13. Hafta Hukuk Felsefesi Dersi

Bu (son) hafta derste onarıcı adalet kavramını ele alıp tartışacağız. Bu kapsamda aşağıdaki makalelerin okunması ve bunlara dair görüş / eleştiri yazılarının 22 Mayıs Cuma günü saat 19:00’a kadar Blog üzerinden iletilmesi gerekmektedir.

Dersin ne zaman yapılacağı yarınki derste birlikte kararlaştırılacaktır.

Ayrıca genel bir ders değerlendirmesi de yapılacak olup, varsa görüş, eleştiri, öneri, önceki konulara dair sorularınızı da düşünün.

“13. Hafta Hukuk Felsefesi Dersi” için 26 yorum

  1. Felsefe makalelerini okuyup bunlar üzerinden reaksiyon paragrafı yazmanın sonuna geldik demek. Bugün(20.05.2020) son reaksiyon paragrafımı yazacağım, açıkçası duygulandım. İlk reaksiyon paragrafımı yazışım aklıma geldi. Siz, sitede okuma parçalarını yayımlamıştınız, ben de okuma parçalarının okulun kütüphanesinde çıktılarını alıp akşam ders çalışmak üzere Milli Kütüphane’ye gitmiştim. Ne ders çalışmak olmuştu ya. Bütün zamanımı makalelerde Hans Kelsen ne demek istiyor diye düşünerek geçirdim. Sonra kendi kendime konuşmaya dalmışım( saat 23.00 suları olmalı), yanımdakiler bana bakıyor olmalılar, yani kaç kişi kendi kendine konuşur ki… Resmen makalelerle kavga ediyordum(gerçi hala öyleler), Saf Değer teorisine az saydırmadım. Böyle anlaşılmaz yazı mı olur, hiçbir şey anlayamıyorum, ben şimdi nasıl reaksiyon paragrafı yazacağım vs. düşünüp durmuştum. Allahtan ki imdadıma canım Anayasam yetişti. Temel norm kavramından girince gerisi geldi. Hala temel normun içeriğinde takılıyım, bunu da belirtim. Yazılarımı yazarken hem delirdim hem de çok keyif aldım. Doğruyu söylemek gerekirse eğlenceli bir şeyler yapmak istemiştim, hemen hemen bunu başardım gibi geliyor bana. Özellikle şu A. Deniz Özay olayı… Size tam bir tepki olsun diye oluşturmuştum ve o yazı hakkında( tüm yazılarım gibi ama o yazı bir başka oldu ve sonra gerisi geldi. İlk yazımla sonraki yazılarım arasında dağlar kadar fark var) epey düşündüm, otobüste bile kurup tasarladım, girmediğim internet sitesi kalmadı düşündüklerimi yazıya tam ve doğru bir şekilde aktarmak için. Sonra gerisi çorap söküğü gibi geldi. Şu an ( daha dün geldi kargodan) elimde Ayşe Odman’ın yazmış olduğu Anayasa Candır kitabı var ve hala okuyorum. Kitabın birinci baskıya önsöz kısmında ‘’ gerçekten öğrenme, aslında eğlenceli bir süreçtir’’ diye bir söz var ve bu söz tam benlik, Ayşe Hoca’nın kitabını açıkça kıskandım. Benim en sevdiğim alana girmiş, ya nasıl kıskanmam ve çok sevimli bir kitap, aynı zamanda da öğretici bir kitap yazmış. Kıskanmamak elde değil(kardeşime kitap elime geçince bak ya çok kıskandım demiştim, o da bana kıskanma çalış senin de olsun diye tepki vermişti, neden olmasın benim de böyle bir kitabım). Kitap, eğlenceli ve öğreticiydi. Bu yazdığı sözün hakkını vermiş açıkçası, bu bağlamda benim de yapmaya çalıştığım şey de eğlendirerek bir şeyleri öğretmekti. Bu reaksiyon paragraflarındaki amacım bilgi artı gülme eşittir öğrenme, bunu amaçlamıştım bundan dolayı yazarken çok çok eğlendim. Bazen konu dışında da yazdığım şeyler oldu, özellikle anı ve kurgu hikayelerimi yazmak için de (sitenizi) kullandım. Çıldırmış olmalısınız veya ne yazmış ya diye epey gülmüşsünüzdür. Bunun için üzgün değilim. Word dosyasını açınca yazasım geliyor. Ne yapabilirim ki kendimi durduramıyorum ( acaba yazar filan mı olsam ben). Bu giriş kısmından sonra konuya girmek çok zor olacak, ama merak etmeyin ilk yazım gibi kısa ve öz bir konuya giriş ve çıkış yazacağım. Benim için önemli olan ilk yani bu kısmı yazmak. Geriye dönüp baktığımda ( bu çoğu sevdiğim ders için geçerli özellikle Anayasa, bunu yazmama bile gerek yok gerçi) dersin içeriğinin yanında dersteki anılarım aklıma geliyor, eğlendiğim, sinirlendiğim veya sinir ettiğim şeyler aklıma geliyor. İnsan bir şeyleri yaparken zevk almalı, o dersi sevmeye de bilirsin veya ilgin yoktur vs. ama geçip geçmeme ve not kaygısıyla o dersi dinlememeli, bu kaygılar için derse geliyorsan çok da fazla anı biriktiremezsiniz. Başlangıçtan beri ne çok anı biriktirmişim, düşün düşün yenisi çıkıyor. Bu da ileride anlatacağım ve anı kutuma atılan, koskoca anılar birikintisi demek oluyor. Doğruyu söylemek gerekirse benim bu ders ile ilgili hiçbir beklentim olmadı( kötü bir anlamda kullanmıyorum) ama birçok anım oldu. Tıpkı geçen senelerde Anayasa derslerinde vb. derslerde olduğu gibi. Zaten insan geriye bakıp anılarını hatırlıyor, dersin içeriğini biraz anımsıyor. Önemli olan da bu anılar bana göre kişi veya kişileri unutulmaz yaparlar. Bir sürü unutmayacağım anılar… Eğlenceli bir yıl oldu hocam, umarım seneye tekrardan aynı derste görüşmeyiz (içinizden bu yazıyı sanki dersten geçmiş gibi yazıyorsun ama seneye tekrar deneyiniz butonu çıkabilir dediğinizi hisseder gibiyim, inşallah seneye veya sonraki yıllarda farklı ders içeriğiyle görüşürüz. Özellikle yani anladınız zaten ama yine yazacağım Anayasaların Felsefesi olabilir). Yazmayı bitiremiyorum, her şey için size teşekkür ederim. Tüm öğrettikleriniz ve benim öğrendiklerim için(veya hala öğrenemediklerim…).

