12. Hafta Hukuk Felsefesi Dersi

Bu hafta derste adalet kavramı üzerinde durmaya devam edeceğiz ve bu bağlamda John Rawls’un adalet teorisini tartışacağız. Bu kapsamda aşağıdaki makalelerin okunması ve refleksiyon paragraflarının 23 Mayıs Pazar günü saat 18:00’ye kadar gönderilmesi gerekmektedir.

“12. Hafta Hukuk Felsefesi Dersi” için 38 yorum

  1. “HAKKANİYET” ADALETİN TEMELİDİR
    Hakkaniyet ilkesi her ne kadar anlaşılabilir olsa bile günümüz dünyasında rahatlıkla manipüle edilebilecek bir kavramdır. İnsan, insan olduğunun farkına varabildiğinde adalet diye bir kaygısı bulunmayacaktır. Rawls’ın adalet anlayışı kanımca diğer adalet anlayışları içerisinde en makul anlayış gibi görünmektedir. Ancak günümüz dünyasında uygulamak zordur, gelişmekte olan bir devlet açısından bakılırsa uygulamak imkansızdır. Rawls’ın düşüncesi ve ortaya koyduğu fikir her ne kadar iyi bile olsa uygulamada başarı şansının düşük olması acaba bizi adalet olgusuna yaklaştırır mı? Acaba başarı şansı düşük olan bir düşünceyi hiç ifade etmemeli miyiz? Her akım bir sonrakinin doğmasına sebep olur mu?
    Hüseyin Yurtseven – 201951211

  2. HAKKANİYET ADALETİN TEMELİDİR TALİP KABADAYI
    YAZISI HAKKINDA REFLEKSİYON PARAFRAFI

    Tarih boyunca filozoflar kendileriyle çeşitli adalet anlayışları getirmişlerdir. Bu adalet anlayışları düşünceleriyle paralel olarak şekillenmiştir.
    Rawls ise adalet kuramını hakkaniyet bakımından ele almıştır. Yine çeşitli adalet anlayışlarını normal karşılamış ve getirdiği çözüm olarak sosyal adaleti genel ilkeler bakımından tanımlamak olmuştur. Adaletin ilkeler üzerinde çok daha iyi anlaşılacağını söylemiştir.
    Rawls’a göre ilk durum dediği hipotetik bir toplum sözleşmesinde anlaşmaya varılacaktır.İlk durumdan herkesin üzerinde anlaştığı hipotetik bir durumu kasteder. Ona göre insanlar ussal ve kendilerine özgü bireysel özelliklerinden azade olursa ancak böyle bir toplum adaleti eşitlik ve hakkaniyer bakımından tasarlanabilir. Zenginliğin paylaşılmasından ziyade asıl gerekli olanın makam ve mevkilerin herkese açık olmasını söyler. Rawls bir toplumda sosyal ve ekonomik durumlarda eşitsizlik olacagınının farkındadır. Toplumda en az avantajlı olanların temel ihtiyaçlarının korunmasıyla adalet sağlanacaktır. Sonuç olarak bir toplumun adil olması için hakkaniyeti işaret etmiştir.
    Rawls’a göre bugünki dünya düzenini tahlil ederek, eşitlik ve özgürlük anlamında adaletten söz etmemiz mümkün mü ? Elbette toplumda her bireyin eşit maddi güce sahip olmasının beklenmesi zordur. Fakat bir davanın açılması veya herhangi bir faaliyette hukuki danışma alınabilmesi doğrudan doğruya maddi güç ile ilgilidir. Rawls’da bu konuda zenginlikten çok gerekli makam ve mevkilerin herkese açık olmasının gerekli olduğunu söylemiştir. Lakiin herkese açık olan bu gerekli toplumsal makam ve mevkilerin adaleti sağlaması yönünde adım atmaları gene maddi güç ile ilişkilidir. Zenginlik emektir , adalet emeğin karşılığıdır ve adalet bakkaldan alınan bir şey midir ? Asgari koşullar sağlandıktan sonra gücümüz ne kadar yeterse o kadar mı adalet alabiliriz?

    Ridvan Öztürk 201251114

  3. John Rawls toplumsal sözleşme teorilerinden hareketle ortaya çıkardığı adalet teorisinde bireylerin cehalet peçesiyle örtündüğü bir başlangıç durumundan hareket eder. Bu durumda bireyler farklılıklarının farkında olmadan ortaklaşa bir adalet ilkeleri belirlemesinde bulunmaktadır. Onun toplum benzetmesi J.J.Rousseau’nun toplumu çocuğa benzetmesine yakındır. Bireyler kendi çıkar ve arzularını gözeterek toplum için adil ve iyi olana kadar veremeyeceklerdir. Çünkü insan yapısı gereği bencildir. Bu sebeple toplum için adil olana ancak cehalet peçesi ve başlangıç durumu söz konusu olduğunda ulaşılabileceğini savunur. Bu görüşe tamamen katılmak mümkün değildir. Adalet; ahlak gibi zaman ve mekân gibi koşullardan soyutlanamayan, belirli olgu ve olaylara göre değişiklik gösterebilen soyut bir olgudur. Kolektif adalet inancı için objektif ve tarafsız bireylerin görüşlerine dayanılması gerekir. Ancak insan varoluşu gereği rasyonel ve düşünen bir varlıktır. Bu noktadan hareketle zaten adeta insanlığın 0 noktası olarak kurgulanmış bir başlangıç noktası mümkün değildir. Öte yandan kolektif adalet düşüncesi toplumun tamamında aynı ve eşit olarak sağlanamaz. Bu da bireylerin farklılıklarının doğal bir sonucudur. Toplumdaki çoğunluğun adalet anlayışı temellendirmek ise azınlık gruba yapılan adaletsizlik olacaktır. Nihayetinde bireyler eşitsizliklerinin farkında olmadan bu eşitsizliklere yönelik ortaya çıkabilecek sorunların adalete ve hakkaniyete uygun olarak nasıl düzenleneceklerini bilemezler. Zaten kanımca adalete eşitlikle değil çeşitlilikle ulaşılabilir. Rawls’ın da savunduğu üzere eşitlik bazı durumlarda adil olanı doğurur. Ancak eşitlik adaletsizliğe de yol açabilecektir. Fırsat eşitliği, kolektif menfaat gibi durumlarda eşitlik kabul edilse de asıl olan bireylerin farklılıklarına yönelik kurgulanacak bir adalet düşüncesi olacaktır.

  4. Toplumdaki yerimizin ne olduğunu bilmeden belirleyeceğimiz ilkelerin hakkaniyetli ilkeler olacağı doğru değildir. Bu ilkeleri belirleyen bireylerin hangi rasyonellikte hareket ettikleri önemlidir. Toplum içindeki her birey rasyonel hareket etmez. Bu bağlamda rasyonel hareket etmeyen bu bireyler, toplum içinde bulunacakları konumu dahi umursamadan hakkaniyetle bağdaşmayan ilkeleri pekala benimseyebilir. Öte yandan her aklı başında insanın da üzerinde hem fikir olacağı hakça ilke olmaz. Her bireyin somut durumlara bakış açısı birbirinden farklıdır. Bu farlılık bu ilkelerin belirlenmesinde de ortaya çıkar. Kaldı ki bu ilkeler üzerinde anlaşılmış olunsa dahi toplumun gelişmesi ve değişmesi ile birlikte rasyonel davranmayan bireyler çıkacaktır. Özgürlük ilkesi üzerinde anlaşılmış olunsa dahi bu ilkeyi çok geniş bağlamda uygularsak toplumun zamanla değişmesi ve gelişmesi ile birlikte sonradan ortaya çıkan, rasyonel davranmayan bireylere özgürlükleri yok etme özgürlüğü tanınmış olacaktır. Dolayısıyla özgürlük ilkesinin de bir sınırı olmalı ki yeterli ölçüde korunabilsin. Kanaatimce özgürlüğün sınırını korumak için kurumlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda hakkaniyete uygun olan da adil kurumların oluşturularak, özgürlükleri adil şekilde sınırlamaktır. Bu kurum ise hukuktur.

  5. “HAKKANİYET” ADALETİN TEMELİDİR

    John RAWLS’ın adalet kuramı, toplumdaki adil sistemin insanların hayattaki durumlarını önceden bilemeyecekleri bir varsayımsal durumda kararlaştırabilecekleri bir sistem olabileceği düşüncesinden hareket eder. Sonuçta, böyle bir durumda insanların, durumu en kötü olacak kişinin mutluluğunu fazlalaştıracak sistemi en adil sistem olarak seçeceklerini iddia eder… John RAWLS’ın adalet kuramında insan, Platon’un Devlet odaklı düşüncesinin yerini alıyor. Ona göre insanların haklı ve vazgeçilmez talepleri var. Bu taleplerin karşılanmasında adalet toplumun temel değerlerinin dağıtıcısıdır. Ona göre adalet insanın sağduyusuna işlenmiştir. İnsanın sıradan sezgilerinde bulunmaktadır.

    Ona göre İnsan kim olduğunu henüz bilmediği bir toplumda doğar. İnsanın toplumdaki durumu belirsizdir. Herhangi bir makam veya mevki sahibi değildir. Bu noktada hangi adalet ilkesini seçersen o ilke senin için en iyi olan ilkedir. Çünkü içinde yer aldığın toplumu bilmediğin gibi nasıl biri olduğunu da bilmiyorsun ya da hangi sınıfa dahil olduğunu…işte böyle bir durumdaki bilgisizlik seçtiğin en düşük seviyeli seçeneği bile senin için en iyi yapar. John RAWLS bu düşünceden yola çıkarak birtakım ilkeler belirliyor. Her insan, herkes için mümkün olan en geniş kapsamlı temel özgürlükler sistemi içinde eşit haklara sahip olmalıdır. Sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin düzelmesi için adil fırsat eşitliğine uygun olarak pozisyon ve mevkiler herkese açık olmalı ve toplumun en dezavantajlı durumundaki insanlara olabilecek en büyük avantajı sağlanmalıdır. … Hüseyin KOÇAK

  6. Teokratik de olsa, oligarşik de olsa, demokratik de olsa, bütün yönetimlerin temel vaadi adalet. Bütün bu vaatlerin gerçekleşmesinin tek yolu var: hukuk. Dolayısıyla, ancak ve ancak hukukun üstünlüğü ilkesi benimsenirse adalet hedefine ulaşılabilir ya da yaklaşılabilir. Adalet kavramı bir idea mıdır, net bir şekilde ulaşmak mümkün müdür, yoksa hiçbir zaman mükemmel adalete ulaşılamaz mı vs. gibi sorular sorulması gerekseler de bence asıl olan, adalete ulaşma yolculuğunda yolda olabilmektir. Homo sapiens olarak modern insan ve onun özgür tercihleri var olduğundan bu yana, adalet arayışı sürmektedir çünkü adalet kavramı devletten ve hukuktan öte, kendi fikrimce, insanın kendisiyle ilgilidir. Şayet mümkünse adalete ulaşmanın yolu, toplumları oluşturan bireylerin her birinin adalet duygusuna sahip olmasından geçer. Fakat tabii toplumsuz şekilde yaşamak mümkün olmadığından, kişilerin kendilerinin adalet duygusuna sahip olması yetmez, adalet hukuk eliyle sağlanmak zorundadır. Sonuçta, bu öyle bir denge bulmalıdır ki; ne tamamen her bir bireyin kendi adalet duygusuna bağlı olmalı ne de tamamen toplumu yönetenlerin ve/veya kanun yapıcıların adalet duygusuna bağlı olmalıdır. Rawls’un adalet teorisinde cehalet peçesi ya da bilgisizlik örtüsü adıyla teorileştirdiği durum, her kim olursa olsun adaletin ona da herkese işlediği gibi işlemesi gerektiğidir. Buna ek olarak, bu terimden şunu da anlamalıyız; hukuk toplumun hiçbir kesimini dışlamamalı ve ayırt etmeksizin her kesimin çıkarları koruyacak şekilde işlemelidir. Yani hukuk hem herkesin hakkını gözetecek şekilde kapsayıcı olmalı, hem de her bireye eşit şekilde uygulanmalıdır. Eşit şekilde uygulamak söz öbeğini kasıtlı kullanıyorum çünkü eşitliği, herkese aynı kuralı uygulamak şeklinde değil, uygulanacak olan kuralı aynı durumdaki bütün kişiler için aynı şekilde uygulamak şeklinde anlamalıyız. Sonuç olarak, hukuk herkesin hakkını gözetecek şekilde kapsayıcı olup her bireye de eşit şekilde uygulanırsa ancak bu şekilde adalete ulaşılabilir.

