İlk hafta dersi, 1 Mart Pazartesi 14:00-16:00’te bir grup, 4 Mart Perşembe 13:00:15:00’te diğer grup için olmak üzere, ZOOM yoluyla çevrimiçi yapılacaktır. ZOOM linki bilgisi Webonline sisteminde daha sonra paylaşılacaktır.
İlk hafta, derse genel bir giriş yapılacak olup ana hatlarıyla felsefe, temel kavramları ve alt alanları üzerinde durulacaktır. Daha sonra, hukuk felsefesinin kapsamı ve konuları üzerine bir açıklama ve tartışma yapılacaktır.
Ders için aşağıdaki metinlerin okunması (özellikle mağara allegorisi metninin), derste bir etkileşim sağlayabilmek için önemlidir. Daha önce Blog’da paylaşılan Ders İzlencesini görmemiş olanlar için tekrar aşağıda paylaşıyorum.
Platon’un mağara alegorisine veya genel olarak felsefeye dair “reaksiyon paragrafınızı” bu iletinin altındaki “yorum yap” kısmından, 28 Şubat Pazar günü saat 18:00’e kadar gönderiniz ve bu yorumlar için lütfen adınızı-soyadınızı paylaşınız.
insanlar bilgiye ulaşıncaya kadar kördür. Bilgi onların gözlerini açar onları aydınlığa çıkarır. Bunu bakış açılarını değiştirerek, yeni şeyler öğreterek yapar. Peki her bilgi bizi karanlıktan aydınlığa çıkarır mı? tabi ki hayır… yanlış bilgi bizi karanlıktan çıkartmaz aksine bizi daha çok kör eder çünkü biliyorum sandığı şey aslında tamamen yanlıştır ve aslında bilmiyordur. Aydınlığa çıkmak kolay değildir zorlu bir süreç, çaba ,araştırma ve emek ister. Her bir bilgi öğrendiğinizde ve araştırmaya devam ettiğinizde daha kültürlü ve bilgili olursunuz. Sadece sizin değil tüm toplumun tüm insanlığın cahillikten kurtulması ve bilgili bireyler olması toplum için çok önemlidir. toplumları aydınlığa çıkartan budur. Bir bilginin yanlış olup olmadığını araştırmak ,düşünmek insanı daha çok aydınlığa çıkartır. Bir toplum bu bilgileri eğitimle öğrenebilir. Eğitimin verimli olması, insanların bu bilgiyi almak istemeleri o topumun aydınlanmasını etkiler. bilgiyi sadece almak yetmez kullanmak da o bilgiyi geliştirmek de o bilgiyi diğer insanlara nesillere aktarmak da çok önemlidir. Toplumların aydın ve çağdaş olması bilgiyi öğrenmek ve kullanmak ile doğru orantlıdır.
Elif AYKUL
Platon’un mağara metaforunu okuyup üzerine düşündüğüm zaman bu metaforun günlük yaşamda varlığını muhafaza ettiği kanaatine vardım. Belki o mağaranın içindeki insanlar gibi boyunlarımız zincire vurulmamış ama bu zincirler zihinlerimize vurulmuş olamaz mı? İçinde bulunduğumuz toplumun bize dayattıkları duvara yansıyan gölgeler olamaz mı? Bizler hayatlarımızı sürdürürken hayatı o gölgeler kadar sanarken o gölgelerin ötesinde bir güneş olamaz mı? Biraz daha günlük yaşama vurmam gerekirse toplumun; bireye o toplumun içinde barınabilmesi için dayattığı şeyler bana o duvardaki gölgeleri anımsattı. Peki birey toplumun dayattıklarından kurtulabilmek, “özgür olabilmek” adına zincirlerinden kurtulup yüzünü Güneş’e dönerse gerçekten özgür olabilir mi? Bu soru aklımı kurcaladı. Birey zincirlerin ötesinde bir hayat olduğunu gördükten sonra o mağaraya dönerse bence huzursuzluğa kapılır çünkü artık bilir ki aslında daha fazlası var. Mağaraya tekrar dönmezse de bilir ki yalancı bir ışığa mahkum bırakılmış insanlar var. Bence bu ikilemin içinde kalmak her halükarda rahatsızlık yaratır. Bir başka ihtimal olarak ele almamız gereken bir durum daha söz konusu; bu birey tekrar mağaraya döndüğü zaman, zincire vurulmuş gölgeleri gerçek kabul etmiş o insanlar yani toplum bu bireyi yeniden kendi içinde barındırır mı yoksa kendine bir tehdit olarak mı görür? Günümüz koşullarıyla birlikte değerlendirince ikinci seçenek bana daha olası geldi…
Eylül Sena Ekici / 201851067
Platon’un mağara allegorisi üzerinden yorum yapacağım.
Çocukluğundan beri sadece ona sunulan bilgilerle yetinmek zorunda kalan insanların, gerçeklik olgusu sadece görebildikleriyle ve onlara anlamlar yükleyebildikleri kadar sınırlıdır ve tabii ki nasıl anlam yükletilmesi gerektiğini yine başkaları tarafından belirlenir. Onlar sorgulamadan ,akıllarını kullanmadan sadece sunulanı olduğu gibi kabullenmeye alıştırılmış insanlardır. Ve sunulana ulaşmaya çalışıp onu anlamak daha farklı açılardan ele almak bu insanlar için ya cesaret ister ya da akıl. Her iki nedenden hangisi sayesinde olursa olsun ilk başta bir şaşırma , kabullenmeme süreci yaşayacaklardır. Daha sonra tabii ki sorgulama ve akıl devreye girecektir. Kişiler sorgulayıp belli bir toplumda kabul edilen gerçeklikten uzak bambaşka bir gerçekliğe de ulaşabilir veya toplumlarca kabul edilen gerçekliğe de ulaşabilir. Ben işte tam burada aklını kullananın doğruyu ,iyi olanı ve gerçeği bulup sadece belirli bilgiler ve doğrularla yaşayan insanları aydınlatmak için elinden geleni yapacağını düşünüyorum. Cesaret edip de sorgulayan çoğu kişinin kabullenme aşamasına gelmeden eski dogmatik düşüncelere ve sınırlı tutulan bilgilerle gerçekliğine yeniden döneceğini düşünüyorum. Makaleyi okuduktan sonra birkaç video ile birlikte anladığımı şu anki toplum yapısına uyarlarsam toplumdaki kabul edilen benimsenen çoğu düşüncenin gerçeklik payının olmasının sorgulamayan ,konuşmayan aklını kullanmayan insanlar için hiçbir önemi yok. Nasıl ki zincirlerinden kurtulamayan insanlar kendi gerçekleri dışındakileri kabul edemiyor yetinmeyi seçiyorlarsa şu anki birçok insan da aynı şeyi yapıyor.
Ben mağaradan çıkan o insanı tırtılın kozadan çıkıp kelebeğe dönüştüğü sürece benzettim.
Tırtıl kelebeğe dönüşmeden önce kendi kabuğundan çıkmak zorunda ve çıktıktan sonra kelebeğin uçması için ıslak olan kanatlarını kurutması gerekir. Kozadan çıkışı ,mağaradan çıkışa benzetirsek ve kelebeğin kanatlarının kuruması aşamasını da sorgulama ve gerçekliğe doğru giden evre olarak düşündüm .Kelebeğin uçabilmesi aşamasını o dogmatik gerçeklikten uzaklaşmaya benzettim ve kişi mağaraya geri döndüğü zaman eski düşündükleri ve anlamlandırma biçimi kaybolmuş olacak. Kabul etmese bile gerçekler ona acı gelse bile bakış açısı değişecektir.