    İlk yazıma sorular sorarak başlamıştım. O zaman sorular gelsin:
    Onarıcı adalet, suçların önlenmesini cezalandırıcı adalete göre daha mı iyi sağlıyor? Bu yönüyle Klasik adalet anlayışından daha mı iyi bir rol üstleniyor?
    Hangi yüzyılda tam olarak biz bu onarıcı adalet anlayışına tam geçiş yaparız? Böyle bir imkân var mı? Demek istediğim cezalandırıcı adalet anlayışı rafa kaldırılabilir mi?
    Rafa kalkış süreci, sosyoloji dersinde işlediğimiz 01 arasında 0 ‘a çok yakın bir olasılığa mı denk geliyor?
    Onarıcı adalet anlayışı iyi bir işleve vesile olsun diye ortaya çıkarılmıştır ama bu adalet anlayışı bazı kötü niyetli insanlar tarafından suiistimal edilemez mi? Her zaman iyi niyetli insanlar( yani suçu işlemiş ve bu suçtan dolayı ders çıkarmış olanlar) olmayabilirler bu adalet anlayışından faydalananlar?
    Aristo’nun düzeltici adalet anlayışıyla eş değerdir diyebilir miyiz? Okurken bir fark göremedim lakin fark olabilir ne de olsa felsefe yapmak her zaman doğru bildiğimiz şeylerden şüphe etmektir. Mutlak doğru yoktur, her şey idealar dünyasının birer yansıması da olabilir, Platon’a da gönderme yaptığıma göre bence olmuşum yani ne bileyim geleceğin felsefecisi falan olabilirim(!). Not: Anayasacım, bunu yazdığımı görmesin ve duymasın sonra kavga edebiliyoruz.
    Fail, mağdura verdiği zararı tazmin edecek ve kendisi işlediği suçun ne kadar olumsuz durumlara sebebiyet verdiğinin farkına varıp ders çıkarması asıl amaçlardan biri ve bu amacı gerçekleştirirken taraflar aktif rol oynayacaklar. O zaman bir sorun, daha doğrusu kafama takılan bir soru var, makalede geçen uzlaştırma kapsamına giren suçlar bakımından bu mantıklı olabilir. Ama cinsel saldırı/istismar/taciz suç(larını)unu nasıl fail tazmin edecek? Daha açık sormam gerekirse bu fiili işleyen kişi bu fiile maruz kalan mağdurun zararını nasıl tazmin edecek? Bu suçlar kapsamında onarıcı adalet anlayışı nasıl sağlanacak, gerçekten çok merak ettiğim konular arasında yer alıyor. Herhalde oturup anlaşmalarını bekleyemezsiniz. Fail ben çok pişmanın, bu işlediğim fiil dolayısıyla ve her türlü zararını gidermeye hazırım dese bile mağdurun nasıl bir tepkisi olur? Tahmin etmek çok da zor değil gibi. Bazı istisnai durumlar hariç, mağdur bu suçu işleyen kişiyi haliyle cezalandırıcı adalet anlayışına göre yargılanmasını isteyecek. Bu daha akla yatkın geliyor bana. Zaten bu suç dolayısıyla mağdur olan bir taraf var ve işlenen bu suç, hırsızlık, dolandırıcılık, kişiyi yaralamanın yanında kendi fikrimce daha ağır bir nitelik taşıyor. Terazinin bir tarafı daha ağır geliyor. Bu suç tiplerinde onarıcı adalet anlayışının mümkün olması bana pek de makul bir seçenekmiş gibi gelmiyor. Geçen yazılarımın birinde tecavüze uğrayan bir öğrenciyi anlatmıştım. Af kanunu kapsamında adam dışarı çıkınca olanları vs. Şimdi sen gel bu durumlar karşısında onarıcı adalet anlayışını uygulamaya kalk. Asıl adaletsizlik bu noktada çıkar. Tabii ki taraflar anlaşmış olabilirler zaten bu istisnai durum içerisine giriyor, lakin istisnalar kaideleri bozmaz diye söylenen klasik bir laf vardır arkadaşlar, bilmem belki hatırlarsınız. Onarıcı adalet anlayışı bu suç tiplerine uygulanabilirse nasıl uygulanabilir?
    Sadece zararı tazmin etmek vs. yetecek mi suçların önlenmesi açısından? Sanki daha başka adımlar da atılmalı gibi adaletin sağlanması için. Kriminoloji derslerinde suça etki eden(kişiyi suç işlemeye iten faktörleri işlemiştik, bir dipnot ben bu dersi zorunluluktan seçtim, ilk siyasi tarih seçmiştim idare hukuku ile çakışınca anında bırakmak zorunda kalan mağdurlardan biriyim, o zamanlar bir sonraki grubun derslerine girmeyi akıl edecek cesaret ve aklım yoktu, bu da bir küçük itiraf) sebepleri işlemiştik bunların arasında ekonomi de vardı. Instagram’da ( bu arada hiç hoşlandığım çocuğu stalklamıyorum gençler !! , ben hep faydalı şeyler için kullanıyorum. Örnek olsun sizlere 🙂 ) ünlü bir düşünürün bir sözüne rastlamıştım geçtiğim aylarda (şu an adını hatırlayamadım, araştırdım lakin bulamadım, kabataslak aktaracağım sözü) bir kişiye ekmek çaldığı dolayısıyla ceza veriliyor, bu düşünürümüzde istersen cezasız bırak yine yapacak, çünkü aç. İlk önce bu kişinin çalışmasını sağla elinden tut onun yaşamına yani ekonomik yaşamına iyi yönde yön ver. O zaman bu suçun önüne geçersin diyordu ve bu sözünde de haklı olduğunu düşünüyorum. Buna benzer örnekleri ceza hukuku ve kriminoloji dersinde de vermiş olmalıyızdır muhtemelen. Aslında adalet anlayışlarının yanında bu suça veya suçların meydana gelmesine sebebiyet veren faktörlerinde belirlendikten sonra bu faktörleri ortadan kaldırıcı daha sıkı bir çalışma yapılabilir (bunun için yine olduğu gibi devletin ekonomisi, gelişmişlik düzeyi vs. bahaneler var hep, bu suçların engellenememesinin altında yatan asıl engel, bir de klasik mali durumu ölçüsünde yardım vs. eder… lafları). O zaman büyük ölçüde bazı suç tiplerinde azalmalar ortaya çıkacaktır. İlk önce suçu önlemek için ekonomik adaletsizlikleri kaldırmak gerekiyor. Rawls’ın adalet anlayışı belki bu durumda bize yardımcı olabilir. Sınıflar arası eşitsizliği minimal seviyeye indirirsek suç ile mücadele şansımız daha yüksek olacaktır. Bütün suçların arkasında yatan en büyük faktörlerden biri de ekonomi değil midir? Psikoloji biliminin de suç ile mücadelede etkisi büyük ölçüde vardır. Sadece hukuk kuralları ile yani cezalandırıcı adalet anlayışı, onarıcı adalet anlatışı, dağıtıcı adalet anlayışı ile suç oranının düşmesinin büyük bir pay sahibi olacağını şu an düşünmüyorum. Bu felsefi argümanlara ek olarak mutlaka toplumdaki eşitsizlikleri minimal düzeye indirecek tedbirler de alınması gerekli ( gerek devlet alacak gerekse halk kendi kendine dayanışma ile bunları yapacak, yani bir şekilde yapmamız gerekli, iyice bencil bir topluma dönüşüyoruz).
    Son bir sorum daha var. Kişilere karşı işlenen ve ekonomik suçlar bakımından da onarıcı adalet anlayışı makul bir çözümdür. Ama tıpkı saldırı suçlarında kafamı kurcalayan diğer bir suç tipi de devlete karşı işlenen suçlardır. Özellikle terör suçu… Bu fiili işleyen, lakin zorlama yoluyla işlemiş olanlara devlet bu adalet anlayışını uygulayabilir ama kasıtlı olarak işlemiş kişilere karşı sizce uygular mı ya da uygulamalı mı? Örneğin, ad vermeyeceğim ama bir adada yatan mahkûmun, ben onarıcı adalet anlayışına tabi tutulduğunu düşünmek bile istemiyorum. Bu benim tabii ki kendi kişisel fikrim. Devlet zararı tazmin et derse, ben bu devlete nasıl güveneceğim, beni geçtim ya şehit aileleri, onlar da bu durumdan kendi fikrim yine devletle eşit olarak mağdurlar, kanımca. Soru şu bu onarıcı adalet anlayışı devlete karşı işlenen suçlar bakımından nasıl uygulanacak? Ya da uygulanabilir mi?
    Yine aklıma bir soru daha geldi ya. Bu onarıcı adalet anlayışı sadece manevi şekilde de olabilir mi? Örneğin, hırsızlık suçu sonrası failin özür dileyip af istemesi bunun yanında da mağdurun zararını tazmin etmemesi şeklinde açıkçası bu da bir nevi tazmindir bana göre, olabilir mi?
    Kısaca toparlayacak olursam, klasik okul temelli yaklaşımdan yavaş yavaş uzaklaşıyoruz ve kanunlarımızı da bununla birlikte yenilemeler yapıyoruz. Sırf failin cezalandırılmasına yönelik bir yaklaşım günümüz hukuk düzenleri için artık yetersizdir. Zaten bu yaklaşımın suç oranlarını düşürmediği de görülmüştür. Denenmiş ve başarısız olmuş olan, cezalandırıcı adalet anlayışı temelli yaklaşımdan gitgide uzaklaşmalıyız. Ne demişler aynı nehirde iki defa yıkanılmazmış öyle diyor, Herakleitos. Kısaca yeni yollar denemeliyiz bunlardan biri de onarıcı adalettir. Adaletin en iyi şekilde sağlanması için her yolu denemeliyiz (sonuç alalım ya da almayalım), ancak bu şekilde adalet anlayışımıza bir yön verebiliriz. Deneyip iyi olan veya olmayan, aksaklığın nerede olduğu vs. şeyleri görerek. Bunun yanında büyük ölçüde devletinde/toplumun yukarıdaki bir paragrafta yazdığım gibi suç ile mücadele konusunda yine çok büyük roller düşüyor. Fazla uzatmayacağım artık, ilk yazıma Nihan olarak, soru sorarak ve kısa bir eleştiri yaparak başlamıştım. Son yazımı da öyle bitiriyorum( tamamen Nihan olarak, Deniz’i işin içine fazla katmadan diyelim çünkü komiklikler yapmış yine).

    Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz sözü iyi sözmüş sevgili Herakleitoscum (adını bile yazarken zorlanıyorum, niye kopyala yapıştır yapmıyorum ki 🙂 ) .

  2. modern çağda toplumların gelişmesi, bireylerin birbirlerinden uzaklaşmasına, anlayışsızlığın ortaya çıkmasına ve bencilliğe neden olmuştur. Bireylerin bu hale gelmeleri, suç ve suçluluğun da doğru orantılı olarak artması durumunu doğurmuştur.
    Adalet sistemi, her geçen gün artış gösteren suçluluk karşısında bir takım problemlerle karşılaşmaktadır. Bireyler gerçekleştirdikleri fiil nedeniyle cezaevine gönderilmekte ve toplumdan daha fazla uzaklaşan ve farklılaşan birey kendine dahi yabancı hale gelmekte ve atıl konuma itilmektedir. Bu durum, ceza hukuku bakımından geleceğe ilişkin bir takım soru işaretlerinin ortaya çıkmasına neden olmakta ve farklı arayışlara yöneltmektedir. Mevcut duruma alternatif olarak ileri sürülen düşünce ise, Onarıcı Adalet düşüncesidir.
    Onarıcı adalet düşüncesinin merkezinde mağdur yer alır. Ancak ifade etmek gerekir ki, mağdurun korunmasının yanında, failin tekrar topluma kazandırılması da onarıcı adalet anlayışı açısından son derece önemlidir. Onarıcı adalette, failin gerçekleştirdiği fiilden ötürü mağdur olan kişinin durumunu görmesi ve neticesinde meydana getirdiği fiil sonucu karşısındaki insana nasıl zarar verdiğinin farkına varması ve bundan dolayı pişman olması ve bir daha o fiili işlememesinin sağlanması amaçlanmıştır.Aslında kriminoloji biliminin de temelinde ele aldığı konu tam olarak budur. Bir yönüyle mağduru koruma altına almak onu ilk planda gözetmek ve faili de tüm bu neticelere rağmen atıl hale bırakmayarak sonraki hayatında da ona toplumsal bir himaye kazandırabilmek ve onu sosyal düzene tekrar kazandırabilmek amaçlanır.Onarıcı adaletin tarihsel sürecinde antik ve modern dönem yaşanmıştır.
    Antik Dönemde Onarıcı adalet, devlet yapısının oluşmadığı toplumlarda uygulanmaya başlamıştır. Göçebe kabilelerde kabile dışından bir kişinin hırsızlık, öldürme gibi suçları işlemesi halinde, kabilenin önde gelen yaşlıları bu iki kabilenin arasındaki müzakereleri düzenlemekteydi. Bu onarım müzakereleri genellikle mağdura ya da kabilesine bir tazminat ödenmesi ile sonuçlanmaktadır. Onarım müzakereleri, mağdurun ya da kabilesinin, intikam amacıyla diğer tarafa saldırmasını engelleyen bir uygulamadır. Barış ve onarım temel iki kavram olmuştur.
    Modern dönemde ise Amerikada ve sonrasında Avrupa ülkelerinde ve hatta BM tarafından benimsenmiştir ve uygulamada kendisini ARABULUCULUK kurumunda göstermiştir.
    Onarıcı adaletin içeriğinde bir takım ilkeler saklıdır:
    ONARICI ADALET İLKELERİ
    Onarıcı adalet programlarının ceza muhakemesi hukukunda yer alan
    tüm kademelerine sahip olması gerektiği vurgulanmıştır. Onarıcı adalet programına dahil olacak tarafların hiçbir etkinin altında kalmadan, kendi istekleriyle gönüllü olarak katılımının sağlanması gerekmektedir. Tarafların, sürecin herhangi bir aşamasında ayrılma imkanına da sahip olması gerekmektedir. Süreç sonucunda ortaya çıkacak kararlar akla uygun, orantılı olmalıdır.
    1-Mağdurun desteklenmesi ve iyileştirmenin önceliği
    2-failin işlediği fiilin sorumluluğunu üstlenmesini sağlamak
    3-failin mağduru anlaması için diyalog kurulması
    4-Verilen zararın düzeltilmesi
    5-Failin ilerde suç işlemekten kaçınmasını sağlamak
    6-hem mağdurun hem de failin yeniden topluma entegre edilmesine yardımı amaçlar

    Ceza sistemlerini bir suç karşısında uygulanacak prosedüre göre sonunda gerçekleştirilmesi amaçlanan hususa göre ve yargılamanın temel prensibine göre üç ayrı gruba ayırabiliriz. Buna göre ilk amacın kişini gerçekleştirdiği fiil karşısında onu cezalandırmanın olduğu “Cezalandırıcı Sistem” ikincisi, amacı fiili gerçekleştirilen kişinin iyileştirilmesinin olduğu “Dağıtıcı Adalet ve son olarak amacı failin gerçekleştirdiği fiil sonucu mağdurda meydana gelen zararın giderilmesi olan
    “Onarıcı Adalet”’tir
    Belirtmek gerekir ki, onarıcı adaletin merkez hareket noktası “diyalog”’dur. Buradaki amaç, fail ile mağduru bir araya getirerek, failin kendisini mağdur yerine koyması, mağdurun durumunu anlayabilmesi ve mağdurun zararının ortadan kaldırılması hususunda karşılıklı bir anlaşmanın sağlanması kısacası empati hissini kuvvetlendirmektir.
    Bizim hukukumuzda yer alan uygulamalarını araştırdım ve bize hiç de yabancı olmayan bir hükümle karşılaştım.
    4.1. 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunda Yer Alan Düzenlemeler
    4.1.1. Hapis Cezasının Ertelenmesi
    Hapis cezasının ertelenmesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu md. 51’de düzenlenmiştir. Maddeye göre;
    İşlediği suçtan dolayı iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm
    edilen kişinin cezası ertelenebilir. Bu sürenin üst sınırı, fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş olan kişiler bakımından üç
    yıldır./Ancak, erteleme kararının verilebilmesi için kişinin;/a) Daha önce kasıtlı
    bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması,/b)
    Suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması,/Gerekir./Cezanın ertelenmesi, mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi koşuluna bağlı tutulabilir. Bu durumda, koşul gerçekleşinceye kadar cezanın infaz kurumunda çektirilmesine devam edilir. Koşulun yerine getirilmesi halinde, hakim kararıyla
    hükümlü infaz kurumundan derhal salıverilir.
    —-Fail işlemiş olduğu suç nedeniyle cezaya mahkum edilmesi ve bu cezasının infaz edilmesi suretiyle uyarılmaktadır. Cezasının infazı ile de bu kişinin tekrar topluma yararlı bir birey haline getirilmesi amaçlanmaktadır. İşte, her failin işlediği suç nedeniyle hakkında hükmedilen cezanın infazı bu amacı gerçekleştirmeyebilir. Bu nedenledir ki bazı suçlar bakımından alternatif infaz yöntemleri veya kurumlar gündeme gelmektedir. Cezalandırmanın özel önleme fonksiyonuna hizmet etmesi için bazı cezalar bakımından erteleme kurumuna başvurulmaktadır ki; böylece failin işlemiş olduğu basit suçun cezasının bir ceza infaz kurumunda özgürlüğünden yoksun olarak çektirilmesinin olumsuz etkileri ortadan kaldırılmak istenmektedir.

