11. Hafta Hukuk Felsefesi Dersi Konu ve Okuma Parçaları

Bu hafta derste adalet teorilerine giriş yapacağız. Bu bağlamda, genel olarak adalet kavramı ve Platon ve Aristo’nun adalet anlayışlarına değineceğiz. Bu bağlamda aşağıdaki makalelerin okunması ve 16 Mayıs Pazar saat 18:00’e kadar görüş, eleştiri ve değerlendirmelerin gönderilmesi gerekmektedir.

“11. Hafta Hukuk Felsefesi Dersi Konu ve Okuma Parçaları” için 48 yorum

  1. ADALET KAVRAMI BAĞLAMINDA ARİSTOTELES – PLATON KARŞILAŞTIRMASI
    Platon’un adalet anlayışında devlet daha ön plandadır. Günümüz koşulları düşünüldüğünde, kabul edilebilir bir özelliktir. Çünkü dünya artık daha tehlikeli her an her saniye savaş veya kargaşa çıkma ihtimali vardır. Bireylerin kendisini güvende hissedebilmesi için devletin varlığı ve gücü önemli bir etkendir. Ancak devleti ön plana çıkarırken, bireylerarası adalet hafife alındığı takdirde, kargaşa veya savaş ihtimallerinin azaldığı ortamda bireyler adaletsizliğe katlanmamayı tercih ederler. Bireylerarası adaletsizlik zamanla daha büyük bir kargaşaya toplumsal yapının ve hatta devletin yapısının bozulmasına yol açabilir. Sonuçta devleti yapan da yaşatanda bireylerdir. Örneğin; x ülkesinin yaşaması için canını hiç düşünmeden feda eden yüzbinler hatta milyonlar vardır. Onların mücadelesi sayesinde X ülkesi ayakta kalır. Devlet neden ayakta kaldığını unutmamalı ve onu yaşatan bireylere hak ettiğini vermelidir. Devletin adaleti mi önemlidir, yoksa bireyin adaleti mi? İkisi arasında denge kurulmadığı takdirde hangisine yakın olmak toplumu ve düzeni ayakta tutabilir? Aristoteles yasaların uymanın öneminden bahseder. Bu açıdan Aristoteles’in görüşü daha makul gelmektedir. Ancak acaba her yasa adaletli midir? Yasaları yapanlar kişisel çıkarlarına göre hareket ettiği takdirde orada adaletten bahsetmek mümkün müdür? Örneğin, y ülkesinde yüksek oranda vergi alınmakta ve bunlar ne devletin ne de bireylerin yararına kullanılmaktadır. Ancak yüksek oranda vergi alınması yasalarda bulunmaktadır. Burada yasaları uygulamak adalet midir? Adalet bireylerin düşüncesine göre mi devletin düşüncesine göre mi şekillenir? Adalet kavramının nesnelliğinden bahsetsek bile aslında biraz göreceli bir kavramdır. Çünkü herkes kendi bulunduğu konumdan adaleti değerlendirir. Günümüz dünyası için adaleti tanımlamak daha zordur. Çünkü, çağımızın en önemli durumu hızdır. Herşey çok hızlı gelişmekte değişmektedir. Toplumsal yapıdan tutun, toplumsal değer yargılarına kadar hızla değişmektedir. Bugün adaletli olan yasa, yarın adaletsiz gelebilir. O halde adalet bulunduğu ortama ve zamana göre değişir mi ya da değişmeli midir?
    Hüseyin Yurtseven – 201951211

  2. Adalet yapısı itibariyle göreceli, soyut, tanımlamalara ve kalıplara uyumlanamayacak derecede sübjektif bir kavramdır. Tarihsel süreçte birbirinden farklı değerlendirmelere konu olmasının asıl sebebi de budur. İlk dersimizde adalet nedir sorusuna, ‘’adil kabul edilen doğruların toplumsal sistemde yaygınlaştırılmasıdır’’ şeklinde yanıt vermiştim. Bu noktada ‘’adil’’ olanın ne olduğu farklı bir soruya işaret etmektedir. Adalet kavramı büyük ölçüde başka kavramlar üzerinden tanımlanmaktadır. İlk çağda tabi hukuk anlayışına göre doğaya uygun olan adildir. Burada doğadan kasıt biyolojik tabiattır. Bu noktada büyük balığın küçük balığı yiyeceği doğanın bir kuralı olsa da hukuk ve toplum güçlü olanın zayıfı ezmesini adil olarak kabul etmemektedir. Öte yandan yine günümüz savaş hukukuna göre adalet, kazanan tarafın haklarını gözetmektir. Orta çağda ise, tanrısal emirlere uygun olan adildir. Peki, tanrının adil olmayan bir buyruğu olamaz mı? Bu noktada Sokrates’in Euthyphron ikilemi karşımıza çıkmaktadır. Bir şey tanrının emri olduğu için mi adildir, yoksa adil olduğu için mi tanrı bunu emretmiştir? Dekalogos veya On Emir’e göre insanlar 6 gün dünyevi işlerini görüp çalışmalı, haftanın son günü ise sadece ibadet etmelidir. Bu durumda çok acil bir ameliyat olması gereken hastayı, dünyevi işlerinden sıyrılıp ibadete ayrılması gereken bir doktorun ameliyat etmemesi adil kabul edilebilir mi? Yeni çağda ise, adil olan insan aklına uygun olandır. Ancak adil olmayan bir durumun var olabilmesi zaten halihazırda insan aklına koşulludur. Platon ve Aristoteles’in adalet anlayışları ise diğer sübjektif kavramlardan ziyade sınıfsal farklılıklar üzerine geliştirilmiştir. Bu noktada sosyal, kültürel ve ekonomik alanda paylaştırıcı, hukuk alanında düzeltici adalet anlayışının gözetilmesi gerekir. Çünkü insanlar varoluşları gereği eşit değildir ve olamayacaklardır. Bu halde bir rekabetten söz edilmesi mümkün değildir. Ancak hukuk eşitlik temeline dayanmalıdır. Pozitivizme göre ise adil/gayri adil ayrımı yapılamaz. Çünkü bu kavramlar değerdir. Yokluk tezine göre, bu dünyada mevcut olmadığından bilimin konusu olamaz. Görecelilik tezine göre ise, değişken olduğundan bilinemez. Bu noktada bence adalet bir ideadır. Mutlak adalet imkânsızdır. Adalet bireylerden toplumlara, kurumlara ve nihai olarak devlete yayılır. Ancak bunu mutlak kılmak boş bir hayalden öteye geçemez. Öte yandan hukukla adalet birbirinden bağımsız ve farklı kavramlardır. Cicero’nun da görüşünde öne sürdüğü üzere hukukun tam olarak uygulanması, adaletsizliğe yol açacaktır. Bu noktada hukuki belirlilik ve yorum, adalet terazisinin iki ucunu oluşturacaktır.

  3. Ertelenmiş Adalet: Hukuk ve Dekonstrüksiyon Hakkında Refleksiyon Paragrafı

    Adaleti anlamamızı sağlayan şey adaletsizliktir. Peki adaletsizliği anlamamızı sağlayan şey nedir?
    Gökhan Yavuz Demir’e göre hukuk ise adaletin önünde bir engeldir ve bunun üç sebebi vardır. Birinci olarak adalete gereksinim duyanlar mağluplar ve güçsüzlerdir. Halbuki hukuk iktidarın hukukudur. İkinci olarak, bir adalet bilimi olarak kesin ve obektif olmaya taliptir. Bu da genel ve soyut kuralları beraberinde getirir. Bu sebeple genel kural , çoğu kez özel durumları görmezlikten gelir. Üçüncü olarak hayat ve insan belirsizken hukuktan fazlasını ummakda insafsızlık olacaktır.
    Derrida hukuk ve adalet ayrımını yapmıştır. Derrida logosentrizmle kendini açıklayabilen bir aklın kendini doğrulayan gururunu kasteder. Derrida logosentriz düşünceyi dekonstrüksiyona uğratmak ister. Dekonstrüksiyon dilin belirsizliğinden kaynaklanan metindeki tutarsızlıkları yeniden anlamlandırmaktır. Dekonstrüksiyon ile bir metinden, milyonlarca metin üretilebilir. Adalet, bize yasayı dekonstrüksiyona uğratmamızı sağlayan güçtür. Fakat adalet dekonstrüksiyona uğratılamaz. Derrida’ya göre bu seneple adalet bir imkansızlık tecrübesidir. Yani ona göre adalet kesin değildir ve kesinleştiği anda yok olur.
    Godot gelmeyecektir ve beklemek güzeldir…
    Adalet bir ütopyanın adaleti değil, içinde bulunduğumuz dünyanın adaletdir. Dünya ne kadar gayrıadilse, adaletinde dünya şart ve koşullarında toplum tarafından kabul edilebilmesi için o kadar gayrıadil olması mı gerekir ? Ya da birgün gerçek adaleti bulduğumuzda toplum mu değişecektir ? Yoksa toplum değiştiğinde adalet mi değişecektir ? Galiba önce dekonstrüksiyona uğratan bizlerin değişmesi gerekecek…

    Rıdvan Öztürk
    201251114

  4. ERTELENMİŞ ADALET; HUKUK VE DEKONSTRÜKSİYON

    Makalede; paralel okuma yöntemiyle adalet ve adaletsizlik paralel bir şekilde seyrediyor. Adaletsizliğin olmadığı yerde adalet talebi veya adalet arayışı da yoktur. Bu makale bana, Boethius’un “Felsefenin Tesellisi”nde (Philsophiae Consolation) yer alan, dünyanın adalet sorununu, yani adaletsiz olmasını, aslında ikili bir yapının kader adı altında var olması hususunu hatırlattı. Kitapta kaderin, kötülük yaptığı vakit, iyilik yaptığından daha fazla insanlara yaradığı ifade edilir. Kitaba göre kader, mutluluk maskesi takıp kulağımıza güzel sözler söylediğinde, bilin ki yalan söylüyordur. Değişip dönekliğini sergilediğinde ise dürüst davranıyordur. İlk görünümüyle aldatır, ikincisiyle öğretir. Benzer şekilde var olan dürüst olan adaletsizlik, ideal olan belki de asla var olamayacak olan adaleti besler.

    Makalenin dayandığı yargılardan biri de hukuk demenin adalet demek olmadığıdır. Hukuk dediğimiz sözcük, eşittir adalet değildir. Hukuk toplumda kargaşayı önlemek için konulmuş toplumsal düzen kurallarıdır. Benjamin Fraklin’in dediği gibi; “Hukuk örümcek ağı gibidir, küçük sineklerin takılıp kaldığı, büyük sineklerin ise onların gözü önünde delip geçtiği sistemdir.” … Hüseyin KOÇAK

  5. ADALET KAVRAMI BAĞLAMINDA ARİSTOTELES-PLATON KARŞILAŞTIRMASI

    Platon ve Aristo; her zaman birlikte anılıyorlar. Platon varsa orada mutlaka Aristo da var. İkisi birlikte karşımıza çıkıyorlar ama hep farklı şeyler söylüyorlar. Biz Platon’un, Aristo’nun hocası olduğunu biliyoruz. Ama farklı şeyler söylüyorlar. Demek ki Aristo, Hocası Platon’un verdiklerini gözü kapalı ezberlemek yerine, sorgulamayı bilmiş. Hangisinin söylediğinin doğru ya da iyi olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Ancak, Aristo’nun başından itibaren Hocasının görüşlerini sorgulayarak yola çıkmış olması onun en önemli özelliğini oluşturmaktadır. (Aksi halde, başkasının izinden gidenin izi olmazdı, yani bugün Aristo’dan bahsedilmezdi.) Sorgulayıp alternatif fikir ortaya koyması, aslında karşı fikrin de kendini geliştirmesini sağlayacaktır. Halbuki insanlar kendisine verilenleri sorgulamadan iç edinirse, o toplumda her şey yolundaymış gibi görünebilir. Ancak hiçbir şekilde de ilerleme kaydedemezdi diye düşünüyorum.

    Platon sınıfsal bir devlet yönetimini öngörüyor. Kişinin hangi sınıfa ait olduğunu kabullenmeyip, diğer sınıfa geçme talebini ise devlete zarar verme olarak görüyor. Yani diyor ki; tolumda herkes yerini, haddini bilmeli… Bu düşünce bana yine çok eski bir şarkının söylerini hatırlattı. Şarkı, “Tamirci Çırağı”na, ustasının şu sözleriyle bitmektedir; “İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları”.

    Platon’un da, Aristo’nun da, bu alanda birer Hoca olduğunu biliyoruz. Ancak Platon, aynı zamanda Aristo’nun da hocası, yani hocalar hocası… İşte burası önemli!… Hocalar öğrenciler karşısında ders verir. Bu bir ego oluşmasına neden olur; “Kürsü Egosu”… Öyle ki, karşısındaki birkaç öğrenciye hükmederken, kontrolü kaybedip, bütün dünyaya hükmettiği hissine kapılabilir. O dönemdeki eğitimsiz insanların çoğunlukta olduğunu düşünecek olursak; Platon’un da böyle bir egoyla bu şekilde teoriler üretmiş olabileceğini düşünüyorum… Bugüne bakalım, devleti kimler yönetiyor?… Siyasetçiler… Ama siyasete giren hocalar her nedense tutunamıyorlar. (Akademisyen olarak İtalya Başbakanı Conte vardı, o da seçime bile gidilemeden, yerine Süper? Mario atandı.)… Benim bu son tespitim için Platon ne derdi merak ediyorum? … Hüseyin KOÇAK

  6. Hukukun görevlerinden birinin adalet sağlamak olduğunu biliyoruz. Peki adaletin sınırlarını nasıl çizmeliyiz? Adalet her insan için değişken midir? Bu soruların cevabını vermek için toplum ve insanların genel değer yargılarını ele almalıyız. Tabii hukuk hukuk tabiata uygun olmalı demiştir. Bu yaklaşımı insanın insan olduğu için belirli hakları var olduğu düşüncesine göre düşünürsek doğrudur. Yaşam hakkı, barınma hakkı gibi temel ihtiyaçlar için düşünmeye ve adalet aramaya gerek yoktur. Bir insanın yaşam hakkının elinden alınması gibi bir durum gelişmemişliğin göstergesidir. Tıpkı eski çağlarda olduğu gibi. Eski zamanlarda insanlar adaleti din ve doğa ile aramaya çalışmıştır. Fakat bu arayışların ne kadar adil ve başarılı olduğunu tarih kitaplarından sorgulayabiliriz. Burada insan aklı devreye giriyor. Suçun ne olduğunu, nasıl ve hangi şartlarda işlendiğini irdelemek modern hukukun konusu olmuştur. Hukukun temelinde dogmatik düşünceler olsa da artık bu kuralların gerektiğinde esnetilebileceği ve demokratik bir şekilde olabileceği modern hukukta görülmüştür.
    Hukuk insan aklına uygun olmalıdır. Tarihte de görüldüğü gibi hukukun değişimi ancak insan aklıyla olur. Eski zamanlarda alınan kararları ise o zamana göre değerlendirmek gerekir. Çünkü her dönemin şartları ve adalete bakış açısı aynı değildir. Lakin eskiden alınan bir kararı günümüzde aynen uygulamak ise mantıksızdır. Günümüz şartlarına göre hukuk süzgecinden geçirmemiz gerekir.