GÜLÜSTAN SÜER
İnsanların alışkanlıklarını terk etmeleri çok zordur.Mağaranın tamamını toplumla özdeştirecek olursak mağaraya zincirlenmiş bu insanlardan biri toplumu oluşturan bireydir denilebilir.Bu toplumda insanların genelinin yaptığı şey normal farklı olan da anormaldir ve bu günümüzde de genelde böyledir.Doğru olan bu mudur? Bence hayır. Bundan dolayıdır ki insanlar yeri geldiğinde alışkanlıklarını terk etmeli, şüphe etmeli ve sorgulamaya açık olmalıdır.Çünkü teknoloji hep gelişir ve bugün doğru olan veya mağara allegorisindeki gibi bizim gerçek sandığımız çoğu şey yarın doğru olmayabilir bunu da ancak sorgulama ve yeniliklere açık olarak algılamak mümkündür. Sorgulanan şeylerin sonucunda ulaşılan bilgiler mutlak doğru olmayabilir fakat insanların örneğin yıllardır süregelen örf adetlerinin onları mutlu etmese bile bir zarar vermemesine dayanıp ortaya çıkan yenilikleri sorgulamaksızın kabul etmemeleri kendileri için herhangi bir konuda engel oluşturabilecektir.
Şeyma Özkan / 201851405
D E V L E T
Mağara Allegorisi
Konumuz “devlet”. Devlet üç unsurdan oluşmaktadır. Bunlar; insan, toprak ve egemenliktir. Platon’un “mağara allegorisi”nde bu unsurlardan; önce eğitim yönüyle insan üzerinde değerlendirme yapılmıştır. Ardından da; Devleti oluşturmak için bu insanların bir arada nasıl tutulabileceği konusunda önerisini belirtmiştir. Bu öneri; kanunlar yapılırken eğitimli ya da eğitimsiz tüm insanların mutluluğunun hesaba katılması şeklinde olmuştur.
Bütün insanlar eşit koşullarda dünyaya gelmemekte ve devamında da onlara sunulan hayat aynı olmamaktadır. İnsan doğuşundan itibaren, var olan şeylerin hepsinden haberdar olarak doğmaz. Doğduğu ortamın koşullarına göre kendisine sunulmuş bir hayata tabi olur. İnsan, gördüklerini öğrenir ve o konuda düşünce geliştirir. Kendisine sunulmayan, hatta o konuda kişinin inisiyatifi dışında, onun farkında olmayacağı şekilde yasak olan konulardan haberi olmaz. Haberinin olmadığı, herhangi bir şekilde görmediği ve de bilgi sahibi olmadığı konularda düşünce geliştirmesi de söz konusu olamaz. Durum böyle olunca, o insan için normal olan; kendi hayatıdır, kendi gördükleridir. Aslında daha iyi olsa bile, başka olan hayatlar, onun için yabancıdır, normal değildir.
İnsanın, kendi yaşadığı hayat dışında başka hayatların varlığını ancak eğitim ile öğrenebilir. Bu konudaki bilgilere ulaşması ise ancak onun bunları öğrenmesinin önüne set çekilmemesiyle, yani Platon’un ifadesiyle “insan ruhunun o yöne çevrilmesiyle” mümkündür. Bu yöne çevrilmesi Platon tarafından iyiye çevrilmek olarak değerlendirilmiştir. İnsan ruhuna görmeyi öğretmek gerekmez, çünkü o ruh iyi yöne çevrildiğinde, kendisi iyiyi görebilir. O güç zaten onda bulunmaktadır.
Eğitimsiz insanların bulunduğu bir ortamda yaşayan, bu ortamda gördüklerinden hareketle düşünce geliştirmeye alışmış bir insana eğitim verilmesi, ruhunun alıştığı hayat dışında bir başka yöne çevrilmesi durumunda ilk önce yadırgayacak, zorlanacaktır. Ancak gördükleri üzerine yeni düşünceler geliştirdikçe, gerçeği görmeye başladıkça bu defa, önceki hayatında gösterilenlerin doğru olmadığını kavramaya başlayacaktır. Aynı kişi eski koşullarına döndürüldüğünde bu defa eski hayatını yadırgayacaktır. Ayrıca, öncesinde aynı bakış açısına sahip olduğu kişilerden farklı görüşe sahip olduğunu zaten biliyor olacak, buna karşılık diğerleri de o kişiyi yadırgayacaktır.
Eğitim, insanın doğruyu görmesini sağlar, dolayısıyla iyi olan da olur. Ancak, bir toplumdaki bütün insanlar aynı eğitim olanağına sahip olmayabilir. Dolayısıyla da aynı toplumda, farklı eğitim düzeyine sahip insanların bulunması kaçınılmazdır.
Devlette insanları bir arada tutmak için bir düzenin sağlanması gerekir. Bu da kanunlarla olabilir. Platon’a göre; kanunlar yapılırken de yalnızca birtakım yurttaşlara ötekilerden üstün bir mutluluk sağlama değil, onları birleştirmek, her birine toplum içinde görebileceği iş payını aldırmak, böylece bütün toplumu birden mutluluğa götürmek, olmalıdır.
E l e ş t i r i ;
1 – Platon; eğitimsiz insanların, yaptıkları işlere yön verecek bir ülküleri olmadığı için; eğitimli insanların da, kendilerini, dünyada bulabilecekleri mutlu ülkeyi bulmuş sayacakları için; devlet işlerine karışmayacaklarını ifade etmiştir.
Bu görüşe tam katılmak mümkün değildir. Zira, bir de insan egosu bulunmaktadır. Bulunduğu ortamda diğerlerine üstünlük kurmak, onlara hükmetmek isteyecektir. Aynı ortamda olan insanlardan; bilgisiz (yani cahil diyebileceğimiz) insanlar; “ben diğer bazılarından daha bilgisizim, bilgisiz olduğum için de bir ülküm yok demektir, o halde ben devlet işlerine karışmayayım” demesi beklenemez. Diğer taraftan, bilgi sahibi olmak, her türlü mutluluğa sahip olmayı beraberinde getirmez. Hatta tam tersi, bilgi sayesinde gerçeği gören insanların, yaşadığı toplum düzenine dair, devlet yönetimine dair kaygıları daha da artar. O nedenle de; “Ben gerekli bilgilere sahibim, kendi mutlu ülkemi buldum, o nedenle de devlet işleri beni ilgilendirmez” demesi de aynı şekilde beklenemez.
2 – Eğitimsiz kişilerin de, eğitimli kişilerin de devlet işlerine karışmadığı varsayımı üzerine; “… seçkin insanları en yüksek saydığımız şeyin bilgisine doğru yöneltmek, onları karanlıklardan ışığa çıkarmak, devletin kurucuları olan bizlere düşer…” şeklindeki ifadenin de açıklamaya ihtiyaç duyan bir ifade olduğunu düşünüyorum. Zira seçkin insanlar kimlerdir?
Bir üst ifadeden seçkin insanlardan bahsedilirken eğitimli insanlardan (en azından daha eğitimli insanlardan) bahsedilmediği rahatça anlaşılabilmektedir. O halde bu ifadeden, eğitimli ya da eğitimsiz olsun, bir seçkin sınıf varmış anlamı çıkmasına neden olmaktadır. İşte bunlar kimlerdir ve de neden sadece onlar doğru yola yönlendirilmekte, diğerleri edilgin bırakılmaktadır? Bu konunun, aydınlatılmaya ihtiyaç duymakta olduğunu düşünüyorum.
3 – Platon’un kanunlar yapılırken; birtakım yurttaşlara, ötekilerden üstün bir mutluluk sağlamak değil, (ya inandırarak, ya zorlayarak da olsa) birleştirmek, her birine toplum içinde görebileceği iş payını aldırmak, böylece bütün toplumu birden mutluluğa götürmek düşüncesiyle hareket edilmesini savunması, her şeye rağmen olumlu görülebilecek bir durumdur.
Her şeye rağmen ifadesi kullanılmıştır. Zira, kanunları devletin kurucuları olan kişiler olarak kendileri yapıyor. Böyle olunca da insanları kendi değer yargıları doğrultusunda bir araya getirmek suretiyle mutluluk formülü sunuluyor. Bu durum, günümüz demokrasi anlayışıyla bağdaşmamaktır.
