak dünyaya geldiğimizi, eşitliği, adaleti içimizde taşıdığımıza inanıyorum. Eminim ki herkes en başından beri sorup durduğumuz sorulara cevap aramaya başlarsa kendi içinde kalplerimizdeki iyiye de ulaşmak kaçınılmaz olacaktır.

    “Bu soruların hiçbirinin kolay bir cevabı yok. Ancak tam da bunları sorarak ve üstünde dikkatlice düşünerek hukukun amacını, doğasını daha iyi anlayabilir ve bu şekilde belki de daha adil bir toplum elde edebiliriz. Bu da hukuk felsefesi yapmak için yeterli bir gerekçe değil midir?”

  35. Erdem ve adalet kavramları insanlık tarihi insanlığın gelişim süreci boyunca çok önemli bir yere sahiptir. Erdem ahlakın temeli-vazgeçilmez öğesi. Erdem için yaptığımız tanımlar her toplum ve kültüre ahlak yapısına göre değişiklik göstereceği için objektif bir tanım yapamayız. Şöyle nitelendirebiliriz erdemi; toplumların ve bireylerin gelişmek için koydukları amaca uygun davranmalıdır. Adalet insanlığın özüdür Bu iki kavram kendi içlerinde önemli oldukları gibi aralarındaki ilişki de ahlak felsefesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu aralarındaki ilişkiyi ilk olarak sofistler ele almıştır. Sofistlere göre iyi yurttaş=erdemli olmaktır ve erdemin öğrenilebilir olduğunu söylerler. Sokrates sofistlerin aksine erdemli olmak=bilge olmak demiştir ve iyi-kötü farkına sadece bilge insanın varabileceğini söylemiştir. Sokrates’e göre erdem sonradan öğrenilmez ruhta taşınır. Aristoteles erdem için ilk yeterli tanımı yapan isim olmuştur ona göre erdem kendi amacına ulaşmak için ruhun yerine getirdiği faaliyettir. Erdemin ruh ile ilişkisini iki başlıkta incelemiştir; karakter erdemleri, düşünce eylemleri. Erdem insanın iyi olmasını sağlar, erdemlilik tüm şarlara uyum sağlayan bir huydur. Adalet hak edilenin alınmasıdır. Aristoteles yaptığı ayrımda karakter erdemi kısmına dahil görmektedir adaleti ve adalet kendi amacını kendinde taşıdığından tek başına bir erdemdir ayrıca diğer insanlarla ilişkilerinde de bunu gösterir, diğer tüm erdemlerden farklıdır. Aristoteles e göre adalet genel ve özel olmak üzere ikiye ayrılır.Özel adalet de yine kendi içinde düzeltici ve dağıtıcı olmak üzere ikiye ayrılır.Adalet bir erdemdir ve hem kendi içinde hem insan ilişkilerinde kendini gösterir.
    YAĞMUR ALPSOY
    201751009