  3. Cezalandırıcı adalette failin cezalandırılması odak noktasıyken, onarıcı adalette mağdurun ve toplumun meydana getirilen fiilden dolayı uğradıkları zararın giderilmesi odak noktasıdır. Ve onarıcı adaletin hareket noktası diyalogdur. Yani fail ile mağdurun, zararın ortadan kaldırılması hususunda karşılıklı bir anlaşmanın sağlanmasıdır. Ve burada failin gerçekleştirdiği fiil sonucunu verdiği zararın farkına varıp bu zararı gidermesi beklenmektedir. Ben onarıcı adalet sisteminin çok etkili bir yöntem olduğunu düşünmüyorum tam aksine suç önlenmek istenirken bunun önünü daha çok açacak bir potansiyeli olduğu düşüncesindeyim. Elbette failin fiili sonucunda mağdurda meydana gelen zarar karşılanmalıdır ancak bu suçun ve suçlunun önlenmesi için yeterli değildir. Caydırıcı bir ceza gereklidir kanaatimce. Cezalandırıcı adalet sisteminin suçun önünü kesmesinde onarıcı adalet sistemine nazaran daha etkili olacağını düşünüyorum. Günümüze baktığımızda ve geçmişle bir kıyaslama yaptığımızda ne yazık ki toplumların gelişmesiyle beraber suç ve suçluluğun da arttığını görmek mümkündür. İnsanlar bencilleşti, tahammülsüzleşti ve içlerinde ki merhamet ve adalet duygusunu günden güne kaybetti. Bu da ortaya suç işleme potansiyeli olan bireyler çıkardı. Ve bu durumun yani bireylerin suç işlemeye yatkınlığının, suçun arttığı ve normalleşmeye başladığı toplumların bir şekilde önüne geçilmesi gerekir. Bunun içinde caydırıcı bir etkene ihtiyaç vardır. Ben bu sorunların onarıcı adalette olduğu gibi karşılıklı anlaşma ve diyalog sonucunda ortadan kalkacağını en azından azalacağını düşünmüyorum. Evet mağdurun uğradığı zarar bir şekilde karşılanmalı ancak faili yargılamanın merkezine koyup cezalandırma yöntemi ile korkutmak ve caydırmak da gerekir. Aksi takdirde bireyler suç işledikleri zaman ne de olsa anlaşır, mağdurun zararını karşılarım gibi düşünceye kapılabilme ihtimali gündeme gelebilir. Ama kişi işlediği suç sonucunda bir cezayla bir yaptırımla karşılaşırsa, karşılaşacağını bilirse korkup kendisini geri çekebilir ve bir daha bir suç işlemeye kalkıştığında bu yaptırımlarla karşılaşacağını bildiği için suçun önüne geçilebileceği düşüncesindeyim.
    Eslem DEMİRHAN

  4. Hukuku uygulayan uygulayıcı pozisyonundaki organlar olan mahkemeler kişiler arası uyuşmazlıkları bir adalet terazisi dengesi ile hukuk kurallarını uygulayarak bir sonuca varmaktadırlar. Burada özellikle ceza yargısında failin önemli ölçüde cezalandırılması ve mağdurun bu anlamda tatmin edilmesi de amaçlanır. Bu anlamda adaleti uygulayanlar kişilerin gördükleri zararın onarılması yönünde çaba sarf etmelidirler. Suçtan ve failin haksız eylemlerinden doğrudan veya dolaylı olarak zarar görenler yargılama aşamasına katılmaları gerekir. Çünkü bütün bunlar devletin kamu düzeni ve toplumun barış ve huzurunu sağlanmasına yönelik gerekliliklerdendir. Ayrıca onarıcı adalet uyuşmazlıkların çözümünde toplumun tüm üyelerini de kapsayacak şekilde çoğulcu ve demokratik olarak toplumsal barışın onarılmasına da yardımcı olması gerekir. bu anlamda bir ceza kanunu tasarısı yapılırken resepsiyon yolunu doğru bulmuyorum. Örneğin bizim ceza kanunumuz başlangıçta İtalyan Ceza kanunundan devşirilmiştir. Ancak her toplumun bir birinden farklı olduğu yadsınamaz. Bu bağlamda her toplum kendi ceza kanunu buna bağlı olarak toplumsal beklentileri de göz önüne alarak bir takım kanunlaştırmalar yapılmalıdır diye düşünüyorum. Onarıcı adalet anlamında sadece mağdurun tatmin edilmesi değil aynı zamanda failin de ıslah edilmesi amaçlanmalıdır. Bunun tam olarak infaz kanunlarında uygulanıyor olması ve salt cezalandırma yöntemi yanında ıslaha da yer verilmesi toplumsal barış ve düzene hizmet eder. Nitekim bu anlamda infaz kanunlarımızda belli bir cezasını iyi halle geçiren mahkumlar ceza infaz kurumlarının iş yurtları tesislerinde üretime yönelik faaliyetlerde bulunarak hem bir meslek edinerek infaz sonrası toplumda bir söz sahibi olabilme, dışlanmışlık yaşamama anlamında önemli bir amaca da hizmet etmekte hem de bu kişilerin aynı türden cezaları tekrardan işlemelerinin de önüne geçilebilir düşüncesindeyim.

    ENES ŞENER
    201951424

  5. Toplumların gelişmesi birbirlerinden uzaklaşmasına neden olmuştur bu durumda suç oranını arttırmıştır. Kişiler işledikleri suçlar neticesinde cezaevine gönderilip toplumdan uzaklaştırılmışlardır. Bu sisteme çözüm olarak da onarıcı adalet kavramı ortaya çıkmıştır. Onarıcı adaletin amacı mağdurun zararının giderilmesi ve aynı zamanda failin de topluma tekrar kazandırılmasıdır. Onarıcı adaletin tarihinin çok eskiye dayanması onun tarihin ilk adalet sistemi olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Bu sistemi birçok millet kendi geleneklerine göre uyarlayarak kullanmıştır. Onarıcı adalet sisteminin hızlı gelişimi dünya genelinde birlik sağlanması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Cezalandırıcı adalet sisteminde ön planda olan fail iken mağdur geride kalmıştır. Ancak tamda bu noktada onarıcı adalet sistemi merkeze mağduru alarak zararının giderilmesini amaçlamıştır. Onarıcı adaletin hareket noktası diyalog olarak belirlenmiştir. Fail ile mağduru bir araya getirerek zararın kaldırılması konusunda anlaşmaya varılması ve failin yaptığı fiil sonucu meydan gelebilecekleri görmesi bu nedenle aynı fiili bir daha yapmaması beklenmektedir.

  6. Onarıcı Adalet
    Günümüzde uygulanan ceza adalet sistemlerinde, mağdurun maruz kaldığı fiili durum sonucunda devletin bu durumu sahiplenmesiyle mağdurun pasif öğe durumunda bulunması ve yapılan yargılama da mağdurun ihtiyacı ile tercihleri göz ardı edilmesiyle birlikte uygulanan ceza adalet sisteminin tatmin edici olmadığı anlaşılmaktadır.
    Bu durum alternatif arayışlara yol açmakta olup alternatiflerden biride onarıcı adalet anlayışıdır. Söz konusu anlayışta; devlet, durumu sahiplenme durumuna gitmeyerek mağdurlara, faillere ve topluma pasif roller biçmemektedir. Ayrıca suçun bireylere karşı işlendiğini kabul etmektedir.
    Onarıcı adaletin hareket noktasını, mağdurun uğradığı zararın giderilmesi oluşturur. Bu kapsamda ilk olarak mağdurun kim olduğu, neye ihtiyaç duyduğu, bu duruma kimin sebebiyet verdiği ve çözümün sağlanabilmesi için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği tespit edilmelidir. Ayrıca Mağdurun korunmasının yanında, failin tekrar topluma kazandırılması da onarıcı adaletin öğelerinden biridir.
    Onarıcı adaletin amacı, failin gerçekleştirdiği fiilden ötürü mağdur olan kişinin durumunu görerek karşısındaki insana nasıl zarar verdiğinin farkına varması ve bundan dolayı pişman olarak bir daha o fiili işlememesinin sağlanması ile mağdurun ve toplumun suç nedeniyle uğradığı zararın giderilmesidir.
    Onarıcı adalet programları, onarıcı bir sürece ve sonuca sahip olmalıdır. Onarıcı adalet süreci, yaşanılan bir suçun tarafları olan fail, mağdur, yakınları ve toplum temsilcilerinin belirlenen yer ve zamanda, bir uzlaştırmacı gözetiminde gönüllülük esasına bağlı olarak bir araya gelmeleri olup onarıcı sonuç ise bu görüşme esnasında suç mağduriyetinin doğurduğu yaraların sarılması, sulh ve barışın sağlanması adına uzlaşma içerisinde belirlenecek bir plan üzerinde, tarafların mutabakata varması ve bu mutabakat şartlarının tatbik ile takip edilmesidir.
    Onarıcı adalet programlarının hangi suçlarda uygulanabileceği, dosyanın çözümlenmesi ve uzlaştırmacının niteliklerinin de belirli olması gerekmektedir.
    Ülkemizde en önemli onarıcı adalet uygulaması, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253.maddesi ile düzenlenen uzlaştırmadır. Söz konusu düzenleme ile Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar ile şikâyete bağlı olmayan tehdit, yaralama, konut dokunulmazlığının ihlali, hırsızlık ve güveni kötüye kullanma gibi suçlar uzlaştırma kapsamında yer almaktadır.
    Kanun metninde geçen suç tanımlarına istinaden uzlaştırma ile bir araya gelen tarafların uzlaşması sonucunda mağdurun uğradığı zararın telafisi sağlanmaktadır. Bu telafi çoğu zaman sosyal sorumluluk yönünde olmaktadır.
    Onarıcı adalete ilişkin olarak yapılan eleştiriler ise;
    – Hedeflerinin çok sayıda ve belirsiz olması,
    – Hedeflerin öncelik olmaksızın gerçekleştirilmeye çalışılması,
    – Amaç ile gerçekleşen sonuca ilişkin değerlendirme standartları,
    Yönünden eleştiriler yapılmaktadır.
    Adalet Bakanlığının son olarak yayınladığı veri olan 2018 yılına ait verilere bakıldığında, uzlaşmaya konu olan olayların %81’inin (208014 dosyanın) uzlaşma ile sonuçlandığı görülmektedir. Bu husus yargı sistemindeki iş yükünün azalması ve yargılamaların hızlanmasını da sağlayacaktır.
    Sonuç olarak onarıcı adalet, merkeze mağduru koyan ve bu şekilde mağdurun ikinci kez mağdur olmasını engellemeye çalışan bir modern bir hukuk sistemidir.
    Saygılarımla.