Ancak diğer taraftan; aynı ifade, aynı zamanda, devlet içinde yer alan insanların homojen olamayacağını, kanunlar yapılırken, bütün herkesin mutluluğunun hesaba katılması gerektiğini savunan yaklaşım, insanların, kendilerinden farklı birilerinin de bulunduğunu algılamasını sağlayacaktır. Bunun da olumlu bir tutum olduğu değerlendirilmiştir.
Platon’un mağara alegorisi, insanı eğitim almış ya da almamış olmak üzere ikiye ayırıp bu ikili ayrım üzerinden bir metafor yaparak karşılaştırılma yapmasını sağlamıştır. Bu metafor hapistir ve eğitimsiz insanı hapisteki bir mahkuma benzetmiştir. Bu insanı hapisten çıkarmamız demek bir anda bambaşka bir ortama girmesi amiyane tabirle ‘’sudan çıkmış balığa’’ dönmesi demektir. Bu ise metinde geçtiği gibi‘’acı’’demektir .Mahkumun mağarada hapiste olduğu yani eğitimsiz olduğu dönemdeki düşünceleri gölge ve ideadır ama zincirlerinden kurtulduğunda yani bilgilendiğinde bu nesnelerle yani gerçek hayatla yüzleşmenin zorluğunu yaşayacak ve muhakkak bir tepki gösterecektir.(Tıpkı hapisten yeni çıkan birinin hayata ayak uyduramaması ve yeniden suç işleyip hapishaneye geri dönmesi gibi düşünülebilir.)
Bu adam gerçeği gördüğünde ya da artık hayatı tanıdığında tek kaynağın güneş olduğunu(Platon’un betimlemesine göre) yani hayatın kaynağının yine kendisinde olduğunu anlar,anladığında ise artık o cahil hayatına dönmektense yeni hayatında basit bir rolü almayı yeğler.(Platonun benzetmesindeki ‘’fakir bir çiftçinin emrinde uşak olmak’’ kısmı buna işarettir.)Ve eski hayatına yani mağaradaki hapis yaşamına dönmeyi istemez,korkar zira eskisi gibi karanlıklar içinde olmaktan çekinir.
Platon’a göre idealar evreni vardır ve bu evrende gördüklerimizin temeli esasında orada yatar.(eşyaların isimlendirilmesine kadar)Bu benzetmede iyi idealar güneşe benzetilmiş ve gölgelerin yani kavramlara atfettiğimiz değerlerin de kaynağının iyi idealar olduğuna atıf yapılarak benzetilmiştir .Dikkatimi çeken bir diğer nokta ise zincir benzetmesi olmuştur. O benzetmenin toplumun kendiliğinden koyduğu kurallar ve etik olabileceğini düşünüyorum.
Eğitime yaptığı benzetmedeyse,eğitimin bilgi öğretmek olmadığını,eğitimin bu iyi-kötü çatışmasında iyiye sevk etmeye yarayan bir araç olduğunu düşünür. Ama bu durum her zaman böyle değildir. Günümüzdeki en zeki insanlardan bir kısmı büyük suçlulardır.(Örneğin seri katiller,hackerlar vb.)İşte bunların akılları ‘’kötü ideanın emrine girmiş’’ ve tarafını seçmiştir.
İşte felsefede bence budur. İyi ile kötünün ebedi çatışması…Bu çatışmada iyi araçlar kötüye evrilip kötü amaçlar için kullanılabilirler. Örneğin çok iyi bir avukat olup hukuka aykırı işlerin içinde yer alması ya da bir parçası olması,ya da çok iyi bir analitik zekaya sahip olmasına rağmen bunu hackerlık,seri katil,organize suç vb. için kullanması bunlara örnek olabilir. İyi ile kötünün bu çatışması Dünya olduğu müddetçe devam eder ve dengesini bir şekilde yine korur. Bu alegori de doğruyu,iyiyi arayan bir insanın hayatı anlamlandırmaya çalışmasıdır.
İnsanlar bir nevi gördüğü kadarıyla bilgi birikimine sahip olduğunu fakat bu görme bütünün tamamını kapsamadan bir parçasında sınırlı kaldığı için asıl bilgiye tam olarak ulaşamama ve kendi gördüğünün bilginin tamamı sanıp kalıplarından çıkamama durumu ortaya çıkıyor. Bilginin tamamını görmeye başladığımızda , kalıplarımızdan çıkıp görünenin arkasındakine bakarız alışılmadık bir durum olduğu için ilk başta yadırgarız fakat daha sonra cehalet arasında en bilgili olmaktansa bilgi arasında daha küçük bir konuma sahip olmayı tercih ederiz. Bu doğrultuda eski kalıplarımıza dönmek istemeyiz ve o durumdaki insanlarla münakaşaya girdiğimiz zaman bir yadırganma olur çünkü görünenin ötesindekindekini görmek istemeyip kendi bildiklerini doğru sayıp yeni bir bilgiye kapalıdırlar ve söylenecek her yeni bir bilgi alışılmışın, kabul görenin dışında olduğu için yok sayılmaya müsaittir. Aslında olması gereken bu durum karşısında görünenin ötesinde bir bilgi olup olmadığını sorgulamamızdır. İnsanın içinde bu dürtü vardır ve hangi tarafa çevireceğimize kendimiz karar veririz . Bize bu yolda yardımcı olacak en önemli araç eğitimdir. Eğitimle bu dürtüyü doğru yolda kullanırız. Bu dürtüyü doğru kullananlar ise oldukları yerde kalmayıp aksi durumda olanların arasına karışıp toplumun gelişmesine yardımcı olmalıdırlar. Cehalette ısrar edenler haricinde hakikatten hiç kimseye zarar gelmez.
İnsanlar gerçeği ve bilgiyi ya kendilerine nakledileni benimsemek suretiyle yada araştırarak ve kendileri gerçeğin özüne ulaşarak bulabilirler. İlk yol nispeten çok daha kolay bir yol olmasının yanısıra ikinci yol yani gerçeğe ulaşmak daha acı verici bir yol olmakla birlikte bunu deneyimlemişler tarafından ilk yola dönmek de anlamsızlaşacaktır. Esasında gerçek, gerçeğin gösterildiği şekilde algılanmasından ibaret olmamakla birlikte , ilk durumda takılıp kalmış insanlar özgür olmadıklarından dolayı da kendilerine sunulanın esasına da inememiş olanlar olacaklardır. Kendilerine gerçeğin ideasının sunulmasına alışmış olan insanların gerçeğin kendisine ulaşma çabası acı verecek ve bunlar direnç gösterecektir. Zor olan ama ideal olana ulaşma yolunda direnç göstermeleri de aşikar olacaktır. Bununla birlikte kendilerine gerçeğin sunulmasına alışmış insanlar, gerçeğin kendisini arama yoluna çıkmış insanları da garipseyecekler, anlayamayacaklardır. Bu durumda eğitim, esasında gerçeğin kendisine aslına ulaşmaya çalışmayı öğretmeden ibaret olmalıdır. Yargı sisteminde kanunlar da bütün yurttaşlara eşitlik ve liyakate dayalı mevkiler konumlandırmalı ve de ancak bu eşitlik ve liyakat ilkelerine dayalı bir toplumun ideale yakın ve huzurlu olduğundan söz edilebilir.
Platon’un mağara alegorisinden örneklerden yola çıkarak değerlendirmede bulunacağım. Verilen bir örnekte çocukluktan beri ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş ve burunlarının ucundan başka yeri görmeyen insanların durumundan yola çıkılıp gerçeklik ile ilgili değerlendirilmelerde bulunulmuştu. Bende bundan yola çıkarak gerçekliğin nasıl bir olgu olduğunu anlamaya çalıştım. Gerçeklik nesnel olmayan kişiden kişiye, duruma zamana, mekana vb. durumlara göre değişen bir olgudur. Mağarada yaşamış ışıktan bihaber sürekli olarak gölgelerini görmüş insanlara göre gölgeleri gerçek olandır. Gerçekliği bilgi yönünden değerlendirmek gerekir ise herkesin doğru kabul ettiğinin gerçek olacağıdır. Bilgisiz bir insanın bilgiden haberi olmadığı ve bilginin onun için bir anlamı olmadığından gerçek olan faydasına olan bilgisizliktir. Bilgili insanlar için ise gerçek olan ve asıl olan bilgidir. Bu örneklerden yola çıkarak varacağımız sonuç ise ”Gerçek” zamana mekana ve özellikle insanların algılarına göre değiştiğidir.