  7. Adalet ,tarih boyunca çeşitli kişiler tarafından çeşitli şekillerde tanımlanmıştır.Bu tanımların toplumun düzenine,iyiliğine,eşitliğe kısacası refahına yönelik olduğunu görmekteyiz.
    Çeşitli adalet tanımlarına baktığımızda,makalede bazı düşünürlerin bu tanımları yaparken pozitif/doğal hukuktan etkilendiklerini söylemek yanlış olmaz(Buna örnek olarak :Patristik Skolastik felsefe döneminde adil olmayan kanun, kanun değildir denmiştir.), ayrıca tanımların kaynakları da farklıdır.
    Türk Dil Kurumuna göre adalet,yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılması, hak ve hukuka uygunluk,hakkı gözetme olarak tanımlanmıştır.
    Makalede özellikle Aydınlanma Çağı filozoflarından Locke’un görüşünü günümüzde kullanılan adalet tanımına benzettiğimi belirtmek isterim,paragrafta geçen ‘adalet mülkün temelidir’cümlesini günümüzde birçok yerde görmekteyiz.
    Platon adalet tanımı yaparken aynı günümüzdeki gibi denetleyici,düzenleyici rol vermiş bununla birlikte akla,hazza, iradeye önem atfetmiştir.Aynı zamanda Platon’un adalet tanımında Stoacılar gibi mutluluk kavramını görmekteyiz. Platon kişisel ve toplumsal mutluluğun adalete dayandığını ifade etmiştir ki fikrimce son derece doğrudur.Çünkü adaletsizliğin olduğu bir yerde karmaşa hakimdir,insanların hakları yenir ki bunların sonucu doğal olarak mutluluk olamaz.Aristo’da da denge kavramı var ancak onun Platon’a göre daha sosyal olduğunu düşünüyorum.
    Sonuç olarak, Adalet Tasarımları adlı makaledeki adalet tanımlarının neredeyse hepsinin birleşmesiyle günümüzdeki adalet tanımına ulaşıldığı söylenebilir.

    Nurhan Ayça Atalay
    201851022

  8. Adalet Kavramı Bağlamında Aristo-Platon Karşılaştırması ve Değerlendirmem

    Adalet genel anlamda hakka ve hukuka uygun davranmayı ve felsefi açıdan nasıl adil olunabileceğinin tartışmasını içeren soyut fakat hukuk için çok önemli bir kavramdır. Platon’un devlet anlayışı (ki ona göre en mükemmel ve en seçkin anlayış budur.) adaleti devletin en temel özelliklerinden biri sayar ona göre adalet devletin kuruluşunda ortaya çıkan en önemli faktördür. Bu değerlendirme devlet adına doğru bir değerlendirmedir çünkü devletlerin kuruluşunda adalet etkili ya da esas güçlerden biri olmazsa devletin hukuk ve adalete olan bağlılığı ve gücü zayıflar gücü zayıflayan devletse çöker ve yok olur. Platon’a göre adaletin en kötü olduğu yönetim biçimi olan tiranlık, adalete gölge düşürür ve adalete uymayan inanmayan bireyler var eder.

    Esasında Platon adaleti devlet ve birey olarak inceler. Adil bireyler varsa devlet de adildir, adil olmayan bireyler varsa devlet de adil olamaz. Bu yaklaşımı bence pratik için çok da uygulanamaz çünkü günümüz devletlerinde azınlıklar ve onların hakları her zaman tartışılır haldedir. Devleti benimsememiş ya da kendisini bağlı olduğu devlete ait hissetmeyen birine bu adaleti nasıl dayatabiliriz? Sadece azınlıkla da kalmaz, ülkenin vatandaşının adalete inancı yoksa ya da kalmamışsa ama kendisi adil biriyse bu durum paradoks olur ve Platon’un görüşüyle çelişir. Beyin göçü dediğimiz durumun bir sebebi de bence budur. 21.yy’da iyi yaşam standartlarının yanında kendisini huzurlu hissetmek isteyen yetenekli bireyler hayatını başka devlet ve başka kültürlerde toplumlarda sürdürebilirlerken bu yaklaşımı benimsemek çok da mantıklı ve uygulanabilir olmaz.

    Aristo ise duruma daha realist ve toplumların ve onların bireylerinin nasıl hareket edebilecekleri ihtimali üzerinde durarak yaklaşmıştır. Örneğin Aristo’ya göre yasaya uymak adalettir ama yasayı kendi işine geldiği gibi kullanmak adaletsizdir. Genel anlamdaysa Aristo’ya göre adalet meşru anlamda yasalara uygun hareket etmek ve politik düzene saygı göstermektir. Yani Aristo adaleti ikili şekilde inceler: Evrensel Adalet ve Özel Adalet.. Evrensel adalet temel anlamda yasalara itaati içerir. Özel adaletse ‘’düzeltici (insanlar arasındaki eşitlikle ilgili) ve paylaştırıcı (insanlar arasındaki zenginliğin dağıtılması anlamında) olmak üzere ikiye ayrılır. Paylaştırıcı adalet belirli bir topluluğun olduğu bir yerde kendini gerçekleştirir. Bu adalet türünden beklenen dağıtılması gereken belirli bir şeyi iki kişi arasında bunların değerleri oranında ve hak ettikleri kadarıyla paylaştırmaktır.’’ Makaledeki bu alıntıda benim aklıma gelen şey günümüz hukukunda yeri olan sosyal devlet anlayışı ve vergi düzeninin daha çok eşitliği sağlama yönüne kayması olmuştur.

    Platondaki devlet ve adalet anlayışı daha hayalci ve ütopikken Aristo da daha çok toplumsal gerçekler, sınıf farklılıklarını azaltma(yönetim hariç çünkü orada seçkinler olmalı.) vardır. Platonda sadece seçkinlerin ve elitlerin söz söyleme hakkı varken Aristo bu düşünceyi günümüzdeki mevcut demokrasi anlayışına daha da yaklaştırarak vatandaşların devletin hissedarı olduğunu ve herkesin söz söyleme hakkı olduğunu belirterek belki de günümüzdeki genel oy hakkının düşüncesel temelini oluşturmuştur. Bu sebeple ben Aristo’nun görüşünün günümüz dünyasına ve demokrasi anlayışına daha çok uyduğunu düşünüyorum ve günümüzdeki hukuk ilke ve kurallarıyla (sosyal devlet ilkesi, genel oy hakkı vb.) daha çok uygulanabilir olduğunu düşünüyorum.

    Oğuz Kağan Erdoğan 201851073

  9. Hukukun olmazsa olmaz kavramı adalet üzerine düşünürler farklı yanıtlar verirler ben bu yanıtlarla ilgili fikrimi söylemek istiyorum. Filozofların savunduğu adalet fikri genel olarak felseyeye dair düşünceleriyle kesinlikle bağdaşır.Platonun adalet anlayışına katılıyorum çünkü adaletin olmadığı bir toplumda o toplumun oluşturduğu bireylerin mutlu olmasını bekleyemeyiz.Rawlsın adalet anlayışı çoğunluğa hitap edecek şekilde düzenlenmiştir ancak aslında bence ideal adalet herkes için sağlanabiliyor olmalıdır. Hobbesun katı toplumsal sözleşme fikrine katılmadığım gibi adalet anlayışına da katılmıyorum çünkü kişiler üzerinde zorlayıcı güç adaleti sağlamakta tek etken değildir pek tabii bambaşka ve hoşgörünün var olmasıyla da adalet sağlanabilir bunu da diğer filozoflar düşünceleriyle ortaya koymuşlardır Sanırım kendime en yakın bulduğum anlayış locke’un söyledikleridir çünkü adalet kişilerin bir arada olmasıyla ortaya çıkar tek bir kişinin olduğu yerde kişilerin hakları zaten mevcuttur fakat o kişinin çoğullaşmasıyla birlikte hak çatışması ve özgürlüğün sınırı belirlenebilir olmaktadır. Adalet de her konuda (yani can mal özgürlük vb.) var olmalıdır bundan dolayı devletin temeli adalete dayanmalıdır.
    Şeyma ÖZKAN
    201851405

  10. Adalet kavramı çok tartışmalı tanımlamalara maruz kalsa da salt bir cevabı günümüzde de yoktur. Adalete yönelik çıkarımlara büyük ölçüde yön veren şeyin ‘’adaletsizlik’’ olduğu kanaatindeyim. Adaletsizlikle karşılaşılan noktada adalet ihtiyacı doğar. Bundan hareketle Platon’un ‘’adalet en büyük erdemdir’’ ifadesine katılmakla birlikte hukukun adalet, hukuksuzluğun adaletsizlik olduğu fikrini tam olarak benimseyememekteyim. Adalet ve hukuk birbirine indirgenemeyen iki farklı kavramdır. Bu kavramlar bazen amaç, bazen ise araç olabilir; hatta bazen iç içe geçebilir. Hukuk kurallarının yerine getirilmesinin her zaman ‘’adil’’ olana ulaştırmadığı bir gerçektir. Bu noktada Aristoteles’in yasallıkla birlikte doğruluk ölçütünün birlikte kullanılmasının bizi doğru tanıma yaklaştırabileceğini düşünmekteyim.
    Ecem Eylül Engin- 201851072

  11. ADALET TASARIMLARI-ADALET KAVRAMI BAĞLAMINDA ARİSTOTELES/PLATON KARŞILAŞTIRMASI
    Adalet kavramı üzerinde görüş birliğine varılmamış olması, neyin adaletli neyin adaletsiz olduğunun bilinmemesi anlamına gelmez. Bu bağlamda adaletin konulmuş kurallara itaatin ya da belli bir kesimin oluşturduğu yararlar bütünü olarak tanımlamak hakkaniyetli olmaz. Adalet ancak işleyiş temelli sağlanabilir. Platon’un ‘adalete yalnızca ruhunda tüm erdemleri taşıyabilen insanların erişebilir’ düşüncesinin bir bakıma haklılık payı vardır. Adalet erdemine her insanın erişemeyeceği savı doğrudur. İnsanın yaşadığı koşullar, etkilendiği durumlar bu kavramın köreltilmesine, değişmesine(toplumsal düzeyde değil insan bazında) neden olur. Platon’un düşüncesindeki her erdemin karşılık geldiği toplumsal sınıfın varlığı, insanların kendi erdemlerinin işlevlerine uygun olarak bir sınıfın varlığı, mümkün olsa bile buna uygun işletmek oldukça güç olacaktır ve sonucunda adalet kavramı bir ‘iyi ideası’ olarak kalacaktır. Aristoteles’in adalet tasarımı günümüz sistemlerine kadar küçük çapta karşımıza çıkmıştır. Eşit olanlar arasında eşitliği savunması, eşit olmayanlar arasında eşitsizliğin devam etmesi; ‘bütün hayvanlar eşittir, bazı hayvanlar daha eşittir’ düşüncesinin temel hali gibi gözükmekte; yani adaletin göreceliliğini desteklemektedir. Platon’un ‘filozof kral’ istemi adaletin olması gerekeni yansıtmasıdır. Filozof kralda tüm erdemlerin bulunması ve kendi çıkarlarını reddederek; toplum yararına olanı seçmesi varsayımsaldır.
    Adalet kavram olarak içinde özgürlük ve eşitliğin barındırılmasıdır. Eşitlik yüzeysel değil fırsat eşitliği şeklinde nicelikseldir. Yani adalet Thomas Aquinas’ın dediği gibi ilahi bir güç tarafından değildir, G. Leibniz gibi bilgeliğin iyilikle yoğurulması da değildir. Bunlar sonucunda ortaya çıkan şey adaletlidir. Adalet kavramının tanımını yapmaz.
    Hazal TAN/201851164

  12. Ertelenmiş Adalet

    Dünya adalet olmadan başlamıştır ve sürekli ertelenmiş bir adaletin arayışıyla da bir gün sona erecektir.
    Adalet, tam da olmadığı için çok değerli bir kavramdır.İnsanlar etrafında adaletsizlik görünce adalet aramaya başlıyor
    Adalet, fiilî durumdan ziyade olması istenen bir dünyayı dile getirir. Bu bana Platon’un idealar dünyasını anımsattı .
    Çoğu zaman adalet hukukta gerçekleşmez. Hukukun zaman zaman adaleti zedelediği ve hatta yeri geldiğinde adaletin önündeki en büyük engelin hukuk olduğu da söylenebilir.hukuk her toplumda güçlünün hukukudur ve adaletin şu an için mümkün olmadığı savunulmakta . Bu ifadeye katılmakla beraber ayrıldığım noktalar var.Bazı Hukuk kurallarının adil olduğunu düşünüyorum . Eğer hiçbir hukuk kuralında adalet anlayışı olmazsa toplumda kaos çıkar ve hukuka olan güven kaybolur. Bu durumda adaleti arayış yöntemimiz olan hukuku kaybetmiş oluruz .Halbuki makaleye göre adalet bir idealdir . Bir diğer katılmadığım husus soyut hukuk kurallarının yetersiz olacağı .Hakimlere geniş takdir yetkisinin verilmesi endişeni anlayabiliyorum ancak Her Somut olaya göre bir hukuk kuralı üretemeyeceğimizden dolayı soyut kurallar hukuk için bir vazgeçilmez bir gerçektir .