  7. HAKKANİYET ADALETİN TEMELİDİR

    Toplumları adaletsizliğe sürükleyen büyük oranda çıkar çatışmalarıdır. Adaleti sağlamak için konmuş yasalar ise tek başına yetersizdir. Bu noktada adaletin en temel ilkelerinden biri olan hakkaniyet devreye girer. Hakkaniyet toplum hayatında insanları dengede tutan bir değerdir.
    Rawls’ın düşüncesine baktığımızda; herkesin eşit haklara sahip olması ve özgürlüğün öncelikli olmasına katılmakla birlikte, bazı noktalar eleştiriye açıktır. Adaleti yalnızca siyasetin belirleyeceği alana sokmak kapsamını daraltır.
    ‘’Cehalet peçesi’’ benzetmesi ise tarafsızlığın nasıl olması gerektiğini çok güzel tanımlar. Toplum halinde yaşayan insanlar birbirlerine empatiyle yaklaşmalı, gücü elinde bulunduranın adaleti geçerli olmamalıdır. Aksi halde toplumun düzeninin sağlanması ve adil bir toplumun oluşması beklenemez.
    Fırsat eşitliğinin sağlanması için ise güçsüz konumda olanlara belirli bir düzeye kadar ayrımcılık yapılmasının hakkaniyete uygun olduğuna katılmakla beraber bunun sınırlarının iyi belirlenmesi gerektiği kanaatindeyim. Aksi takdirde olumsuz sonuçlara yol açabilir.
    Bütün bu açıklamaların sonucunda, adaletin sağlanmasında tek bir kavram olarak hakkaniyet yeterli değildir. Adaleti hakkaniyete indirgemek doğru değildir. Hakkaniyetin yanında tarafsızlık, eşitlik… gibi kavramlara da ihtiyaç vardır.
    Ecem Eylül Engin-201851072

  8. Bir toplumda hukuk kurallarının temeli adaleti sağlama ve düzen içindir. Bu sebeple hukuk o toplumda herkes için geçerlidir. Dini, düşüncesi, görüşleri farklı bile olsa kişiye karşı yapılan haksız davranışlar toplum huzurunu olumsuz etkiler. Hakkaniyetin doğru şekilde işlemesi için o toplumdaki kimseye ayrımcılık yapılmaması gerekir. Bunu en çok siyasette görüyoruz. İktidar olan grubun muhalefet grubuna karşı yaptığı hukuk dışı uygulamalar liyakat ve hakkaniyet için olumsuzdur.
    Rawls bir toplumun makul hakkaniyete ulaşması için o toplumun vatandaşları arasında bir antlaşma olmasını ister. Bu durum genel kurallar için geçerlidir. Hoşgörü esastır. Tek bir kurala bağlı kalmak ise hukuku köreltir. İktidarı tekdüzeleştirir ve baskıcı görünmesini sağlar. Bu nedenle esas olan toplumda bireyler arası saygı ve hoşgörü ve iktidarın hukuku hakkaniyetli ve eşit bir şekilde uygulamasıdır.

  9. Derste aslında ‘’adalet’’ kavramının tanımının farklı şekillerde ve hatta adaletsizlik üzerine bile tanımının yapılabileceğini tartışmıştık. Rawls hakkaniyete uygun fırsat eşitliğiyle adaleti bağdaştırmış ve hatta adaletin hakkaniyet olarak anlaşılması gerektiğini ifade etmiştir.Ancak sadece hakkaniyete atıf yaparak adaleti açıklamak dar bir görüşten ibaret olur ki bence adalet çok fazla kavramı içinde barındırır. Rawls’ın adalet anlayışının temeli toplum sözleşmesine dayanmaktadır bu anlamda toplumsal sözleşmecilerdeki doğa durumı burada başlangıç durumu olarak karşımıza çıkar burada herkes eşit ve özgürdür Bir de Rawls cehalet peçesi kavramını ortaya atar ki burada kişiler birbirleri hakkında sosyal durumları hakkında bilgi sahibi olmamasıdır bunu da empatiyle bağdaştırmıştır ve kişileri bu anlamda eşit statüye koymayı amaçlamaktadır. ki ben buna kısmen katılıyorum çünkü toplumu oluşturan insanlar birbirlerinin haklarına saygı göstermezse ve empati kurmazsa o toplum toplum olmaktan çıkar insanlar birarada bulunamazlar bu bağlamda empati hoşgörü var olmalıdır ancak cehalet peçesini takmak kişilerin vicdani düşüncesini de engelleyebilir örneğin herkesin eşit olduğu bir toplum düşünelim bu toplumda kurallar hakkında yorum yapılamayacak sadece uygulamaktan ibaret olacaktır hatta kurallar hakkında farklı alternatifler sunulamayacaktır çünkü herkes eşit koşullara sahip olacaktır ama bu durumun da hak ihlal etmeyeceğinden kesin olarak emin olamadığımı belirtmek isterim.
    ŞEYMA ÖZKAN
    201851405

  10. “HAKKANİYET” ADALETİN TEMELİDİR Makalesi ve DEĞERLENDİRMEM

    Rawls’ın bir makalesine göre adil bir toplum yapısı kurulabilmesi için adaletten kastın ne olduğunun aydınlatılması gereklidir. -ki ben de aynı kanaatteyim- Adalet dediğimiz olgunun daha realize edilmesi için de birtakım ilkeler ve kurallar koyulmalı ki adaletten sapma olduğunda ilke ve kurallardan hareketle daha adil kurallar oluşturabilelim. (Tıpkı Radbruch’un ilkeleri ve pozitif hukuktaki sorunları çözmede kullandığı gibi) Rawls adaleti hakkaniyetle bağdaştırmıştır. Buna göre bir toplumun adil olabilmesi için gerekli olan şey hakkaniyettir. Rawls’a göre adil bir toplum, tüm vatandaşlarının kurallara riayet ettiği ve bütün kaynakların eşit dağıtıldığı bir toplumdur ama günümüzde böyle bir millet ya da topluluk var mıdır pek sanmıyorum. Çünkü toplum ve topluluklar salt iyi ve kurallara uyan insanlardan oluşmazlar. Madalyonun öteki yüzünde suç ve Marksistlere göre suçu üreten bir suçlu varken bu tarz bir yaklaşımın oldukça hayalci ve ütopik olduğunu düşünüyorum. Bu biraz realiteden uzak bir fikir ve biraz da Rawls’ın temennisi gibi..

    Makaledeki diğer ilginç bir husus da geçen şu cümleydi ‘’ Aslına bakılırsa, hakkaniyet olarak adalet kuramı formülasyonundan çıkan sonuç şudur: eşitsizliklerin tüm yurttaşların yararına olduğu gösterilebilirse, bir toplum hem adil hem de hakçadır. ‘’ Yani öyle bir eşitsizlik ve haksızlık bulunacak ki o toplumun içinde, devlet topluma o eşitsizliğin herkesin yararına olduğunu gösterirse o toplumdan adil bir toplum oluşumu beklensin. Bence diğer bir ütopik kısım da budur. Çünkü hiçbir eşitsizlik toplumun yararına olamaz kaldı ki bu eşitsizlik topluma sunulursa da toplumun her kesimi tarafından benimsenmeyecektir. Hele hele bizim gibi gelişmekte olan bir ülkenin hukuk sisteminde bu tarz bir yaklaşım, hukuk sisteminin allak bullak olmasına sebep olabilir.

    Bu kadar olumsuz özelliğinden bahsedersek Rawls’ın hakkını yemiş oluruz çünkü Rawls’ın günümüz hukuk pratiğine önemli bir katkısı da bulunmaktadır. (en azından bildiğim kadarıyla) O katkı onarıcı adalet anlayışında kendini gösterir. Onarıcı adalette devletin amacı, mağdurun pasif bir durumda tabiri caizse dört duvar arasında çürümesini engellemek ve ‘’topluma yeniden kazandırmaktır’’. Bunun uygulamalarını Türk Hukukunda denetimli serbestlik, alternatif uyuşmazlık çözüm yolları, arabuluculuk vb. kurumlarda görebiliriz. Bunun daha hafif versiyonunu Anglosakson Hukuk Sisteminde toplum hizmeti cezası gibi cezalarda da görebiliriz. Örneğin bir hırsızlık suçu işleyen kişi direk hapse atılmaktansa belli bir plan ve süre çerçevesinde toplum yararına bir işte çalıştırılarak hem devlete yük olmaktan çıkar hem de rehabilitasyonu ve topluma geri kazandırılması daha iyi bir şekilde ve usül ekonomisine uygun biçimde sağlanabilir. Tabii ki bunu her suça uygulamak toplum vicdanını ve adalet düzenini sarsar. Örneğin bir cinayetin cezası olarak 6 ay çöp toplama hizmeti cezası verilirse adalet kurumuna zaten az olan güven iyice sarsılır. Bunun kanuni düzenlemesi ve şartları iyi ayarlanırsa gerçekten herkes için faydalı olabilecek, adaletin üzerindeki baskıyı biraz olsun azaltacak bir teoriyi Rawls hukuk alemine kazandırmış olur..