Platon’un mağara alegorisinde en çok ilgimi çeken kısım “seçkin insanların ruhunu iyiye yöneltmekle (onları eğitmekle) daha iyi bir yaşam sürmelerini değil devletin yönetimine katkı sağlamalarını amaçlıyoruz” oldu. Burada kastedilen eğitim, bizim ilkokuldan başlayarak aldığımız klasik eğitim olmasa bile yönetenlerin yönetilenleri “eğitme” araçlarına sahip olduğu (okul, kilise, camii, gazete, radyo, televizyon gibi) ve buradaki seçkin insanların diğer insanların gözlerini açmalarına yardım edecek kişiler olması amacıyla eğitildiği fikri ilk olarak bana masum gelmişti. Devletin, söz konusu kişileri toplumun iyiliği için mağaradaki gölgeli yaşama uyum sağlamaya zorlaması bir noktaya kadar kabul edilebilirken yönetenlerin sahip olduğu iktidarın aslında zehirli olduğu ve bunu elinde bulunduran kişilerin seçkin insanların ruhlarını iyiye yöneltmeyi tercih etmektense kendilerine faydalı olacak “eğitimi” tercih edecekleri ihtimali aklıma geldi. Bir diğer ilginç kısım ise gerçek dünyayı görmüş, mağaranın dışında çıkmış kişilerin mağaraya döndüklerinde gördüklerini anlatmaya, savunmaya kalkıştığı vakit tuhaf karşılanıp öldürülme ihtimali ile karşı karşıya olmasıydı. Düşündüğüm zaman inanılmaz eserler ortaya koyan Stefan Zweig’ın kendisine bu dünyada yer edinemeyip intihar etmesi belki de II. Dünya Savaşı’nın olumsuz etkilerinin yanında hayata baktığı pencereden bizden çok daha farklı şeyler görmesi ve mağaranın dışına çıktıktan sonra mağarada yaşamını devam ettirmenin ona zor gelmesi olabilir. Mağara alegorisinde seçkin insanların mağaradan çıkıp geri oraya dönmek istemeyecekleri anlatılıyor ama bence (herhangi bir sebebe dayandıramasam da) gerçek dünyayı görmüş ve ruhunu iyiye yöneltmiş bir kişi mağarada sıkışıp kalabilir ve gitgeller yaşayabilir. Devlet kitabında dikkat çekilmek istenen bu değildir belki ama ben yine de söylemek istedim.
Platon, mağara alegorisinde mağara duvarındaki gölgelere bakarak bunları gerçek sanan ve bunlarla hayatını sürdüren, başkaları tarafından belirlenmiş sınırların dışına çıkamayan, sürü psikolojisi ile hareket eden ve ancak bu algı sınırları içinde yaşayan insanları anlatmaktadır. Bu sınırların dışına çıkıp farklı görüşler ortaya atan insanlar mağaranın içinde bulunan kişiler tarafından yadırganacak ve dışlanacaktır.
İnsanların alışkanlıklarını terk etmesi, yeni fikirler ortaya atması toplum tarafından hoş karşılanmaz bu durumdan kurtulmaya çalışsa da mağaradan çıkan kişi gibi yeni fikirleri ortaya atarken zorlanır ve hatta buradaki benzetme de olduğu gibi delilikle suçlanır. Felsefe de aslında bize bunu kazandırır. Kimsenin sormaya cesaret edemediği soruları sormaya, bizim için iyi ve ideal olana ulaşmamızı sağlamada önemli bir rol oynar. Bunu başaran kişiler Platona göre filozoflardır. Bu benzetmede zincirden kurtulanın filozof olduğunu, belli bir sorgulama sürecinden sonra gerçek ve ideal bilgiye ulaşılabileceğini anlatır. Burada mahkemelere de gönderme yapılmıştır Aslında Plaotun’un yaşadığı dönemde Atina’da demokrasi vardı. Buna rağmen devletin ve karar vericilerin karanlıktan aydınlığa çıkamayan kişilerden olup gölgelerin yansımalarıyla hareket ettiklerini ne asıl doğrudan da bu şekilde uzak olduklarını anlatır. Hocası Aristo’nun bu fikirdeki insanlar tarafından yargılandığını düşünürsek aslında bu mağara benzetmesindeki aydınlıktan gelip mağaradaki insanlara yol göstermeye çalışan kalıplaşmış fikirlerden uzaklaştırmaya çalışanlar Aristo gibi filozoflardır. O günden bugüne baktığımızda felsefeye yani düşünmeye karşı toplumun genelinde aynı şekilde bir bakış açısı mevcuttur. “Fazla düşünme kafayı yersin.” Gibi kalıplaşmış cümlelerden maalesef uzaklaşamadık.
Hukuk felsefesi neye dairdir? Makalesi de aslında bize hukuk felsefesinin tanımının dahi eleştirilebilir olduğunu ve hukuk felsefesi yaptığını iddia eden filozofların bile hukuk felsefesini başka boyutları ile ele aldığını gösteriyor. Kimi tanımlara kimi kavramlara odaklanıyor ve her bir tanımın veya kavramın da kendi içinde zıtlıklar barındırdığını gösteriyor. Bir düşüncenin doğruluğunu savunan kişi de zamanla bu düşüncesinden uzaklaşabiliyor.
Bir “hukuk” tanımına tek kişinin bile birçok anlam atfettiğini düşünecek olursak hukuk felsefesinin ne olduğunu ve neyi amaçladığını görebiliriz.
Hukuk felsefesinde kesin çizgiler yoktur bunun en büyük örneği doğal hukuk pozitif hukuk ayrımı yaparken pozitif hukuk içinde ele aldığımız düşünürlerin pozitif hukuku farklı kavramlarla ve farklı bakış açısıyla ele aldıklarını görüyoruz. Durum böyleyken hukuk felsefesinin neye dair olduğunu kesin bir şekilde belirlemek mümkün olmayacaktır. Ve her bir filozof hukuk felsefesinin neye dair olduğunu makalede de anlatıldığı gibi tanım, kuram, kavram veya kavrayışlarla kendilerine doğru gelen şekilde anlamaya ve anlatmaya çalışır.
Platon’un Mağara Allegorisini okuduktan sonra aslında bildiğimiz, düşündüğümüz ve hep var olan şeyleri başka bir açıdan başka bir benzetmeyle tekrar görmüş oldum. Mağarayı tamamiyle zihnimde canlandırdım. Ve o karanlıkta olduğumu, karanlığa alıştığımı düşündüm. İnsan böyle bir durumdayken direk aydınlığa çıkmak istemez, tedirgin olurdu bence de kitapta bahsettiği gibi. O yüzden aydınlığı görmüş, eğitimi bilen insanlar tarafından karanlıkta olan, eğitimi bilmeyen insanlara yardımcı olmak lazım. Yükseldikten sonra yerinde saymanın kimseye, insanın kendisine bile bir faydası yoktur çünkü. Bunu da kanunların ışığıyla yapmak gerekir. Çünkü Platonun da belirttiği gibi kanunlar kişinin mutluluğu için değil bütün toplumun refahı, mutluluğu, eşitliği için varlar.
Platon’un Mağara Alegorisi ve Reaksiyon Yazısı;
Eğitimle aydınlanmamış insan, gerçekten uzak bir gerçeklik içinde yaşar. Gerçekten uzak yaşayan insan, önünü yalnızca eğitimle “aydınlanarak” görebilir. Aksi halde göreceği şeyler doğru bildiğini sandığı imgeler, boş hayaller olacaktır.