    Hayriye ŞİMŞEK

  13. Ertelenmiş Adalet’teki gibi bence de adalet gerçeklikten uzak bir yapıdır. Tam anlamıyla adaleti yakalamak ve uygulamanın zor olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden adalete yaklaşabilmeyi de bir başarı olarak sayıyorum. Çünkü sistemde imkan ve kurallar bellidir. Fakat bazı hallerde sistem dışı kalmanın adalete daha yakın olduğunu varsayıyorsak, kural ve imkanların doğru hissettirmediğini düşünüyorsak; nasıl adalete tam anlamıyla ulaşabilelim? Sınır bellidir. Doğru, sınırın gerisindeyse yapabileceğin bir şey yoktur. Adaletin dekonstrüksiyon olması, yoruma açık olması da adaletin sübjektif bir ide olduğu çıkarımında bulunmamıza yardımcı olur. Adalet, sonuç olarak zihnimizi ve vicdanımızı tatmin etmelidir. Yoruma açık ve herkes için farklı bir anlayış olması da farklı çıkarımlara, şüpheye açık bir anlayışa götürüyor. Zihinlerdeki bir acaba, bir şüphe, oluşması gereken tatminliği, vicdanen rahat hissetmeyi engelleyebilir. Tam anlamıyla tatmin, oluşan duruma ilişkin çok az soru, çok daha az kafa karışıklığı demek. Bunun da mümkün olmayacağını hepimiz biliyoruz. Burada adalete yakın olabilmek, yani daha az şüphe, daha az kafa karışıklığı, daha rahat vicdan demek. Adalet, evet; çoğu durumda isabet edebileceğimiz bir şey olmasa da, yaklaşabilmek de kıymetlidir.

  14. PLATON-ARİSTOTELES ADALET ANLAYIŞLARININ KARŞILAŞTIRILMASI

    İlgili makalede, başlığından da anlaşılacağı üzere antik yunan filozoflarının en bilindiklerinden olan Platon ve öğrencisi Aristo’nun adalet anlayışları üzerine karşılaştırma yapılmaktadır. Bu karşılaştırmada şahsi kanaatimin daha iyi anlaşılabilmesi için, bu iki insanın adaletten ne anladığını açıklayabilmem gerekir. Şöyle ki;

    PLATON, diğer bir çok felsefe alanında da yaptığı gibi adalet anlayışında da ÜTOPİK, İDEAL olana yönelmiş ve OLMASI GEREKEN için çıkarımlar yapmıştır. Öncelikle, adaletin tesis edilmesi için devleti şart olarak gören Platon, devlet anlayışında da sınıfsallığı ön plana çıkarmıştır. Toplumu 3 sınıfa ayırarak (bunlar hiyerarşik olarak sırasıyla FİLOZOFLAR- BEKÇİLER, KORUCULAR- ÇİFTÇİLER, ESNAFLAR) yaptığı devlet vurgusunda (ayrıca ona göre devlet tıpkı birey gibi BİLGE, CESARET, ÖLÇÜLÜLÜK, ADALET erdemlerine sahip olmalı ve korumalıdır) devlet için iyi olanın adaletli olacağına dair akıl yürütmüştür. Platon’a göre adalet en yüksek erdem olup, herkesin (yani az önce bahsedilen 3 sınıfında) kendi üzerine düşeni yapması ve kendi payına sahip olmasıdır. Hal böyleyken Platon, yukarıda da açıklandığı üzere devlet ve sıkı bir sınıfsallık vurgusu üzerinden ideal bir adalet anlayışı tesis etmeye çalışmış, bunu da herkesin kendi görevini yapması ve ötesini istememesi üzerinden tanımlamıştır. Buna karşın ARİSTO, öğretmeni Platon’dan bir çok felsefe alanında yaptığı gibi adalet anlayışında da metot olarak ayrılarak TOPLUMUN İÇERİSİNE, REEL olana yönelmiş ve VAR OLAN hakkında analizler yapmıştır. Öncelikle, tıpkı Platon gibi o da adaletin tesis edilebilmesi için devleti şart olarak görmüş, devlet anlayışında da ERDEMLERİ ve YASAYA İTAATİ ön plana çıkarmıştır. Adaleti, adaletsiz üzerinden tanımlamış ve adaleti ” erdemleri içine alacak şekilde, yasaya itaat ve eşitliği bozmamak” şeklinde açıklamıştır. Ona göre EVRENSEL (yasaya, geleneğe uygun) ve ÖZEL (doğru ve eşit olan) olmak üzere iki çeşit adalet anlayışı mevcuttur ve özel adalet anlayışı, DÜZELTİCİ ve PAYLAŞTIRICI şeklinde iki alt dala ayrılır. Kısaca açıklamak gerekirse; paylaştırıcı adalet anlayışı, dağıtılması gereken belirli bir şeyi (ör/eşya, mal) iki kişi arasında HAK ETTİKLERİ oranda paylaştırmayı temsil ediyorken düzeltici adalet anlayışı, irade dışı (ör/hırsızlıkla, karşı tarafı tehditle mal alma) gerçekleşen olaylarda devletin devreye girerek, gerekli adaleti sağlaması -eşitsizliği düzeltmesini- temsil eder. Hal böyleyken Aristo, yukarıda da açıklandığı üzere devleti bir gereklilik görmüş ve düzeltme ve paylaştırma görevini ona devretmiş, reel toplum anlayışı üzerinden somut analizlerle adalet anlayışı oluşturmuş, bunu da yasaya itaat ve eşitliği bozmamak üzerinden tanımlamıştır.

    Şahsi kanaatim, – daha net anlaşılabilmesi adına benim adalet anlayışım, adil olanın sağlanabilmesi için önce eşitliğin sağlanması gerektiğinden sınıfsallığın tümüyle ortadan kaldırılması gerektiği yönündedir-. Platon, her ne kadar herkese yönelik mükemmel olanı oluşturma kaygısı ile ideal bir adalet anlayışı oluşturma çabasında olsa da ideal olanında sıkı bir sınıfsallık vurgusunun olması nedeniyle benim adalet anlayışıma uzak olup öğrencisi Aristo da, her ne kadar var olan üzerinden somut çıkarımlar bulunmak suretiyle adaleti, yasaya itaat ve eşitliği bozmamak üzerinden tanımlasa da eşitlik anlayışında onun da sınıfsallık anlayışını barındırması nedeniyle benim adalet anlayışıma uzaktır.

  15. İnsan ruhunda her hangi bir düzen veya düzensizlik bulunması düşüncesi kanaatimce yersizdir. İnsan ruhunu içinde bulunduğu toplum, çevre etkiler. Düzensiz bir toplumda, eğitimsiz ve sürekli kargaşaların hakim olduğu bir toplumda insan ruhunun düzen fikrini içselleştirmesi mümkün değildir. Bu bağlamda insan ruhunun sahip olduğu düzenle devlet düzeni arasında bir bağ kurmak pekala mümkün değildir. Devlet düzeni sağlamak için oluşturacağı adalet insan ruhundan değil özgürlüklerden beslenmelidir. Adalet ancak özgür devletlerde mümkün olabilir. Özgürlüklerin aşırı derecede sınırlandığı, inşaların fikirlerinin dinlenmediği toplumlarda adalet fikrinin gelişmesi de mümkün değildir. Vatandaşların devleti sorgulama ve yönetime katılma hakları olmalıdır ki adalet sağlanabilsin. Bu noktada Platon’da vatandaşlar devletin hiçbir uygulamasına sahip değilken, Aristoteles’te de sadece belli sınıflara bu ayrıcalığın verilmiş olması başlı başına bir adaletsizliktir.
    Adaletin kesin bir dille tasfiri de mümkün değildir. Yer, mekan, olaya göre adil olan şey değişkenlik gösterebilir. Bazen herkese karşı eşit olarak uygulanması gereken durumlar olabilir. Mesela adam öldürme suçunu işleyen herkes şu kadar ceza alır dediğimizdeki gibi. Ancak bazen de herkese eşit olarak uyguladığımızda, eşitlik bozulur çünkü herkesin yeteneği, durumu eşit değildir. Örneğin yeteneklerine göre maaş verilen memurlar olmalıdır. Daha az yetenekli, işini iyi yapamayan kişi ile işini layıkıyla yerine getiren memurun aynı maaşı alması pekala doğru olmaz. Dolayısıyla aslında adil olmak için o somut olaydaki hakkaniyet neyi gerektiriyorsa ona göre hareket edilmesi daha adaletli olacaktır.

  16. Adalet kavramı tabii ve hukuki pozitivizm çerçevesinde farklı olarak tanımlanıp bir yere koyulmaktadır.
    Tabii hukuk çerçevesinde hukuk adalet ile tanımlanmaktadır ve geçerlilik şartı sayılmaktadır.
    Augustinin adil olmayan kanun kanun değildir anlayışı geçerlidir ve bu bir gereklilik gibi anlaşılır. Hukukun içeriğinin pozitif olan hukuka uygun ve adil olduğu zaman adalete uygun olduğunu da belirtir.
    İlk çağda adillik tabiat kurallarına uygun olması koşuluyla adalete uygunluk belirlenmiştir. Aksiyle kanıt yoluyla tabiata uygun olmayan şeyinde adil olmadığı anlaşılır buradan. Burada beşeri değil doğal toplumsal düzenine uygun fiziki ve biyolojik tabiata uygun olmalıdır.
    Ortaçağda tanrısal emirlere uygunluk adillik koşulu sayılmıştır. Dini tabii hukukta denmiştir temeli ilahi veya dini hukuka dayandığı zaman adalete de uygun olacağı belirtilmiştir.
    Yeni çağda adalet tanımı ise insan aklına uygun ölçütte hukuk kurallarının adilliği adil olacağı belirtilmiştir. Buradaki akıl sadece şahıs olarak değil hukukun yaratıcı kaynağı olan tabi akıldır.
    Hukuki pozitivizm tabii bu adalet anlayışına karşı çıkar. Çünkü hukukla bir arada özdeşlemeyeceğini ve farklı bir kategori olduğunu belirtirler.
    Adil olan ile olmayanın evrensel ve objektif olması durumunda o türün yaptığı hareketin onun düşüncesine göre yaptığı ancak bize göre yanlış olan hareketin yine de adalete uygun olduğunu demek zorunda kalınır bu sebeple tabiata uygun olan şeylerin adalete uygun olduğu görüşü eleştirilir.
    Ortaçağ anlayışına eleştirisi ise adilliğin tanrıdan geldiğini belirtmesini metafizik kurallar olduğunu ve ispatı yapılamadığı için kabul edilmemesi gerektiği görüşündedirler. Tanrı tarafından olsa bile birden çok peygamberin olduğu dinde birden çok adalet anlayışının ortaya çıkıp objektif ve genelliğin sağlanamayacağı görüşündedirler.
    Eğer iktidarın adalet anlayışı olursa kendi doğruları objektiflik dışında kalır eğer yurttaşlara ait olursa sübjektiflik ön planda olacağı için yine bir objektiflik sorunu ortaya çıkacağı belirtilmiştir.
    Pozitif teoriye göre adalet olan, belirtilen şeklinde değil değer olarak ortaya çıktığı ve bu dünyada değil metafizik dünyada değerinin olduğunu belirtirler.
    Hukuki potivizm değerlerin göreceliliğini kabul eder ve adalet konusu şeyin kanıtlanamayacağı görüşündedirler. Metafizik kavramdır ve bu sebeple bilinemezler bu sebeple var olan hukuk adalet kategorisini ele almamalıdır denmektedir.
    Mesut Aslan/ 201951416

  17. Tabii hukuk ve hukuki pozitivizm teorileri açısından adalet kavramı hakkında refleksiyon yazım.
    Tabii hukuk adalet kavramını,hukukun temeli olarak görür.Bu anlayışa göre bir kuralın hukuk kuralı olabilmesi için adil olması gerekir.Tabii hukukun adalet tanımı çağdan çağa değişmiştir.İlk çağda tabiata,orta çağda tanrısal emirlere,yeni çağda ise akla uygun olan adildir.İlk çağda tabii hukuk,hukuku biyolojik tabiatla tanımlamaktadır.Dolayısıyla ilk çağ tabii hukukçularına göre bir şeyin adil olabilmesi için,”Doğa düzenine” uygun olması gerekir.Bu doğa düzenine uygun olan şey adildir.Orta çağda tabii hukuk,hukuku tanrısal iradeyle tanımladığı gibi adaletide aynı şekilde tanımlamıştır.Onlara göre tanrının emirlerine uygun olan şey adildir.Yeni çağda tabii hukuk,hukuku tanrının iradesinden bağımsız hale getirmeye çalışmıştır.Onlara göre hukuk ”akıl”dan kaynaklanır.Onların kastettiği akıl ”beşeri akıl”dır.Grotius’a göre insanlarda akla göre yaşama iç güdüsü vardır.Bu iç güdü hukukun kaynağıdır.Bütün insanlığı kapsayan ve değişmez bir takım tabii hukuk kuralları vardır.Bu hukuk kurallarının a priori varlığı, onların insanların ”akli tabiatı”ndan kaynaklanır.İnsan aklının doğası gereği,insan iyiyi ve kötüyü ayırt edebilir.Hukuk, işte insan aklının böyle bir emridir.Adil olan bu akla uygun olandır.İnsan aklından çıkan kurallara uygun olan adildir.
    Pozitivist teori ise bunu eleştirir.Adalet kavramı,fizik ötesi bir değer olarak,tanımlanamaz ve bilinemez bir kavramdır.Bu nedenle adalet kavramı hukuk biliminin incelemesinin dışında kalır.Pozitivist teoriye göre ”adalet”,fiziki,olgusal bir realite değil,bir ”değer”dir.Bir değer olarak da,fiziki alemde değil,fizik ötesi alemde bulunur.Sadece olgusal yargılar amprik olarak doğrulanabilir.Bu alan bilim alanıdır.Değer yargıları bir bilim alanı değildir.Bu alanda ”değerlerin bilinmezliği ilkesi” geçerlidir.Değerler amprik olarak bilinebilir şeyler değildirler.Değerler alanında ya yokluk ya da görecelilik tezini ileri sürerler.Bu akıma göre,reel alemde adalet değeri mevcut değildir.Dolayısıyla adalet değeri alanında bilinecek bir şey yoktur.Sonuç olarak pozitivizme göre, adalet kavramı, metafizik bir kavramdır.Metafizik kavram ve ilkeler ise ”bilme” konusu olamaz.O halde, bilim alanında kalarak,adalet gibi bir fizik-ötesi değer incelenemez.Hukuk bilimi,adalet değerini ele almayı kategorik olarak reddetmelidir derler.
    Bu makaleden çıkarımlarım şudur,
    İlk çağ tabii hukuk anlayışını temsil eden düşünürlerden,Aristo,köleliğin meşru olduğu çünkü tabiatta güçlünün zayıfa üstün olduğunu söylemekteydi.Fakat yeni çağ tabii hukuk anlayışında,özgürlük ” beşeri aklın” uygun gördüğü herkesi kapsayan a priori bir hak idi.Tabii hukukun kendi içerisinde ve dolayısıyla adalet değeri hakkında çelişkili ifadeleri vardır.Bu bize hukuki pozitivizmcilerin yokluk ya da görecelilik tezinin haklılığını göstermekte.Adalet bir değer olarak amprik olarak incelenemez.Çünkü o realitede ya yoktur ya da Hans Kelsen’in dediği gibi göreceli olarak vardır.Bu da ondan bilimsel bir sonuç çıkarmamızı imkansız kılmaktadır.Sonuç olarak adalet değeri hukuku bir bilim oalrak kabul edersek,hukukun inceleme alanı dışındadır.
    Bu halde yine o meşhur soru sorulabilir.
    Hukuk bir bilim midir?