    Oğuz Kağan Erdoğan 201851073

  11. “HAKKANİYET” ADALETİN TEMELİDİR
    John Rawls’ın A Theory of Justice adlı ünlü eserinden yola çıkılarak bizlere sunulan bu makalede öncelikle, siyaset felsefesinin uyuduğu dogmatik uykudan uyanmasını ele alırken birçok önemli düşünürün fikirlerini okuyuculara sunarak bunları tekrar adalet kavramıyla bağdaştırılmasına yardımcı oluyor.
    “Adalet güçlünün işine gelendir”; eş deyişle, hukuk sistemi güçlülerin, yöneticilerin vb. çıkarlarına hizmet etmek üzere yapay olarak tasarlanmıştır diyen Thrasymachos’un bu düşüncesine katılmadığımı belirtmek isterim. Güçlü olan kimse işine geleni yaptırsaydı topluma kaos hâkim olurdu. Bu nedenle bizler toplumsal huzur açısından önem teşkil eden kararlarımızı, Anayasamızın bizlere sunduğu ışık ile erdem ve hakkaniyetli olmamız doğrultusunda hareket etmeliyiz.
    Toplum içinde rekabet eden adalet tanımlamalarına getirilen çözüm olarak, adaletin ilkeler bakımından tanımlanması düşüncesini destekliyorum. Çünkü ilkeler doğrultusunda insanların anlaması ve anlaşılması daha da pratik olacaktır. Düşünceler saf bir şekilde alıcıya iletilebilecektir. Bir noktada da toplumların yönetimlerinin oluşumunda temel taşlardandır.
    Rawls’ın hipotetik bir durum olan cehalet peçesi benzetmesini ileri sürmesi, böylelikle adalet tanımının ilkeler üzerinden anlaşılmasını istemesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu doğrultuda cehalet peçesi takmadan karar alma düşüncesinde olan bireylerin kendi istek ve arzularının esiri olarak sonuca varacağına inanıyorum.
    “Rawls’a göre herkesi aynı derecede zengin yapmak olanaksızdır ama zenginliği bütün insanların temel ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri şekilde dağıtmak olanaklıdır.” Bu alıntıdan yola çıkarak herkesin aynı derecede zengin olmasının hakkaniyeti ortadan kaldıracağını düşündüm. Bu düşüncem insanların temel hak ve özgürlüklerini kapsamamaktadır. İnsanlar sağlık, yaşama, inanç, düşünce vb. temel konularda hür ve eşit olmalıdır.
    Özetlemek gerekirse, Rawls’a göre tasarlanan durumun, cehalet peçesi ardından bakarak karar almanın toplumsal açıdan güven veren ve etik bir fikir olduğunu düşünüyorum.

    Hayriye ŞİMŞEK
    201751166

  12. HAKKANİYET ADALETİN TEMELİDİR

    Kanaatimce Rawls kısaca adaletli toplum için eşitliğin ön planda olduğu, ama bu eşitliğin hak ve özgürlüklüklerin sıkı sıkıya korunması bakımından olacağı, sosyal ve ekonomik açından eşitliğe gerek olmadığı,(bu bakımdan en avantajsız insanın temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde olmasını yeterli görüyor)
    ve bunların olması için gereken aşamalardan bahsetmiş.

    İlk olarak bahsettiği ”ilk durum” için ”Hiç kimsenin diğerleri üzerinde bir etkisi olmayacaktır, hiç kimse kişisel çıkar
    hesapları yapmayacaktır” ve ” Tarafların iyiye ilişkin bir görüşlerinin olduğu bile şüphelidir” dese de bir noktada tıpkı Rousseu gibi insanların doğası gereği iyi olduğuna inandığını. yoksa bu kadar hayalci bir şekilde yaklaşmazdı diye düşünüyorum.

    ”İkinci durum” a bakarsak aslında liberalizmin temellerini atmış diyebiliriz. Hak ve özgürlüklerin korunduğu, kişilerin hakça eşit olduğu ki burada hakça eşit kavramını güzel açıklamış. Demiş ki; ”Kişilerin ekonomik ve sosyal statülerini adil yollardan değiştirme olanağına sahip olmaları” Böyle tanımlamasıyla aslında bir nevi sosyal ve ekonomik açından eşitliğe gerek olmadığı lafının üstünü güzelce örtmüş. Burada tek eleştirdiğim ”eşitsizliklerin tüm yurttaşların yararına olduğu gösterilebilirse, bir toplum hem adil hem de hakçadır.” demesidir. Bu cümle çok garip yerlere götürülebilir. Mesela çeşitli sosyal sebeplerden dolayı bahsettiği temel şartlarda yaşayan bir insana, A kişisinin çok zengin olması senin yararınadır demek saçmadır.

  13. “HAKKANİYET” ADALETİN TEMELİDİR. makalesi üzerine refleksiyon paragrafım
    John Rawls, hakkaniyetin adalet olarak anlaşılması gerektiğini öne sürüyor. Buna göre adil bir toplum için tek şey hakkaniyettir. Bu da dağıtıcı adalettir. “Adil bir toplum tüm yurttaşlarının
    bireysel hak ve özgürlüklerini koruyan ve kaynakların dağıtımının olabildiğince eşit ve hakkaniyete uygun olduğu bir toplumdur.” Kurduğu hipotetik toplumda ki adalet anlayışı bizi bu sonuca götürüyor.
    John Rawls 20. yy.’da yaşamış bu dönemde özgürlük ve eşitlik düşüncesinden kopuk bir düşünce bence beklenemezdi zaten. Fikirlerini sosyal kapitalist devlet anlayışına yakın buldum.

  14. Rawls ‘un hakkaniyet olarak adalet anlayışı somut bir gerçekliğe dayanmayan,hipotetik(varsayımsal) bir yapıya sahiptir.
    Rawls adalet anlayışının özünde hakkaniyete dayanması gerektiğini savunurken,bunun hipotetik olarak toplumu oluşturan insanların konumlarından,sosyal statülerinden arındırılmış biçimde bir araya geldikleri ortamda gerçekleşebileceğini öngörmektedir.Hipotetik toplumu oluşturan fertler cehalet peçesi arkasından aynı pencereden hayata bakarak insanların temel hak ve özgürlüklerinin korunması noktasında fikir birliği halinde bulunmaktadırlar.Temel hak ve özgürlüklerin korunduğu,haksız müdahalelerin önlendiği bir adalet anlayışının etik ve hakkaniyete uygun olacağı şüphesizdir.Öte yandan toplumda yer alan insanların statü farklılıkları olacağı da gözetilerek üst konumda bulunanların elde edeceği ayrıcalık ve haklardan dolayı aynı konumda olmayan fertlerin temel hak ve hürriyetlerine müdahale etmemesi gerektiği düşüncesi de olmazsa olmaz bir ilke olarak benimsenmiştir.Böyle bir toplumu oluşturan insanların bir sonraki aşamada görevi ise bu fikirleri esas alan toplumsal kural ve kurumları oluşturmaktır.
    Sonuç olarak,toplumsal kural ve kurumların adil olması gerektiğini savunan ,aynı zamanda etik olan ve adalet kavramını hakkaniyetle özdeşleştiren özünde tüm fertlerin insan olması nedeniyle eşit şartlarda temel hak ve özgürlükleri güvence altına almayı hedefleyen bu hipotetik kuramın gerçek hayatta kimlik bulması toplumlar için dev bir adım olacaktır.
    Nurhan Ayça ATALAY
    201851022

  15. “Hakkaniyet adaletin temelidir.”

    Rawls bu anlayışının savunucularındandır.
    Adaletin sağlanması için hakkaniyetli bir sistemi öne sürer.Burdaki verilen Bu hakkaniyet etik bir kavramdır.
    Bu söze göre, bir toplumun adil olması için gerekli olan tek şey hakkaniyettir; bu dağıtıcı adalet kavramıyla eşdeğerdir.
    Dağıtıcı adalet , insanların bireysel hak ve özgürlüklerini koruyarak kaynakların dağıtımının eşit ve hakkaniyete uygun şekilde yapılmasıdır.
    Rawls’e göre bu kaynak dağıtımında
    zenginliğin tamamen eşit bir dağıtımı imkansızdır.
    Ona göre ,toplumdaki bütün sosyal alanlar herkese açık olmalıdır ve bununla birlikte tüm toplumsal değerler, özgürlükler , gelir düzeyi ve refahlık eşit şekilde dağıtılmalıdır.

  16. “HAKKANİYET” ADALETİN TEMELİDİR MAKALESİ

    İlgili makale; adalet teorileri kapsamında 20. Yüzyıl Amerikan Filozofu olan John Rawls’ın yaklaşımını konu edinmektedir. Şahsi kanaatimin daha net anlaşılabilmesi için, Rawls’ın adalet anlayışını açıklayabilmem gerekir. Şöyle ki;

    Öncelikle, kendisi TOPLUMSAL SÖZLEŞMECİLİK akımını, LİBERAL ADALET anlayışıyla birlikte bağ kurmak suretiyle devam ettirmiştir. Onun adalet anlayışını çözümleyebilmek için öncelikle onun için adil olanda ÖZGÜRLÜK ve bu özgürlüklerin bir şekilde EŞİT DAĞITILMASI gerekliliğinin bulunduğunun belirtilmesinde fayda vardır. Bu bağlamda -toplumsal sözleşmecilerde de olduğu gibi- hipotetik bir İLK DURUM kurgusu üzerinden adalet anlayışı tasarlamıştır. John Rawls’ın ilk durum kurgusu gerçek adil olanı sağlamak için gereklidir çünkü -yukarıda da açıklandığı üzere- adil olanın sağlanması için özgürlüklerin eşit bir biçimde dağıtılması gerekmektedir. İlgili ilk durum halinde, insanlar kendi cinsiyetleri de dahil olmak üzere (ör/yoksul olup olmadıkları, hangi meslek mensubu oldukları vs.), kendi bireysel çerçeveleri hakkında hiçbir fikir sahibi değillerdir, bu bağlamda da bütün adil olana dair yaklaşımlarını “CEHALET PEÇESİ ” adını verdiği perdenin ardından tespit etmeleri gerekecek, devamında da adil olan- adil olmayana dair ussal karar verme yetisine sahip herkes, anlaşmak suretiyle toplumu ve kurumları oluşturacaktır. Hal böyleyken, John Rawls’ın adalet teorisinin başatı olan HAKKANİYET,
    dolayısıyla da adalet, sağlanmış olacaktır. Görüldüğü üzere John Rawls, adalet teorisinde hakkaniyeti en önde tutmuş, hakkaniyetin sağlanmasında da kişinin kendine özgü bireysel bütün özelliklerinden azade olmasını temel gereklilik olarak görmüştür. Ona göre adil olan, özünde iki adet ilkenin sağlanması suretiyle gerçekleştirilebilecektir. İlgili ilkelerden ilki, hak ve özgürlüklerin sağlanması adına, bu hak ve özgürlüklerin -kimlik, statü, ekonomik güç gözetmeksizin- EŞİT DAĞITILMASI, bu bağlamda da devletin özgürlükleri, hakları, özgürlükleri, ödevleri koruması ve bunu eşit bir biçimde dağıtılması sorumluluğunu kapsamaktır. İlgili ilkelerin ikinci kısmını ise, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin giderilmesinin olanaksız olduğu savından hareketle, bu sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin herkesin lehine -ör/dezavantajlının, alt tabakanın da- olacak şekilde düzenlenmesi oluşturur. Hal böyleyken örneğin; herkes toplumsal kurum ve mevkilere girişte, TOPLUMA YARAR SAĞLAMAK DIŞINDA bir kritere tabii tutulmaksızın olabildiğince özgürce, açık bir şekilde yararlanmalıdır. Bu bağlamda Rawls’ın DAĞITICI BİR ADALET anlayışını ve birey için adil olanda TOPLUMUN VE TOPLUMSAL KURUMLARIN etkili olduğu anlayışını benimsediğinin tespiti yerinde olacaktır.

    ŞAHSİ KANAATİM–> Rawls’ın adalet anlayışı, günümüzdeki bir çok hukuk sistemi için geçerli ve de gerçekten de hakkaniyetin sağlanması için cehaletin peçesinden faydalanma fikri zannımca cazip edici gelse de, geçen haftaki yazımda da belirttiğim üzere, benim adalet anlayışım özünde eşitliğin somut olarak gerçekleşmesini gerekli kılmaktadır. Eşitlikten kastımı ise, yasalar önünde eşitlik, fırsat eşitliği gibi yavan ve soyut bir eşitlik değil, modern yaşamın en içerisinde ve tüm kurumlarına özgülenmiş biçimde en temel kurum olan EKONOMİK EŞİTLİK oluşturmaktadır. Şimdiye kadar gördüğümüz bir çok adalet teorisyeninde olduğu gibi Rawls’ta da eşitliğe vurgu yapılıyor olmasına karşın bu eşitliğin özgürlüğün dağıtımında BİÇİMSEL BAĞLAMDA DEĞİL HAKÇA EŞİT FIRSAT gibi soyutluktan ibaret olduğu kanaatindeyim . Ayrıca adaleti, reel bağlamda somut bir özgülenmeye tabii tutmaksızın herhangi bir ideolojinin maşası olmaya müsait bir şekilde oluşturulması da gözetildiğinde, ilgili adalet anlayışını kendime yakın bulmadım.