İnsan, bilgisizliğin vermiş olduğu rahatlığı (nitekim, bilmek sorumluluk sahibi olmayı gerektirir) bir kenara bırakarak deyimi yerindeyse, “acı” gerçekliğe ulaşmak için çabalamalı ve bu yolda gerekirse “acı” çekmelidir.
Eğitimle aydınlanmak isteyen insan, önceden doğru bildiğini sandığı imgelerin aslında yanlış olduğunu anlayabilir ve kendi kendini haksız çıkarmanın acısını çekerek belki de bir daha asla gerçeğe ulaşmak istemeyebilir.
Sorumluluk kabul etmek isteyen, gerekirse her adımında “eski gerçeği” yalanlayıp acı çeken insan; zamanla aydınlanmaya ulaşılmasa da gerçeğin yansımalarına ulaşılabilecek ve içinde bulunduğu karanlık halden daha fazla uzaklaşarak gerçeğe bir adım daha yaklaşılabilecektir.
Her iki durumdaki (bilgelikten vazgeçmek isteyen ve bilgeliğe ulaşmak isteyen) insan için, eski hayatını terk etmek zor olacak ve bu taraf değişimi için belirli zorlukları geçmesi gerekecektir.
“İyi”ye ulaşan insan, her ne kadar bilgeliğin getirmiş olduğu sorumlulukların zorluğunun farkında olsa da asla eski boş hayallerine, sahte imgelere dönemeyecek, eğitimin ve aydınlanmanın gerçekliğinden vazgeçemeyecektir.
Devlet yönetimi için de “iyiyi/iyiliği” yaymak için de evvela ona yönelmeli onu keşfetme amacıyla hareket edilmelidir.
İyilik amacıyla (devlet özelinde yönetim amacıyla) yetiştirilmiş insanlar, devletin üzerine düşen yetiştirme görevini yaptığı gibi gerektiğinde “boş hayaller”den sahte zevklerden vazgeçip birlik, bütünlük ve düzen için çalışmalıdır.
“Platon’un Mağara Alegorisi”nde bahsedildiği gibi insan eğitimle aydınlanmalı ve iyilik için, süslü sahte gerçeklikten vazgeçerek sorumluluklarını kabul etmeli ve toplumun işleyen çarkının düzeni ve selameti için çalışmalıdır.
Murat DEMİR
Platon’un mağara allegorisinde en çok dikkatimi çeken iki konuya değinmek istiyorum. Yaptığı ‘Onlara göre eğitim’ tanımının günümüzde de aynen geçerli olması, yani eğitimin bilgi depolamakla olacağını düşünmeleri, aslında gerçek eğitimin insandaki düşünme gücünü yararlı ve Platon’un bahsettiği ‘İyi’ denilen yöne çevrilmesini sağlamak olduğunu görüyoruz. Bir diğer konu ise mağara motifi. Mağarada yaşayan, yani düşünme yetilerini henüz tam anlamıyla kazanamayan insanların Dünya’yı ancak onlara gösterildiği kadarıyla yorumlamaları ve ömürleri boyunca böyle gördükleri için gerçeği hazmetmelerinin zorluğunu, daha zor olan şeyin ise hazmedilen bu gerçeğin mağaradaki diğer insanlara aşılamak olması, tıpkı günümüzde yaşadığımız problemlere değiniyormuş gibi hissettirdi.
Platonun Mağara Alegorisinde mağaradaki insanlar aslında bizim çocukluğumuz gibi hayal gücü ufkumuz çok yüksek, ütopik düşünceler içerisindeyiz aynı mahpusların gölgelere anlam vermesi gibi çünkü hem biraz aklımız ermiyor hem de ailenin daha kontrolü altındayız ve onların adlandırdığı anlamlandırdığı şekilde düşünüyoruz hareket alanımız dar ve hayal kuruyoruz kendi başımıza hareket edemiyoruz zamanla büyüdükçe hareket alanımız genişliyor ve öğreniyoruz o ütopikleşen gözümüze büyük gelen şeyler küçükleşiyor. Artık okuyoruz, araştırıyoruz ailenin etki alanından yavaş yavaş kopuyoruz ve hayatı öğreniyoruz. Ve zaman geçtikçe gözümüze büyük gelen evimiz yaşadığımız yer küçük kalmayı bırak ülke küçük geliyor ülkelerarası seyahat edebiliyor hale gelebiliyoruz. Bu da şöyle bir durum yaratıyor insanlar çok fazla bilgiye hakim oldukça ulaştıkça araştırdıkça ait olduğu gelenekleri inançlarını hayatını sorguluyor ve belli bir süreden sonra da tıkanıyor noktaya geliyor artık mutsuzlaşıyor o mağarada mahpusta kalan insan için farklı ilginç bir hareket çok mutlu ederken bilgili insan için anlam ifade etmiyor.
Zifiri karanlık mağarada birbirine zincirlenmiş insanlar.Hareket serbestileri olmamasına ek olarak görebildikleri sadece arkada yanan ateşin oluşturduğu kendi gölgeleri ve yukardakilerin sergilediği figürlerin yansımaları.Bu ortam bana yaşadığımız hayattan kareler çağrıştırdı.İnsan ne kadar ufku açık olursa olsun ona gösterilen ona verilen,sağlanan imkan doğrultusunda hareket serbestisine kabiliyetine sahiptir veya öyle olduğu varsayımına kapılır.Mağarada kaldıkları süre boyunca dünyanın sadece o karanlık odadan ibaret olduğu düşüncesinde olan kişi ile yılın 365 günü sürekli aynı rutinlerini sürdüren insan arasında bir benzerlik olduğu yadsınazmaz bir gerçektir.Zincirlerini kırıp ta yukarı çıktığı zaman gerçekliği doğruyu ve her şeyin kaynağını farkettiği an yaşadığı aydınlanmada bize anlatılmak istenen ise aslında yaşadığımız gerçekliğin yanılgı ve ne kadar da gerçekten uzak olduğudur.Doğru bildiğimizi sandığımız ve bize dayatılan algı olgu ve yanlışların tasviri tam olarak zincirlerinden kurtulan kişinin gökyüzünü,kuşları ve o ışığın kaynağının güneş olduğunu farketmesiyle ortaya çıkan durumun ta kendisidir.İçinde yaşanılan toplum,gelenek görenekler,aile yapısı,ideolojik aygıtlar kişilerin düşünce görüş ve hareketleri üzerinde rol oynamaktadır.Bunlarla birlikte kişide toplumda oluşan yanlış yaygın bilinç yani doxa diye bahsettiğimiz kavram aslında tam olarak bu teoride ortaya konulmak istenen meselenin ta kendisidir.Mağaradan çıkan, gerçeklik ve iyi algısı değişen kişi ile mağarada kalanların gerçek,doğru olarak algıladıkları tamamen zıttır.Mağaranın dışını yani iyiyi anlatmak için diğerlerinin yanına gittiğinde onun fikirlerine inanmama ve karşı çıkma hali ‘comfort zone’ diye tabir ettiğimiz insanın kendini en güvende hissettiği yere doğru bildiği yere dokunulmasına karşı refleks koymaları ve gerçeği görmekten yüzleşmekten korkmaları bunun en yalın örneğidir.Bir kişinin veya bir azınlığın doğruları gerçekleri veya genel bir kavram olarak ‘iyi’ yi görmesi farketmesi elbette önemlidir ancak önemli olan husus toplumda yaşayan herkesin ‘at gözlüğü ile dünyaya bakmak’ tasviri veya dar kalıplarla yaşam sürdürme halinden sıyrılıp gerçeği görmeye başladığı vakit bu aydınlanmanın bir faydası olacağı kanısındayım.
Aynı yeryüzünde nefes alan ama farklı düşünce dünyasında yaşayan insanların birbirleriyle neden anlaşamadığına ve düşünce dünyasındaki zincirleri kıran insanların neden topluluklar içinde vakit geçirmek istemediğine dair çok yerinde bir alegori.