    Enes KAŞAK
    201851263

  7. Onarıcı adalet anlayışının, uyuşmazlığın taraflarını haksız bir duruma düşürmediği ve adalet ilkelerinin doğru bir şekilde olaya uyarlandığı sürece faydalı bir uygulama olduğunu düşünüyorum. Bireye karşı işlenen suçlarda uyuşmazlığı yaşayan tarafların birlikte bu sürece dahil olmaları gerekmektedir. Bu programın uygulayıcılarının özel olarak yetiştirilmeleri yerinde bir karardır. Ülkemizde de özellikle son yıllarda daha çok uygulama alanı bulan arabuluculuk müessesesinde olduğu gibi.
    Onarıcı adalet anlayışının somut özelliklerinin olmaması nedeniyle uygulanmasının olayın mağduru açısından haksızlığa yol açabilmesi mümkündür. Somut olayın özelliklerinin, failin durumunun dikkatlice incelenmesi gerekir. Fail topluma tekrar kazandırılırken yaşanabilecek olumsuz durumların da göz önüne alınması gerekir. Bir daha aynı fiili işlemeyeceği öngörüsünde bulunmak oldukça zor bir karardır. Zararı veren kişi topluma kazandırılmak istenirken, toplumun zarar görmesi engellenmelidir.
    Taraflar arasında diyalog kurulması sağlanırken tarafların arasında husumetin şiddeti de önem arz etmektedir. Her durumda tarafların bir araya getirilmesi doğru bir karar olmayabilir. Bu hususlar değerlendirilip, onarıcı adalete öyle başvurulmalıdır.

  8. Cezalandırıcı adalet sistemi, bir suç işlendiğinde devletin suçu öğrenmesi ile olaya el koyduğu, polis, Cumhuriyet Savcısı ve Hakim tarafından soruşturma yapılan bir sistemdir. Sanık ve mağdur arasında herhangi bir barışın sağlanmadığı bir sistemdir. Onarıcı adalet sistemi ise mağdur ve sanığının bir uzman huzurunda bir araya geldikleri ve af, sulh, uzlaşma zeminine dayalı her iki tarafında söz sahibi olduğu bir sistemdir. Taraflar arasında barış sağlanmak istenir. Şikayete tabi birçok suç uzlaşmaya tabi kılınmış ve uzlaştırma süreci dava şartı olarak getirilmiştir. Günümüzdeki arabuluculuk sistemi gibi. Her iki sisteminde kendine göre iyi ve kötü durumları vardır. kendi görüşümce bazı cezalarda uzlaştırma yoluna gidilmemeli çünkü toplumun huzuru ve devlete duyulan güvenlik sıkıntıya girebilir. İnsanlar uzlaşmanın verdiği rahtlıkla daha rahat çekinmeden suç işleyebilirler. Bazı suçlarda ise uzlaştırma yoluna gidilmesi daha iyi olabilir. Kişinin bir kaza sebebiyle suç işlemesi ya da gerçekten taraflar arsında anlaşılarak çözüm yoluna gidilmesi, tarafların söz hakkı sahibi olmaları daha iyi olabilir. Bazı durumlarda kişilere ikinci bir hak verilmesi daha olumlu sonuç doğurabilir. Kısacası mevcut olayın durumuna göre karar verilmeli. Tek bir sistemden ziyade ikisininde var olması daha iyi olumlu olur.

    NİLGÜN BORAN
    201751029

  9. Günümüzde bireylerin kendinden farklı olana saygı ve tahammülü neredeyse yok denecek kadar azdır. Bu durumda toplum içindeki suçluluk oranını haliyle cezalandırılmış insan oranını da arttırmaktadır. Artan cezalandırmalarda da ceza evinde kalan insan toplumdan oldukça uzaklaşmakta yalnız kalmaktadır. Ceza evinden çıktıktan sonrada bir takım ayrıştırmalara maruz kalır ve böylece toplumdan bir hayli uzaklaşır. Onarıcı adalet ilk başta çocukları temel alarak oluştursa da zamanla birçok değişikliğe uğrayıp yetişkinler için de geçerli hale gelmiştir. Onarıcı adalet merkezine mağduru koyar ama failin topluma kazandırılması gerekliliğini de ele alır.Onarıcı adalet kavramı sürekli değiştiği için net bir tanım yapmakta mümkün değildir.Objektif bir tanım yapmanın imkanı yoktur.Onarıcı adalet düşüncesi devleti esas almaz çünkü mağdur devlet değildir bireylerdir.Bu nedenle fail, mağdur, toplum odaklı ilerler.Yeni bir düşünce gibi gözüküyor ama aslında çok eski bir düşünce yalnızca sürekli değişikliğe uğradığı için dinamik yapıda.Diyalog onarıcı adalet için çok önemli bir terim. Çünkü amaç faili mağduru bir araya getirip failin empati yapabilmesini sağlamaktır ve bence burada kalıcı bir çözüme ulaşmak,benzer şeylerin tekrar yaşanmasını engellemek amaçlanıyor. Özünde mağduru ortaya koyduğundan mağdurun başına aynı olayların tekrar gelmesini mağdurun tekrar mağdur olmasını önlemek istiyor.
    YAĞMUR ALPSOY
    201751009

  10. Onarıcı Adalet

    Uzun yıllardır ceza hukuku alanında birçok hukuk sisteminde kabul görmüş ve uygulanmakta olan cezalandırıcı adalet paradigmasından, Şener ULUDAĞ’ın makalesinde yer alan ve aşağıda belirtilen “sınırlılık ve problemler” nedeniyle onarıcı adalet paradigmasına geçiş tetiklenmiştir.
    • Suçun Meydana Getirdiği Yaraların Tam Olarak Sarılamayışı
    • Yargılama Sürecinde Fail, Mağdur ve Toplumun Pasif Durumu
    • Cezalandırma Yöntemi
    • Sistemin Tıkanması
    • Caydırıcılığın Tam Sağlanamaması
    • Husumetin Giderilemeyişi ve Sulhun Sağlanmaması
    • Bir Kısım Suç Tipleri Karşısında Sistemin Fonksiyonunu Tam Yerine Getirememesi
    • Suça Taraf Olmayan Aktörler, Yargılama Dili ve Mekânı

    Onarıcı adalet düşüncesi merkezine mağdurun yerleştirmiş olup mağdurun korunmasının yanında, failin tekrar topluma kazandırılması da amaçlamaktadır. Bu çerçevede faili cezalandırmaya odaklanmayacağı gibi onarıcı adalet önceliğini zararların giderilmesine verilmektedir. Failin verdiği zarar, maddi olabileceği gibi manevi de olabilecektir. Onarıcı adalet düşüncesi fail ile mağdur arasındaki zararların giderilmesinin sağlanabileceği en uygun zeminlerden birini oluşturmaktadır. Diğer taraftan, failin ceza infaz kurumlarının “kriminojenik” ortamıyla tanıştırmayarak, birçok olumsuz etkiden kurtulabilecektir. Suç işleme veya daha profesyonelce işleme tekniklerini öğrenmesi engellenecektir. Son olarak, onarıcı adalet uygulamaları fail ve failin yakınları-mağdur ve mağdurun yakınları ile toplumla olan ilişkileri düzelme yoluna girme olasılığı doğmaktadır.

    Cezalandırıcı adalet paradigmasından, onarıcı adalet paradigmasına geçiş tetiklenmesi kulağa hoş gelmekle birlikte uygulamasında, hayata geçirilmesinde sorunlar bulunmaktadır.
    • Onarıcı adalet önceliğini zararların giderilmesine vermekle birlikte, fail ile mağdurun gönüllülük esası ile uzlaşmaları gerekmektedir. Uzlaşma sağlanmasına rağmen daha sonra uzlaşılan hususların yerine getirilmemesi halinde başvurulacak çözüm yine cezalandırıcı adalet sisteminde bulunacaktır. Bu da bir dilemma olarak karşımıza çıkmaktadır.
    • İkinci bir dilemma da maddi zararın giderilmesi noktasında ortaya çıkmaktadır. Onarıcı adalet düşüncesi çerçevesinde maddi zararı ekonomik yönden güçlü kesimler tarafından gidermek güçsüz kesimlere göre daha kolay, basit ve hızlı olacağından, hedeflenen faydasından ziyade varlıklılar bakımından suç kavramını cezalandırma kapsamının dışında bırakabilecektir.

    Bunlardan dolayı, onarıcı adalet yaklaşımının ülkemiz adalet sistemine eklemlenmesi ve uygulamada yaygınlaşması bakımından öncelikle olumsuz ve olumsuz yönlerinin tartışmaya açılması, toplumsal ihtiyacımıza sunabileceği çözümler değerlendirilmeli ve bu çerçevede gündemde olan adalet reformunun kapsamına alınması düşünülmelidir.

    Akif Saner Ergüleç

  11. Onarıcı Adalet’e Genel Bir Bakış

    Antik Dönem

    Onarıcı adalet, devlet yapısının oluşmadığı toplumlarda uygulanmaya başlamıştır. Göçebe kabilelerde meydana gelen olaylarda “Onarım Müzakeresi” altında uygulanmıştır.

    Modern Dönem

    1970’li yıllarda yeni yeni ortaya çıkan onarıcı adaletin sadece ABD ve Kanada’da az sayıda uygulaması söz konusuydu.

    Makalenin bu iki kısmını okuyunca aklıma aşiret barışmaları geldi. Yok öyle antik dönemde değil 21. Yüzyılda modern zamanlarda. Nerde mi? Nerde olacak Türkiye’de. Onarıcı adalet programları sonucunda tarafların zararının giderilmesi konusunda anlaşarak sürecin tamamlanmasıdır. İşte tam olarak da aşiret barışmaları bu işe yarıyor hem de öyle 1 fail 1 mağdur ile değil 5000 kişilik aşiret barışmaları yemeğinde kocaman bir kasabada adaleti sağlıyor. O zaman biz şimdi adalette Birleşmiş Milletlerin tavsiyelerinin çok mu ilerisindeyiz? Yoksa makalede dediği gibi devlet yapısının oluşmadığı bir toplumda mı yaşıyoruz?