  17. Adalet kavramı Latinceden çevirilen ve hak hukuk anlamına gelen sözcüktür. Yasalar ve hukuk kurallarının yurttaşlar üstünde eğitici bir özelliği olacak şekilde yapılması gerekmektedir. Aksi görüşlere inat adaletin bir toplumda herkesin üstüne düşeni yapmasıdır diyor Sokrates.
    Platona göre yöneticiler filozof olmalı veya filozoflar arasından seçilmelidir diyor.
    Aristoya göre adalet genel ve özel adalettir. Genel olarak mükemmellikle özdeştir, özel olarak dağıtıcı ve düzeltici adalet olarak ikiye ayrılır. Dağıtıcı adalet toplumdaki herkese her şeyin eşit paylaştırılmasından geçerken sosyal adalette denilebilir. Düzeltici adalet ise dağıtım sırasındaki aksamaya uğrayan işlerin fazla, az dağıtımın düzeltilmesi durumudur ve bunu müeyyidelerle donatır.
    Thomas Aquinas ise adaletin tanrı tarafından bahşedildiği görüşündedir.
    Aydınlanma çağı filozoflarına göre hukuk kurallarına uygun olan şeylerin adalete de uygun olduğu görüşündedirler.
    Locke göre adalet herkes için eşittir, Hobbes’a göre anlaşmadır ve uyulması gerekir, Rousseau ve Kant ise genel iradenin bir yansımasıdır diyor.
    Rawlsa göre toplum sözleşmesi adaleti tartışmak için çok faydalıdır çünkü bu ilkeleri formüle etmede önemli bir işlev görür. Adalet ilkeleri üzerinde karar kılmak için bireyin akıl ile ortak kılınmış ilkeler olmalıdır diyor ve ilkelerin toplumsal ve ekonomik durumuna istinaden geliştiğini belirtiyor.
    Rawlsın adalet kuramı dağıtıcı bir adalet kuramına benzerdir.
    Rawlsa göre bir kurum adalet ilkelerine bağlı kalırsa adilliği sağlamış olacaktır. Kurumlarda uygulanan bu adillikler toplumu etkileyecek kurumlar etkin rol oynayacaktır diyor.
    Özgürlük ilkesine göre kimsenin temel özgürlüklerine dokunulamaz. Ekonomik durum olarak daha kötü durumda olanlara da zengin olma fırsatı sunulmalıdır diyor Rawls. Hakkaniyete uygun adalet anlayışını savunmaktadır. Adil bir toplum tüm yurttaşlarının bireysel hak ve özgürlüklerini koruyan ve kaynakların dağıtımının olabildiğince eşit ve hakkaniyete uygun olduğu bir toplumdur demektedir.
    Mesut Aslan/ 201951416

  18. Rawls için tam olarak hakkaniyete dayalı adalet anlayışının oluşması için,bireysel olarak kendileriyle ilgili her şeyi unutamaları gerekir.Yani zengin yoksul kadın erkek olup olmadıklarından haberleri olmayacaktır.Toplumdaki konumlarından,ırklarından haberleri yoktur.Sonuçta insanlar kendi yararın olan şeyleri yasa haline getireceklerdir.
    Gerçekten Rawlsın anlayışından yola çıkıp günümüze gelirsek yapılan sosyal deneylerden bunu gözlemleyebiliyoruz insanların zengin görünümlü bir kişiye hemen yardım ettiklerini oyasaki daha fakir görünen bir kişiye şüpheyle yaklaşıp çoğu zaman yardımdan kaçındığınızı gözlemliyoruz.Rawlsın özgürlük ilkesine göre inanç,ifade özgürlüğü gibi temel özgürlüklere kimse dokunamz.Diğer yanadan Rawls,ikinci ilke olarak eşitliği söyler.Rawls için makul ve mantıklı insanların seçeceği dünya böyle bir dünya olurdu.Ancak eşit dağıtımın pek de mümkün olmadığının bilincindedir,tüm sosyal konumların herkese açık olmasını öne sürer.

  19. Siyaset felsefesinin ana tartışma konularından biri adalet kavramıdır. Rawls toplumdaki adaletsizliğin meşruluğu ancak alttakilerin yararına olmasıyla sağlanır diyor. Yani insanları kendi yeteneklerinden ve bilgilerinden haberdar olmadıkları bir duruma indirgersek, bu durumda eşitlikçi bir toplumda yaşamayı eşitlikçi olmayan bir toplumda yaşamaya yeğleyecekler. Yani toplumda fakir kalma korkusu zengin olma arzularını geçecektir. Bu durumda onları daha eşitlikçi olmaya zorlayacaktır.
    Rawls’ in teorisi öyle bir teoridir ki, hem eşitsizliğin yanındadır, hem de toplumun en fakirlerin, en dezavantajlı olanların, toplumun en itilmişlerinin yanındadır. Zaten Rawls’a göre eşitsizlikler ancak ve ancak toplumun en dezavantajlı durumda olanların durumlarını daha iyileştirirse adildir.
    Rawls’in gücünü dinden, ya da “insanın doğası” gibi nereden geldiği belirsiz empirik olmayan varsayımlardan almaz.
    Rawls’ in başlangıç pozisyonundaki insanların verdiklerini sandığı kararlar; tamamen burjuva kararlarıdır. Burjuva toplumunun korkusunu ve Rawls’ in teleolojik görüşlerini içerir. Rawls herkesin aynı kararlara varacağını varsaymış ama bunu gösterememiştir. Zaten bu empirik bir sorudur.
    Rawls’ in başlangıç pozisyonundaki insanlar üzerinde yaptığı varsayımlara dayanmaktadır. Sonuç varsayımlar tarafından şekillendirilmiştir.
    Herkes başlangıç pozisyonlarında aynı kararları veriyor, ama bu, insanların bu adalet teorisine göre yaşamalarını gerektirmez. Aksine günlük hayatta herkes kendi kişisel adaletsizliklerini görür onlarla yaşar. Ancak Rawls objektif olayım derken, insanların bu öznel durumlarını bir tarafa koymuş hatta orada unutmuştur. Eşitsizlikle ilgili tutumu bütün eşitsizlikleri ortadan kaldırmak değildir. Zaten bu mümkün de değildir ona göre. O halde eşitsizlikleri en az ayrıcalıklı olanların yararına olacak yöne sevk etmek gerekir. Bence onun ilginç yanı da bu düşüncesidir. Eşit paylaşım fikri tabanına faydayı orijinal bir biçimde yerleştirmiştir. Belki de son yıllarda en çok atıf yapılan düşünce adamı olmasının nedeni de söyleyecek yeni bir şeyleri olmasıdır.
    Onur Aybar
    201851026

  20. John Rawls’ın adalet teorisi hakkında refleksiyon yazım.
    Adil bir toplum nasıl kurulur?Adil bir toplumda yaşamanın koşulları nelerdir? John Rawls temelde bu sorular üzerinden gidiyor.John Rawls toplumsal sözleşmecilerden etkilenmiştir (Thomas Hobbes,Jean-Jacques Rousseau).J.Rawls adil bir toplumu kurgusal bir sözleşmeye dayandırır bu yönüyle toplumsal sözleşmecilerden etkilenmiştir.J.Rawls adil bir toplumun dayanağı nedir sorusunu sözleşmeye dayandırıyor.Ona göre adil bir toplum inşa edilmek isteniyorsa bir toplum sözleşmesi kurgulanmalıdır.Sadece özgür ve eşit insanlar sözleşme yapabilirler.Birinin başkası üzerinde gücü varsa sözleşme yapmaya ihtiyaç duymaz .Gücünü doğrudan dayatabilir bu yüzden toplumsal sözleşmeyi zorunlu görmüştür.
    Sözleşmeyi yapabilmek için bazı varsayımsal kavramlar kuruyor.Bunlardan bir tanesi olan başlangıç durumu,adil bir toplumsal düzenin kurulması için ilkeler üzerinde uzlaşmaya izin veren bir durum olarak kurgulanır.Sözleşmeyi yapabilecek olan kişiler eşit,özgür,rasyonel,ahlaki olarak birbirine saygı gösteren bireyler olarak kurgulanır.Bu başlangıç durumuna eşlik eden bir başka kavram ise cehalet peçesidir.Toplumsal bilincin farkında, birçok disipline hakim olan bireylerden oluşacak olan bir grup insan, bireylere hangi haklar verileceğine karar verecektir. Lakin söz konusu durumdan önce bu insanlar kendi kimliklerinden sıyrılacak, cehalet örtüsüne bürünecek ve hakların dağıtımı yapıldıktan sonra hangi sınıfa ait olacaklarını bilmeyeceklerdir. Ekonomik olarak hangi sınıfa düşeceklerini, cinsiyetlerinin ne olacağını, hangi ırk, hangi din vs. hiçbir şey bilmeyeceklerinden, tarafsız ve eşit davranmak zorundadırlar.
    Rawls, ancak bu şekilde bir bakış açısıyla bakarsak tarafsız ve eşit olabileceğimizi, adaletin ancak bu şekilde düşünürsek sağlanabileceğini savunur.
    Rawls’a göre toplumsal düzenin adil olması için kişilerin önüne var olan adalet teorilerini kişilerin önüne sürebilir ve bunlar arasında seçim yapmalarını isteyebiliriz.O zaman geçerli olduğunu düşündüğü beş adalet teorisini sayıyor.
    1)Hakkaniyet olarak adalet
    2)Faydacı adalet
    3)Sezgici adalet
    4)Faydacı ve sezgici adalet anlayışının bir arada yer aldığı eklektik adalet
    5)Herkesin kendi çıkarının peşinden gitmesinin gerektiğini savunan çıkarcı adalet
    Bu seçim özgür,eşit,rasyonel,ahlaki bireylerin her biri tarafından kabul edilebilir olması lazım bunun içim;
    1)Bu adalet anlayışının genel olması
    2)Evrensel olması
    3)Seçilecek adalet teorisinin, kamusallığı ilgilendiriyor olması lazım(bu durumda çıkarcı adalet anlayışı elenmiş oluyor)
    4)Seçilecek adalet teorilerinin toplumda farklı çıkarları olan bireylerin taleplerini belli bir düzeye koyabiliyor olması gerekir.
    5)Adalet teorisinin somut uyuşmazlık durumunda pratik akıl yürütmede nihai olarak bir araç olarak kullanılması gerekir(akıl yürütme olduğu için sezgiye dayalı adalet anlayışı da elenir).
    Bu durumda geriye sadece faydacı adalet ve hakkaniyet olarak adalet anlayışları kalıyor.Faydacı adaletin temel tezi,en fazla yararı sağlayanlar durumunda işlerlik kazanacak,bu durumda azınlıkta kalanlar yok sayılacaktır.Faydacı adalet anlayışı da bu nedenle elenecektir.
    Hakkaniyete dayalı adalet anlayışı en genel manada Aristoteles’in dağıtıcı adalet anlayışıdır.J.Rawls iki adalet ilkesini taşımak kaydıyla bunu savunur.Birinci adalet ilkesi her birey herkes için benzer olan bir özgürlük sistemi ile uyumlu ve eşit temel özgürlüklerden ve haklardan yararlanma hakkına sahiptir.Herkes kanun önünde eşittir.Bunun aynı zamanda sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri giderecek bir yönünün de olması gerekir.Bu anlamda da ikinci adalet ilkesi şu iki alt ilke ile birleşmelidir.
    Bu sistemde bir fırsat eşitliği olmalı ikinci olarak toplumda olan azınlıkların fırsat eşitliğini yakalayacak düzeye gelebileceği yere kadar ayrımcılık yapabilecek uygulamaların gündeme gelmesi gerekir.Bunlarda en temelde pozitif ayrımcılık uygulamaları,pozitif ayrımcılık örnekleri,engellilere yönelik pozitif ayrımcılık niteliğinde uygulamalar,siyahların eğitime girerken ayrı kotaların uygulanması,siyasete girmede kadınlara kota koyulması bunların arkasında yatan düşünce J.Rawls’ın adalet teorisidir.
    J.Rawls adaleti ilkeleri arasında bir sıralama yapmıştır.Esas olan birinci ilkedir,herks özgür olacak eşit olarak bu özgürlüklerden faydalanabilecek ki ikinci ilke fırsat eşitliği sağlanabilsin.Buna özgürlüğün önceliği ilkesi deniyor.Kant için de temel değerde aranması gereken iyi özgürlüktü.Buda Kant’tan etkilendiğini göstermektedir.
    İkinci ilkede fırsat eşitliği sağlanmalıdır ki pozitif ayrımcılık ilkesi karşımıza çıkar bunu yapabilmek için de toplumsal düzene sosyolojik olarak bakmak gerek.Herkesin fırsat eşitliği var mı? buna bakmak gerek ki bunun sağlanmasından sonra pozitif ayrımcılık söz konusu olsun. Anayasamızın 10. maddesinde;
    Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin
    yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür Bu maksatla alınacak
    tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
    Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
    açıkça J.Rawls’ın teorisini destekleyici niteliktedir.Lakin bu yeterli değildir,Anayasamızın önceki düzenlemesinde bu hususlar yer almamaktaydı bu yüzden Rawls’ın görüşlerinin tam aksine mahkemelerde sonuçlar çıkıyordu. Bu durum aslında somut olarak düzenlemese dahi Rawls’ın adalet teorisinden hareketle pozitif ayrımcılıkla ilgili hükümlere ulaşabilmesi ve dağıtıcı adaletin bir sonucu olarak fırsat eşitliğinin sağlanması gerekmekteydi.Bahsedilen eşitliği adil olarak sağlamakta bu bir zorunluluk idi.Fakat mahkemelerimiz bu konuda başarısız olmuş ve kadınlar ve bazı gruplar hakkında düzenlemelere gidilmiştir.Fakat sorun burada da bitmemektedir.ülkemizin sosyolojik durumunu incelediğimizde, mahkemelerimizin LGBTİ bireylerinin hakları konusunda da maalesef Anayasada bir düzenleme olmadan bu sonuca varamadıklarını görmekteyiz.Çok üzücü bir durum.