Platon’a göre eğitim bireye bilgi yüklemek değil iyiye yöneltmektir. Eğitim insanı iyiye yöneltmeyince ve sadece bilgi yükleyince yetersiz kalmaktadır. Öyle bir birey aldığı bilgiyi büyük kötülüklere yol açacak şekilde de kullanabilir. Bunu hukuk eğitimi üzerinden ele alırsak hukuk öğrencileri için sadece hukuk bilgisine sahip olmak yeterli değildir. Aldığı bu bilgiyi iyiye kullanarak doğruya ulaşmalıdır.
Platon Mağara Allegorisine Reaksiyon Yazısı
Metni okuduğumda aklıma ilk gelen Wachowski kardeşlerin yarattığı Matrix üçlemesi oldu. Wachwoski’lerin filmde yarattıkları dünya Platon’un mağarasıyla soyut kavramlarda sürekli aklımda kesişti. Filmlerin yaşadığımız dünya ile metoforik yolla kurduğu benzerliklerin aynılarını metni okurken de kurdum. Platon’un mağarasında eğitilmemişliğin ve düşüncenin insan iradesi dışında yönlendirilmesinin belki gömülmesinin toplumlarda yarattığı hapishaneden bahsediyor. Bireyler eğitilmediklerinden habersiz mağara hapishanesinde yaşıyorlar ve bilgi edinme araçlarından yoksunlar. Ateş-duvar-kukla metoforuyla topluma “normal” olan gösteriliyor. Doğru olmayan yansıma olan bireylerde normalleşiyor. Filmde de matrix içinde yaşamla işlenen bu yansıma yaşadığımız toplumun, üyesi olduğumuz cemaatin veya ailenin doğrularını sorgulatıyor.
Tabii “yaratılan normallik” durumu bireyin kendine yarattığı içinde hapis olduğu bir mağarada olabilir. Her insanın farklı bakış açılarıyla ele alıp sorguladığı doğrular sonunda eğer kişi gerçeğe ulaşırsa kendi iradesi dışında gerçekleşen bu durumdan çıkmak zor bir süreç olabilir. Platon’un zorla bireyleri karanlıktan aydınlığa çıkarması ve güneşe bakmalarını sağlamasını ve bu sürecin acılı olacağını belirtmesi madde bağımlılığı ve rehabilitasyon süreciyle de eşleşti kafamda. Her birimizin dayatılmış doğrularla yaşadığı dünyada farkında olup ya da olmadan bağımlıyız aslında. Bilgiye ulaşsak da onu özümsesek de maddeden arınma süreci gibi tezahür ediyor bu düşünce kafamda. Özümsenen her doğruyla biraz daha kıvranıyor ve değişen gerçeklik algımızla baş etmeye çalışıyoruz fakat bilgiye ulaşmanın ve gerçek irade sahibi olmanın verdiği haz da geliyor birlikte. Sonunda maddeden temizlenen bir beden Platon’a göre güneşe artık direkt bakabilen insanlar…
Bu yol cesaret ve fedakârlık ister. Bu nedenle seçkin kişiler olarak tanımlamış bence Platon karanlıkta aydınlığa çıkanları. Pek tabii Matrix’teki gibi gerçekliğin getirdiği hazzı yaşamak istemeyen ve yansımada yaratılan normalliğe dönmek isteyenler de olabilir. Bu kişilerde bilinç dışı iradesizliğin yarattığı “Cahillik mutluluktur.” olgusunu görebiliriz. Seçkin kişi olma cesaretini gösterenlerden devletin devamlılığını koruma ve sağlamlaştırma adına istenen eski yerine dönme ve tükenmek uğruna eğitilmemişlere yol gösterme ideolojisini ne kadar doğru bulsam da bunun dayatılması konusunda şüpheliyim. Günümüz Türkiyesinde apolitik olmak bir tercih meselesi midir yoksa asgari yaşam standardı için bazı kesimlerde bir zorunluluk hali midir? Politik olmak sadece cesaretlilerin işi midir?
İnsanın en önemli özelliği düşünme kabiliyetinin olmasıdır.İnsan da davranışları ve hareketleri düşünme yeteneğini belirlemektedir.Düşünme de yaradılıştan gelen görme,duyma yeteneği ve akıl ile mümkündür.Doğuştan görme engelli bir insana gökyüzünün maviliğini anlatamazsınız.Mavi renginin ne olduğunu görmediği için kendince yorumlar ama bu tanımın bir başka görme engellinin mavi rengi yorumu ile aynı olması mümkün değildir.Doğuştan işitme engelli birine,suyun çıkardığı sesi bir çırpıda anlatmanız mümkün değildir.Düşünmesini sağlayarak kendince su sesine bir anlam yükleyerek algılamasını sağlayabilirsiniz ancak bu, diğer işitme engellilerin su sesi tanımlamalarıyla aynı olmaz.İnsanın görmediğini, duymadığını evrensel bir algı içinde tüm görmeyenler ve duymayanlarla aynı şekilde bilmesi ve tanımlaması mümkün değildir.İşaret dili de bu konuya örnek verilebilir.Doğuştan işitme negelli olan bir bireyin yaşadığı ülkenin dili ne ise ona göre eğitim alarak anlaşabildiklerini billiyoruz.Ortak olan tek benzerlik el ve yüz hareketlerinin kullanılmasıdır.Amerikalı işitme engelli bir birey ile Alman yada Türk işitme engellinin kullandıkları dil farklı olduğu için aldıkları eğitim nedeniyle farklı işaret dili kullanmaktadırlar.
İnsan da bilme ve anlama yeteneği eğitim ile gelişmektedir.Eğitim düşünme kabiliyetini de arttırdığı için,düşünen insanların insanlık için,kendi toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak için yeni fikirler üretmesini sağlar.Eğitim alındıkça düşünme yeteneği de artar.Düşünen ve gelişen bilim adamları olan ülkeler güçlü medeniyetler kurmuşlardır.Bilim adamları , daha çok düşünenerek ve çalışarak toplumun gelişmesini sağlamalı ve bilim üretmeye devam etmelidirler.Tarihte, bilim adamlarına ve düşünürlere değer veren devletlerin büyük medeniyetler kurmasının nedeni eğitime verdikleri önemdir.Mağara allegorisi bize bu durumu bir diyalog ve benzetmeler ile özetler.Allegoride mağarayı toplum olarak varsaydığımızda insanı çevreleyen zincirleri o toplumda denge ve düzeni sağlamaya yönelik normlar, gölgeleri ise insanların kabul ettiği değer yargıları olarak tanımlayabiliriz.Mağara da zinciri kıran insan tanımlamasında; uyulması gereken normları sorgulayan bireyi özdeşleştirebiliriz.Sorgulayan birey, mağara dışına çıktığında mağara içinde abul ettiği değer yargılarının aslında doğru olmadığını görür.Bilgiye ulaşır.Son olarak allegoride, eğitimsiz insanlar gibi bilim adamlarınında devlet yönetiminde görev yapmaya elverişli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Bilim adamları bilim üretmeli ve eğitim vermelidir.
Hukuk felsefesini ana hatlarıyla geçmişten günümüze uzanan farklı bilim insanlarının hukuk hakkındaki bulguları esasında değerlendirmeyi uygun buluyorum. Günümüz itibarıyla dünyanın neredeyse her yerinde insanlar yaşamaktadır. Birden fazla insanın bulunduğu yerde de kaçınılmaz bir son olarak sorunlar, uyuşmazlıklar ortaya çıkacaktır. İşte bu sorunlar ilk insanların varlığından günümüze kadar farklı şekillerde kendini gösterirler. Bu uyuşmazlıklar orada bulunan insanların yaşam şartlarını etkiler ve insanlar da bunu dönem, yer, iklim, beslenme, barınma gibi kısaca yaşam şartları özelinde çözme iç güdüsüne girerler. Bunu şöyle örneklendirmek gerekirse, 1700’lü yılların başında Avrupa insanı ve din adamları (kilise, papa vs.) karşı karşıya gelir ve bu kişiler arası sorunlar meydana gelir. Zamanın Avrupalı hukuk bilginleri de bu sorunları görmüş olduklarından o zamanın koşullarında bir felsefe geliştirir ve bunu hukuk ile uygulamaya çalışarak çözmek isterler.