  36. Makaleleri okumaya Gökhan Yavuz Demir’den başlayınca diğerleri çok ezberci ve yoruma kapalı gibi geldi bana nedense. O makaleyi o kadar büyük bir hayranlıkla okudum ki eleştirilecek hiçbir yan bulamadım neredeyse ve makaleye yorumum da katılmaktan öteye gidemedi. Hukuk felsefesinin ilk dersinde bize hukuk nedir, adalet nedir diye sormuştunuz ve 5 dakikalık süre içerisinde hukuka dair bir şeyler yazmak adalet üzerine yazmaktan daha kolay olmuştu benim için. Çünkü bu kavramı diğer soyut birçok kavramdan daha göreceli buluyorum. Sanki herkesin hemfikir olabileceği bir iyi, doğru, yanlış bulmak adaleti bulmaktan daha kolay olurmuş gibi bir tahminim var. Makalede geçen “adaletin yaşadığımız dünyada bir gerçekliği yoktur, adalet belirsizdir, ele geçirilemezdir ve kesin değildir” düşüncesine katılıyorum ve belki de bu yüzden üzerinde konuşmak bu kadar zor oluyordur hepimiz için.
    Platon’un Adalet Tasarımı makalesindeki görüşlerde Sokrates için “adalet iyi olanı, kötüden ayırma bilgisidir ve önce bunun öğretilmesi gerekir” ifadesi geçiyor diğer bir makale olan Aristoteles’te Adalet ve Erdem Arasındaki İlişki’de Sokrates’in sofistleri adaletin öğretilebilir bir şey olduğunu düşündükleri için eleştirdiğinden bahsediliyor ve adaletin öğretilemez olduğunu savunduğunu söylüyor. Bu iki makale biraz kafamı karıştırdı. Yani Sokrates’e göre adalet öğretilemez ama iyi olanı kötüden ayırmak öğretilebilir mi? Eğer öyleyse iyi olanı kötüden ayırma bilgisini öğrendikten sonra adalete de ulaşılmış, bir bakıma adalet öğretilmiş olmayacak mı?
    Platon’un Adalet Tasarımı makalesinde Platon’un adalet tanımındaki “güzel, hoş, faydalı, düzenli olan; bireysel ve toplumsal düzeyde uyum,denge” ifadelerinin adalet dışında başka kelimeleri tanımlamak için de kullanılabileceğini düşünüyorum. Sanırım biraz daha adalete has bir özellik bekledim. Ayrıca Platon’un bir kere adalete kavuşan kişinin hiçbir zaman sapmayacağı düşüncesini de doğru bulmuyorum. Eğer adalete düzen,denge hali dersek bu kaybedilebilir şeydir ve onu kaybettiğimizde tekrar adaleti de kaybetmek gerekir. Benim fikrime göre eğer adalete ulaştıran şeyleri belirliyorsak artık onun sonsuzluğundan bahsetmek pek mümkün olmamalı. “Adalet nasıl ortaya çıktığı bilinmeyen ama bir kez ulaşıldıktan sonra asla kaybedilmeyen bir şeydir” gibi bir ifade olsaydı o zaman daha inandırıcı olurdu bence. Ama adalet için “aklın olup biteni yönetmesi ve öfkenin de onu dinlemesi” diyorsak o zaman öfkenin kontrolü ele geçirebileceği bir ihtimali de göze almamız gerekir bu da bizi ulaştığımız adaletten sapmaya götürür. Ek olarak bu makalede Polos’un “kadın ve erkek kim adaletli ise mutlu olan odur” görüşünden sonra Platon’un kadın ve erkeğe dair erdem örneklerini felsefi bir bakışa yakıştıramadım pek. Erkek için erdemi devlet işine, dostlara yararlı olmasına-ki burada bile karısına dememiş- bağlayıp, kadın için erdeme kocasına itaat demesi gerçekten ilginç. Platon için adalet diğer erdemlerin tümünü kapsıyordu, lütfen bunu kapsamasın. 🙂