  21. Rawls ’ın teorisi aslında geçen hafta gördüğümüz Aristo’nun ‘dağıtıcı adaletine’ benzetilebilir .Toplumsal düzende değer atfedilen şeyler bireyler arasında nasıl eşit dağıtılabilir ve adil bir toplumun dayanağı nedir sorusuna yanıt arıyor Rawls. Teorisini kurgularken özellikle Kant, toplumsal sözleşmeciler(özellikle Rousseau ve Hobbes),faydacı etikten etkileniyor.
    Teorisini kısaca açıklamak gerekirse Rawls , adil toplumu kurgularken hipotetik bir sözleşmeye dayandırıyor.’ Başlangıç durumunu ’,toplumsal sözleşmecilerdeki ‘doğa durumuna’ benzetebiliriz. Başlangıç durumundaki bireyler özgür, eşit ve rasyoneldir. Rawls, başlangıç durumundaki kişilerin ‘bilgisizlik peçesi’ şeklinde kavramsallaştırdığı metaforuyla bireylerin cinsiyeti, maddi durumu, sosyal talihi ,yetenekleri, toplumsal düzende sahip olduğu değerleri bilmediği eşit bir başlangıç oluşturuyor. Bu durumdaki kişiler kıt kaynakların olduğunu biliyorlar ve sağduyu sahibiler. Dolayısıyla bilgisizlik peçesiyle birlikte hangi durumda olacaklarını başlangıçta bilmedikleri için rasyonel ve aklın gereği en kötü durumun şartlarını maksimize etmeyi seçeceklerdir. Burada empati duygusu baskın olduğunu görebiliriz.
    Birey kendi için iyi, mutlu olacağı şartları seçecektir. Burada Hobbes ’un tabirine atıfla insan, doğası gereği bencildir ama Rawls ‘in teorisi çerçevesinde birey hangi durumda olacağını bilmediği için kendi bireysel çıkarını geride bırakacaktır. ’Yani öyle davranacaklar ki davranışlarının temelindeki ilke tüm insanlar için evrensel bir yasa olacak.’
    Burada da Rawls ’in Kant ‘ın görüşlerinden etkilendiğini görüyoruz .Yani bireyler başlangıç durumunda bilgisizlik peçesinden dolayı hangi durumda olacaklarını bilmedikleri için en avantajsız koşulu maksimize etmeyi seçtiklerinde adil bir toplum olur Rawls ’e göre. Bu durumda genel irade için en faydalı tercihi yapacaklardır.(Genel irade kavramında Rousseau ‘ya atfen ).

  22. John Rawls’ a göre adil toplum ilkeler üzerine kurulu toplumdur. John Rawls “hakkaniyet adaletin temelidir” der ve adaleti hakkaniyet üzerinden açıklamaya çalışır. Buna göre de öncelikle hukuk ya da adalet kavramlarını incelerken bu kavramları açıklamaya çalışırken mutlaka hakkaniyet kavramından da bahsederiz. Aslında hakkaniyet ve adalet kavramaları hukuk düzeninde bir bakıma iç içe geçmiş kavramlar olduğunu söyleyebilirim.
    İnsanoğlu artık yapısı gereği mi yoksa toplumsallaşmaya başladıktan sonra toplumların birbirleriyle etkileşimi sonucu mu bireysel çıkarları ve bu çıkarlar arasındaki çatışmalar öne çıkmıştır bilemiyorum. Ancak şunu düşünüyorum ki insanların bireysel çıkar çatışmaları yaşanmasa o toplumda adil, eşit, hakkaniyetli bir hukuk düzeninin oluşacağıdır ki Herakleltos’un da söylediği gibi ‘ adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemeliyiz.’ yani buradan yola çıkarsak eğer ki bir toplumda veya bireyler arasında bir adaletsizlik varsa hemen o adaletsizliğin önüne geçilmesi gerekir. Çünkü eğer bir toplumda adalet yoksa o toplumda adaletle birlikte hak, hukuk, hakkaniyet, özgürlük gibi çok önemli değerler de yok olacaktır. Adaletten çok adaletsizlik varsa o toplum yıkılmaya mahkumdur.
    ESRA ŞAHİN- 201851158

  23. Rawls’a göre toplum içinde bulunan herkesin cinsiyet,ırk,köken,düşünce,ideolojileri göz ardı edilerek insan olduğu,toplum içinde bulunduğu için birbirlerinden farklılıkları gereği ayırt edilmeden temel hak ve özgürlüklere ulaşma ve kullanmada eşit sayılmaları gerekir.Bu durumu cehalet peçesi olarak adlandırmaktadır.Bu tanımlamanın insanların ayrışan özelliklerinin ve kişisel çıkarların ön planda olmaması kaynaklı adalet anlayışı sebebiyle doğru bir tasvir olduğunu düşünüyorum.Hak ve özgürlüklere ulaşmada tek kriter bunların kişiye insan olduğu için veriliyor olması gerekir.İnsan haklarında istisna,muafiyet,sınırlama diye bir kriter olmamalıdır.Oluşan bu eşitlik sebebiyle ikinci aşama yani sosyal ve ekonomik farklılıkları ele alma ihtiyacı duyulur.Kaynakların olabildiğince eşit dağıtılmasını gerektiğini savunan Rawls’a göre bir toplumda kaynakların eşit bir dağıtımı imkansızdır ve asıl gerekli olan şeyin tüm sosyal konumların herkese açık olması gerektiğini ileri sürer.Kanımca bizde örneği verilebilecek en uygun ve kesinlikle tam manasıyla uygulanması gereken örneği kamu kurumlarına girişte serbestlik ve eşitlik ilkesidir.Bir kişi ekonomik sosyal siyasal dini farklılıkları göz ardı edilerek o kuruma zeka yetenekleri ve o kadroyu hak etme yeterliliği yani liyakat sahibi olması nedeniyle işi alıyorsa rawls’ın deyimiyle hakkaniyet olarak adalet sağlanır düşüncesindeyim.Çünkü farklılıkların giderilmesi için fırsat açılmış oluyor.Sonuç olarak Rawls’a göre insana insan olduğu için değer verilmeli hak ve özgürlükleri bu kritere göre eşit şekilde dağıtılmalı ekonomik eşitsizlikler mümkün olduğunca giderilmelidir.Böyle bir toplumda adalet ve hakkaniyet tam olarak sağlanır görüşündedir.

  24. John Rawls Adalet Teorisi eserinde adaletli toplumun nasıl düzenlenmesi gerektiğini tartışır. İşte burada da John Rawls iki temel adalet ilkesi ortaya koyar. Bu ilkeler de toplumdaki her bir bireyin diğerleri ile eşit hak ve özgürlüklere sahip olması gerektiğini belirtmektedir. İlk ilke herkes için eşit özgürlük ilkesidir. Bu ilke toplumdaki her bireyin diğerleri ile eşit hak ve özgürlüklere sahip olması gerektiğini belirtirken ikinci ilke ise toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin düzenlenmesi hususuna ilişkindir. Rawls bu ikinci ilkeyle toplumun temel yapısının toplumdaki en az avantajlıların lehine işleyecek şekilde düzenlenmesini belirtir. Rawls bunların yanı sıra siyasi adalet anlayışını da ele almaktadır. John Rawls’ın asıl amacı eşitlik ve özgürlük konusundaki temel problemlere nasıl bir çözüm getirdiğini ortaya koymaktır. Bunun yanı sıra bir amacı da farklı etnik, kültürel ya da dinsel gruplara mensup vatandaşların barış içinde bir arada yaşamaları için nasıl olması gerektiğini de ortaya koymaktır. John Rawls hakkaniyet olarak adalet anlayışını savunmaktadır. Yani ona göre bir toplumun adil olması için gerekli olan asıl şey hakkaniyettir. Rawls bilgisizlik peçesi olarak tanımladığı yapı ile sözleşmede bireylerin eşitliğini sağlamaya çalışmaktadır. Rawls’u incelediğimizde onun teorisine de birçok eleştirel değerlendirme yapıldığını görürüz.