    Onarıcı adaletin yaklaşımını çok doğru buluyorum çünkü suç bence toplumun diğer bireyleri ile yapılan sözleşmeye aykırılıktır. Sözleşmenin tarafında fail diğer tarafında ise mağdur özelinde tüm toplum vardır. O zaman sözleşmeye aykırı davranış sonucu sözleşmeyi onaylayan notere karşı değil karşı tarafa karşı sorumlu olmalıyım. Ayrıca suç sayısı fazla ise bu sözleşmenin çok doğru hazırlanmadığını toplum olarak yani sözleşmenin tarafları olarak tekrar bir araya gelmemiz gerektiğinin göstergesidir. Sözleşmenin maddelerini kaleme almak elbette toplumun vekilleri tarafından yapılacaktır. Ancak onarıcı adaletin diyalog kısmı yani fail ve mağdur tarafından yapılan görüşmeler sözleşmenin daha işlevsel olmasına çok güzel zemin hazırlayacaktır.

  12. Onarıcı adalet anlayışı genel olarak bir adalet sisteminin cezalandırıcı yönünden beklentilerimi karşılamakla beraber yine de mevcut durumu göz önüne aldığımda birtakım eleştirilerime de kaynak oluşturmaktadır. İlk olarak faile neredeyse ılımlı diyebileceğim bir şekilde yaklaşılması suçun legalleşmesine ve “Nasıl olsa sonunda şöyle olacak.” denilerek daha rahat işlenmesine zemin hazırlayabilir. Bu sistem ile fail suç gömleğini giymemektedir.
    Her ne kadar cezalandırıcı adalet sisteminde olayın dışındaki hakim, savcı, avukat gibi aktörler yargılamaya katılsa da bu durumun mağduru ne derece etkiler, onu daha çok yaralar mı yoksa bu iş için eğitim almış kişilerin huzurunda olmak daha mı rahat hissetmesini sağlar, bilemiyorum. Bana göre mahkeme salonları devlet gücü kavramının bir yansıması gibi düşünülüyor ve kişiler şayet masumsa kendilerini daha güvende hatta devletin kanatları altında hissedebiliyor. Sonuçta bütün adalet haykırışları da bu odalarda oluyor. Aktörlerin pasifleşmesi bu alanda iş sıkıntısı da yaratabilir.
    İki sistemde de mağdur ve fail bir şekilde yüzleşmektedir. Bunun olumsuz sonuçlarının doğabilir, mağdur ve yakınlarının belki de iradeleri sakatlanmak suretiyle beyanlarda bulunmalarına sebebiyet verebilir ki bu du korkunç bir duruma yol açabilecektir.
    Başka bir eleştiri getirecek olursam mağdur ve faillerin ve de yakınlarının yüzleştirilmesi yeni travmalara neden olabilir mi? Gönüllülük esas olmakla beraber bu sürecin ne kadar süreceği de bence önem taşımaktadır. Ayrıca örneğin devlet kanunlarında hangi suçlara bunun uygulanıp hangileri için uygulanamayacağını düzenleyecek midir?
    Sürecin sonunda ise fail-mağdur arasındaki uzlaşmada faile mağdurun yüklediği sorumluluklar bir uzman tarafından verilmediği için failin aynı eylemlerden uzak tutmada ne kadar etkili olabilecektir?
    Onarıcı adalet anlayışının olumlu yönü de şudur ki cezaevleri faillerin psikolojilerinin daha da bozulmasına ya da yeni teknikler öğrenerek dahi tahliye olmalarına neden olabilmektedir. Google’a yalnızca “cezaevinden çıktı öldürdü” yazmak bile pek çok örnekle karşılaşılmasına neden olabilir. Bunun yerine öyle bir ortama hiç girmeden cezalandırma mümkün olabilmelidir. İnsan öldürme eğiliminde olan kişilere ne olacağı konusu da önem arz etmektedir. Buna da ülkemizden hapisten çıkıp yalnızca insan öldürme saiğiyle hareket eden katilin Ceren’i öldürmesi örnek verilebilir. Böyle bir cani için onarıcı adalet mümkün olabilecek midir, tartışılır.
    Özellikle ülkemiz için düşündüğüm zaman cezalandırıcı adalet anlayışının daha çok taraftar bulacağı kanısındayım. Şöyle ki (Daha önce bu konuyu sanırım sosyolojide konuşmuştuk.) bir suça dair genel düşünce, öç alma üzerinedir. İnsanlar suçlunun da acı çekmesini ister ve yalnızca bu şekilde kamuoyu adaletin tecellisine dair tatmin olabilir. Hatta sosyal medyada sesi duyurulan bir konuda örneğin ifadesi alınıp salınmış biri bile tekrar sorguya alınabilmekte ve sonucunda tutuklu alıkonabilmektedir.
    Onarıcı adalet sistemine dair ülkemizde yaşanan en yakın örnek aklıma geldi: Birkaç hafta önce olan bu haberde bir genç kız, yüzüne kezzap atarak yakan adamı affetmiş ve sonrasında da “Biz evleneceğiz, ben zaten her şeyi unuttum.” minvalinde açıklamalar yaptığt ve avukatlarını azlettiği iddia edilmişti. Bu konuda insanların yazdığı tweetleri gördükçe şaşırmakla beraber aslında ben de böyle bir durumda ne yapılabileceğine dair kesin bir çözüm bulamadım. Yani burada onarıcı adalet sistemi gereklerine uygun olarak fail affedilip salınıverilmeli midir yoksa cezalandırıcı adalet sistemi uyarınca bu kişinin zarar verme potansiyeli taşıması nedeniyle cezaevinde tutulmalı mıdır? Hangisinin daha uygun olacağına dair kriterleri kimin belirlemesine izin vermeliyiz? Bu tartışmaların yapılması için öncelikle yerleşik bir adalet olması ve adalet anlayışına toplumdaki bireylerin de güvenmesi gerektiği inancındayım.

  13. Restorative Justice
    Dilimize “onarıcı adalet” diye çevrilmiş bir tamlama… İfadenin bileşenlerinden biri ve tamlamanın sıfatı olan “restorative” kelimesinin birkaç anlamda kullanıldığı görülmektedir. İsim olarak kullanıldığında restorative; “ayıltıcı ilaç, iyileştirici yiyecek” gibi manalara gelirken sıfat olarak kullanıldığında ise “canlandırıcı, kuvvet verici” anlamlarını ifade etmektedir. Kelimenin “adalet” kavramının önüne gelince “onarıcı” anlamına bürünmesi o dilin bir gereği midir yoksa bizim çevirmenlerimizin tercihi midir? Eğer kavram birinci anlamlarıyla kullanılırsa ” Canlandırıcı Adalet, Kuvvet Verici Adalet” gibi anlamlar karşımıza çıkacaktır. (Bu iki tamlamanın ne gibi anlamlara gelebileceği ayrı bir yazıda değerlendirilebilir.)
    Restorative kelimesi ister canlandırıcı ister kuvvetlendirici isterse onarıcı anlamlarda kullanılsın değişmeyen şey bu kavramın bir sıfat görevini üstlenmesi. Sıfatlar bir kavramın önüne gelerek bazen onların özelliklerini bazen de işlevini ifade eder. Burada daha çok tercih edilen onarıcı kavramı adaletin bir işlevini de özelliğini de ifade edebilir. Başka bir ifadeyle adaletin (kendiliğinden) işlevi midir onarıcı olması yoksa bir alternatif seçenek olarak (bozulan bir) adaletin yeni bir özelliğe bürünmesi mi? Burada başka birkaç soru daha sorulabilir. Adalet neyi onaracaktır? Önce kendini mi yoksa toplumsal izdüşümünü mü? Adaletin onarıcı yanı mı ön planda tutulmalı yoksa adalet zaten öyleydi de sonra bozuldu ve şimdi onarıcı yanını mı ortaya konulmalı? Adaletin onarıcı olması onu toplum için bir amaç olmaktan çıkarıp araç haline mi dönüştürür? Toplum bu onarıcılığı rasyonellikten uzaklaşarak gerçekleştirmek isterse ne olacak? Onarmak istediği eksikliği ya da yarayı kendine derman mı görecektir? Suç kavramı anlamını flülaştırarak ona meyil mi ettirecektir, sonrasında meşru hale mi gelecektir? Toplum bunu seçmişse devlet ne yapacaktır? Zaten “devlet toplum içindir” mi, yoksa “devlet toplum içindir” mi görüşleri geçerli olacaktır?
    Felsefe…Yine iki nokta üst üstelerle gelen kavramların peşine soru işareti taktı…Biz mi? Biz yine üç diye adlandırılan sonsuz noktalarla baş başa kaldık…Bu bir şikayet mi? Bilakis memnuniyet. Sonsuzluğa adım atmak gibisi var mı?

  14. Onarıcı adalet felsefesi teoride muhteşem bir felsefe. Suç failin iradi olarak gerçekleştirdiği bir eylem neticesinde oluşsa da fail ‘’ suç işleme ‘’ noktasına gelene kadar gizli azmettirici sayılabilecek birçok psikolojik istismar niteliğinde olaya maruz kalıyor. Hatta araştırmalara göre suç işleme güdüsü genler yoluyla bile aktarılabiliyor. Böyle bir durumda fail, suçun spesifik olarak gerçekleşmiş hali için kendi iradesini kullanmış olsa da bu, onu suçlu olarak nitelendirmemize olanak sağlamaz. Çünkü onu suçlu yapan irade başka bireyler, durumlar ve olayların tetikleyiciliğidir. Bu durumda hukuk düzeninin ihlalini cezalandırmaktan ziyade, meydana gelmiş zararı onarmak ve bu zarar neticesi doğabilmesi muhtemel başka zararları önlemek makuldür.
    Onarıcı adalet sistemleri arasında uygulama alanı bulmuş olan aile grup konferanslarına değinmek istiyorum. İçerisinde fail ve mağdur dışında, aile bireyleri ve toplum içerisinden bireylerin bulunduğu bu müzakere yönteminin mağdurun suistimaline açık olduğunu düşünüyorum. Faili suç işlemeye iten psikolojik istismarın tetikleyicisi ahlak normları olabiliyor. Ahlak normları toplum tarafından dayatılan ve benimsenmesi zorunlu görülen, aykırılık durumunda yine toplum tarafından yaptırıma tabi tutulan normlardır. Bu yaptırım ceza hukuku açısından suç sayılmış da olabilir. Bu durumda geleneklerine bağlı aile bireyleri ve toplumu temsil eden bireyler, suçu ahlaki açıdan meşru buldukları için mağdurun ikinci defa suistimal edileceği bir ortam meydana gelebilir.
    Mesela geçmişte, şu anda ve muhtemelen gelecekte de gündemde olacak olan çocuk yaşta evlilik konusuna baktığımızda, bu alenen kız çocuklarının cinsel istismarıdır. Ancak toplumdaki ‘’damızlık kız algısı’’ ile kadını her alanda sömürme durumunu ahlak, gelenek görenek ve din kavramları altında normalleştiren zihniyet bunu ‘’ genç yaşta evlilik ‘’ olarak nitelendirerek suç kavramı içerisinden çıkarmak için çabalıyor. Konuyla ilgili görülen birçok dava ve her an gündeme getirilmeye hazır bir af yasa tasarısı mevcut. Bu davaları onarıcı adalet felsefesi altında genelleştirerek doğabilecek sakıncaları özetlemek gerekirse; aile bireyleri ve toplum 12 yaşınında bir kız çocuğunun evlenmesinde bir sakınca görmüyor ve bu evlilik durumu ‘’dini nikahla’’ gerçekleştiriliyor. Ceza kanununa göre çocuğun cinsel istismarı suçu işleniyor. Aradan geçen 3 yılın aradından mağdur karın ağrısı şikayetiyle gittiği hastanede hamile olduğunu öğreniyor ve hastanenin bildirimiyle gerekli yasal süreç işlemeye başlıyor. Mağdur kız çocuğunun onarıcı adalet sisteminin uygulanmasına ‘’ gönüllü ‘’ olmaması gibi bir durum söz konusu bile değil. Ailelerin baskısı, toplumun baskısı ve hayatının geri kalanında faile muhtaç bırakıldığını düşündüğü bir psikoloji içinde ikinci kez mağdur edilecektir. Toplum tarafından ahlak normlarının hukuk normlarından üstün tutulduğu ülkelerde mağduriyet oluşumuna açık bir sistemdir.
    Cezalandırıcı adalet sisteminin temelinde suçun aynı zamanda devlete karşı işlenmiş olması durumunun yatması yargılama sürecinde monotonlaşma ve genelleşme gibi birçok eksiklik ve aşırılık doğmasına yol açıyor. Onarıcı adalet felsefesinin mantığı ve işleyişini kesinlikle daha insancıl ve hakkaniyetli buluyorum. Cezalandırıcı adalet sisteminde devletin zarar gördüğü fikri ile onarıcı adalet sisteminde toplumun zarar gördüğü fikri eşdeğerdir ve sakıncaları da ortaktır. Uygulamaların içinden toplumu çıkarırsak ve mağdur ve suçlu psikolojisine hakim birilerini koyarsak çok daha uygun olacaktır.
    F.Şimal YERDEKALMAZER