  37. Makaleler ve mevut konu hakkında görüş ve eleştirilerim:
    Aslında ‘’adalet’’ de tıpkı ‘’doğru’’ gibi kişiden kişiye değişebilecek, düşünceden düşünceye farklılıklar görülecek, kısaca kim ne kadar adaletsizliğe uğramışsa ona adalet o kadar olmazsa olmaz olacak, realite(ilk makalede söylendiği üzere) yaşanılan ‘’adaletsizlik’’ denilen durumdan ibaret olacak. Adalete ‘’olması gereken; değer’’ gözüyle bakılıp bir çizgi üzerine oturtulması gerekliliği ‘’adaletsizlik’’ olarak tanımlanan o durumların bütününün önüne en büyük prangayı vurmuş olmak için yapılması gereken en önemli aşama, durum, seviye olarak görmekteyim.
    Dekonstrüksiyon denilen sonsuz yorum metodu tıpkı ‘’doğru’’ kavramı gibi ‘’adalet’’ kavramı için de bize bir perde aralamakta, bunu anlayıp yorumlama yapma faaliyetlerinin, yaşanılan adaletsizlik durumlarına(olumlu(yapma-etme) bir duruma verilen tepki, olumsuz(yapmama-etmeme) durumlarına verilen tepki) verilen tepki çerçevesinde ilelebet sürecek bir tartışma gibi görünmekte. Derrida’yı bu nedenle eleştirmekte ve görüşüne katılmamaktayım. Milyarlarca(insan sayısı kadar) ‘’adalet’’ vardır; ancak bir de hakikate uygun, gerçekle uyuşan; olması gerektiği şekliyle bir ‘’adalet’’ kavramı vardır; devletler, hukuk sistemleri buna ulaşma hedefleri içerisinde olması gereken ‘’adalet’’ anlayışı. Dekonstrüksiyon ile ilgili Derrida’nın yaptığı yoruma ise katıldığımı yukarıda belirtmiştim. Dönemin başında sorulan ‘’adalet nedir?’’ sorusuna benim verdiğim cevap: ‘’Hukuk ve yargılama usûlleri yoluyla haklının ve haksızın (yeri geldiğinde Devlet’in bile) ortaya çıkarılması, bu hukuk normlarının eşit, amaca uygun ve herkese(kişi-sosyal statü farklılıkları gözetmeksizin) uygulanabilmesi’’ şeklinde bir tanımlama yapmıştım. Aslına bakacak olursak ‘’tanımlama’’ demek yerine ‘’yorumlama’’ demek daha doğru olacaktır. Çünkü Dekonstrüksiyon adalettir ve o sonsuz yorum faaliyetidir. Adalet dekonstrüksiyondur çünkü yorumdur. Sonrasında ‘’adalet’’ tanımıma ‘’felsefi açıdan bakılacak olursa adalet neyin adil olduğuyla ilgilenir’’ gibi bir ekleme yapmışım; buraya onu da eklemek istedim. 😊 Her ne kadar yorum farklılıkları ile ‘’adalet’’ kavramına yaklaşılıyor olunsa da ‘’adil olmayan kanun, kanun değildir: Lex iniusta non esi lex’’ görüşüne katıldığımı belirtmekte fayda görüyorum. Yapılmış/yapılacak milyarlarca ‘’adalet’’ tanımlamalarının ortak yönünün ‘’erdem’’ çerçevesinde insanın iyi olmasını sağlayanı sözlü veya yazılı kurallar ile hak edilene ulaşılmasında birleşmeli, en azından bu çerçevede hareket edilmesi gerektiği düşüncesindeyiz. ‘’İyi’’ ye ulaşan insan aynı zamanda ‘’mutlu’’dur. Platon’un ‘’iyi’’ ile ‘’adalet’’ ilişkisi ise sanki benim görüşüme ve ulaştığım sonuca daha yakın geldi. Ancak bunu Tanrı’ya atfetme hususu tartışılır çünkü herhangi bir dine mensup olmayan yahut put, yıldızlar, göklere vs. inanan insanların da bir ‘’adalet’’ anlayışı ve ulaşmak istenen ‘’iyi’’ çerçevesinde yapılacak bir ‘’adalet’’ yorumu mutlaka olacak, bu çerçevede Platon’u eleştirmemiz söz konusu olacaktır.
    Son olarak ‘’adalet’’in ‘’eşitlik’’ den katii surette daha önemli olduğunu da bir örnekle açıklayacak olursak; baba ve iki çocuğun duvarın arkasından sirki izlemesinde üçünün de altına ikişer kiremit verilerek sorunun çözülemediği, babanın rahatlıkla gördüğü ancak diğer iki çocuğun göremeyip mutluluğa ve iyiliğe ulaşamadığı bu sebeple babanın da huzurlu ve mutlu olamadığını, bu nedenle ‘’adalet’’li davranarak babaya bir, ortanca çocuğa iki, küçük çocuğa da üç kiremit vermek suretiyle eşitliktense adalete daha doğru ifade edilecek olursa; ‘’iyi’’ye dolayısıyla ‘’mutluluğa’’ ulaşıldığını görmekteyiz. Saygılarımla…