  25. Bilgisizlik peçesi John Rawls’un kullandığı bir terim olarak karşımıza çıkıyor. Peki ama bu terim neyi ifade ediyor? Hangi noktada ne için oluşturulmuş bir terim? Anladığım kadarıyla eşit dağıtılmaması rahatsızlık verecek şeylerin en önemlisi örneğin mülkiyet,para,servet,özgürlük… dağılımı konusunda karar vermek üzere toplanacak olan kişilerin buna karar vermeden önce kendi kimliklerinden ve benliklerinden sıyrılması anlamına geliyor. Böylece bu dağılımda adalet sağlanacaktır. Bunu Anayasamızdaki 138.maddesindeki “mahkemelerin bağımsızlığı ” ifadesiyle çok yakından ilişkili olduğunu düşünmekteyim. Cehalet peçesini giyinmiş kişi milliyetini, ekonomik durumunu, ırkını, siyasi fikirlerini,özel hayatını kısacası yaşamın neresinde durduğunu belirleyen tüm özelliklerini dışarıda bırakmış olan kişidir. Dolayısıyla karar alma aşamasında kendi çıkarlarını düşünemeyecektir. Herkesin yararına olanı düşünmek ve hakkaniyeti sağlamak zorunda kalacaktır. Böylece hakimin kahvaltıda ne yediğiyle bir bağlantı kalmayacaktır.
    Bu peçeyi giyinmenin uygulamada pek mümkün olacağını düşünmüyorum ama hiç değilse insanda bir etki yaratacağına inanıyorum. Özelikle azınlık haklarının korunması açısından baktığımda bu perdeyle aslında kafamızda insanları eşit kabul ediyoruz; tıpkı birçok ülke anayasasında yazdığı ama uygulamada pek uygulamadığı gibi. Günümüz dünyasında azınlıkların veya farklı ırktan olanların hala dışlandığı eşit görülmediği apaçık ortadadır. Bu peçeyi giyinmek 21.yy da dahi çok zor görünüyor. Yakın zamanda izlediğim “When They See Us” isimli belgesel tarzında diziden konu hakkında inceleme yaptığımda 1989’da New York Central Park’ta koşu yaparken cinsel saldırıya uğramış bir kadın ve suçu örtülmeye çalışılan failler derken; hikaye zinciri yargı sisteminin ırkçılığına kurban giden 14–16 yaşlarındaki beş siyahi çocuğun başına gelenleri anlatıyor. Sadece ten renkleri ve yaşadıkları bölge sebebiyle bu yargılamaya maruz kalıyorlar.
    KYK bursunu örnek verebilirim. Eğitim hakkı herkes için bir haktır ve hiçbir gencin üniversite okuması için önünde bir engel yok ama bazı öğrencilerin imkanı da yok ve kaynaklarda sınırlı.Burs başvurusunda bulunduğunda cehalet perdesinin arkasındaki konuya hakim kişiler eğer adaletli davranacaksa onların durumlarından ekonomik gücünden haberdar olmalıdır. Adaletli dağıtım böyle mümkündür ama perdeyi kapattığımızda arkasını ardını göremeyiz.Peki o zaman adalet ,eşitlik nasıl sağlanacak?
    Doğa durumu, insanın yetişme şekli ve çevresindeki kültürün, sınırların, kısıtlamaların etkisi ile doğası değişmeden ve programlanmadan önceki durumunu anlatmak için kullanılıyor.Bu bir başlangıç durumudur.Rawls’ı şöyle anladım diyebilirim. Tüm toplumsal,ekonomik veya diğer yollardan bizleri ayıran kazanımları unutup sıfırlayalım. En başından belirli konularda anlaşalım ilkeler belirleyelim ve bu bizim adalet çizgimiz olsun diyor. Esasında faydacı yaklaşıyor olaya ve Aristo gibi o da ortayı arıyor. Fakat nasıl unutacağız veya sıfırlayacağız ve o perdenin ardına nasıl geçeceğiz? Bunun cevabını henüz bulmuş değilim.

  26. “HAKKANİYET” ADALETİN TEMELİDİR
    John Rawl Adalet teorisi eserinde bahsettiği gibi toplumun işlemesi için gerekli ilkeleri belirleme ve hakkaniyete dayalı bir adalet tesis etmek için kişiler kendi çıkarlarını bırakıp,kendi benliklerinden soyutlanıp sadece toplumu düşünecek toplumun yararını göztecek şekilde birleşip düşünmeleri karar vermeleri gerekir.Yoksa herkesin birbiriyle çelişen menfaati illaki vardır bu yüzden kendilerinden ödün vermedikçe orta noktayı bulmaları pek ala mümkün olmayacaktır.Yasa ve hukuk adalete uygunsa bunun neticesi olarak toplumda huzur,refah meydana gelecektir.Platon “Devlet hükümet, yasaların ve hukukun hizmetindedir ve onların hizmetçisidir; eş deyişle, bir devletin yurttaşları yalnızca hukukun yöneticilerin üstünde yönetici olduğu bir devlette gerçek adalete ve asıl mutluluğa kavuşabilir. “bunun örneğini günümüzde çok az devlet karşılamakta genel olarak olarak devlet her şeyin üstünde bulunduğu için devlet yasaların ve hukukun hizmetinde değil de yasalar ve hukuk devletin hizmetinde oluyor.Bu da ister istemez hakkaniyete uygun adaleti sağlamayı güçleştiriyor. Thrasymachos düşüncesine katılıyorum.Platonun düşüncesi çok doğru ve yerinde ama onun düşüncelerinin realitede meydana gelmesi bana pek mümkün gelmiyor yine de karamsar olmamak lazım 😦 Adaletin tam tecelli ettiği bir toplumda tabii ki mutluluk tezahür edecektir çünkü herkes üstüne düşeni yapmaktadır herkes eşittir.Günümüzde özellikle düzeltici adalette aksaklıklar var. “Adil olmayan kanun, kanun değildir”adil olup olmama bana göre çok sübjektif bir kavram çünkü sana göre adil olan bir şey bana göre adil olmayabilir bu yüzden bir kanun hakkında tam olarak adil veya adil değil diyemeyiz.Aquinalı Thomasın adaletle ilgili düşünceleri semavi dinlerle özdeşleşiyor.John Rawl toplumun adil olmasını için hak ve adalete uygun yani hakkaniyete uygun olması gerektiğini söylüyor.Rawl adalet ilkesini toplum sözleşmesine dayandırıyor bence Rawl insanların toplum sözleşmesi ortaya getirirken çıkarlarından ve benliklerinden soyutlanarak ortak paydada buluşması bazı haklardan feragat etmesinden hareketle bu kanıya varmış.İster istemez toplumda sosyal ve ekonomik eşitsizlik ortaya çıkacaktır bu eşitsizliği minimalize etmek devlete düşmekte sosyal devlet ilkesi gereğince. Rawl temel hak ve özgürlüklere çok büyük önem atfediyor toplumun yararına olacaksa bile dokunulamayacağını söylüyor bence gerekli koşullar gerçekleştiğinde olağanüstü haller mevcut olduğunda bu haklar tamamen kaldırılmamakla beraber kısıtlanabilmelidir tamamen dokunulmaz demek bence yerinde değil.
    Ahmet VURAL
    201851181

  27. Rawls, doğa durumunun adaletsiz olduğunu ve bu adaletsizliği gidermek için bir sözleşmeye başvurulması gerektiğini söyler. Toplumsal işbirliğinin aktörleri olan eşit ve özgür bireylerin karşılıklı avantajı üzerine bir anlaşmayla mümkün olacağını belirtir, bu da adaletle olur.
    İnsanların yaşadığı topluma göre değişen değerler sistemi vardır, bir insan için iyi ve doğru olan diğeri için doğru olmayabilir. Bu durumda adalet nasıl sağlanacaktır? Rawls’a göre bunun çözümü cehalet pençesidir. Burada kişi kendi benliğine dair bir bilgiye sahip değildir ve aslında kendinden bağımsız olarak toplum için en menfaatli olan durumu seçerek aslında adaleti bu şekilde oluşturacaktır. Birey eşit dağılım ilkesini ve özgürlüğü seçecektir ve bu durumda da toplum için en makul olan seçilmiş olacaktır.
    Rawls’ın fark ilkesi adaletin en dezavantajlı olan lehine düzenlenmesi gerektiğini söyler. Bu duruma katılıyorum, çünkü daha az şanslı olanların durumunu iyi bir hale getirmek aslında toplumun kendisinin daha sağlıklı olmasını sağlar.
    ”En iyi toplumlar basit anlamda kişisel özgürlük sunanlar değil, herkese adil fırsatlar vererek hayat piyangosunun etkisini azaltanlardır.” John Rawls

  28. John Rawls’un Adalet Teorisi

    Rawls’un beraber daha iyi bir toplumda yaşamak için oluşturduğu kurguya göre insanlar daha iyi bir toplum oluşturacaklar ama bu toplumu meydana getirirken kişi, toplumda kendinin ve kendi dışındakilerin ne olduğunu bilmeyerek bu toplumu insanlar oluşturacaktır yani belki engelli bir birey belki fakir belki erkek bir birey olduğunun bilincinde olmayarak toplumu tasarlayacaklardır işte bu kurgusunda Rawls bence insanın bencilliği olmadan ancak bir adil toplumun oluşabileceğini düşünerek böyle bir kurguyu kurmuştur çünkü insan kendine göre hareket eder ve kendi çıkarlarını gözetir işte bu fıtri özellikten kurtulunup herkes düşünülerek kurulan toplum daha iyi ve adil bir toplum olacaktır ve bunun sonucunda da bireysel hak ve özgürlüklerin olduğu bir toplumu meydana getireceklerdir yani ben fakir biri de olabilirim ya da ben engelli biri de olabilirim düşüncesi olacaktır bu tasarıda ve bu da herkes açısından bakmayı kolaylaştıracak ve adaleti sağlama yolunda bir adım olacaktır buradaki ben fakir veya engelli veya çirkin biri de olabilirim düşüncesinden yola çıkarak toplumu düşük avantajlı insanlara göre daha iyileştirmeye uygun tasarlayacaklardır, dolayısıyla da Rawls’un düşüncesine göre adalet anlayışına uygun iki ilke, bireysel haklar ve özgürlüklerin tüm yurttaşlar için eşit olması ilkesi ve sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin yapılandırılması avantajsız olanın durumunu daha da kötüleştirmemeli ilkesi, ile adil bir toplum sağlanacaktır. Kanaatimce Rawls’un bu tasarısının özü ve anlatmak istediği şey aslında insanların empati yaparak bencil düşüncelerinden arınarak adil bir topluma ulaşabilecekleridir çünkü adalet ve yasalar güçlüye göre şekillenmemelidir eğer güçlüye göre şekillenirse yani kanunlar zengini, güçlü olanı korumak zayıfı ezmek üzerine tasarlanır ve toplum bu yolda şekillenirse o zaman adaletten bahsedilemez ama bu Rawls’un kurgusunda kimse kimsenin acımasına, merhametine muhtaç olmadan herkes yine kendi çıkarı için bireysel hak ve özgürlüklerin olmasını isteyecektir dolayısıyla Rawls aslında insan fıtratını bu kurguda toplumu tasarlarken toplumun faydasına olacak şekilde kullanmıştır yani bencilliğimizi toplumun birliğine ve birlik olarak toplumun istemiyle adil bir toplum kurmaya yöneltmiştir.