  15. Okuduğum makalede onarıcı adaletin amacı, mağdurun ve toplumun suç nedeniyle uğradığı haksızlığın ve zararın giderilmesi ve bunun yanında failin hayatının sonraki döneminde hukuka uygun bir biçimde yaşayabilmesi için onarılması olarak ifade edilmiştir. Eskiden beri var olan devletlerin uyguladığı intikam amacı güden ve bireyi tamamen dışlayan çoğu adalet anlayışından daha uygulanabilir bir sistemdir. Çünkü ceza adını verdiğimiz fiillerin temel amacında bireyin yani failin topluma kazandırılarak ya da fiilinin sonucunu algılamasını sağlayarak iyi şeyler hedeflenmiştir. İyi şeyler diye bahsettiğim hedefler, toplum düzeni bozulduğu veya kurallara ayrıklık ortaya çıktığı için herhangi bir intikam duygusu içermeyen hedeflerdir. Eğer adaleti sağlamaktaki amaç mağduriyeti intikamla gidermek olsaydı bunu bizzat mağdur veya yakın çevresi de zaten yapabilirdi. Bu sebepten dolayı onarıcı adalet mağdurun zararının giderilmesi için yeterli olacakken faile de ikinci bir şans gibi düşünülmelidir. Ancak bu şans kavramı sosyolojik bakımdan da aykırı fiili işleyen kişinin ait olmadığı bir topluma ve düzene aitmiş gibi davranması sonucunu da doğurmamalıdır. Bu yönüyle onarıcı adalet, dağıtıcı adalete de benzemektedir. Onarıcı adalet iyileştirmenin merkezine mağduru yerleştirmiş olsa da aslında diyalog yöntemiyle failin verdiği zararı görerek onarmasıyla faili de her anlamdan iyileştiren bir sistemdir.

  16. Öncelikle Onarıcı Adalet sisteminin desteklemediğim yönleri olmakla birlikte, iş yükünün azaltması, suçlu özgür olacağı için suç işleme veya daha profesyonelce işleme tekniklerini öğrenmemesi açısından uygulanması gerekmektedir. Ayrıca faille birlikte, var ise bakmakla yükümlü olduğu kişiler (eşi, çocukları vb.) de failin özgürlüğü kısıtlanmayacağı için ayrıca bir mağduriyete maruz kalmayacaklardır. En önemlisi de failin kendisini mağdur yerine koyması, mağdurun durumunu anlayabilmesi açısından çok önemlidir. Günümüzde birçok suçlu, suçunun haklı olduğunu, mağdurun bunu hak ettiğini düşünmektedir. Özgürlüğüne kavuştuğunda fark olmaksızın aynı fikirlere sahip olabilmektedir. Suçlunu pişmanlık duygusu bu açıdan cezasını çekmekle alakalı olup, mağdura verdiği zararla alakalı değildir.
    Onarıcı Adalet Sistemine eleştirim tüm suçlarda uygulanabilirliğinin olmayışıdır. Bazı suçların asla telafi edilemez, zararı karşılanamazdır. Bu suçlarda suçluyu düşünmenin, mağdurla suçlunun bir uzlaşmaya varmasının bir anlamı yoktur. Bu suçlara örnek, tecavüz ve tecavüz sonucu öldürme, terör, cinayet gibi suçlar verilebilir.
    Nitekim Onarıcı adalet programlarına hangi hallerde başvurulabileceği, onarıcı adalet sürecinde dosyanın ele alınması, onarıcı adalet sürecini yönetecek kişilerin niteliklerinin belirlenmesi, onarıcı adalet programlarının yürütülmesindeki etik kurallara ilişkin ana hatların ve standartların yasama tarafından belirlenmesi mümkündür.
    Bir diğer eleştirim, failin onarıcı adalet programına katılmasının, yasal süreçte kişinin suçlu olduğuna yönelik bir delil olarak nitelendirilmemesi olmasıdır. Bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Eğer onarıcı adalet olacaksa, suçlu suçunu kabul etmelidir. Ancak bu şekilde uzlaşma süreci yapılabilir.
    Son olarak söyleyeceğim Onarıcı Adalet Sistemi, suçlunun geleceğini, suçlunun yakınlarını düşünmek, onarımı sadece mağdur açısından değil suçlu açısından da yapmak, pişmanlık, özür, utanma duygularının önemini unutmamak açısından uygulanması gereken bir adalet sistemidir. Bu bakımdan Cezalandırıcı Adalet Sisteminin eksiklikleri vardır.
    Zeynep KÖSE

  17. Onarıcı adalet merkezine mağduru alıp , mağdurun bir ikinci kez daha mağdur edilmesinin önüne geçmeyi amaçlayan bir sistemdir. Temel hareket noktası ise mağdur ve fail arasında gerçekleşmesi planlanan diyalogdur. Bu sebeple aslında yıllardır uygulanmış ancak yeni bir akım gibi yeniden gündeme gelen onarıcı adalet sisteminin hakkaniyete uygun bir uygulama olduğu düşünülüyor. Bu yüzden cezalandırıcı adalet sisteminin onarıcı adalete sistemine nazaran adil olmaktan uzak olduğu noktasında eleştiriliyor. Cezalandırıcı adalet sistemi merkeze faili alıp, mağduru ikinci plana atan devlet otoritesiyle uygulanan daha önceden belirlenmiş suç şekilleri ve bu suçlara uygulanacak cezaların var olduğu bir sistem olduğu vurgulanmış. Makalelerden hareketle onarıcı adalet sisteminin gerçek adalete ulaşma yönünde adil bir sistem olduğu bir gerçek ancak sistemi genelleme yaparak ele almanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Somut duruma ve içinde bulunulan topluma uyarlanması gerekir. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan toplumlarda, orta doğu toplumlarında mağduru öne atan bir sistemin sağlıklı işleyebileceğini düşünmüyorum. Failler açısından caydırıcı olmayacaktır. Çünkü mağdurların faillere ceza verme konusunda gördükleri zarar kadarıyla yetineceklerini düşünmüyorum, ne yaşattıysa bin katını yaşasın zihniyetiyle yürütülecektir bu süreç. Bu sebepledir ki böyle toplumlarda onarıcı adalet sisteminin onarılmaz hasarlar bırakabileceği kanaatindeyim . Ancak birbirine entegre edilerek ikili bir sistemin uygulanmasını daha doğru olacaktır , nitekim bugün Türkiye’ de ihtiyari ve zorunlu olmak üzere arabuluculuk uygulamaları uygulanmaktadır.

  18. Onarıcı adaletin merkez hareket noktası “diyalog”’dur. Buradaki amaç, fail ile mağduru bir araya getirerek, failin kendisini mağdur yerine koyması, mağdurun durumunu anlayabilmesi ve mağdurun zararının ortadan kaldırılması hususunda karşılıklı bir anlaşmanın sağlanmasıdır. Ancak bu yol mağdurun duygularına ve işlenen suçun ağırlığına göre uygulanması gereken hassas bir süreçtir.
    Gerçekleşen suçtan dolayı doğrudan zarar gören bencede mağdur ve yakınlarıdır. Ancak dolaylı olarak toplumun ve devletinde bu ihlalden dolayı zarar gördüğünü düşünmekteyim. Suçun kişiler arasında ortaya çıkan bir uyuşmazlık olarak görülmesini ise eleştirmekteyim. Suç, bir uyuşmazlık değildir. Bunu bu kadar basite indirmemiz de mümkün değildir. Bana kalırsa cezalandırıcı adalet anlayışında da devlet doğrudan değil ancak dolaylı mağdur olarak görülebilir.
    Kanaatimce onarıcı adalet anlayışı faydalı bir modeldir. Modern toplumlarda artık salt cezalandırıcı, intikamcı adalet anlayışının terk edilmesi gerekir. İntikam, mağdurların veya yakınlarının acısını geçirmez veya hafifletmez. Aksine bireylere ve topluma daha çok zarar verir. Türkiye’de de gördüğümüz üzere cezaevlerindeki doluluk oranı kapasitesini zorlayacak bir duruma gelmiştir. Gerçekten de onarıcı adalet anlayışının düzgün bir şekilde sisteme entegre edilmesi ile sistemdeki bu tıkanmaların önüne geçilebilir. Ceza sistemindeki aksamalar toplumun özellikle mağdur ve yakınlarının adalete ve hukuka olan inancını zarar verecektir. Yargıya duyulan güvenin azalması bizim kesinlikle istediğimiz bir sonuç değildir . Geç gelen adalet, adalet olma vasfını kaybetmiştir. Halihazırda bizim ceza sistemimizde de ‘uzlaşma’ kurumu mevcuttur. Yapılması gereken bu kurumun geliştirilmesidir. Bu noktada mağdurun ve yakınlarının psikolojisi ve ihtiyaçları bana kalırsa öncelikli olmalıdır. Ayrıca suçlar bakımından ciddi bir ayrım yapılması da gerekir. Bana kalırsa failin bireysel özellikleri de bu bakımdan önem taşımalıdır. Bence okunduğunda oldukça basit ve anlaşılır bir anlayış olmakla birlikte uygulamaya geçirilmesi oldukça zordur. Tarihi süreçte diğer medeniyetlerin bunu ceza sistemlerine uygulama biçimleri bizim için bir rehber niteliğinde olabilir. Kronolojik olarak bakıldığında toplumların cezalandırma sistemi ve anlayışı bakımından önemli bir yol katettiğini düşünüyorum. Bundan yüzyıllar önce insanlık onuruna ve haysiyetine yaraşmayan ve insan haklarına aykırı olarak uygulanan pekçok cezalandırma yöntemi terkedilmiştir. Bu bağlamda idam cezası tartışmasının konuya ilişkin olup olmadığından ise tam olarak emin değilim.