    Samet EREL

  38. Aristoteles’te Adalet ve Erdem Arasındaki İlişki
    Erdem genel olarak ahlaksallığın temeli ve tek ilkesi olarak tanımlanmaktadır. Her toplumda ahlakın kapsamı ve hangi ahlaksal eylemlerin erdem olarak kabul edildiği değişkenlik gösterir. Erdem ve adalet arasındaki ilişki yazıda da belirtildiği üzere ilk olarak Sofistler tarafından ele alınmıştır ve Sofistler erdemli olmayı iyi bir yurttaş olmakla tanımlamışlardır. Bu görüşün erdemi ele almada çok yetersiz kaçtığını düşünmekteyim zira iyi bir yurttaş olmanın bile ölçüsünü belirlemek bile bir hayli zordur. Eğer iyi yurttaşlık devletin koyduğu kurallara uymak ise kuralları adalete tamamen aykırı olan ve insanlara yarardan çok zararı olan bir devletin buyruklarına tamamen itaat edip bu düzenin devam etmesini sağlamanın belki iyi bir yurttaşlık olsa bile erdem olarak nitelendirilmesi düşünülemez. Daha sonra Sokrates erdemi bilgelik olarak tanımlar. Ancak yazıda da belirtildiği gibi bilge olmak veya cesur olmak gibi özellikler sadece erdemli olmaya götürür erdemin kendisi olarak gösterilemezler. Aristoteles ise erdemi kendi amacına ulaşmak için ruhun yerine getirdiği etkinlik olarak tanımlar. Yani erdem ona göre insanın iyi olmasını veya insanın kendi iyisini gerçekleştirmesini sağlayan bir etkendir. Aristoteles adaletin diğer erdemlerden farklı olarak ancak başka bir insanla ilişki kurulması sonrası ortaya çıkan bir erdem olduğunu söyler ve bu bağlamda adaleti en önemli erdem olarak kabul eder. Ona göre erdem sadece uygulanarak öğrenilebilir dolayısıyla adalet sadece adil davranışlarda bulunularak öğrenilebilecek bir erdemdir. Adil olan davranışı da yasaya uygun ve çıkarcı olmayan davranış olarak tanımlar. Bu tanımın adil davranışı gerektiği gibi tanımlayamadığı görüşündeyim.Çünkü bir ölçü olarak kabul edilen yasaların da bazen adaletten yoksun olabildiği görülmektedir dolayısıyla ona uygun olarak bir davranış da adil olarak nitelendirilemez. Bu tanım yasaların adaletle oluşturulduğu ve bu yasaların adaletle uygulandığı toplumlar için geçerliliğini sağlar. Aristoteles erdemin temel belirlenimi orta olmalıdır der. Yani her şeyin fazlası zarar sözünde olduğu gibi tüm erdemlerin orta noktasında erdem olarak kabul edilebileceğini söyler. Bu bağlamda adalet erdemini ayrı bir yere koyar ve onun orta olmanın ta kendisi olduğunu söyler yani ona göre adalet, adaletsizliğin ve uçların ortasıdır. Gerçekten de adaletin birbirleriyle ilişki içerisinde bulunan kişiler bakımından bir tarafın diğer tarafa göre avantaj sağlamasının önüne geçer ve bu sayede adaletten söz edilebilir.İşte bu orta yolu sağlama görevi Aristoteles’in de belirttiği gibi hakimindir ve sadece hakim ortaya çıkan adaletsizliğin ortadan kalkmasını sağlayabilir.

    Furkan ÖZMEN
    201751138

  39. Platon’a göre, Adalet en iyi şeyle en kötü şeyin ortasıdır onun felsefesinde adalet bir araç değil bizzat amaçtır. İnsanlar bu amaç doğrultusunda davranışlarını ve hayatlarını düzenlemelidir. Platon‘un bu düşüncesine katılmıyorum bana göre adalet amaç değil araçtır. Bir toplumda adalet var olduğu sürece iyi ve kötü birbirinden tamamen ayrılmış , iyi baskın durumdadır. Platon’un dediği gibi mutluluk adaletle ilgilidir.Adaletli olan kişiler ve adaletli olan devlet var olduğu sürece toplumda huzursuzluk ve buna orantılı olarak da suçlar azalır.Toplumdaki suçların büyük bir oranı adaletsizlikle doğru orantılı ve platonun dediği gibi adalet bilgiyle de bağlantılıdır. Zorba olan bilgisiz, kötü ve adaletsizdir. Platon ayrıca adaletin öğrenilebilen bir şey olduğunu ve bir kez adaleti öğrenen kişinin hiçbir zaman adaletten sapmayacağını söylüyor. İnsanlar sürekli gelişen ve değişen varlıklar oldukları için hiç adaletsiz davranmamaları imkansız .