  18. Ertelenmiş Adalet: Hukuk ve Dekonstrüksiyon
    Her şey zıttıyla var olur. Siyah olmadan beyazın varlığı anlaşılmazken adaletsizlik kavramı da asıl adaletten ne istediğimizi açıklamamıza yardımcı olur. Bu bakımdan adaletsizlikle günün her dakikasında karşılaşabileceğimiz gibi adalet kavramını da kovalar dururuz. Ancak bu adaletin yalnızca bir ideal olduğunu kanıtlamaz. İnsanlar olarak genelde olumsuz şeylerin farkında olur ve onları unutmayız. Biri hakkında veya hatta bir hükümet hakkında bile konuşurken iyi yönlerindense kötü olan yönlerine odaklanırız. Çünkü buna kanalize edilmiş durumdayız. Adaletsizlikten yakınırken adalete uygun karar veren hakimlerin veya adaletli yapılan düzenlemelerin adını anmıyoruz bile. Bunu yaparken de adaletin sağlayıcısı olan hukuku, adaletin önünde bir engel olarak algılamaya başladık bile. Örnek olarak çok aç olduğu için ekmek çalan bir adamın hırsızlıktan tutuklanarak hapse atılıp orada ona her gün düzenli yemek verilmesi verilebilir.
    Hukuk dekonstrüksona uğratılabilir, yani zamana ve değişen ihtiyaç ve koşullara bağlı olarak değiştirilip geliştirilebilir, yorumlanabilir keza bana göre adalet de. Adalet dediğimiz şey de iki kere iki dörttür gibi bir kavram değildir ki, insanların adalete hangi koşullarda, hangi nedenlerle ihtiyacı olduğu her olaydan olaya, zamandan zamana değişkenlik göstermekte. Zaten bu nedenle hukuk değişkenlik gösteriyor. Olabildiğince adaleti sağlamak ve insanların mağduriyetlerini gidermek, onlara güvenebilecekleri bir sistem sağlamak için kendi içinde yoruma tabi tutuluyor. İnsanlar adaleti kendi bakış açılarından, kendi duygularıyla ve kendilerine daha çok fayda verilmesi gerektiği şekilde değerlendirdikleri için hukuk vardır. Ve bu nedenle hukuk, olayın her iki tarafının da savunma ve savunulma hakkı olması dolayısıyla olaylara objektif ve tarafsız bakıp her kişiyi düşünme amacı güder.
    Başak Ayşe Ortak

  19. Aristoteles adaleti çeşitli ayrımlar yaparak açıklamaktadır. Bunlardan biri genel adalettir. Genel adalet hukukun söylediğidir ve hukuku belirleyen de yasa koyucudur. Burada yasa koyucunun her zaman mutlak adil olamayacağını düşündüğümden ben genel adalet ayrımına katılamıyorum. Aristoteles’in paylaştırıcı adaleti ise bana en yakın olandır. Bireyin topluma kattığı ile orantılı olması en makul olandır bence.
    Aristoteles eşitliği ise kendi erdem öğretisine uygun olarak;bireyin en uç noktalarındaki avantaj ile dezavantajın orta noktası olarak betimler. Burada değineceğim ise bireyler için her durumda avantaj ve dezavantaj noktaları oluşamayabileceği. Mutlak olarak her durumda bu orta noktayı bulamayabileceğimizi düşünüyorum. Ya da bu betimlemeden hareketle bulacağımız orta noktaya her zaman gerçekten ‘eşitlik’ sağlayamayabilir.
    Platon’un adalet anlayışında ise devlet önplana çıkıyor. Devlet için iyi ve doğru olan şeyin aynı zamanda adaletli de olduğı düşüncesinde. Adalet kavramını devlet özelinde değerlendirilmesini ben doğru bulmuyorum. Bu düşünce içinde bireysel adalet olgusunun zedelenebileceğini düşünüyorum.

    Elif Ayhan

  20. Adalet en yüksek erdemdir.Önemli olan adaletin erdemin ne olduğunu bilmek değil adaletli olmaktır.Aristo’ya göre insanlar arasında eşitliğe dayanan eşitlikçi adaletle “eşitlik” bağlamında önemli bir farklılık göstermektedir.Kişinin sosyal statüsü,konumu,ekonomik düzey gereği eşitsizliğin ortaya çıkabileceği bunun aslında eşitlik olduğu savındadır.Paylaştırıcı adalet tam olarak budur demektedir.Düzeltici adalet ise aritmetik eşitlik değil geometrik eşitliği öne çıkarmaktadır.Yani eşit durumda olanların eşit pay alması değil,burada ortaya çıkan davranış sonucu yasanın kişileri mevkilerine göre değil yaptıkları eyleme göre değerlendirmesidir.Yasa karşısında herkes eşittir.Ancak günlük hayatın gerçeklerine dönüp bakıldığında paylaştırıcı adalet ve düzeltici adaletin tam anlamıyla işlevi yerine getirme konusunda şüpheye sahibim.En somut gündemde olan örneklerinden birisi yaşadığımız pandemidir.Dünyada bulunan toplam corona aşılarının neredeyse %90’nın bir elin parmakları kadar ülkede rezerve edilmiş depolanmış olması,bir yanda her vatandaşına 6 doz aşı ayırdığını açıklayan ülkeler diğer yanda 1 adet bile aşı yapılmamış çok sayıda ülke varken en temel insan hakkı olan sağlıklı yaşamanın ve bunu sağlamanın en tabi yolu olan aşılamanın paylaştırıcı adalete hiç uygun dağıtılmadığı gerçekliğini görmekteyiz.’Bütün insanlar eşittir ama bazıları daha eşittir’ ortaya çıkan adalet eşitlik anlayışının en kısa özeti olabilir.

  21. Platona göre adalet en üst erdemdir ve içinde bilgelik cesaret ölçülülük gibi şeyleri de kapsar.Gerçekten de adaletin içinde ölçülülük var olmadan tam bir adaletten söz edemeyiz.Kişisel mutluluk adalete dayanır.Bu sebepledir ki adaleti en iyi filozoflar kavrayıp içselleştirebilirler ve onun içeriğini daha iyi hissedip uygulayabilirler.Platon bunu ya yöneticiler filozof ya da filozoflar yönetici olmalı sözüyle açıklamıştır.
    Aristo için adalet ise düzeltici ve dağıtıc adalet vardır.Dağıtıcı adalete sosyal adalet de denir.Düzeltici adalet,aritmatik oranlamaya göre mevcut durumda bozulmuş adaleti düzeltmek ya da bozulan adaleti yeniden inşa etmektir.Düzeltici adalet günümüzdeki ceza hukuku medeni hukuk gibi hukuk dallarıyla ilgili olup eşitlemeyi öngörür.
    Bireyler zaten bunu birileri veya devlet düzeltir adalet yakında yerini bulur diye ses çıkarmadan beklemekle tam olarak yerini bulmaz.Bireyler ellerinden geleni yapmalıdırlar ki adalet gerçek anlamda oluşsun.

  22. ADALET KAVRAMI BAĞLAMINDA ARİSTOTELES – PLATON KARŞILAŞTIRILMASI

    Öncelikle Platon adalet kavramının analizinde ideal bir devleti esas alırken Aristoteles ise toplumun anlayışından ve gerçek bir devleti esas alıyor.
    Platon’un insan ruhunda da bilgeliğe, cesarete ve akla denk gelen üç farklı alan söz konusu olduğunu ve bilgelik ve cesaret ruhun belirli bölümleri; ölçülülük ve adalet ise bölümler arası ilişkilerini düzenlediği görüşünü okuduğumda aklımda gelen ilk metafor bu durumu vücudumuzdaki organlarımıza uyarlamak oldu. Yani bilgelik ve cesareti vücudumuzun organlarından kalp ve beyin olarak düşünüp; ölçülülük ve adaleti ise organlar arasındaki sürekli ilişkiyi sürdüren organların çalışması ve hayatı sağlıklı bir şekilde sürdürmekte önemli rol oynayan vücudumuzdaki sinirler ve damarlar olarak düşündüm. Şöyle ki nasıl ki kalbimizin temizlediği kanı damarlar aracılığıyla diğer organlara iletip yaşamımıza devam ediyorsak ve bunlardan kaynaklanan en ufak bir sorunda hastalıklar meydana geldiğinde yaşamsal faaliyetlerimizi etkiliyorsa aynı o şekilde nasıl ki bilgelik ve cesaretin olduğu yerde adalet ve ölçülülük yoksa orada ne devlet adı altında bir devlet vardır ne de hak ne de hukuk…
    Bir devletin egemenliği zorla kabul edilemez. Zaten kabul etmek dediğimiz şey zorla olmaz insanın içinden gelmesi gereken bir fiildir. Bu fiil zorla olursa kanımca bireylerin iradeleri sakatlanmış olup baskı altında vermiş oldukları sözde kabul geçerli olmayacaktır. Ve böyle bir devletin egemenliğinden söz edilemeyecektir.
    Platon’un ütopik devleti, olması gerekeni tahlil etmesi, devlette adalet kavramıyla devleti yüceltirken bireyleri unutması ya da daha doğrusu bireyleri umursamaması görüşlerine ben katılmıyorum.
    Aristoteles’in adalet ile özgürlük arasındaki bağından bahsetmesi, bir toplumdan yani somut bir varlıktan hareket etmesi, olması gereken bakımından değilde şuan mevcut olan durum bakımından adaleti analiz etmesi benim düşüncelerime daha yakın, daha ağır basmış durumda.
    Bana göre adalet kavramı bünyesinde birçok farklı kavram içermekte mesela hak, hukuk, eşitlik, özgürlük, hakkaniyet, din, inanç, akılcılık, etik…

    ESRA ŞAHİN-201851158

  23. Platon ‘a göre adalet bir toplumda herkesin üstüne düşeni yapmasıdır. Burada benim aklıma hukuk sosyolojisinde gördüğümüz Emile Durkheim’ın ‘işbölümü’ kavramı geldi. Yani herkes toplumsal rolünü yerine getirirse o halde adalet gerçekleşmiş olur.
    Her 2 filozofa göre de adalet erdemlerin en üstüdür. Aristo’ya göre adalet diğer tüm erdemler gibi orta olandır. Geçen hafta gördüğümüz Aristo’nun etik teorisi bağlamında da erdemlerin tasnifini yaparken hep bir orta hali, denge halini ,ölçülü olmasını belirtmişti.
    Aristo‘nun adalet anlayışında genel manada ve özel manada şeklinde 2’ye ayırdığını görüyoruz. Genel manada adalet hukuka uygun olandır. Özel manada adalet ise eşitlik düşüncesinden kaynaklanan adalettir. Eşitlik anlamında adaleti Aristo dağıtıcı adalet ve düzeltici adalet şeklinde ifade eder. Dağıtıcı adalet ;toplumsal düzende değer atfedilen durumların ,eşit olanlar arasında eşit bir şekilde dağıtılmasıdır. Bu tanımlama koşulsuz bir eşitlik değildir. Dağıtıcı adalete ‘sosyal adalette’ diyebiliriz.
    Örnek vermek gerekirse Anayasanın vergi ödevi kenar başlıklı 73.maddesi;
    ‘Herkes ,kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.
    Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır.’
    Yine gelir vergisindeki artan oranlı vergilendirmeyi de dağıtıcı adalete örnek verebiliriz.
    Anayasanın 10.maddesini de bu bağlamda örnek verebiliriz.
    Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı aslında Aristo’nun tıpkı etik teorisinde ve adalet teorisinde ifade ettiği orta hali, ölçülülüktür.
    Düzeltici (denkleştici) adalet ise hukuki ilişkideki tarafların eşit muamele görmesine işaret eder. Düzeltici adalete ‘hukuksal adalette’ denebilir.
    Ceza hukukunda suç işleyenin hak ettiği cezayı almasını örnek verebiliriz.
    Yine tazminat hukukunun temelinde de denkleştirici (düzeltici) adalet mantığı yatmaktadır.
    Borçlar kanununun 49.maddesi:
    ‘Kusurlu ve hukuka aykırı bir fille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.’
    Borçlar kanununun tehlike sorumluluğu ve denkleştirme kenar başlıklı 71.maddesinin 5.fıkrası :
    ‘Önemli ölçüde tehlike arz eden bir işletmenin bu tür faaliyetine hukuk düzenince izin verilmiş olsa bile ,zarar görenler, bu işletmenin faaliyetini sebep olduğu zararlarının uygun bir bedelle denkleştirilmesini isteyebilirler.’
    Denkleştirici adalete metafor olarak adeta Themis heykelindeki teraziyi örnek verebilirim. Hukuki ilişkinin bozulan dengesini örneğin sözleşmedeki dengeyi denkleştirmeyi amaçlamaktadır.

  24. Adalet kavramının anlamının ne olduğu kişiden kişiye göre farklılık gösterebilir. Platon devletin kuruluşunda adalet vardır der. Bu adaletin insanlar üzerindeki yansımasına bakmak gerek. Paylaştırıcı ve düzenleyici adalet anlayışından bahsetmek mümkün Platon için herkes üzerine düşeni yaparsa kendi payına düşeni de alacaktır. Böyle olmazsa adaletsizlik gerçekleşecektir. Devlete o kadar önem veriyor ki bireyi araç olarak görebiliyoruz burada. Vatandaşlar devletin yaptıklarını sorgulayamaz onları kabul etmek zorundadır.
    Aristoteles’ e göre genel adalet ise meşru yasalara uygun adalet olmak durumundadır. Dağıtıcı adaleti uyguluyor. Kişi ile toplum arasındakileri ilişkileri düzenleyerek bunun yapılacağı düşüncesinde. Eşitliği ve dengeyi bozulduğunda haksızlık olduğunu ama eylemin öncesinde çıkaracağı sonuçları da düşünüp ona göre hareket edilmesi hukuka uygun davranıştır ve haksızlık olmaz der. Ama zorlama ile yapılmamış olacak kişi kendi isteği ile böyle yapmış bulunmalı. Yasalara itaat aynı zamanda erdem görünüşünü savunuyor. Herkes kendi payına düşeni alırsa adil , kendi payına düşenden fazlası alınırsa adaletsizliğin doğabileceği görüşünde. Adalet özgür devlette mümkün olur. Vatandaşların devleti sorgulama hakkına sahip olduğunu söyler.
    Her iki filozofa göre de adalet en büyük erdemdir.