  19. Onarıcı Adalete Genel Bir Bakış

    Onarıcı adalet birçok hukuk sisteminde kabul gören bir adalet anlayışıdır . Ceza hukukunda karşılaştığımız bu adalet anlayışını özel hukukta çok görmeyiz.
    Onarıcı adalet, ilk olarak suç işleyen çocukların ceza yargılamasından doğan negatif etkilerden korunmak için benimsenmiş olsa da ilerleyen zamanlarda sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de kullanılan bir sistem halini almıştır.Cezalandırmanın temel amacı rehabilite ve ıslahtır . Toplumsal sözleşmecilerde öç alma duygusun kişinin elinden alıp devlete vermişlerdir.Modern ceza sisteminde de bir suç varsa bunun cezalandırma yetkisi devlete aittir.Onarıcı adalette temel odak mağdurdur.
    Failin gerçekleştirdiği fiilden ötürü mağdur olan kişinin durumunu görmesi, meydana getirdiği fiil sonucu karşısındaki insana nasıl zarar verdiğinin farkına varması, bundan dolayı pişman olması ve bir daha o fiili işlememesinin sağlanması amaçlanmıştır. onarıcı adaletin amacı, mağdurun ve toplumun suç nedeniyle uğradığı haksızlığın ve zararın giderilmesi ve bunun yanında failin hayatının sonraki döneminde hukuka uygun bir biçimde yaşayabilmesi için onarılması olarak ifade edilebilmektedir. Onarıcı adalette suça bakış açısı cezalandırıcı adalete göre farklılık arz etmektedir. Cezalandırıcı adalet anlayışında devletin suçtan dolayı birincil mağduriyeti yerine suça maruz kalan birey ve toplum suçun mağduru olarak kabul edilmektedir. Yine cezalandırıcı adalette fiili gerçekleştiren kişinin cezalandırılması odak nokta alınırken, onarıcı adalette suça maruz kalan kişinin ve toplumun bu fiil sonucunda ortaya çıkan zararının giderilmesi odak nokta olarak kabul edilmektedir.
    201651056

  20. Suçu ceza normları belirler.Normsuz suç ve ceza olmayacağı ceza hukukunun temel ilkelerinden gelmektedir. Kanunun tarif ettiği bir suç ve suçlu profili vardır. Bu suça karşılık gelen ceza normunun o kişiye uygulanmasıyla “cezalandırıcı adalet “ ile adaletin işlenilmesi sağlanır. Ancak burada devletin adaleti sağlamak için mağdurdan bile daha ön planda olduğu bir durum söz konusudur. Devlet yükümlülüğünü yerine getirmek adına kamu düzenin sağlanması amacıyla bu doğrultuda hareket eder.Ancak burada mağdur daha mağdur duruma bile düşebilir.
    Dikkat etmek istediğim en önemli nokta böylesi bir adalet sistemin de failin durumu. Failin işlediği suçun cezasını alması adalet anlayışı gereği yerindedir.Fakat hukukun amacına bakarsak hatta daha özelleştirip ceza hukukunun amacına bakarsak şunları diyebiliriz; insanın merkez olduğu bir alan adına akademik gelişim süreçleri seyrediyoruz.Amacımız mağduru korurken onu daha çok mağdur etmemektir ki bunun zaten söz konusu olmasına gerek yok,bilinebilir bir şeydir.Diğer önemli amacımız da failler için dengeyi sağlamaktır. Ceza verdiğimiz failler dediğimiz kişilerde insandır.Bizim amacımız sosyal hayata bu insanları kazandırmak adına bu tür davranışları yapmamalarını sağlamak ve böylece zarar görenlerin de haklarını korumak olarak çift taraflı olmalıdır. Ceza evlerinin bugünki durumuna baktığımızda suçluluk oranlarını da göz önüne alırsak bu yerler dolup taşmıştır.Önemli olan gerçekten suç mudur? Suçu ilk plana aldığımız zaman suçluyu suça göre tarif etmek zorunda kalırız. Bu işin ehli olan hakimler böyle bir düşünce yapısı ile failden ziyade fiili araştırmaya girişirler.Bu yanlış bir yöntem elbette değil fakat adaletin her iki tarafa sağlanması için yetersizdir.
    Önemli olanın insanı sosyal yaşama kazandırmak olduğunu düşünüyorum.Suçlu kişi suçunun gerektirdiği sorumluluğu bilmeli bunun yükünü hissetmeli ancak dizayn edilmiş sistemde bu suçun bedelini ödedikten sonrada fikrinde zihninde kalbinde bir değişim geçirmiş olması sağlanmalı. Aksi halde çoğu insan bu süreçten sonra uğradığı itibar kaybıyla toplumda yer edinemeyecek dışlanacak ve zaten bir kere bunu yaşamış bir insan olarak cezaevlerindeki hayata yine ayak uydurabileceğinin güvencesi ile içinde büyüttüğü bu öfkeyi dışa yansıtarak suç işlemek konusunda artık daha rahat olacaktır. En nihayetinde aktif olamadığı yılların eksikliğini gidermek için aldığı derslerle yoluna devam etmesi engellenecekse en azından mücadale etmeye gerek duymayacağı eski ortamına dönmek için yollar arayacaktır. Böyle bir döngüde verilen ceza “yıkıcı” bir adaletin sonucu olur . Treatman denilen suçluların iyileştirilmesi ve eğitimi uygulamalarının hapisanelerin çekirdeğini oluşturması gerektiği kanaatindeyim.
    Böyle bir düzen oturturulduğunda aslında devletin daha da lehine bir durum oluşur diye düşünüyorum. Çünkü bakıldığında hapishanelerdeki insanların hepsi devletin de sırtına yüktür.Devlet o kişiye bakmak o kişinin sağlığından yokluğundan sorumludur. İşi böyle kökten çözemeyiceğimiz aşikar olduğuna göre hâla aynı sistemler aynı uygulamalar üzerinde tepinmeye gerek yok diye düşünüyorum. Aslında düşündüklerim dağıtıcı adalet anlayışına daha yakın olmakla onarıcı adaletinde mağdur kısmına yakın .İki sistemin harmanlandığı bir adalet anlayışı var mı bilmiyorum:)
    Bu noktada onarıcı adalete baktığımızda;
    Onarıcı adalet eş bir anlayış getiriyor. Her iki tarafa. Onarıcı adaleti eleştirdiğim en önemli nokta da şu; karşılıklı bir uzlaşma ortamı yaratılması adalet anlayışı açısından çok tartışılır bir nokta.Belirli suçlarda bu empati yoluyla failin de anlamasını sağlayacak bir uygulamak ancak anlamı büyük ve kamu vicdanını çok fazla sızlatan suçlarda bu anlayışın amacı zedeleniyor diye düşünüyorum. Onun dışında mağdurun ön planda olduğu bir tablo gözler önüne seriyor.
    Zararı gidermek için cezalandırmaktan ziyade tedavi edici bir uygulama olması insan onuruna yakışır bi suç ve ceza süreci izlenmesi bence adalet kavramının da içini dolduruyor. Günümüze bu anlayışın yansımasını alternatif uyuşmazlık yöntemleri ile görüyoruz. O yöntemlerin temelinde de uzlaştırmacılık yatıyor.
    Onarıcı adalet anlayışının ilkelerine baktığımızda
    1-mağdurun desteklenmesi ve iyileştirilmesi
    2-failin sorumluluğunu üstlenmesi
    3-mağduru anlamak için fail ile mağdur arasında dialog kurulması
    4-zararın giderilmesi
    Burdan sonra yapılması ve toplumada bu bağlamda fazlasıyla sorumluluk yükleyen durumlar söz konusu.
    Suçu işleyen failin iyileştirilmesi ve hem mağdurun hem de failin topluma tekrar entegre edilmesi konuları ortaya cıkıyor.Bu son kısımların iyi işlenebildiği ama gerçekten iyi işlenebildiği bir toplumda adaletin daha sağlam bir zemin üzerine inşaa edilmiş olacağını düşünüyorum..

  21. İnsanoğlunun cezalandırma anlayışı sürekli bir değişim geçirmiştir. Önceleri cezalandırmalar şahsın kişiliğine yanı şahsiyetine yönelikti. Bunlara, idam, hapsetme, sürgün, falaka ve recmi örnek olarak verebiliriz. Ancak modern dünyamızda insan onur ve şahsiyetine yönelik bu uygulamaların bir kısmından, insanın manevi kişiliğini rencide ettiği düşüncesi ile vazgeçildi. Mağdur edilen insanların mağduriyetlerinin giderilip, suçlu insanlarında ceza alsalar dahi ıslah edilip bir şekilde tekrar topluma kazandırılması hedeflenmektedir. İşte onarıcı adalet anlayışının dayanak noktası. Bu anlayışla ister istemez bazı mağduriyetlerin yaşanmasına, insanların adalete olan güvenlerin sarsılmasına sebep olmaktadır. Çünkü mağdur edilen insanların mağduriyetlerin tam anlamıyla giderilmesi konusunda tartışmalar söz konusudur. İnsanların suçluda olsa ıslah edilip bir şekilde topluma tekrar kazandırma düşüncesi kulağa hoş gelse de, mağdur edilen, hayatları karartılan insanların durumu vicdanlarda ayrı bir acı olarak kalmaktadır.
    mehmet nazir yıldırım 201751194