    Gülüstan SÜER
    201751421

  40. Okuduğum makalelerde bana en yakın gelen görüş adalet kavramının aslında adaletsizlik kavramı sayesinde oluşması, bir başka ifadeyle adaletsizliğin olmadığı noktada adalete ihtiyaç duyulamayacağı düşüncesi oldu. Aslında adaletle ilgili düşüncelerimize ve çıkarımlarımıza çok büyük ölçüde yön veren şeyin adaletsizliğe maruz kalmamız olduğunu bana farkettirdi diyebilirim. Ve buradan hareketle, adaletin yeryüzünde hiçbir zaman tam olarak sağlanamaması da bizi onun ne kadar önemli bir kavram olduğunu farketmeye ve anlamaya itmektedir. Gerek Aristoteles gerekse Platon bu bağlamda adaletin en büyük erdem olduğunu savunur ve bende bu görüşlerine katılmaktayım ancak yine her iki düşünürün ortak olarak savunduğu hukukun adalet, hukuksuzluğun ise adaletsizlik olduğu düşüncesi benim pek katılabildiğim bir düşünce değil. Bana göre adalet hukukla bir tutulamayacak bir kavram. İlgilendikleri mevcut olaylar ve kapsamları sebebiyle iki kavramda birbirinin alanına girebilir, hatta hukuk adaletin sağlanmasında aktif bir rol alabilir ancak kesinlikle aynı şey değillerdir. Ben adaletin hukukta birçok defa gerçekleşemediği kanaatindeyim. Eğer biz hukukun adalet olduğu görüşünü savunuyorsak, güncel hukuk kararlarının bizi adaletin yerini bulduğu noktasında tatmin etmesi gereklidir. Ve bu tatmin her hukuksal karar için sağlanmalıdır. Ancak bana göre günümüzde bu kesinlikle sağlanamamaktadır. Verilen kararlarda amaç kanunların uygulanması, hukuk kurallarının yerine getirilmesi şeklindedir. Aslında tam olarak adil olmadığı düşünüldüğü halde mevcut kuralların uygulandığı ve adaletin sağlanamadığı birçok olayın varlığı herkes tarafından bilinen bir gerçek bana göre. Ve son olarak adalet kavramının soyutluğuna ve hukuk kurallarının kesinliğine bakıldığında bile bu iki kavramın birbirinden çok farklı olduğunu anlayabileceğimiz düşüncesindeyim.