  25. ADALET KAVRAMI
    Adalet kavramına tarih içinde filozoflar, doğal hukukçular, hukuki pozitivistler çeşitli tanımlamalar ve yaklaşımlar getirmiştir. Bunlardan hareketle adalet kavramıyla hukuk ya da yasa kavramı arasında bir fark olduğunu görmekteyiz.
    Adalet sürekli aranması gereken bir değerdir. Fiili olan, uygulanan bir durumdan ziyade olması istenen, ulaşılması için çaba harcanan bir süreç olarak görülebilir. Yaşanan pratik hayatta adaletsizliklerin olması bir gerçektir. Adalet ise bir idealdir. Hukuktan adaleti gerçekleştirmesi beklenir. Ancak adalet, hukukla tam gerçekleşemediği gibi bazen hukukun adaleti zedelediği de görülmektedir.
    Yapılan gözlemlerden ve üretilen teorilerden anlaşıldığına göre çeşitli adalet anlayışları ve tanımları vardır. Bunlara göre adalet:
    -Güçlünün işine gelendir. Galibin mağlubu kontrolünde tutmasıdır.
    -Toplumda herkesin üzerine düşeni yapmasıdır.
    -Herkese borcunu vermektir.
    -En üstün erdemdir. Filozoflar gerçekleştirebilir.
    -Hak edileni dağıtmaktır. Aristokratların yönetimidir.
    -Adil olmayan kanun, kanun değildir.
    -Tanrı tarafından gönderilmiş ilahi buyruklardır.
    -Akıl, adaletin kaynağıdır. Adaleti tecelli ettirir.
    -Kimseye zarar vermemek, her kişiye ona ait olanı vermek, doğru, dürüst yaşamaktır.
    -Hukuk kurallarına uygun davranmaktır. Devlet otoritesine itaat etmektir.
    -Her insan özgür ve eşittir. Kimse kimseye zarar veremez. Kimse kimsenin canına, malına, özgürlüğüne, mülkiyetine zarar vermemesidir.
    -Yapılan anlaşmaya uyup yerine getirmektir.
    -Toplumun yararına olan şeylerdir. Kişilerin yararlarının, özgürlüklerinin, haklarının teminat altına alınmasıdır.
    -Her insan alabildiğine geniş özgürlüğe sahip olmalı, eşit haklara sahip olmalıdır. Toplumsal, ekonomik vb. eşitsizlikler en çok sayıda insanın yararı gözetilerek giderilmeli. Fırsat eşitliği hakça bir şekilde herkese açık olmalı.
    -Kısacası yasalar adil ve eşit olup herkes için eşit uygulanıp taraflara eşit haklarla muamele edilmelidir.
    Aslında adalet kavramıyla ne arandığı anlaşılmakta ama adaletin gerçekleşmesinde neyin etkili olması gerektiği tartışması yürütülmektedir. Burada devletin adaleti tesis ve dağıtıcı olması gerektiği sonucu çıkmaktadır. Devlet ister özel, ister kamu, isterse uluslararası hukuk düzenlemelerinde kişilerin haklarının özgürlüklerinin ve eşitliklerinin hem koruyucusu hem düzenleyicisi ve uyuşmazlıkların çözümleyicisi olarak görev yapmalıdır. Burada devlet gerçekten özgürlükleri ve hakları gözeten mi yoksa kendi tanımladığı özgürlük ve hakları dayatan mı problemi çıkmaktadır.
    Bu tartışmalarda da yasaların mutlak adalet olmadığını, sadece adaleti gerçekleştirme amacı olduğunu görmek gerekir. Şayet yasayı adalet olarak görürsek o yasanın dışında kalanlar adaletten hakkını alamamış olur. Bundan dolayıdır ki adaleti gerçekleştirmek için yasalar sürekli değişmekte, insan hakları listesine eklenen haklar devamlı artmaktadır. Adalet arayışı için değişimin kaçınılmazlığını Antik Yunan doğal hukuk anlayışının, günümüz doğal hukukçuları tarafından bile kabul edilmeyecek hususlar içerdiğini gözlemleyerek dile getirebiliriz. Yasalardan hareketle adaleti bulmaya tesis etmeye çalışırken yasalar adalete hizmet edecek şekilde yorumlanmalıdır. Buradan da anlaşılıyor ki yasalar sabit durmuyor. Metinlerden metinler oluşturuluyor ki adalet aransın. İşte bu duruma “dekonstrüksiyon” denir. Dekonstrüksiyon metinlerin çok anlamlı yapıları içinde alternatif anlamları görünür kılar. Buradan hareketle dekonstrüksiyon adaleti arama çabasıdır. Adaleti tesis etmeye çalışmak için anlamlı, mantıklı argümanlar üreterek yasaları yorumlamak doğaldır.
    Günümüz modern, medeni, çağdaş hukuk sistemlerine bakıldığında kendi içlerinde ( kendi devletlerinde) vatandaşına adaleti sağlama anlamında önemli çalışmalar yaptıklarını, kurumlar oluşturduklarını görebiliyoruz. İnsan haklarını önemsediklerini, bireysel eşitsizlikleri kaldırmak için ürettikleri sosyal politikaları takdirle izliyoruz. Bireysel özgürlüklerin sınırlarını oldukça genişlettiklerini hayretle gözlemliyoruz. Hukuk sistemleri içinde eşitlik hak ve özgürlükler konusunda ne kadar hassas olduklarını biliyoruz.
    Ama aynı hukuk sistemi uygulayıcısı devletlerin bir Afrika ülkesinde rehin alınanlar arasında kurtarma çalışmalarında önceliği beyazlara verip sıra siyahlara geldiğinde operasyonu bitirmelerini hayretle seyrediyor uyguladıkları adalet kavramı içerisinde nereye oturtabileceğimizi düşünemiyoruz. İsrail devletinin Filistin topraklarına tecavüzü ya da İsrail içindeki Araplara uygulamalarını bu modern hukuk sistemi uygulayıcısı devletler İsrail’in kendisini “savunma hakkı” olarak tanımlamalarını anlamaya çalışıyoruz. “ Kendini savunmak için karşısındakinin suyunu alıyor, zeytinliklerini yakıyor, evini yok ediyor, işini elinden alıyor, topraklarını çalıyor, çocukların babalarını hapsediyor, annelerini öldürüyor, ülkelerini bombalıyor, hepsini aç bırakıyor, hepsini küçük düşürüyor” ve bütün bunları modern hukuk sistemi olan devletler İsrail’in kendini korumaktan kaynaklı hakkı olduğunu söyleyip bir kanunsuzluğun olmadığını ifade edebiliyorlar. “Bunun yanında İsrail’e bir roket fırlatıldığından dolayı roketi fırlatanlar terör olarak nitelendirilip, suçlanıp, şiddetli şekilde kınanabilmektedir”. (Noam CHOMSKY’nin sözlerinden uyarlanmıştır.)
    Bu somut yaşanan olaylardan da anlaşılıyor ki adalet aslında güçlünün kendi faydasına kendi toplumunun yararına olacak şekilde işine gelendir. Adalet kendi sitesi (ülkesi) için önemlidir. Kendi sitesinin faydası için başka sitenin ve insanının hakkı hukuku önemli değildir. Doğal hukukun ilk çağdaki anlayışı olan biyolojik tabiata uygun olan hukuk adildir. Doğada güçlü olan ayakta kalır dolayısıyla güçlü ve zayıf insanların olması doğal olduğu gibi insanların arasında güçlülerin zayıflardan faydalanarak ayakta kalmaları adildir anlayışı günümüz modern hukuk metinlerinde şiddetle reddedilse de uygulamalarında yukarıdaki örneklerde olduğu gibi geçerliliğini korumaktadır. Halbuki adalet, güçlüyü değil zayıfı koruduğunda kendini gösterir.

  26. Platona göre adalet sosyal düzen için zorunlu bir ögedir. Ona göre en yüksek ahlak ve erdem, adalettir. Platon, düşüncesinde adalet/doğruluk, herkesin kendi işini düzgün bir biçimde yaptığı, bir başkasının işine karışmadığı ideal bir düzende/kentte tecelli etmektedir. Bir devletin adil olabilmesinin teminatı, herkesin kendi üzerine düşen işi doğru yapmasını mümkün kılacak kararlar alarak kenti yönetecek olan, filozof kraldır.
    Aristoteles’e göre adalet kavramı bütün diğer faziletleri içine alan ve yasalara itaatle ortaya çıkan en tamamlanmış ve en mükemmel bir fazilettir. Aristoteles iki türlü adaletten bahseder. Bunlardan ilki paylaştırıcı adalettir. Bunun ölçütü geometrik bir yöntemle hakkın ve onurun bireysel çabaya göre dağıtılmasıdır. İkinci adalet türü düzeltici adalettir. Bu ise aritmetik eşitlik yöntemiyle gerçekleşir. Bu adalet türü insanların özgür iradeleriyle yapmış oldukları antlaşma sayesinde işlevsel olabilir. Adalet insan davranışlarının doğru olup olmadıklarını gösteren en önemli bir ilkedir. Haksızlık ve onun sonucu olan adaletsizlik yasalara uymamak, her zaman fazlasını istemek ve eşit olmamak anlamına gelir. Hak ve adalet ise yasaya uygun davranmak ve eşitliğe riayet etmek demektir. Bu yüzden yasal olan ve eşitliğe uygun olan hukuki, yasal olmayan ve eşitsizliğe dayanan şey ise gayr-i hukukidir.
    Aristo‘ya göre toplumlarda görülen kargaşanın ve yozlaşmanın en önemli nedeni adaletsizliktir bir devlette uyulması gereken ana unsur adalettir ancak Aristo her ne kadar adalet öncelik tanısa da bir çok defa düzeni adalete tercih etmiştir. Aristo adaleti eşitliğe dayandırarak eşyanın doğası görüşü diye tanımlanan günümüz doğal hukukçuların görüşünün temelini oluşturmaktadır.
    Onur Aybar
    201851026

  27. Adalet kavramı felsefenin en önemli kavramları arasındadır ve köklü bir tarihsel gelişime sahiptir. Bu yüzden de adalete ilişkin birçok anlayış bulunmaktadır. Bunlardan biri de Aristotales’in adalet anlayışıdır. Aristotales’in adaletini incelediğimizde bir yandan ahlaki bir yandan ise politik bir erddm olarak ele aldığını görmekteyiz. Ahlaki bir erdem olarak adalet tüm erdemleri kendisinde birleştiren bir üst erdemdir. Politik bir erdem olarak ise siyasal bir topluluğun temelidir. Aristotales ahlaki ve politik bir erdem olarak adaleti, özgür yurttaşların eylemine referansla politik toplumda tesis eder. Aristotales’e göre adalet dünyaya ait bir kavramdır. Aristotales ahlaki bir erdem olarak adaleti yasallık ve doğruluk olarak ikiye ayırarak incelemektedir. Doğruluk olarak adaleti düzeltici, diğerini ise dağıtıcı olarak ele almaktadır. Aristotales ayrıca incelediği bu adalet türlerini eşitlik ve özgürlük kavramları ile de değerlendirmektedir. Aristotales’e göre insanları adil yapmaya ve haklı bir şeyler istemeye götüren şey adalettir. O bunun tersininise adaletsizlik olarak kabul etmiştir. Ayrıca Aristotales adalet ise yasayı ve adil olan ile yasal olanın aynı şey olduğunu ifade etmiştir. Aristotales’in adalet anlayışına göre yasalar tüm erdemleri kapsamaktadır. Buna karşılık erdemler ise haklı ya da doğru olanı göstermektedir.

  28. Adalet üzerine birçok makale okumaya çalışmama rağmen kesin bir tanıma ulaşamadım. Çok geniş bir yelpazede ele alındığını gördüm. Felsefe, sosyoloji ve hukuk açısından ayrı ayrı değerlendirmeler mevcut. En başta adalet apriori bilgidir. Adaletin her makalede değerine vurgu yapılmıştır. Çoğu zaman adalet ve hukuku eş anlamlı kullansakta adaletin hukuka eşit olmadığıni söyleyebiliriz. Adaletin anlamına ulaşmak için ugranilmis adaletsizlik kaynak olur. Örneğin her ırk kendi icerisinde huzurla yaşarken başka bir ırkın soykırımına ugramasiyla soykırım suç olarak düzenlenmiştir. Yani bir adaketsizlik adalete ulaşmak için kaynak haline gelmistir. Acı bir tecrübedir ama adalet düşüncesine ulaşmak ideal olandir diyebiliriz. Buradanda önce insan oldurme fiilinin adaletsiz sonra soykırım fiilinin adaletsiz eylem olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda adaletsizlik bir realiteyken adalet ideal olan durum meydana getirir. Hukukun buradaki islevide adalete ulaşmak için araç olmasıdır. Ancak en büyük haksizlikta hukukun birebir uygulanmasıyla ortaya çıkmaktadır. Her somut olayda hukukun uygulanması tekrardan degerlendirilir. yani mevcut bir adalet yoktur sonsuz bir adalete ulasma çabası vardır. Bu adalete ulaşmak içinde aristonun denklestirici adaleti kullanılması gerekir. Baklava çalan çocuklar örneğinde bu durumu açıkça gozlemleyebiliriz. Ayrıca hukuku uygularken yorumlamanin onemide ortaya çıkmaktadır. Yorumlama nekadar adilse ortaya çıkan sonuçta okadar adil olacaktır.

  29. ADALET KAVRAMI BAĞLAMINDA
    ARİSTOTELES – PLATON KARŞILAŞTIRMASI
    üzerine refleksiyon paragrafım
    Platon ve Aristoteles’in adalet görüşlerini anlatıyor. Platon ve Aristo en yüksek erden olarak adaleti görüyorlar. Platon ideal bir devlet modelini ele alırken, Aristo reel devlet modelini ele alıyor. Platon’un modellemesi Aristo’ya göre daha devlet merkezli. Platon’da vatandaşlar devletin hiçbir uygulamasına karışma hakkına sahip değilken, Aristoteles’te vatandaşların devleti sorgulama ve yönetime katılma hakları var.