  22. Onarıcı ve cezalandırıcı adalet sisteminin birbirine bu kadar uç olmasının doğal bir sonucu olarak acaba neden karma bir sistem öngörülmemiş ya da öngörülememiş mi merak ettim açıkçası. İki sistemin de özelliklerine baktığımda sanki ikisinde de meseleyi tek taraflı ele alıyorlar gibi geldi. Cezalandırıcı adalet sisteminin ağırlıklı amacı faili cezalandırmak, onarıcı adalet sisteminin amacı da mağdurun zararını gidermek genel olarak. Tabi biraz daha detaya girildiğinde onarıcı adalet sisteminde zararın giderilmesinin yanı sıra faili pişmanlıkla yüzleştirip topluma kazandırmak, mağdurun acısını azaltarak intikam duygusunu engellemeye çalışmak sonuç olarak huzur ve barışı sağlamak var. Cezalandırıcı adalet sisteminde de suçu cezalandırıp hem fail tarafından hem de başka bir kişi tarafından o suçun tekrar işlenmesini engellemek adına korkutma amacı var ek olarak. Ama nedense makaleleri okurken iki sistemi de benimseyemediğimi fark ettim, herhangi birini seçmenin yeterli olmayacağını düşünüyorum. Özellikle onarıcı adalet sisteminin amaçlarında sayılan iş yükünü azaltma kısmı beni fazlasıyla rahatsız etti. Ortada bir mağduriyet varken buna iş yükü olarak bakmak bana pek makul gelmiyor. Mahkemelerin iş yükünü azaltmaya çalışmak mahkemelerin varoluş sebebine ters bence. Tabiki cezalandırıcı adalet sisteminin tersine onarıcı adalet sisteminde mağduru merkeze almak en doğrusu çünkü her ne kadar toplum da bir suçtan etkileniyor olsa da en fazla etkilenen ve zarara uğrayanın mağdur olduğu tartışılamaz. Ama acaba onarıcı adalet sisteminin öngördüğü gibi (görüşmelerin yapıldığı kitle olarak bakıldığında) bir suçtan etkilenen sadece mağdur, mağdurun ailesi ve yakın çevresi midir? Cezalandırıcı adalet sistemi zarar görene devleti koyuyorken onarıcı adalet sistemi toplumu koymuş olsa da özellikle vurguladığı diyalog kısmına tabiki toplumdaki herkesi almak mümkün değil buna bağlı olarak faille görüşmelere mağdur ve yakın çevresi dahil ediliyor. Teknolojinin de gelişmesiyle, her türlü haberden ki özellikle olumsuz, can sıkıcı haberlerden sadece yurtiçindeki değil dünyadaki her türlü olaydan hızla ve maalesef belki de çarptırılarak haberdar oluyorken etki alanını bu kadar dar tutmak bence doğru değil. Onarıcı adalet sisteminin göçebe toplumlarda başladığını dikkate alınca da sanırım haklı bir görüşteyim diye düşündüm. Bu yüzden onarıcı adalet sisteminin vadettiği gibi zarar görene toplumu aldığını pek düşünmüyorum, cezalandırıcı sistemde de devletin alındığı şüphesiz olduğuna göre daha duyarlı insanlar ve toplum hayalimin bir gereği olarak gerçekten toplumun zarar gören olarak değerlendirildiği bir sistemin olmasını isterdim. Mağdurun zararlarının onarılmaya çalışılması fikri elbette çok güzel ama bunun çoğu durumda mümkün olamayacağını düşünüyorum. Marshall’ın “mağdurun, onu suça iten diğer faktörlerin etkisini de göz önüne alarak af yörüngeli hareket etmesi beklenilmektedir” fikrini de hiç mağdur yanlısı göremedim. Zaten mağdur olmuş birine bir de affetme odaklı bakmayı dayatmak yara onarmak gibi durmuyor pek. Birçok şeyin telafisinin imkansız olduğunu ya da en iyi ihtimalle güç ama yine tam anlamıyla telafiye müsait olmadığını düşünüyorum. Bu anlamda mağdurun bile yarasını saramıyorken bir suçtan dolayı psikolojisi etkilenen toplumun gördüğü zararın göz ardı edilmemesi gerektiği fikrindeyim. Öneriniz üzerinize Angels’ Share izlemiştim oradaki bir sahne aklıma geldi. Arabayı park ederken direksiyonu biraz ani kırdığı için ağır darbelere maruz kalmış, küfür eşliğinde yumruklarla karşılaşmış, kafasına kaç dikiş atılmış, kaburgası kırılmış ve sağ gözü görme yetisini kaybetmiş bir mağdur ve onun ailesiyle failin konuştuğu bir kesit vardı. Fail bu konuşmaya çağrıldığında “cezamı çektim neden benimle görüşmek istiyorlar” düşüncesiyle gidiyordu. Karşısında kendisi yüzünden hayatının geri kalanı tamamen değişmiş, yaşam koşulları güçleşmiş biri varken onun bakış açısı “cezamı çektim ve bitti” şeklindeydi. Tabi konuşma anında ve sonrasında ne kadar pişman olduğu yansıtıldı ama bu pişmanlığın mağdur ve ailesinin içine su serptiğini zannetmiyorum ve hatırlamıyorum. Onların içi rahatlamış olsa bile filmi izleyenlerin içi rahatladı mı acaba? Şener Uludağ’ın makalesine göre onarıcı adalet sisteminde mağdurun zararını gidermeyi ön plana almışız ama bir bakıyoruz ki bir yandan faili rehabilite etmişiz, pişman olmasını sağlamışız, mahkemenin iş yükünü azaltmışız ve komik bir şekilde faili “suçlu” olarak damgalanmaktan kurtarmışız. Bunlar yetmez bir de mağdurun suçludan özür dilemesini isteseymişiz keşke. Kısacası onarıcı sistem mağduru merkeze alma çabasında ilginç bir şekilde suçlunun işini fazla kolaylaştırdığı için ve cezalandırıcı sistem en büyük zararı gören mağduru olaya bile dahil etmediği için bu sistemi değerlendirmeye bile almadan iki sistemi de kabullenemedim.

  23. Bir suç işlendiğinde amaç cezalandırmak değil onarmak olmalıdır böylece kalıcı bir çözüme ulaşılabilir. Bu yüzden onarıcı adalet anlayışını bazı suçlar için uygulanabilir buluyorum. Cezalandırıcı adalet anlayışında failin elinden özgürlüğünü almak, onu bir yere tıkmak onu rehabilite etmez; onu topluma geri kazandırmaz. Sonuçta toplum tarafından itilen bir insan topluma ne kadar yararlı olabilir, bence olamaz. Ayrıca failler bir arada bulununca birbirlerine doğru şeyleri öğretebileceklerini düşünmüyorum, aksine birine zarar vermenin normal olduğunu düşünmeye başlayabilirler.
    Üzüm üzüme baka baka kararır atasözünden yola çıkarak faillerin bir arada bulunması onların birbirlerini suç işlemeye teşvik etmesine yol açabilir. Bakmakla yükümlü oldukları insanlar için de hapishane yöntemiyle cezalandırma bence adil değildir, bu durum o insanların mağdur olmasına sebep olabilir. Faille mağdurun gönüllü olmak şartıyla karşılıklı konuşmaları, failin hatasını anlaması ve mağdurun zararlarını gerçekten isteyerek karşılaması için mağdurun da faili suç işlemeye iten nedenleri anlaması ve isterse onu affedip rahatlaması için daha etkili bir yöntem olabilir. Toplum; onarıcı adalet anlayışıyla kanunlara korkarak değil, onları içselleştirerek uyabilir.

  24. Onarıcı adalet, zararların giderimi üstüne kurulu olarak mağdurun zedelenen menfaatlerini daha fazla zedelenmemesi kaybedilen menfaatler dolayısıyla gerçekleşen zararların tazmini yöntemi ile alternatif bir adalet sistemi olarak açıklanmaktadır. belirtmek gerekir ki ceza verme hakkının temeli Beccaria’ya göre “her insan kamusal emanete, özgürlüğünün sadece küçük bir parçasını vermek istemiştir. Onu başkalarına karşı savunmaya zorlayan yalnızca bu parçadır. İşte bireylerin topluluk yararına vazgeçtikleri bu küçük parçaların toplamı, ceza verme hakkının temelini oluşturmaktadır.” diyerek ceza verme hakkının toplumsal temsiline gerekçe oluşturmaktadır. Ayrıca onarıcı adalet gereği suçlunun suçu işlemesindeki suça iten nedenler ile içsel saiklerinin öğrenilip suçlunun, suçu işlemesinden pişman olması gibi subjektif değerler ön planda tutulmalıdır duruma gene Beccariadan bir alıntı ile cezalandırıcı adaletin içsel saikler ile suça iten nedenleri ayrı tutmasının gerekçesi verilebilir “… insanların suç işlemekten vazgeçiren yaptırımların kamu esenliğine verdiği zarar ile ve insanları suça iten nedenlerle orantılı ve bu suretle etkili olamaları zorunludur. aynı zamanda iç saiklerin insanlar tarafından tam olarak bilinemeyeceği insan eylemlerinin iç saiklerini araştırmak, ceza adaletinin işi değildir. denilerek ceza adaletinin temel yapılarından biri kurulmuştur dolayısıyla onarıcı adalette önemle yer tutan içsel nedenlerin ceza adaletine uygun olmadığı belirtilmiştir. Zaten ceza yasaları cezalandırmadan önce kişileri açık bir biçimde uyarır, uyarması gerekir buna rağmen ceza yasaları gereği suç işlediği kesinleşen kişi yasalara uymamak nedeni ile devlete, ihlal edilen menfaatler gereği mağdura karşı sorumludur. Bu sorumululuğun en adil yaptırımıysa kişiler aralarında değil, tabi oldukları önceden belirlenmiş yasalar gereği, ceza adaletinin görülmesi gereken mahkemelerde hakimler tarafından belirlenmelidir.

    Saygılarımla…

    Ahmet Berk Yılmaz / 201751195

  25. Makaleler hakkındaki görüş ve eleştirilerim:
    Onarıcı Adalet bana günümüzde de mevcut olan ‘’hakem’’lerin yerine getirdiği uygulamayı çağrıştırdı. Onarıcı Adalet’in tanımında yer alan ‘’moderatör’’ tam olarak hakemi anımsattı bana; ilk makalenin daha ileriki kısımlarında bahsi geçtiği gibi. Hakem, uyuşmazlığın tarafları(fail/mağdur/yakınları) ile sulh yolunu aramakta; aynı zamanda arabuluculuk görevi de görmekte bir nevi. Tabii ki arabuluculuk daha farklı ancak sulha ulaşma çabası bakımından benzemekte. Onarıcı Adalet’in eleştirilecek yönlerinden birisi mağdur faile öç alma duygusu ile yaklaşacağından her zaman ve her durumda sulh/barış yoluna gitmeyecek bir nevi onun bir tutam acı çekmesini isteyecek; bu nedenle Onarıcı Adalet her zaman uygulama alanı bulamayacaktır. Günümüzde de ‘’hakem’’ ve ‘’arabuluculuk’’ mevcut, arabuluculuğun başarı oranı ülkemizde oldukça düşük, evet dava şartı olsa da oranların düşüklüğü bizlere tam olarak bu durumu gözler önüne seriyor.
    ‘’Faile hatasından dönme ve yeniden suç işlememe şansı’’ verdiği görüşünü ise eleştirebiliriz; hapse giren bir mahkûmun da ‘’suçlu’’ olarak damgalanmış olduğu kanısındansa ‘’mahkûm’’ olarak yaklaşıp tekrar hayata kazandırma ve suç işlememe şansının olduğu bu açıdan ‘’Cezalandırıcı Adalet’’e benzemekte. Ancak ‘’cezaevleri bu işlevi yerine getirmemekte’’ derseniz de katılırım; bu konuda devletlere hatta uluslararası örgütlere iş düşmekte; bu düzenleme ve iyileştirmeleri yapmaları gerekmekte. En basit çözümlerden birisi mahkûmun neden içeride kin beslediğini, verilen kararın adaletli olup olmayışına nasıl baktığından yola çıkılmalı; failin sorunları ele alınmalı. Cezasının infaz süresi sona erdiğinde de ücretsiz psikolojik destek ve tedavinin devlet eliyle/kontrolüyle verilmesine devam edilmeli. Bütün bu ve benzeri çözüm önerilerinin tartışılıp belirli süzgeçten geçmesinin ardından failin nasıl topluma geri kazandırılacağı meselesi de çözülmüş olacaktır. Bu meselede şahsi bakış açım ‘’Cezalandırıcı Adalet’’ kurumuna yakın ancak yukarıda bahsi geçen düzenleme ve değişikliklerin yapılması kaydıyla.
    Uygulama alanının darlığı ve her toplumun faile olan bakış açısında gözlemlenen farklı bakış açıları faili cezaevlerinde topluma kazandırma ve iş sahibi olabilme yönünde ıslah edilmesine yönelinmesi gerektiği bana daha doğru gelmektedir. Olayın ana faktörleri olan fail/mağdur/toplum yargılamadan uzak kalmakta onlar yerine hâkim/savcı/avukat arasında geçen bir yargılama olduğu bu sebeple Onarıcı Adalet’in olumlu tarafının olduğunu ve yargılamaya özellikle fail/mağdur ilişkisine zarar vermeden, onlara birbirlerini anlayabilecekleri ortamı yaratabilme fırsatı doğurduğunu söylemek gerekir. Saygılarımla…
    Samet EREL

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s