  41. “Elbet bir gün adalet tecelli edecektir…” Elbet bir gün.Gelecekte. Bu nedenle beklemek ,adaleti beklemek bu mücadelenin bir parçasıdır.İnsan sanırım fıtratı gereği adil olanı arar.Adaleti arama fikri bizi ayakta tutar. Olması gereken ,insan vicdanına sinen,gözlerimizi yaşartan her olay bu soyut kavramı bize hissettirir.
    Hukukun adil olmasını bekleriz çünkü olması gereken içe sinen de budur aslında.Fakat hukuk içinde her zaman adaleti barındıracak kadar cesur değildir.Adaleti sağlamak adına belirlenen kuralları gerçekten adalete ihtiyacı olanlar belirlemeyip onların yerine egemenler hukuku belirlerlerse beklemek artık bu işin iyice bir parçası olmaya başlar.Hukukun geneli açısından vaaz ettiği genel kurallar bir denge sağlamaya yardım edebilir.Ama ya özel durumu olan insanlara ulaşmazsa?İşte o zaman var olmasının önemi kalmayan kurallar yığını meydana gelir. Aslında şu soruyu sormak gerekiyor gelen adalet her zaman adil midir? Adaletin gelmesi tüm özel durumları içine kapsayıp çözüm bulacak mı yoksa sorunlar asla son bulmayacağından bir noktada adalet yetersiz mi kalacak? Yani adalet bu başıbozuk dünyayı dizginleyebilecek mi cidden? Beklenen her zaman farklı değil midir?haksız kazanç sağlayan biri yediklerinden boğulurken alın teri döken adamın yataga aç girmesi adaletsizdir.Ama acaba o evde herkesin adalet anlayışı tok yatmak ile aynı anlamda mıdır? Kısaca her duruma cevabı adalet verebilecek mi yoksa şu an olmadığı için kafamızdaki adalet idealinin büyüsü mü bu? Olmayan bir şey her zaman caziptir çünkü.
    Sorulardan sıyrılıp devam ediyorum;
    Diyor ki Derrida bu logicosentrik düşünce geleneğini dekonstrüksiyona uğratmak ister.Bu yabancı kavramları içinde barındıran cümleyi analiz edelim parçalayalım ki anlaşılsın; düşünce sözün sahibini sözü söyleyeni arar.Akılla kavrayıp söylemek,söz merkezcilik.logos bu demek aslında. Burda anlamı erteler.İşte bu nedenle dekonstrüksiyona uğratılmak isteniyor.Şöyle ki metnin anlaşılması için en kolay klasik ve temel açıklamalarla mümkündür. Aslında mimariye yansıyan bu felsefi akımının mimari boyutunu düşününce de olayı anlamış oluyoruz. Yapısal analiz olarak tanımlarsak yapının birimlerinin parçalanması olarak tanımlanır bu akım.Bir görüntü olarak bakıldığında diğer yapılara nazaran bu akım ile dizayn edilmiş yapılar bir rahatsızlık uyandırabilir .Belki de demek istediği şey düzen bir yanılgıdır demektir yada bir düzen oluşturmak tüm kusurları içine alarak oluşur demek de isteyebilir.Yani yapısal bazı problemler var evet ama asla bu yapının çökmesine izin vermez.Anarşist bir akım olduğu kabul edilebilir ama olumsuzlukları kucaklaması bir amacı olduğunu anlatmaktadır.Mimari boyutunu bu kadar ele almam somut olarak ele alınacak bir örnekten sonra adalet ve hukuka bunu uyarlamak daha kolay olabilir diye aslında.Çok tanıdık kavramlar olmadığından zihnime yerleştirmek ve algılamak baya zamanımı aldı.Bu karmaşık düşünceler bundan kaynaklanıyor aslında 🙂
    Felsefe boyutuna gelirsek aslında yine aynı durumla izah ediliyor; metnin içindeki tutarsızlıkları ön plana çıkar ve yeniden oku böylece yeni bir Metin okumuş gibi olursun demekle aynı şeydir bu.Neyi dışlayıp neyin benimsenmediğinin görülmesi aslında adaleti sağlamak adına bir adımdır.Boş bir adalet niyetçisi olmaktansa yüzleşerek bunları ortaya cıkarıp kabul etmek belki adaleti beklediğimizden daha hızlı bize ulaştırır.Hukuk adına bunu yaparak adalete ulaşabiliriz ama adaleti dekonstrüksiyona uğratma fikri şu anda kafa karışıklığımı iki kat daha arttırıyor.Bunu uyguladığın anda o şahane adil olma duygusunu hukuki bir terim haline getirerek aslında ulvi anlamını basite indirgemiş oluruz.Hukukun kesin sınırına adaleti çekemeyiz adalet hukukuda kapsayacak büyüklüktedir.
    O yüzden sevgili Themis gözlerindeki bağı çöz ve hukuk tanrıçası olma yolunda ilerlediğini gör. Adaletsizliği gör ve duy.Bunun cezasını kesmek senin görevin değil..Tecrübe etmediğin her durum bizi kurallara bağlı kılacak ve adalet arayışı yolundan saptıracak..
    En nihayetinde beklemek gövde gösterisidir zamanın..Bekleyip adaletsizliği dile getirmeye devam ederek gerçek adalet hissine erişemeden bizden sonraki nesillere bunu miras bırakacakmışız gibi duruyor.