  30. Adalet kavramı üzerine birçok görüş vardır. Bu anlayışlardan biri de Platon’un adalet anlayışıdır. Platon adaleti tüm erdemleri kendinde toplayan niahi bir amaç olarak ifade etmektedir. Buna göre adalet erdem ve sınıfların uyumunu sağlayan bir düzenliliği anlatır. Ancak her insan adalete erişememektedir. Adalete ulaşabilen insan öncelikle ruhun yapısındaki tüm erdemlere sahip ve uyumlu olan insandır. Adil insan aynı zamanda adaletin bilgidine de sahiptir. Böyle insan toplumun yararından başka bir şey düşünememektedir. Adil olmayan ve adalet bilgisine sahip olmayan kişilerin ortaya koyduğu yasalar devleti ve insanı felakete götürmektedir. İşte bu felaket durumunun ortaya çıkmaması için adalete sahip olan insanın yönetici olması gerekir. Çünkü adil insanın yönettiği devlet , adil yasalara sahip olan ideal devlettir. Buna göre adaletin gerçekleşebilmesi için yöneten ve yönetilenlerin bilgisine sahip olunmalıdır. Kısacası adil insan yönetmelidir, diğer insanlar ise yönetilmelidirler. Adaleti güvence altına alan ve yasalar uyan her sınıf huzurlu ve mutlu olur. Eğer bir devlette yasa yöneticilerin üstündeyse ve yöneticiler onun kölesi ise devlet kurtulur. Adil insan her ne olursa olsun adaletten yana olmalıdır. Böylece Platon böyle bir insandan kötülük gelmeyeceğini ifade etmektedir.

  31. Adalet tasarımları makalesinde çeşitli felsefecilerin adalet anlayışlarından bahsedilmektedir. Herkesin buluşabileceği ortak noktanın “adalet yarar sağlamalıdır” düşüncesi olduğu çıkarımında bulunuyorum. Belli bir kısmın çıkarına da olsa tüm toplumun yararına da olsa adalet her teoride yarar sağlamak üzerine kurulmuştur. Ve bu adaletin etkili olabilmesinin yanında devletin sağladığı bir cezalandırma sistemine de ihtiyacı vardır. Belli bir devlet sistemi olmadan adalet olamaz ki bu nedenden dolayı insan topluluğunun yararına ya da zararına olacak herhangi bir cezalandırma da olamaz. Adalet ya da adalet duygusu insanları bir şeyi yapmaya itebileceği gibi yapmamaya da itebilir. Bu nedenle hangi teori altında olursa olsun bir adalet kavramı tüm toplumlar için gereklidir. Devletin görevi burada bir adalet kavramı yaratmak değil insanların, toplumun içinde bulunan bu kavramı ortaya çıkararak onu muhafaza etmektir. En azından makaleden böyle bir çıkarımda bulunduğumu söyleyebilirim.

  32. Adalet Tasarımları adlı makalede çeşitli filozofların adaletle ilgili düşünceleri belirtilmiştir. Benim içinse adalet, kelime olarak başka hayatın içindeki kullanımına göre başka ifade etmektedir. Kelime anlamı olarak J. Rawls gibi düşünmekte herkesin eşit olduğu yargı önünde eşit görüldüğü ve toplumsal, ekonomik vb. eşitsizliklerin en çok sayıda insanın yararı gözetilerek giderilebilecek şekilde olması gerektiğini düşünüyorum. Ancak yaşadığımız şu dönemlerde Thrasymachos’un ‘Adalet güçlünün işine gelendir.’ sözünün gerçekleştiğini düşünüyorum. Keşke herkes Sokrates’in de dediği gibi üzerine düşeni yapabilse adalet için.

  33. Adalet tanımı geçmişten günümüze tanımlamaları yapılan bir kavram olduğu aşikardır. Thrasymakhos’a göre adalet “güçlü olanın ya da hükümetin isteklerine uygun davranmaktır”… Ancak sokrates bunu hükümetin içinde bir takım görüş ayrılıklarının olması sonucuna bağlayarak bu tanımı reddetmiştir. Aslında ben yapılan tanımı da buna yapılan itirazın gerekçesini de uygun bulmuyorum. Çünkü güçlü olanların hepsinin görüşü bir olsa bile her güçlü olanın isteğine uygun davranmanın adalet kavramıyla örtüşmeyeceği kanaatindeyim. Karşılaştırmaya geçmeden önce Aristo ile ilgili olarak bazı yorumlamalarda bulunmak istiyorum.
    Aristo eşitliği bozmamanın adalet olacağına işaret etmiştir. Aristo’ya göre eşitlik kavramın anlamına bakmadan önce bu görüşe katılmamaktaydım. Çünkü, eşitlik her zaman adaleti doğurmayacaktır. Bunu şöyle örnekleyebiliriz: zengin insanlardan ve fakir insanlardan aynı oranda vergi almak durumunda bir eşitlik söz konusudur. Ancak bu eşitliğin adaletli olduğu söylenemez. Ama buradan farklı olarak Aristo’ya göre mutlak anlamda eşit paylaşım asıl adaletsizliğin ve eşitsizliğin kendisidir. Yani aslında burada verdiğim örnekle bir bağlantı olduğunu gördüm.Aristo özel adalet kavramıyla, öğrenmiş olduğumuz yatay adalet ve dikey adalet kavramlarını aklıma getirmiştir. Adil olan insan servet, para ve buna benzer iyi şeylerden sadece kendi payı kadarını alırken, adil olmayan insan bunlardan kendi payına düşenden daha fazlasını alan insandır. Burada yatay adalet ve dikey adalet kavramlarından da bahsedersem kavramlarla arasındaki ilişki daha iyi anlaşılacaktır. Dikey adalet, farklılar arasında farklı uygulamanın; yatay adalet ise eşitler arasında eşit uygulamanın olması gerektiğini ifade eder.
    Aristo ile Platon’un, devlet anlayışlarından hareket edecek olursak bana göre Platon’un devlet anlayışı adaletsizliği getirecektir. Çünkü insanlar arasında sınıf farkının bariz bir şekilde ortada olması insana insan olması nedeniyle sahip olması gereken adalet kavramı ile uyuşmamaktadır. Ancak ikisinin de kabul ettiği ve devletin adalet temelli olması gerektiği görüşüne katılmaktayım. Çünkü adaletin olmadığı yerde çok fazla bir şekilde iç çatışmalar baş gösterecek ve bu fazla iç çatışmalara da devlet bir süre sonra müdahale edemeyecek hale gelecektir. Böylece devletin gücü zayıflayacaktır. Son olarak söylemek istediğim Aristo bireysel adalete, Platon ise devlette adalete daha çok önem vermiştir. Ancak bana göre ikisi de çok önemli konumlardadır. Bana göre devletin adaletli olması ve bireylerin içinden gelen adalet duygusu birleştiğinde o devlette tam anlamıyla bir adaletten bahsedilebilir.

  34. Ertelenmiş Adalet: Hukuk ve Dekonstrüksiyon
    Genelde istemediğimiz bir vakıa vuku bulduğu zaman ya birini suçlar ya da birini sorumlu tutarız bunu ne için yaparız,ya vicdanımızı rahatlatmak ya da üstümüzdeki sorumluluğu atmak için.Dünyamızda her zaman adaletin tecelli edebileciğini sanmıyorum istisnasız bütün olaylara tam adaletin tesis edildiği bir dünya bana çok ütopik geliyor.Bir şeyin değeri o şeyin varlığında değil yokluğunda ortaya çıkar misal yaşlı biri sağlığın değerini daha çok bilirken genç biri o kadar bilmez aynı durum adalet için de geçerli Adaletin değeri adaletsizlik durumunda ortaya çıkıyor.Hukuk adaleti sağlamada her zaman araç olmayabilir yazıda da bahsedildiği gibi hukuk toplumda güçlünün hukukudur.Durum böyle olunca hukuk güçlünün arzusuna göre şekillenip amacının dışına çıkacaktır(Adaleti tesis edemeyecektir).Hukukun bir bilim olduğunu düşünmüyorum çünkü bana göre hukuk sübjektiftir,misal bilimde su 100 derecede kaynar bu istisnasız gerekli koşullar sağlandığını bütün durumlarda tezahür eder.Hukuk bilim olsaydı ortaya çıkmış bir olaya uygulanacak hükümlerde her birinde farklı kararlar verilmezdi. Dekonstrüksiyon nun bir metnin farklı parçaları arasındaki umulmadık ilişkileri araştırması sistematik yoruma benziyor.Hukuki metinlerin sabit ve mutlak anlamları yok ve bu bizi yorum yapmaya itiyor bu yorumu yaparken Dekonstrüksiyonu araç olarak kullanıyoruz. Gökhan YAVUZ DEMİR in bu metindeki düşüncelerini çok pesimist buldum adaletin gelmeyeceğini ama beklemenin güzel olduğunu dile getiriyor adaleti yorumla bağdaştırmasına bana pek mantıklı gelmedi.
    Ahmet VURAL
    201851181

  35. Platon’un adalet anlayışının temeli herkesin kendisine düşen görevi yerine getirmesi ve böylelikle adaletin sağlanması yönündedir. Ancak her bireyin toplumun yaratmış olduğu olması gereken düşüncesine aynı derecede uyamayacağını düşünüyorum. Çünkü her bireyin kendisini bir kenara koyup toplumun menfaatini düşünüp, davranışlarını da ona göre yönlendirmesi neredeyse imkansız geliyor. Zaten eğer tüm insanlar yaratılmış olan olması gereken adalete uygun davransaydı hukuka da pek ihtiyaç kalmazdı. Platon da adaletin gerçekleştirilmesi bakımından kişilerin benliklerinde bulunan adalet düşüncesinin yanında devleti ön planda bulundurmuştur. Ama bu sefer de aklıma şu problem geliyor; her yönetici kendi içinde olan adalet düşüncesini uygularsa bu durumda gücü elinde bulunduran adaleti de kendisine göre sağlayacaktır.

  36. TABİÎ HUKUK VE HUKUKÎ POZİTİVİZME GÖRE ADALET KAVRAMI
    Adalet kavramı metafizik bir ilkedir ve dolayısıyla bilimsel çalışma ve araştırma alanının dışındadır. Adalet bir takım değer yargıdır ve tüm değer yargılar gibi göreceli halde tanımlanabilir. Yani bir davranış, kimi toplumlar için iyi iken kimi toplumlar için de kötü olabilir. Bunlar net yargılar değildir ve evrenselliğin(evrensel insan hakları) de doğal hukuk görüşü ile sağlanamayacağı açıktır. Madem adalet kültürden kültüre değişiyorsa ve toplumun reaksiyonuna göre bir normlar bütününe içkinse bu halde pozitif hukuk, doğal hukukun görüşü bağlamında kültürel normlardan etkilenmesi de olanaklı olacaktır ve dolayısıyla “kültürel normların hukuku etkileyemezliği” olarak tanımlanabilecek laiklik ilkesine de aykırı olacaktır. Adalet kavramı hukuka içerlendiğinde işte bunun gibi tehlikelerle karşı karşıya gelecektir. Ancak unutmamak lazım ki adalet kavramı maalesef toplumla sınırlı kalmayıp artık dile de içkinleşmiş haldedir. Örneğin “Adalet arıyoruz” gibi sözler ve kavramlar “Hukuk=Adalet” algısına yol açmıştır. Adalet belki bir etik ilke olarak yer alabilir ama asla ve asla hukukun ontolojisine dahil edilemez, hukuku belirleyemez.
    Sonuç olarak bizce Hukuki Pozitivizmin ve Hans Kelsen’in adalet kavramı hakkındaki düşüncelerini doğrudur.

  37. Adalet Kavramı Altında Aristoteles-Platon Ayrımı

    Hemen konuya girmek gerekirse, ilk bakışta Aristoteles’in adalet kavramına daha çok değindiğini görmekteyiz. Platon’a baktığımızda idealar dünyası düşüncesinin adalet kavramında esintilerini görüyoruz. Diyor ki; belli sınıflar vardır ve bu sınıflar kendine ait olanı yani kendi payına düşenden fazlasını istemez ise ve kimin idarecini olduğuna karışmazsa adalet sağlanır. Bu çok yanlış ve ütopik bir düşüncedir. Her insan yükselmek, daha iyi şartlarda yaşamak ister. Platon adeta toplum adaleti için bireyin adaletini feragat eder ki bence adalet temelde bireyle başlar.

    Aristoteles’e gelirsek, yasalara uymak=adalettir. Hatta bir noktada en adaletli sistem=eşitliktir. Tabi bu görüşün doğru kabul edilebilmesi için kendisinin de bahsettiği yasaları yorumlamaya dayanan bir metot uygulanmalı ve yasaların yoldan sapması engellenmelidir. Bu taktirde ancak adalet sağlanır der. Bir diğer değindiği ve benim de mantıklı bulduğum mülkiyet paylaşımında adaletin sağlanması konusu. Diyor ki; mülkiyet paylaşımında eşitlik sağlanamaz ve aslında bu konuda gerçek eşitliğin eşitsizlik olacağıdır. Bu lafından sonra tarihte bir çok komünist ülkelerin dayanamayıp çökmesinden de üzere yerinde bir yorumdur.

    Sonuç olarak belki Aristoteles’in yaşamından da kaynaklanan( Büyük İskender’e hocalık yapması vb..) realist görüşü belki de Platon’a göre bugün fikirlerinin daha çok kabul edilmesini sağlamıştır. Platon’un fikirleri gerçekten fazla ütopiktir. Evet Aristoteles’in de ideallik beklediği yerler yok değil. ( Ülkeyi yöneten aristokrat zihniyetin kendi çıkarları doğrusunda oligarşik bir yapıya dönebilecek olması veya tam anlamıyla özgür devlet vb)
    Ancak karşılaştırma yaptığımda Aristoteles’in adalet kavramı bana daha adaletli geldi.D

  38. Felsefe, halihazırda bildiğimiz, tanıdık olduğumuz, sürekli karşılaştığımız, kullandığımız, alışık olduğumuz ve özümsediğimizi düşündüğümüz kavramları irdelememizi sağlar. Zaten bildiğimizi sandığımız kavramları şüpheyle yaklaşarak irdelediğimizde, gerçekler yerinden sarsılmaya başlar. Bu sayede felsefe, alıştığımız ve artık hiç sorgulamadığımız kavramlara yabancılaşma sürecini kapsar. Ortada yeni bir bilgi olmaksızın bildiğimizi düşündüğümüz kavramlara nasıl yabancılaşıyoruz: var olan bilgimize farklı bir bakış açısıyla bakmayı öğrenerek. Ve bir kere farklı bir gözle baktıktan sonra, artık eski halimize eski düşünce şeklimize geri dönemiyoruz. Farkındalığımız arttıkça bir şekilde masumiyetimiz de zedeleniyor; artık bazı kavramların idealardan ibaret olduğunu ve ulaşılamaz olduğunu, iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın, masallardaki iyi ve kötü karakterler gibi keskin ve belirgin olmadığını fark ediyoruz. Hukuk felsefesi ile de adalet kavramını irdeledikçe, her duruma uygulanabilen tek bir doğru kararın adaleti sağlayamayacağını fark ediyoruz. Adalet nihai bir amaçtır ancak ona giden yol açık, kesin ve tek değildir. O yolu belirginleştirmek hukuk kurallarıyla mümkündür ancak o yol ne kadar belirginleşirse, bir o kadar da uzamış mı olmaktadır? Hukuk eliyle sağlanabilen adaleti gördüğümüz gibi, en büyük adaletsizliklerin de yine hukuk eliyle yapılabildiğini görmemiz gerekmez mi? Nihai adalete ulaşmak mümkün müdür? Dünyadaki bütün adaletsizliğin yok olmasını sağlamak mümkün müdür? Dünyadaki yaşayan her canlı için adaletin sağlanabildiği bir düzen mümkün müdür? Peki ya mümkün değil diye adaleti arama sevdasından vazgeçmek kabul edilebilir midir? Sanırım, hukuk “herkes için adalet” değil, “çoğunluk için adalet” sağlamak için varlığını sürdürüyor. Belki de şöyle ifade edebiliriz: “olması gereken ama mümkün olmayan” “adalet”e ulaşma çabası, evet bir bakıma Godot’u beklemek gibidir ancak fikrimce, salt beklemek ve harekete geçmemek de, hiç hata yapmamak için hiç denememeye benzemekte. Hem sonuçta, idealar dünyasıyla gerçek hayat arasındaki geçişi yapmaya hiç uğraşmazsak, ideanın, gerçekleşebilecek en iyi şey olduğunu nasıl anlayabiliriz ki?