İkinci olarak ise tam tersi istikamete yönelerek o zamanın Afrika kıtasına gidelim. Henüz tam olarak yerleşik hayatın bile görülmediği kıta olan Afrika, takdir edersiniz o dönemde Avrupa’dan geride kalmış, modernlik kelimelerinin dahi geçmediği bir coğrafyadır. İnsanlar açlıkla mücadele eder, su kaynakları ararlar ve bunlar için savaşırlar. Anlatmak istediğim şartlar çok farklıdır. Burada yaşayan bir hukuk alanındaki düşünce sahibi insanın, Avrupa şartlarından söz etmesi istisnaları dahil olmak üzere beklenmez. Çünkü o kişi oradaki açlığı yaşayanlardandır, sorun o kişide de etkisini göstermektedir. Bu iki örneği birlikte değerlendirdiğimizde hukuk felsefesinin, kişinin yaşadığı dönem, yer, sosyal şartlarla ilgili olduğu ve bu sorunları çözmek çözebilmek için var olduğunu söylemek mümkündür. Bu sebepten, hukuk alanında dayanağını yüzyıllarca öncesinden alan bir fikir çıktığını gördüğümüzde birbirlerine benzetiriz. Çünkü insanın olduğu yerde elbette sorunlar çıkar ve bu sorunlar benzeşebilirler. Bu pek tabi mümkündür.
Hukuk felsefesi hakkındaki reaksiyonumu, düşüncelerimi, ilk dönemde almış olduğumuz “hukuk sosyolojisi” ile birlikte ele alarak bu şekilde ifade edebilirim.
Mağara Alegorisi üzerine düşüncelerim
Platon’un anlatmaya çalıştığını tam olarak anladığımı söylemek budalaca olacaktır. Anladıklarımdan yola çıkarak. Yazıda toplum yapısını cahil ve “iyi” den uzak olan insanlar ve akılla “iyi”ye ulaşan insan olarak 2 insan tipi betimlenmiş. Devletle bunların arasındaki oluşacak doğal ilişki ve olması gereken ilişki sorgulanmış. “iyi” nin anlamı burada sanırım aklın ulaşabileceği ideal nokta, fakat “iyi” ye ulaşmayan cahil insanların da çok akıllı olabileceğine örnek verilmiş.
Bu iki tip insan tipi de devleti yönetemezler deniyor. Birincisinin idealleri olmayacaktır, ikincisin de ilgisi olmayacaktır deniyor. Bu görüşe göre asla ideal bir devlet yönetimi de olmayacaktır kanımca. Günümüze bakarsak belki de Platon haklıdır diyebiliriz.
Mağaradaki insanlar toplumu sembolize etmektedir. Dolayısıyla mağaradaki insanlar mağaradan çıkmadıkça gerçeğe her zaman uzaktır. Platon mağaradaki insanları neseneler dünyasında varsaymakta, dışarıya çıkan insanı ise filozof olarak gördüğü için idealar dünyasına eriştiğini belirtir.
Hocam Merhaba,
Benim dersim Perşembe günü olduğu için en geç Çarşamba 18:00’da atmam gerektiğini düşünmüştüm. Geç gönderdiğim için özür dilerim.
Mağarada zincirli kalmış insan toplumumuzdaki bireyleri yansıtır. Zincirler ise toplumumuzdaki gelenek, görenek, adetler,din, hukuk,eğitim sistemi insanı belli bir şekilde davranmaya ve tek tip insan yaratmaya zorlayan nedenlerdir ve onlar ile birlikte toplumun içerisine kişi kendini bağlı hisseder veya bağlı olmaya zorlanır. Zincirlerini kırıp ”gün ışığına” yani ”aydınlığa bakması aslında bir tür fedakarlığı da yanında getirir. Alışkanlıkların, öğrenilenlerin bir başka boyutunu orada görmek eğer tekrar ”karanlığa” dönerse insanı mutsuzluğa sürükler. Aydınlık gerçekliği yansıtır. Aydınlıkta var olanları görenler karanlıktakilere anlatınca ona inanmaları hayli güç olacaktır.
Düşünceme göre varolan eğitim sistemiyle birlikte insanların tek tipleşmesi meydana gelmiş ve genelde herkesin idealleri, mesleki kariyer istekleri birbirine benzer bir hal almıştır. Eğer bu sistemin dışarısına çıkılırsa kişi toplumdan dışlanır ve kendisine benzer yeni bireyler ister. Truman Show adlı filmde Truman bir adada yaşıyor ve Truman’a küçüklüğünden itibaren denize girmeye karşı bir korku empoze ediliyor, Truman belli zamandan sonra bunu aşmaya yani zincirlerini kırmaya çalıştığında ise adadan ayrılamaması için daha da güçlü şeylerle savaşması gerekiyor. Yani zincirler ancak cesaret ile kırılabilir.
Platon insanların özgürlüğünü ve toplumu anlatmak için mağara metaforunu kullanmış. Bana göre mağara metaforu çok iyi bir metafor olmuş. İnsanlar başlarını çevirip nesnelere bakamadıkları için nesnelerin gölgelerini, seslerini gerçek halleri sanıyorlar, akıllarında öyle şekilleniyor. Bir gün zincirleri çözülüp gerçek dünyaya çıkarıldıklarında önce şaşırıyorlar ama gerçek dünyayı anlayıp, alıştıkları zaman mağaraya dönmek istemiyorlar. Gerçek dünya hayal ettiklerinden, akıllarında şekillenenden daha farklı çünkü. Mağaradayken özgürlükleri nesnelerin gölgeleri, akıllarında şekillenen imgeler kadardı ama dışarı çıkarıldıklarında özgürlükleri çok daha fazlalaştı. Aslında hiçbir zaman tam olarak özgür olamayız, başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde bizim özgürlüğümüz de kısıtlanır. Seçkin insanların yüksek makamlarından vazgeçip halkın arasına karışması da bu yüzdendir. ”Mağaradaki” yani özgürlükleri kısıtlanmış olan kişilerin arasına dönmesiyle, kendi özgürlüklerini isteyerek kısıtlamış olurlar.
Okuduğum 7. bölümde platon, ideal bir toplum hayalini canlandırarak Devlet adlı kitabında mağara alegorisinden bahseder. Ve bunu sembolik bir metotla anlatır.
Mağaraya zincirlenen insanlar: Toplumun bir parçası olan insanı, Mağara: Toplumu, Zincir: Toplum içinde insani sınırlayarak belli kalıplara girmeye zorlayan hukuki, dini ve ahlaki ve eğitim kurallarını, Gölgeler ise: Toplum tarafından belirlenen ve kanıksanan doğruları sembolize etmektedir. Bence Platon, yaşadığımız dünyayı, eğitimimizi hatta her hareketimizi sadece bir yansıtmaya benzeterek doğru bir kanıya varmıştır. Bu kuramda bazı insanlar her zaman o mağarada oturmaya devam edecekken, farkındalığa sahip olan insanların bu durumu fark edip idealar dünyasına, kendi benliklerine gidebilecekleri kabul edilir. Gerçeği inatla görmek istemeyen bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden itibaren mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkûmdurlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen hatta çevirmeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların gölgelerini izleyerek gerçeğin bu yansımalar olduğuna inanırlar.