  29. Bir Adalet Teorisi, Siyasal Liberalizm (John RAWLS)
    ABD başkanı Biden, Obama dönemi başkan yardımcılığını ve kendi başkan yardımcısını tanıtırken Amerikan mucizesinin bu olduğunu söyler. Afrika kökenli siyahi biri, Amerika’da başkan olur, yardımcısı ise bir beyazdır. Bir beyaz başkan olur, Hint ve siyahi bir ailenin kızı olan Yahudi eşi olan bir kadın bu beyaz başkanın yardımcısıdır. Bu durum Amerika’nın bütün insanlara farklı inanç, etnik, sınıfsal yapıya tanıdığı fırsatın göstergesi diye bir gururdan bahsetmiştir. Amerikan filmlerinde de buna benzer senaryolar görmekteyiz. Aynı durumu ülkemizde de Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı olduğunda da Isparta’nın bir dağ köyünden bir çobanın oğlu buralara gelebiliyorsa diyerek kişilere bu fırsatları tanıyan sisteme göndermede bulunmuştur. Üniversite sınavlarının sonuçlarının açıklandığı dönemlerde olumsuz şartlar içinden sıyrılıp sınavlarda derece yapan öğrencilerin hikayelerine bakarak, o sınavın iyi bir üniversiteye gitmek isteyenler için adil bir şekilde herkese o kapıyı açabileceğini düşünürüz. Önüne konulan fırsatları kullanan fakir bir ailenin çocuğunun zengin olma hikayelerini, hayallerinin peşinden koşan birinin hayallerini nasıl gerçekleştirdiğini kişisel gelişim kitaplarından okuruz.
    Yukarıdaki örneklerde bahsedildiği durumlarda olduğu gibi acaba bu başarılar sistemin, yönetimin, devlet düzeninin bir sonucu mu ya da kişilerin kendi bireysel gayreti midir?
    John Rawls’un adaletle ilgili Bir Adalet Teorisi, Siyasal Liberalizm ve diğer eserlerinin incelenerek görüşlerinin irdelendiği makalelerden anladığım kadarıyla siyasal (kamusal) alanda toplumun tüm vatandaşlarına siyasal düzen yani devlet ve kurumları eşit hakları verir, dağıtır ve sonuçta da en az avantajlı kişileri ve grupları destekleyerek avantajlılarla aradaki eşitsizliği giderirse, bunu yaparken de toplumun bireylerinin ırkına, cinsiyetine, ahlak anlayışına, ideolojisine vb. bakmaksızın herkese her türlü toplumsal haklarını, fırsatlarını ve sorumluluklarını tanır ve gerçekleştirirse toplumsal adaletin olacağını söyler. Bireyle toplum içinde bireysel özgürlüklerini yaşayacaklar, siyasal alanda da eşit hak, sorumluluk ve fırsatlara sahip olacaklar. Bunun gerçekleşmesini de devlet ve kurumları yapacaktır.
    Rawls burada “cehalet peçesi, ilk durum veya orijinal durum” diye bir varsayımdan hareketle makulde buluşan uzlaşan bireylerin olduğu adil toplum çıkarımında bulunur. Ona göre varsaydığı ilk durumlarında insanlar ırklarını, cinsiyetlerini dinlerini ahlaklarını, kendi çıkarlarını bilmezler. Bu orijinal duruma dönmüş insanlar beraber yaşamak için bir sözleşme imzalayacak olsalar kendi çıkarlarını gözettikleri anlaşma metni aynı zamanda karşısındaki insanında çıkarını gözeten bir metin olduğunu söyler. Bu şekilde varılan toplumsal sözleşmenin uygulaması da adil olur der. Böyle bir varsayımda bulunmanın amacı ise mevcut toplumun bireylerinin farklı düşünce ve çatışma içinde bulunduğunu, bunu böyle kabul etmek gerektiğini, bu farklılığın sebebinin kişilerin muhakeme zorluklarından kaynaklandığını söyler. Önemli olan farklı düşünce gruplarının veya bireylerinin kendi iyi anlayışlarıyla beraber bir arada karşısındakinin iyisinin kendi iyisinden farklı olacağını kabul ederek yaşama olanağının bulunması çabası yatmaktadır. Akıl sahibi herkes farklılığın olduğunu kabul eder böylece toplumda makul çoğulculuk oluşmuş olur. Toplumdaki çoğulcu yapı siyasal alanda herkese eşitlik, özel alanda herkese özgürlük üzerinde örtüşen konsensüsle siyasal yapı toplumsal adaleti sağlamış olur fikrindedir.
    Kişisel özgürlükler adaletin en temeli olacaktır. Kamusal alanda kurumlar marifetiyle dağıtım eşit şekilde olması önemli bir şekilde vurgulanmaktadır. Bir pastayı kendisine pay alacak şekilde dilimleyerek dağıtan kişi hangi dilimin kime verileceğini, kendisinin hangi dilimi alacağını bilirse dilimlerin farklı ebatlarda olduğu görülür. Ancak kimin ve kendisinin hangi dilimi alacağı belli olmazsa o zaman pastanın dilimleri aynı ebatta olur. İşte devlet ve kurumları her türlü hakkın dağıtımını toplumun bireylerine bu şekilde yapmalıdır. Kişilerin kimliği ve özel tercihleri devletin ve kamusal alanın konusu olmamalıdır. Vatandaş her türlü fırsatı, hakkı önünde eşit şekilde bulmalı. Toplumun bireyleri arasında avantajlılar olduğu gibi en az avantajlılarda olabilir. İşte toplumsal adalet ya da sosyal adalet eşitsizliğin olduğu böyle bir alanda en az avantajlı olanlara dağıtımda avantaj sağlayarak toplumdaki eşitsizliği giderebilir.
    Liberal düşüncede devletin ekonomiye karışmaması, ekonominin kendiliğinden üretim tüketim arasındaki dengeyi bulması amaçlanır. Avantajsız konumdaki kişilere devlet ekonomik hakları genişleterek eşitsizliği giderecek olursa o zaman ekonomiye bir şekilde müdahale etmiş olur. Bu yüzden borçlanır, bütçe açığı verir ve denge bozulur. Bundan dolayı Rawls, devlet ekonomik hakları sınırlı tutarak avantajsız konumdakilerin refahını desteklemek şeklinde eşitsizliği giderme düşüncesindedir. Burada siyasal iktidar kaynakları güçlendirirse, ekonomik ve siyasal istikrar sağlarsa, gelir bölüşümünü adil yaparsa, en düşük düzeydeki grubun beklentilerini karşılamaya çalışırsa liberal sistemin tıkanıklığının giderilebileceğini savunur. Yani pastayı yapanlar malzemeleri verimli, ekonomik, tasarruflu kullanacaklar. Pasta ustası pastayı güzel kabartacak ve pişirecek o zaman pastadan payını alanlarda daha iyi pastaya ulaşmış olacaklar. Yani kişinin birim zamanda en maksimum üretimi sağlaması için hangi robotik tedbirler alınarak insan emeğinden daha fazla yararlanılır ya da daha fazla nasıl sömürülür bunun yolu bulundukça liberal sistemin avantajsız konumundakilere biraz daha devletin ve sermayedarların lütfu ve ikramı yükselecektir.
    Liberal düşünce insanların kendilerini gerçekleştirmek için herkese adil bir fırsat tanıyor görünümü önemli olmasına rağmen insanların potansiyelini zorlayan acımasız “piyasa şartları” kavramıyla insanları ezmesini dezavantajlı grupları desteklemekle liberal düşünce sonucu ortaya çıkan sıkıntıların çözümleneceği fikri bir patronun insafına kalmış ya da devletin imkanlarının sınırlılığına göre değerlendirilecek bir alan durumuna düşmüştür. Bir kenar mahalledeki geliri olmayan kişilerin devletin yardım lütfuyla, insafıyla en doğal haklarına kavuşmasına niçin böyle oluyor diyerek bakmayacaksak, evlerinden, yurtlarından edilen savunmasız şekilde üstlerine bomba yağan bir Filistin halkına başka devletlerin lütfuyla yaşama hakkı, barınma hakkı verilecekse bombayı atan güce bir şey denmeyecekse avantajsız konumda olanların sayısı günden güne çoğalacaktır. Adalet terazisi şaşacaktır. Dünyada gelir dağılımı adaleti liberal bir fırsat eşitliğiyle de tam çözülecek gibi görünmüyor kanaatindeyim. Kısacası adaleti aramaya devam edeceğiz.

  30. John Rawls A Theory of Justice adlı ünlü eserinde adalet kavramını hakkaniyet kavramı ile beraber ifade etmiş hakkaniyetin adaletin temeli olduğuna dair söylemi savunmuştur.
    Adaleti tesis edebilmek kararların hakkaniyet çerçevesinde alınabilmesi ile mümkündür bu nedenle alınan kararların etkileri de bu temel üzerine kurulacaktır.
    Böyle bir temel üzerine şekillenen adalet anlayışını doğru bulmakla birlikte çeşitli filozofların adalet kavramı ile ilgili düşüncelerini de incelemek gerekir.
    Aristoteles’le birlikte uygun bir ifadeyle “eşitlik olarak adalet” anlayışıyla karşılaşırız ancak böyle bir anlayışın her zaman adaleti sağlamayacağı aşikar.
    Eşitlik kavramı bazı durumlar için adil olmakla birlikte bazı durumlar için ise en büyük adaletsizliğe sebeptir çünkü eşitlik şartlar ve mekanlar özelinde farklılık gösterebilir bu farklılık adil ve adaletli olunmasını engellemektedir.
    Stoa ve Roma hukukunda “insan doğasının ilkelerinin yansıması olarak adalet” anlayışına
    rastlarız, özgür olabilmek için yasaların köleleri olmalıyız gibi bir anlayış yasaları bir gün kendi inisiyatifleri ile yorumlayacak erklere köleliğe dönüşebileceği için adaleti tesis konusunda eksik kalmaktadır..
    Thomas Aquinas “ilahi dünya düzeninin parçası ve yansıması olarak adalet” anlayışını
    getirir. Buna göre, tüm evren ilahi bir akıl tarafından yönetilir teorisini ileri sürmektedir.
    Ancak böyle bir teori bir gün sözlerini ve koydukları kuralları ilahi bir akıl tarafından aldığını iddia edenler tarafından zorbalığa dönüşebilir bu nedenle adaletin tesis edilmesi konusunda yarım kalacaktır. Hegel’le birlikte “tinin kendini ifade etmesi olarak adalet” anlayışıyla karşılaşırız. Hegel’e göre, bir toplumda etik ancak böyle gerçekleşir: Hegel’de hukuk, etik, devlet gelişen ve ilerleyen kavramlar olarak göze çarpar.Daha önceden bahsedilen teorilere nazaran daha sağlam bir zemine dayanan bu teori adalet kavramının tesis edilmesinde sağlıklı bir ilerleme sağlanmasını sağlayacaktır.
    Bir çok teoriyi mevcutta örnek vermemiz mümkündür ancak örnekte bahsi geçen Rawlsin ‘Hakkaniyet Adaletin Temeldir’ anlayışı adil bir toplum oluşturabilmenin temelini atmasında öncülük edebilecek bir teoridir. Sonuç olarak adalet kavramı için çeşitli varsayımlar içerisinde bu kavramın tesis edilmesini sağlayacak en yakın teori adalet kavramının hakkaniyet ile doğrudan ilişki içerisinde olduğu John Rawls’in teorisi olacağı görüşüdür.