  39. Mutlak adalet adaletsizlik oluşturur mu? Yada kanunun bir hükmünün uygulanması kişiden kişiye göre değişebilir mi? Veya hafifletici sebeplerin subjektif olması söz konusu olabilir mi? Adalet kavramını düşündüğümde aklıma gelen ilk sorular bunlar olmaktadır. Yani objektif hafifletici sebeplerin dışında bir kişinin hayatı boyunca erdemli yaşadığının bilinmesi ve bu kişinin normlara aykırı bir davranışı karşısında yüzleşeceği yaptırım ile normlara aykırı davranmayı hayatının olağanı hale getirmiş bir kişinin karşılaşacağı yaptırım aynı olmalı mıdır? (yaptırımla karşılaşmaması değil, yaptırım oranını belirleyebilir mi?) İnsan vicdanı, bir yandan erdemli yaşamaya çalışan ve kendi hayatını erdem üzerine kurmuş bir insanın norma aykırı davranışı, bu erdemli yaşantısına bağlı olarak bir nevi mükafatı olarak yaptırımı aza indirmeyi isterken, bir yandan da hukuki güvenlik ve eşitlik hatta toplum güvenliği açısından da, objektif sebepleri bir kenara bırakırsak, norma aykırı davranışın her kim tarafından yapılırsa yapılsın somut olaya ilişkin hususlar saklı kalmak üzere aynı yaptırımlara tabi olmasını öngörmektedir. Sanki erdemli insan oluşturmaya teşvik etme eğilimli ilk düşünce, toplumun refah seviyesini de arttırabileceğinden hareketle daha pragmatik gibi gözükse de hukukun temelini oluşturan değerlerden bir nebze sapma anlamına da geleceğini göz ardı etmemek gerekmektedir.

  40. Adalet Tasarımları John Locke
    John Locke’un adalet anlayışı bence adaleti sağlamaya diğer filozoflardan daha yakın olan bir anlayıştır çünkü John Locke’un anlayışında adalet, herkesin eşit ve özgür olduğunu kimsenin kimsenin canına veyahut malına zarar veremeyeceğini ifade eder. İnsanlar eşit olduğu zaman güçlü, güçsüz ayrımı olmadığında yani taraf tutulmayıp hakkaniyetli davranıldığında o toplum içinde kimse kimseden üstün gelemeyeceğinden yani bir ayrıcalık olmayacağı için adaletin sağlanabilmesi daha mümkün olacaktır ve bu da ancak hukukun rehberliği ile olabilir. Nasıl eşit davranılacağı, hangi yolların kullanılacağını belirleyen hukuk kuralları rehberlik edecektir adalete. John Locke’un buradaki eşitlik kavramı matematik gibi iki sana iki ona adalet sağlandı şeklinde değilde fikrimce hakkaniyetli davranmak, insan kayırmamaktır, yani adalet eşitlik demek değildir ancak eşitlik, devletin eşit davranması adaleti sağlayacak temel bir etkendir. John locke’un adalet anlayışında da adalet devletin temelidir. John locke burada evrensel bir adaletten değil bir devlet bir toplum için adaletten bahseder, küçük bir toplumda ya da bir devlette adaletin sağlanması eşitlik ve özgürlükle olabilir ancak evrensel bir adaletin sağlanması bu idealin gerçekleşmesi sadece eşitlik ve özgürlükle olabilir mi? İnsanların sayısı yani tüm dünya insanları ve onların yaşam şartları uygulanacak hukuk düşünüldüğünde John locke’un adalet anlayışı ancak bir devlette, bir toplumda işe yarayabilir o da tamamen değil, John Locke’un adalet anlayışı evrensel bir adaleti sunamayacaktır.

  41. Öncelikle adaletin benim için ne anlama geldiğini ifade etmek istiyorum. Aslında adalet, adaletsizlikler karşısında gerçekleşmesini istediğim bir durum. Neden dünyada herkese yetecek kadar ürün varken açlık hala en büyük sorunlardan biri? Neden insanlar barış içinde yaşamak yerine hala kendi çıkarları için savaşmayı tercih ediyor? 21. yüzyıldayız ve neden bazı şeyleri aşamıyoruz? Gerçekten devlet yönetimi, uluslararası politikalar bize gösterildiği kadar önemli ve karmaşık şeyler mi yoksa sadece üstün çıkma çabası ve bir komediden mi ibaret? Dünyadaki adaletsizlikler aslında yöneticilerin aldığı kararların, uyguladıkları politikaların bir sonucu. Biz de kendimizce bunlara üzülüyoruz, çözüm bulmak için çırpınıyoruz belki. Ama elimizden bir şey gelmiyor çünkü ortada bizim müdahale edemeyeceğimiz ve hatta bilemeyeceğimiz “büyük” işler dönüyor. Gelelim iç hukukumuza. Çoğumuz adaletin hukuk yoluyla gerçekleşebileceğini umuyoruz . Bir toplum olarak düzen içinde yaşamak istiyorsak adaleti sağlamanın yolu gerçekten de hukuktan geçiyor. Herkes kendi adaletini sağlamaya çalışırsa savaşların, şiddetin önüne geçilemez. Peki Aristo’nun değindiği gibi adaleti sağlamanın yolu yasalara uymaktan mı geçiyor? Yasalar, insanların ortak değerlerine göre şekillenmiş ise, evet. Bu anlamda yasakoyucuların çok dikkatli olması gerekir. Suçlar iyi saptanmalı, cezalar insancıl olmalı ve toplum vicdanını tatmin edici nitelikte olmalıdır. Bu noktada değerlerin, insan aklının bir ürünü olduğunu savunan doğal hukuk anlayışını benimsediğimi söyleyebilirim. Çünkü daha önce pozitivist anlayışın, acımasız uygulamaların dayanağı yapılabileceğini gördük. İç hukukumuzdaki uygulamaya baktığımızda pozitivist anlayışın hakim olduğunu görüyoruz. Bazen bu uygulamanın bir sonucu olarak, bazen de hakimin kendi değer yargıları doğrultusunda yorumlama fiilinin bir sonucu olarak adaletsiz kararlarla karşılaşabiliyoruz. Görüyoruz ki hiç uygulanmaması gereken durumlarda indirim uygulanıyor, gerekli cezalar verilmiyor. İşte bu durumda “Adalet yerini bulmadı.” diyoruz. O zaman hukuktan vazgeçip adaleti farklı yerlerde aramaya başlıyoruz. Bu, hukuka güveni ve inancı tamamen azaltan bir durum. Bazen vazgeçmeyi tercih ediyoruz, ne yapsak boşa bir şey düzelmeyecek diye düşünüyoruz. Ama vazgeçerek var olamayız. Ne yazık ki hiçbir şey kendiliğinden düzelmiyor. Bir şeylerin düzelmesi için çabalamaya devam etmeli ve adaleti aramaktan vazgeçmemeliyiz.

  42. Ertelenmiş Adalet- Hukuk ve Dekonstrüksiyon makalesine ithafen;
    Jacques Derrida ilk defa dekonstrüksiyon ya da türkçe terimi ile yapısökümü terim olarak kullanan kişidir. Makalede genel itibariyle adaletin imkansızlığından bahsedilmiştir. Öncelikle adaletin fiilen imkansız olduğunu, ancak bir hayal ancak bir ideal olduğunu söylemiş ve hukukun adaleti sağlamadığını hatta ve hatta adalete engel olduğunu söylemiştir. Bu çok büyük bir iddia ve bunu desteklemek için hukukun güçlü toplum hukuku olduğunu ve adaletin güçsüzlerin korunması ile ancak tecelli edeceğini söylemiştir. İkinci olarak hukukun kesinlik arayışı,kurallarının objektif olma zorunluluğu adalete engeldir demiş.Üçüncü olarak dilbilimsel(linguistik) olarak inşa edilmesinin imkansızlığından bahsedilmiştir.Burada bir kaç eleştirim olacak. Hukuk Başlangıcı dersini aldığımız ilk günden beridir somut ve objektif hukuk kurallarının ne kadar önemli olduğunu,geçmiş zaman dilimlerindeki hakimin yaptığı hukukun ya da soyut hukuk kurallarının yer açtığı karışıklığı düşünüce hukukun kesin hukuk kuralları koyması benim için hiç de problem gibi görünmüyor.Hukuk kurallarının kesinliğini kaybettiği, güçlü toplum hukukunda olmamak ve güçsüzlerin yanında olmak için çoğulcu yapısını kaybetmesi aksine adaleti sağlayamayacak ayrıca hukuk düzeninini kaosa sürükleyecektir. Bu hukukun adaletin önünde engel olmasına hiç katılmıyorum. Logicosentrizm dediğimiz sabit ve mutlak anlam arayışına karşılık Dekonstrüksiyon dediğimiz kavramlar arası karşılaştırma yapan ama kavram karşıtlığını ortadan kaldırmayan terimdir. Dekonstrüksiyon anlamın sabit olma varsayımını eleştirir.Metinlerin çelişik anlamlarla dolu olduğunu gösterir. Sonsuz yorum yapma faaliyetidir. Dekonstrüksiyonın yönteminin argüman çürütmekten farkı var. Mesela hukuki ayrımların tutarsız olduğunu göstererek yıkmıyor. Karşıtlıkların yeniden yorumlanacağını gösteriyor.Bu yorum havuzunda her cümlenin farklı anlam taşıdığı durumda adalet de tecelli etmez,adaletin adı bile olmaz diyor. Peki hukuk bile adalete engelse adaletin karşılığı,yöntemi nedir diye sorulunca da Derrida buna Dekonstrüksiyon cevabını veriyor. Adaleti anlama görevi olarak görüyor dekonstrüksiyonu. Adalet Dekonstrüksiyonun yorumudur diyor. Metinle alakalı katıldığım tek nokta adaletin adaletsiz ortamda meydana çıkmasıdır. Buna şu örneği verebiliriz; Şu an Filistin topraklarında bir etnik temizlik olmasaydı, bir faşizan emperyalizm davranışı olmasaydı büyük ihtimalle BM’in İsrail vatandaşlarını oraya yerleştirmesi bizim için hiçbir zaman adaletsizlik olmayacaktı. Belli bir adaletsizlikten sonra adalet arzusuna kapılıyoruz.

  43. ”Adalet Kavramı Bağlamında Aristoteles-Platon Karşılaştırması” Makalesi
    Platon’a göre devlet yada toplum tek tek bireylerden oluşan bir kurumdur ve ona göre her iyi birey kendi içinde adil olmalı ve bunun için çaba sarf etmelidir. Benim görüşüme göre Platon, adaleti böyle tanımlayarak aslında çelişkili noktalar bırakmıştır. Çünkü her iyi birey kendi içinde adil olmalıdır ifadesinden herkes kendi için adil olmalı anlamı da çıkabilir. Yada her kişinin adalet kavramı farklı olabilir, bu sebeple de kendi içinde adil olmaları da bizi bir ortak noktaya götürmez. Herkes kendi tanımladığı adalet kavramına göre de adil olursa toplumda adalet kalmaz. Bir kişiye göre adil olan bir şey diğer kişiye göre adil olmayabilir.
    ”Adalet Tasarımları” Makalesi
    Sokrates;”Adalet bir toplumda herkesin üzerine düşeni yapmasıdır.” diyerek adaleti tanımlamıştır. Ancak benim düşünceme göre bu tanımlamada eksik noktalar vardır. Çünkü, örneğin A kişisi üzerine düşen görevi yerine getirdiğini düşünürken B kişisi, A’nın üzerine düşen görevleri yapmadığını veya üzerine düşen görevlerden daha fazlasını yaptığını düşünebilir. Bu durumda adaletten bahsedilemez. A’ya göre adil olan B’ye göre adil olmayabilir.
    Thomas Aquinas adaleti Tanrı tarafından vahiyle gönderilmiş ilahi hukuka dayandırır. Adalet, nihai mutluluğa yönlendirmek ve eriştirmektedir.

  44. ADALET KAVRAMI BAĞLAMINDA
    ARİSTOTELES – PLATON KARŞILAŞTIRMASI
    Platon ve Aristo’nun görüşleri farklılıklar içerse de birbirine çok benziyor. Platon’un adalet kavramının gerçeklikten uzak ve ütopik adalet anlayışlarından olduğunu düşünüyorum. Aristoteles’in de pek farkı yok bana kalırsa. Her ne kadar yasalara bağlı
    aristokratlardan oluşan bir zümrenin idaresinde olan devlet anlayışından bahsetsede, bu anlayışın uygulamada adaletin uygulanamadığı ve adalet erdemine ulaşamamış aristokratların, oligarşik yönetim sisteminden başka bir şeye yol açacağını düşünmüyorum. Ayrıca adaleti orta yolu bulmak anlayışıyla örtüştürdüğü kısımda bu orta yol “eşitlik” ise katılmıyorum. Çünkü eşitlik, her zaman için adalet anlamına gelmez ve adaleti sağlayamayabilir. Orta yoldan kast edilen; menfaatlerin bir araya gelip olaylara göre uzlaşma sağlanması olup uzlaşmada gücü ve parayı elinde bulunduranın bunlar sayesinde üstünlük kuramadığı bir orta yol ise adil bir durum oluşmuş demektir.
    Makalede geçen ilgili kısımda Aristoteles’in “misliyle karşılık verme” konusuyla ilgili düşüncelerine tamamen katılıyorum. Adaletin sağlanabilmesi için suç ve ceza arasında denge kurulması çok önemlidir. Yıkıcı değil yapıcı olunmalıdır. Faile cezasını çekerken kendisini onarma fırsatı verilmelidir. Suçluya ceza verilirken her zaman için aynı zamanda “suçu” da cezalandırmak gereklidir. Ve bunu her zaman için devlet eliyle yapılmalıdır, mağdur bireyler tarafından değil. Suçlu cezalandırılken, “failin suçu mağdurun çektiği acı kadar olmalıdır” anlayışıyla hareket edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve bu ceza çekilirken suçluların yaralanmış vicdanlarının onarılıp suçluya değil o suça karşı öfke duyulduğunun hissettirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve tabi bazı kimselere bu şekilde yaklaşmanın, ölü bir bedene ilaç tedavisi uygulamaktan farksız olacağı gerçeğini de yadsımamak gerekiyor.