Platon’un mağara benzetmesi, yerinde bir benzetmedir. Bu kuramda filozoflar, günümüz düzenine karşı çıkan, ayaklanan insanlara karşılık gelir bence. Bu kişiler, kendilerini bu zincirlerden kurtararak her ne kadar zor ve acı verici olsa da yüzlerini cesaretle ışığa yani gerçeğe dönerek hayatın gerçek anlamını ve doğruyu görebilen kişilerdir. Fakat bu kişilerin mağaraya döndükten sonra gördüklerini diğer insanlara anlatması ve onları inandırma çok zor olacaktır, çünkü esaret ve karanlık rahattır, oysa gerçekleri görmek ve ışığa bakmak cesaret ister. Yani kurulu bir düzen bozulmasın diye göz göre göre yanlış olana boyun eğilecektir.
Kitabın bir kısmında Platon’a katılmadığım belki de yanlış anladığım için katılmadığımı düşündüğüm bir nokta var. Eğitim. Eğitim, mağaranın dışında olan şeylerin yansıması olarak tasvir edilmiş. Bu düşünce, ilk okuduğumda Platon’un eğitim kurumunu eleştirdiğini düşündürtmüştü bana ancak belki de Platon eğitimin bir yansıma olduğu düşüncesinin yararlı olduğunu düşünür, çünkü bu yansımalar bizi mağaranın dışında bekleyen gerçek hayata hazırlar, nelerle karşılaşacağımız hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar.
Sonuç olarak artık günümüzde, mağarada zincirlenip gölgeyi gerçeklik kabul etmiş olan insanları zincirini kırıp ışığı görenleri, mağaraya geri dönüp mağaradakilere ışığı anlatmaya çabalayanları görebiliriz. İnsan, hep bir yerlere zincirli doğar. Bazı fikirlere, bazı inançlara, bazı ideolojilere yani KALIPLARA… İnsanın 2 tercih hakkı vardır, ya zincirlerini kıracaktır ya da bekleyecektir ışığı görenlerin gelmesini.
Günümüz toplumundaki aydınlanmayı dışlayan insanlar, mağarada kalan diğer tutsaklara benzer. Mağaradan dışarıya çıkmanın kişiyi aptal ve kör ettiğini düşünüyorlar ve herhangi bir serbest bırakılma eylemine de şiddetle karşı çıkıyorlar. Çoğu insan cehalet içinde yalnızca mutlu olmakla kalmıyor aynı zamanda bu cehaleti dile getirenlere de düşmanlık besliyor. Kişi bilginin ışığına ulaşmak için cehaletten kurtulmalı ve mağaradan çıkmalıdır.
Selda BAKAR 201851030 3. Sınıf
Mağara alegorisinde, mağarada doğan ve büyüyen, duvara karşı zincirlendikleri için sadece kendilerine gösterilen yansılarla yaşan, tutsak olduğundan bile haberleri olmayan insanları konu almaktadır. Bir şekilde zincirlerinden kurtulan esir gerçek dünya ile karşılaşıp tecrübelerini arkadaşlarına anlattıktan sonra onlar tarafından dışlanır.
M.Ö yazılan devlet eserinde ortaya konulan bu tasvir, milattan önce ve günümüz arasında toplumlarda sorgulama adına pek fazla bir şeyin değişmediğini ortaya koymaktadır. Hala toplumun birçoğu kendilerine gösterilen her şeyin doğruluğunu kabul ederek, sorgulamaktan aciz olduğu gibi, sorgulayan ve farklı bakış açısı gösterenlere karşı hale deli muamelesi yapmaktadır. Zincirlerinden yani iktidarın dayattığı normlardan kurtulamayanlar, iktidarın verdiği gölgelerle yaşamaya mecburdur. Bu kişilerin gerçeklik gibi kaynağa sırtlarını döndükleri için yönleri daima karanlık cehalettir.
Zincirler altında yetişen insanın kas faaliyetlerinin zayıfladığı gibi, tabularla büyüyen insanlarında zihinsel faaliyetleri zayıflar. Kurtulanlar bu zayıflıklar yüzünden, önceleri karşılaştıkları gerçeklikler karşısında zorluklar çekseler de özgürlüğün tadına varacaktırlar. Özgürlük mağara insanında olduğu gibi inanılmamayı, hor görülmeyi de beraberinde getirir. Çünkü cehalet mutluluktur anlamak ise acı verir.
Halil ibrahim Gökçimen
Okuduğum 7. bölümde platon, ideal bir toplum hayalini canlandırarak Devlet adlı kitabında mağara alegorisinden bahseder. Ve bunu sembolik bir metotla anlatır.
Mağaraya zincirlenen insanlar: Toplumun bir parçası olan insanı, Mağara: Toplumu, Zincir: Toplum içinde insani sınırlayarak belli kalıplara girmeye zorlayan hukuki, dini ve ahlaki ve eğitim kurallarını, Gölgeler ise: Toplum tarafından belirlenen ve kanıksanan doğruları sembolize etmektedir. Bence Platon, yaşadığımız dünyayı, eğitimimizi hatta her hareketimizi sadece bir yansıtmaya benzeterek doğru bir kanıya varmıştır. Bu kuramda bazı insanlar her zaman o mağarada oturmaya devam edecekken, farkındalığa sahip olan insanların bu durumu fark edip idealar dünyasına, kendi benliklerine gidebilecekleri kabul edilir. Gerçeği inatla görmek istemeyen bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden itibaren mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkûmdurlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen hatta çevirmeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların gölgelerini izleyerek gerçeğin bu yansımalar olduğuna inanırlar.
Platon’un mağara benzetmesi, yerinde bir benzetmedir. Bu kuramda filozoflar, günümüz düzenine karşı çıkan, ayaklanan insanlara karşılık gelir bence. Bu kişiler, kendilerini bu zincirlerden kurtararak her ne kadar zor ve acı verici olsa da yüzlerini cesaretle ışığa yani gerçeğe dönerek hayatın gerçek anlamını ve doğruyu görebilen kişilerdir. Fakat bu kişilerin mağaraya döndükten sonra gördüklerini diğer insanlara anlatması ve onları inandırma çok zor olacaktır, çünkü esaret ve karanlık rahattır, oysa gerçekleri görmek ve ışığa bakmak cesaret ister. Yani kurulu bir düzen bozulmasın diye göz göre göre yanlış olana boyun eğilecektir.
Kitabın bir kısmında Platon’a katılmadığım belki de yanlış anladığım için katılmadığımı düşündüğüm bir nokta var. Eğitim. Eğitim, mağaranın dışında olan şeylerin yansıması olarak tasvir edilmiş. Bu düşünce, ilk okuduğumda Platon’un eğitim kurumunu eleştirdiğini düşündürtmüştü bana ancak belki de Platon eğitimin bir yansıma olduğu düşüncesinin yararlı olduğunu düşünür, çünkü bu yansımalar bizi mağaranın dışında bekleyen gerçek hayata hazırlar, nelerle karşılaşacağımız hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar.
Sonuç olarak artık günümüzde, mağarada zincirlenip gölgeyi gerçeklik kabul etmiş olan insanları zincirini kırıp ışığı görenleri, mağaraya geri dönüp mağaradakilere ışığı anlatmaya çabalayanları görebiliriz. İnsan, hep bir yerlere zincirli doğar. Bazı fikirlere, bazı inançlara, bazı ideolojilere yani KALIPLARA… İnsanın 2 tercih hakkı vardır, ya zincirlerini kıracaktır ya da bekleyecektir ışığı görenlerin gelmesini.
Günümüz toplumundaki aydınlanmayı dışlayan insanlar, mağarada kalan diğer tutsaklara benzer. Mağaradan dışarıya çıkmanın kişiyi aptal ve kör ettiğini düşünüyorlar ve herhangi bir serbest bırakılma eylemine de şiddetle karşı çıkıyorlar. Çoğu insan cehalet içinde yalnızca mutlu olmakla kalmıyor aynı zamanda bu cehaleti dile getirenlere de düşmanlık besliyor. Kişi bilginin ışığına ulaşmak için cehaletten kurtulmalı ve mağaradan çıkmalıdır.
Selda BAKAR 201851030 3. Sınıf