  42. Okuduğum makalelerden sonra oluşan kafa karışıklığım ile beraber adaletin kelime anlamının peşine düştüm. TDK’nın sözlüğüne göre adalet sözcüğünün 4 farklı anlamı bulunmakta. Bunlardan ilki: ” Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, türe.” ; sonuncusu ise: ” Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk. ” Normalde bildiğimiz ne olduğunu hissettiğimiz ama herkesin aynı anda, aynı sözcüklerle tanımlayamayacağı bir kavram adalet. Kafa karışıklığım kelimenin sözlük anlamına baktığımda da yok olmadı. Kelimenin ilk anlamı ve son anlamı uyuşuyor muydu? Aslında aralarında çok fazla farklılık yoktu. Ama ya yasalarla sahip olduğumuz haklar bize uygun düşen haklar değilse?
    Ki Gökhan Yavuz Demir’in makalesinden anladığım kadarıyla bu hakların bize uygun haklar olmama ihtimali olma ihtimalinden daha yüksek. Çünkü var olan hukuk, sahip olduğumuz haklar adaleti içinde bulunduramayacak olan kavramlar. (Kurduğum cümle bana Kelsen’i anımsattı.) Hatta Cicero’ya göre hukukun tam olarak uygulanması en büyük haksızlıklara yol açar. Adaleti hukuka dönüştürürmek onu dinamitlemek demektir. Belki de bu Derrida’nın adalet kavramını idealize etmesinin bir sonucu. Ya da adaletin tamamen subjektif bir kavram olması bunun nedeni. Kesin bir adalet yoktur derken de buna dayanıyoruz aslında.
    Derrida hukuku dekonstrüksiyona uğratırken bunu tarih ile beraber yapıyordu. Bunun ışığında ben de kesin bir adalet kavramının varlığını sorgylarken geçmişe baktım. Belki de Derrida’nın hiç yapmayacağı bir şeyi yaptım adalet kavramını biraz dekonstrüksiyona uğrattım. Ama bazı şeyleri anlayabilmek adına Derrida ile azıcık çelişmem gerekiyordu.
    Kısacası yakın tarihimize baktığımda kesin bir adaletin olamayacağı düşüncesi bende daha ağır bastı. Hukuk kuralları insan eliyle yapıldı, insanlar tarafından uygulanıyor. Yapılırken, uygulanırken dönemin güç merkezine göre yer değiştiriyor. Geçmişte adil olarak kabul edilen bir olay günümüzde adaletsiz. Ama herkese göre değil. Ayrıca gelecekte yine adil kategorisine konulabilir. Bu durumda adaletin ışığıyla evrensel doğrular olarak kabul ettiğimiz doğrular bile gün gelip doğru olmayı bırakabilirler. Ama yine de insanın içindeki vicdan dediğimiz o şey tanrıdan gelen bir güdüyle adaleti sağlayamaz mı?

  43. Adalet, insanoğlunun varlığından beri tartışılagelmiş bir kavramdır. Kimilerine göre adalet, güçlülerin işine gelendir, kimine göre insanlara mutluluk verendir, kimilerine göre iktidarın buyruklarıdır, kimilerine göre… bu tanımlar uzayıp gitmektedir. Anlaşılan o ki bu tanımlar ve tartışmalar bitmeyecektir yani bu hamur daha çok su götürür. Genel ekseriyetle insanlar bu dünyada adaletin tam olarak tecelli etmediğine inanmaktadır ve hatta bu dünyanın adaletinin olmadığına inanmaktadır. Bu adaletsizlikten şikayet eden insanlar adaletin elbet bir gün tecelli edeceğine inanmakta; ama bu dünyada ama başka dünyada…

  44. Platon’a göre bir devletin olmazsa olmaz kuralı kimin idareci olup olamayacağı sorusuna toplumun karışmamasıdır böyle bir devlette adaletin sağlandığından söz edilemez. Çünkü idareci olacakların toplumun da fikri alınarak seçilmelidir. Bu bağlamda Aristoteles’te vatandaşların devleti sorgulama ve yönetime katılma haklarının olması adaleti sağlamaya yaklaştığını gösterir. Platon diğer sınıflar yani çiftçiler, işçiler ve zanaatkarlar gibi devletin alt sınıfını oluşturduklarından dolayı onlardan en yüksek adaleti beklemek anlamsız olacağını söylemesi aslında onun adalet kavramına ne kadar dar baktığını ve toplumda adaleti sağlamasının imkansız olduğunu gösterir. Aristoteles’in mevcut durumu adalet anlayışı bağlamında analiz etmeye çalışması ve toplumdan hareket etmesinin Platon’a nazaran daha gerçekçi, çözüme odaklı ve adalet anlayışı açısından daha olumlu sonuçları olduğunu düşünüyorum.
    İrem Şule Tırpan 201851401

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s