  45. Ertelenmiş adalet: hukuk ve dekonstrüksiyon
    Adalet kavramı adaletsizlikten ortaya çıkmıştır. Bu sebeple adalet talepleri adaletsizlik üzerine kurulur. Yaşadığımız dünyada adalet olmayışı bize adaleti bulmaya teşvik eder ancak bu olmasını istediğimiz durumdur. Adalet bir idealdir. Hukuk adaleti sağlamaz aksine zedeler. Çünkü hukuk güçlünün hukukudur, hukuk kesin olmalıdır ve hukuk metaforlar üzerine inşa edilir. Logicosentrizm dili düşüncenin şeffaf bir aracı haline getirerek kesin, objektif biligi mümkün kılacak kesin ve matematiksel bir dil ve dolasıyla sabit ve mutlak bir anlam arayışıdır. Derrida bu düşünceyi dekonstrüksiyona uğratır yani iki kavram arasındaki İlişki konusunda yeni bir kavrayışa ulaştırmayı hedefler. Bütün metinleri yorumlayarak başka metinler üretebiliriz. Dekonstrüksiyon sonsuz yorum faaliyetidir. Ancak bana göre her bireyin subjektif yorumu yine adaleti bulmayı sağlamaz. Adalet herkes için farklılık gösterir. Adeleti tesis eden hukuk logicosentrik bu logicosentrik hukuk karşısında sonsuz yorumları kapı açan dekonstrüksiyon ise adalettir. Dekonstrüksiyon adalettir, çünkü sadece yorumlarımız adildir. Fakat bana göre bu yine de toplumun adalet ihtiyacını karşılamaz tıpkı batı için adil olan şey doğuda da adaletsizliğin kendisi olacağı gibi iki aynı koşuldaki insan içinde adaletsizlik olabilir. Adalet her bireyin içindedir bu küçük toplumlarda çok büyük sorunlar açmayabilir ama büyük ölçekli toplumlarda adalet kavramını karmaşıklaştırabilir. Toplumsal adalet olmaz adalet her birey için ayrı olmalıdır. Hukuk bunu genelleyerek yapamayabilir. Bu sebeple bazen geleneklerede bakmak gerekir. Çünkü adalet salt hukuk değildir. Bireysel olarak yorumlanabilir ancak toplumsal olarak adalet yorumu herkeste adil sonuçlar doğurmayabilir.
    Aslı Zehra Genç
    201851081

  46. Refleksiyon paragrafıma başlamadan önce makaleleri okumadan önce adalet dendiği zaman kafamda canlananları biraz da olsa aktarmak istiyorum çünkü makaleleri okurken, önceki düşüncelerimi makalelerin bana kattığı bakış açısıyla mukayese ettiğimi fark ettim ve buradan başlamanın doğru olabileceğini düşündüm.
    Hukuk sosyolojisi derslerimizin birinde imgelerden bahsederken “Adalet dendiğinde aklınızda ne canlanıyor?” sorusuna birtakım kalıp cevaplar vermekle birlikte aslında adaletin soyut bir kavram olduğunu ve herkesin aklında tek bir şeyin canlanmasından çok uzakta olduğunu görmüştük. Hatta akıllarda hiçbir imgenin belirmediğini de görmüştük. Buradan hareketle ben de adalet imgesinden vazgeçip hangi durumlarda adalet konusunu gündeme getirdiğimi düşündüm. Tabii ki aklımda bir yarışma canlandı ve o yarışmada “adaletsiz” olanın; kazanana karar verilirken yarışmacıların aynı anda başlayıp başlamadıklarına bakılmaması, yarışmacıların kimisinin birtakım yasaklı maddeleri kullanmak suretiyle kazanan olduğu durumlar olarak aklımda canlandığını gördüm. Ve aslında görüldüğü üzere benim bu örnek için yaptığım adalet tanımı tarafların eşit olması temeline dayanmaktadır. Yarışmacılar eşit şartlarda yarışmalıdır ki adalet sağlansın. Ve ayrıca konuyla pek ilgili olmasa da bir yarışmaya katılırken yarışmacıların aynı fiziki özelliklere ve kabiliyete sahip olmasalar da aynı koşullarda yarışması gerektiği düşüncesi (yani fiziksel olarak daha iyi durumda olanın daha sonra başlaması gibi bir durumun olmaması) aklıma yarışmaya giren tarafların bunu kabul ederek girdiği düşüncesini getirdi aklıma. Yani bu eşitsiz durumu kabul ederek eşit yarışmayı kabul etmişler ve adaletsizliğin yönü değişmiştir. Aklıma gelen bir diğer örnek ise toplu taşımalarda engelli, yaşlı ve hamileler için ayrılmış koltuklar oldu. Toplu taşımalarda bahsettiğim yerlere kural olarak sadece bahsi geçen kişiler oturmalıdır çünkü bu yerler onlara ayrılmıştır, bunun sebebi ise bu kişilerin oturmadan seyahat ettiği durumda yaşlı, engelli ve hamile olmayan insanlara nazaran daha çok zorlanacağıdır. Bu kişilere oturulacak alan ayrılması ve bunun anons edilmesinin sonucunda bu kural ihlal edildiği takdirde karşımıza çıkaracağı yaptırım sadece ayıplanmak, diğer insanlar tarafından kötü hissettirilmek olacaktır, demek istediğim şey bunun hukuki yaptırımı yoktur ancak yaptırımsız da değildir. Ve bu örnekte bahsi geçen kişilere oturulacak alan ayrılması ve diğer insanlardan ayrı tutulması adaletsiz bir durum oluşturmaz. Çünkü asıl adaletsizliği doğuracak durum yaşlı, engelli ve hamilelerin ayakta seyahat etmesine sebep olunması olacaktır diye düşünüyorum. Tüm bu örneği biraz da ilk felsefe dersinde “Adalet nedir?” sorusuna tek bir tanım vermeye çalışarak zorlandığım güne ithafen yazmak istedim. Aslında etraflıca düşündüğüm zaman adalet her durum için değişken olmakta ve her seferinde adaletin sağlanması o durumun koşullarınca gerçekleşmektedir veya gerçekleşmemektedir.
    Yukarıdaki paragrafımın sonlarında tam olarak olmasa da “Ertelenmiş Adalet” isimli makalenin etkisinde kaldığımı açık ettim. Çünkü gerçekten de adaletin kesin bir tanımının olmasının somut durumda adaletsizliğin kendisine yol açacağını kendi kurduğum basit olaylarda bile gördüm. Adalete ulaşmak için adaleti birtakım tanımlamalara kıstırmanın aslında adaleti ortadan kaldırmak olduğunu gördüm. Adalete ulaşmak için onun peşinden gidilmeli, onun ideali ile hareket edilmelidir. Adaleti Simurg’a benzetecek olursak, hukuki düzenlemeler yaparak ve dekonstrüksiyon yoluyla hukukun her seferinde kendisini geliştirerek adalete ulaşmaya çalışmasını da Simurg’un yaşadığı eve yani Kaf Dağı’na ulaşmaya çalışan kuşların eylemine benzetebiliriz. Bu efsanenin sonunda kalan 30 kuş aslında Simurg’un kendileri olduklarını fark etmektedir ve aslında önemli olanın kendilerine yaptıkları yolculuk olduğunu görmektedirler. Burada konumuz açısından çıkarabileceğim tek ders; önemli olanın adalete ulaşmak için verilen çabalar olduğudur. Yani her seferinde kendisini geliştirerek bir üst kademeye ulaşılmaya çalışılmasıdır. Simurg’a ulaşmak bu efsane babında bir aydınlanmayı ifade etse de bizim konumuz açısından Simurg’a ulaşılamaz, ulaşılmamalıdır çünkü Simurg ulaşılmaz olduğu için yolculuk vardır ve yolculuk her zaman devam etmelidir.
    Umay Gökçe AYAN

  47. Hukuk kuralları, toplumun iradesinin belirli bir kimseye veya gruba devredilmesiyle (dolaylı) ya da (doğrudan) toplumun kendisi tarafından belirlenir. Hukuk kurallarının; kanaatler, ahlaki değerler ve birçok sübjektif kriterler doğrultusunda belirlenmesi halinde adalet kavramı, normu ortaya koyan kimsenin bakış açısına göre algılanacak ve uygulama alanı bulacaktır. Bu halde her toplumda veya her birey özelinde kanun koyucunun ulaşmak istediği adalet kavramı karşılık bulamayacak, kurallar hukuki olabilecek ancak meşru olamayacaktır.
    Hukuk kurallarının akıl yoluyla belirlenmesi halinde ve sınırlarının kalın çizgiler ile çizilmesi halinde ise kurallar bencil veya çıkarcı sonuçlara gebe olabilecektir. Cicero’nun dediği gibi “tam hukuk, tam adaletsizlik” olacaktır.

    Aydınlık-karanlık, iyilik-kötülük, savaş-barış… gibi kavramlar karşıtlık üzerinden doğmuştur. Sürekli gölge altında kalan bir çiçeğin güneşe ihtiyacı gölgenin varlığı ile açıklanır. Adaletsiz bir şekilde yönetildiğine inanılan bir ülkenin adalete ihtiyacı, haksız uygulamaların varlığı halinde mümkündür. Bu karşıtlık, kavramların birbirinden beslenmesini sağlar.
    Yapılması gereken şey hukuk kurallarının akıl aracılığıyla belirlenmesi, ahlak kurallarının önüne set çekilmemesi ve bu iki grup kuralın birbirini beslemesi olacaktır.
    Sonuç olarak; kanunu uygulayan hakimlere belirli hareket alanları tanınabilir. Hakime takdir yetkisi verilmesi olumlu sonuçlar verebileceği gibi olumsuz sonuçlar da verebilir. Burada dikkat edilmesi gerekilen husus kararı veren hakimin yalnızca kendi vicdanı ve ahlaki değerleri ile karar vermeyeceğidir. Hakim, karar verdiği millet adına almış olduğu yetkiyle toplumun vicdanını yansıtacak ve herkesin ortak noktası olan akıl ile karar verecektir. Toplumun dolaylı veya doğrudan ortaya koymuş olduğu kararlara uymaması halinde kendi belirlemiş olduğu yükümlülüklerinin yerine getirilmesi yine kendilerinin yetki vermiş olduğu hakimler tarafından uygulama alanı bulacaktır.

    Hukuk kurallarını belirleyenlerin, uygulayanların veya yargılayanların insan olduğunu, her ne kadar akıl yoluyla da belirlense aklın da ahlaki sınırları olduğunu ve bu sınırların sürekli değişebileceğini unutmamalı, adaletin bir ideal olduğunu bilerek çabalamalı ve “Mağara Alegorisi”nde olduğu gibi ışığı göremesek de ışığa doğru yürümeliyiz.

  48. Adalet Tasarımları çalışması hakkında refleksiyon paragrafı yazmak istiyorum.

    Makaleyi okuduğumda-ki her ne kadar 3 sayfa uzunluğunda dahi olmasa birbirinden farklı birçok ayrı adalet düşüncesi ile karşılaşıyoruz. Peki adalet kavramını bu kadar göreceli kılan şey nedir? Neden yasa denildiğinde belirli sınırlarda tanımlar yapabilirken, adalet kavramı birbirinden farklı çok çeşitli tanımlarla ifade edilebiliyor?
    Bunu kendi düşüncelerimle kısaca açıklamak istiyorum. Çünkü hepimizin aklında adalet denildiğinde, farklı tecrübeler, yaşanmışlıklar beliriyor. Örnek üzerinden gitmek gerekirse 5 aydır ücretini alamayan bir işçi için adalet ekonomik görünüme sahip olabilecektir. Bu çok doğaldır. Seçilmek istediği bölgede karşı tarafın seçime fesat karıştırdığı fikrine sahip olan kişinin düşüncelerinde ise siyasi adaletin ön planda olduğunu görebiliriz. Hatta biraz daha zorlayarak bu adalet düşüncelerinin illa hukuka uygun olmak zorunda olmadığını bile görebiliriz. Örnek vermek gerekirse bir yakınını kasten öldürme fiilinde kaybeden kişinin adalet anlayışı, failin de aynı şekilde ölmesinin gerekliliği şeklinde olabilir.
    İşte adalet, bunca değişkenlik gösteren bir kavram iken felsefi açıdan net bir tanımla da karşılanması beklenemez. Kimi düşünür adaleti, bireysel özgürlük ve kimsenin bir başkasının özel alanına müdahale etmemesi zorunluluğu ile açıklarken, kimisi en çok kişinin yarar gördüğü her ne ise bunu adaletli olarak bulmaktadır. Kimi düşünür adaleti zihinde oluşan adalet idesine vardırmaya yani mutlak adaletin hep bir zihin yoluyla hedefleneni bulmaya yönelik olduğunu düşünürken (Platon) kimisi de erdemli davranmanın ön planda olduğunu ve adaletin ikiye ayrıldığını bunların da düzeltici ve dağıtıcı adalet olduğu düşüncesindedir (Aristoteles).

    Son olarak adalet üzerine kendi fikirlerimi ifade etmem gerekirse şunları diyebilirim; yukarıda birbirinden farklı kişilerde subjektif olarak adaletin nasıl tanımlanacağından bahsettim. Bana göre adalet, insan sayısıyla eşdeğer olan adalet düşüncelerinin ,olabildiğince çok farklı görüşleri, olabildiğince tutarlı olacak şekilde tek bir paydada buluşturabilmeyi ve subjektif birbirinden çok bakış açılarını, yerine göre görüşlerden fedakarlıklarda da bulunarak insanların eşit bir noktada buluşturulmasını sağlamayı hedeflemektir. Bu gerçekleştirilirken elbette birbirinden çok tartışmayı da beraberinde getirir ancak kanımca adaleti tanımlarken de adil bir düşünce içerisinde bunu kurabilmeyi hedeflemek amaç olmalıdır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s