  31. Makalelerde gördüğümüz üzere adaletin nesnel bir tanımı yoktur. Olması da mümkün değildir. Kimi filozof faydalı olanı adil kabul ederken kimi eşit olanı kimi de ilahi veya siyasi gücün otoritesini adil kabul eder. Adalet hakkı olana hak ettiğini vermektir. Ancak bu yeryüzünde pek mümkün görünmemektedir. Örneğin kişilerin çalışma koşullarına baktığımızda emeğiyle maaşı arasında adalet söz konusu değildir. Torpille gelinen bir makamda az mesai yaparak yüksek meblağlarda maaş alındığı bir iş yerinde uzun saatler çalışarak çok emek harcayarak ilk örnekteki kişiden çok cüzi miktarda maaş alan kişiler vardır. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Dünya düzeninin kendisi adil değil zaten. Geçen hafta söylediklerinizi bende çok düşünüyorum. Okula gelmeden önce adalet konusunda çok daha fazla fikir sahibiyken belki de bilmeden etmeden söylemek kolay geliyorken şimdi adaletsizliklerin farkına vardıkça adalet hakkında çok fazla konuşmama isteği uyandı bende.
    Makaleye dönecek olursak Rawls’un tartıştığı adalet, hukuki adalet olmaktan ziyade siyasi veya sosyal adalet kavramıdır. Kurmuş olduğu adalet anlayışı toplumsal sözleşmecilerden ve Kant’ın “insanları hiçbir şey için araçsallaştırmama ve herkes tarafından kabul edilebilecek davranışların benimsenmesinden” etkilenmiştir.
    Rawls, nasıl bir etik anlayışının herkes tarafından kabul edileceği, bunun koşulları ve araçlarının neler olabileceğine odaklanmıştır. Bu çerçevede yaklaşımını açıklayabilmek için bazı kavramlara ve varsayımlara dayanmıştır. Adil bir toplum kurabilmek için bir başlangıç sıfır noktası varsaymıştır.
    Başlangıç durumunda bireyler tüm bağlam ve özelliklerinden sıyrılmışlardır. Yani bireyler hangi sınıftan geldiklerini, hangi dine mensup olduklarını, cinsiyetlerini vb. bilmemektedirler. Aynı zamanda kendi iyi yaşam anlayışlarından da yoksundurlar. Başlangıç durumunda bireylerin varsayımsal durumu özgür ve eşit, akıl ve irade sahibi olmasıdır. Kant’ın öngördüğü gibi ahlak sahibi olup karşılıklı birbirlerine saygı duymaktadırlar. Bireyleri sahip oldukları eğilimlerinden sıyıracak olan ise bilgisizlik peçesidir. Bilgisizlik peçesi ile bireyler toplum içerisindeki konum ve statülerinden sıyrılarak yani avantaj ve dezavantajlarından haberdar olmayan bir konumda rasyonel seçim yapabilen tarafsız bireyler haline dönüşebilecektir.
    Rawls’un ilk durumda dediği, toplum sözleşmesinde hakkaniyet olarak adalete ulaşabilmek için insanlar tarafından anlaşmaya varılmış ilkelere dayanması gerekir. İnsanlar ancak bu ilkeler üzerinde anlaşmaya vardığında adalete ulaşabilir ve bireylerin özgürlük ve eşitliği sağlanmış olur. Bu durum şuan ki toplumlarda çok mümkün görünmemektedir. İkinci ilkeye geldiğimizde biraz önce bahsettiğim durum ortaya çıkıyor. Sosyal ve ekonomik farklılıkların giderilmesi amaçlanmıştır. Bunun sağlanabilmesi için toplumsal makam ve mevkilerin herkese açık olması gerekmektedir. Bu durum ülkemizde de en yakındığımız konulardan biridir. İyi bir referansın veya ekonomik gücün olamadığı takdirde belli makamlara yerleşmek zordur.
    Kurumların adil olması gerektiği düşüncesi, her kurumun varlık nedeninin temel bir insan hakkını korumak olduğu düşünüldüğünde, çok önemlidir. Kurumların işleyişinde sosyal devlet ilkesine gereği gibi bağlı kaldığımız müddetçe eşit değil ama adil bir toplumdan söz edebiliriz. Maalesef şuan dünya üzerinde bir çok kurumun işleyişi de bozuktur. Buda adaletten ne kadar yoksun olduğumuzun belirtilerinden bir tanesidir…

  32. Rawls’un adalet kuramı, adaletin hakkaniyet olması hususuna dayanmaktadır. Ve adaletin sağlandığı ve adaletin temel ilkelerinin toplum tarafından belirlendiği bir “başlangıç durumu” öngörmüştür. Bu başlangıç durumu toplumsal sözleşmecilerin devamı gibidir. Toplumsal sözleşmecileri işlediğimiz zaman dersten önce makale ve diğer kaynaklardan konuyu okurken ve ders işlenirken; devletin ortaya çıkışının, doğal hukukun birtakım varsayımlara dayandırılmasını yadırgamıştım. Yani mesela gerçek olmadığına kendi de ikna olduğu halde Hobbes’un kendi kuramına bu kadar bağlı olmasını ve buna sonuç bağlamasını kendi içimde mantıklı bir çerçeveye oturtamamıştım. Benim için devletin ortaya çıkışı, toplumun örgütlenişi gibi hususlar net bir tarihsel gerçekliğe dayandırılmalıydı ve bu teorilerin hiçbiri tam anlamıyla ikna edememişti. Rawls’un adalet kuramını okurken ise bir başlangıç durumunun kurgulanmasını, cehalet peçesi adı altında insanların birbirlerine ve kendilerine dair hiçbir farkındalığa sahip olmamasını ve bu vesileyle herkesin birbiri için en iyisini isteyip kişisel çıkarlarını gözetmediği kuramı beni o kadar da rahatsız etmedi. Bunun nedenini kendi kendime düşündüğüm zamansa bir klişe olarak ve haklı olarak adaletin oldukça soyut bir kavram olmasını çoktan kabul etmiş olmamdan kaynaklandığını tahmin ettim. Yani adaletin zaten yeterince soyut olduğuna ve onun tanımının yapılmasına uğraşılmasının tehlike doğurabileceğine geçen hafta ikna olmuşken; bu hafta bu kuram beni rahatsız etmedi aksine bu konuda bana yeni bir bakış açısı kazandırdığını düşündüğüm için okurken keyif aldım. Yine de makaleyi okurken somut örnekler aramadım diyemem. İlk insanlarda böyle bir durum olup olamayacağını düşündüm. Ama orada da en azından “güçlü-güçsüz” ayrımının olacağını ve tarafların adaletten çok hayatta kalmayı isteyeceğini düşünerek bu çabamdan vazgeçtim. Ancak Rawls’un kuramının beni rahatsız etmemesinin bir diğer sebebi ise 11 haftanın sonunda nihayet, mükemmel işleyen bir kuramın imkansızlığına ve tamamıyla inanıp ikna olmamdır diye düşünüyorum.
    Yukarıda bu teorinin bana yeni bir bakış açısı kazandırdığını ifade etmiştim. Adaletin sağlanması benim için objektif bir şekilde hakkını hak edene vermek iken Rawls bunu benim için biraz daha anlamlı kılarak altını doldurdu. Yani farklılıkların farkında olmayan insanların sahip olduğu adalet anlayışı ve onların bunu bundan sonraya miras bırakması aslında benim objektiflikten kastettiğim husus. Herkesin eşit olması mümkün değildir ve buna gerek yoktur. Yapılması gereken şey uyuşmazlığa hiçbir tarafın (ırk, cinsiyet, ideoloji) etkisi altında olmadan (objektif bir şekilde) yaklaşmak olacaktır diye düşünüyorum. Ve hak edene hakkını vermek kısmı ise eşit koşullarda olmayan kişilerin fırsatlarını eşitlemek, sosyal adaleti sağlamak olacaktır.
    Umay Gökçe AYAN

  33. John Rawls , hakkaniyete uygun adalet anlayışından bahsetmiştir. Toplumun adil olması için hakkaniyetli olması gerektiğini bunu da dağıtıcı adalet ile ortaya çıkacağını savunur. Genel manada toplumsal sözleşmecilere yakın görüşler ortaya atmıştır bireyi ön plana koyarak. İnsanların adalet ilkeleri üzerinde anlaşarak bir sözleşmeye yapmasını öngürüyor (günümüzde imkânsız) Cehalet peçetesi diyerek bu adalet ilkesine kimsenin sosyal statüsü, sınıfı, rolü bilmeyerek eşitliği sağlama düşüncesinde. Herkes benzer konumda olduğu için ilkeleri kendine göre düzenleme fırsatı bulunmaz. Ekonomik amaçlar bireylerin hak ve özgürlüklerinin önüne geçmemesi önemli olan kurumların herkese açık olması gerektiğini söyler. Çünkü zenginlik hiçbir yerde eşit şekilde dağıtılmamıştır. Sosyal ve ekonomik eşitsizliği pozitif ayrımcılık ile çözebilme taraftarı (doğru buluyorum) burada eşitliği sağlamak için önemli rol kurumlara düşüyor.

  34. Başlangıç Durumu, Bilgisizlik Peçesi adlı makalede Rawls’ın siyasal adalet isteminden ve insanların başlangıç yani doğal hallerine dönmelerinden söz edilmiştir. Bu başlangıç durumuna dönen insanlar her türlü bağdan inançtan sıyrılmış olacakları için yardımlaşma, iş birliği gibi faaliyetleri toplum yararı için yapacaklardır. Ancak her şeyden sıyrılmış oldukları için neyin kendileri için iyi olduğunu bilemeyeceklerdir. Toplumu bireyler oluşturduğuna göre kendilerine neyin yararının dokunacağını bilmeyen bireyler nasıl tüm toplum için faydalı olacak seçimler yapsın? Sadece bununla kalmamakla beraber bir arada bulunacak bu insanların uzun bir süre başlangıç durumunda kalabilmesinin de söz konusu olabileceğini düşünmüyorum. Bir arada bulundukları için belli inançlarla ve ahlak kurallarıyla bağlanmaları kaçınılmaz bir gerçek olacaktır. Ve zaman geçtikçe insanlar yeniden bencilleşmeye, toplum için adaletli olanı değil de kendilerinin çıkarına olanı seçeceklerdir. Mükemmel bir eşitlik oluşturan bir sistem ya da adaletin tek seçenek olacağı bir sistem yaratılamaz.

  35. Hakkaniyet Adaletin Temeli makalesine ilişkin reaksiyon metnim;

    Adaleti toplumun birincil erdemi olarak tanımlayan Rawls, kendi ele aldığı adalet düşüncesini “toplumsal adalet” temeline dayandırarak oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bahsi geçen adalet teorisinin oturmuş olduğu temel zemini olan “hakkaniyet olarak adalet”, toplumsal sözleşme geleneğine dayandırılmış olup bu sözleşme ile amaç edilen aslında bir hükümet formu tesis etmek değildir. Rawls, adalet kuramı, var olan adalet koşulları altında kendi kendine yetebilecek kapasitede olan toplumun temel yapısıyla sınırlandırmak ve toplumun temel yapısı için adaletin ilkelerini bir kılavuz olarak değerlendirmektir.

    Rawls’un bahsi geçen “hakkaniyet olarak adalet” argümanı hali hazırda iki boyutlu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki, model olarak belirlenen orijinal durumda kişi ve toplum fikri iken ikincisi, toplumsal istikrarı sağlayacak olan ilkelerin seçimidir. Ancak Rawls’a göre en ciddi problem, ilkelerin seçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle diğer sözleşme teorileri gibi Rawls tarafından ortaya koymuş olan “hakkaniyet olarak adalet” düşüncesi de doğal olarak iki bölümden oluştuğunu kabul etmek gerekmektedir. İlki, başlangıç durumunun açıklanması ve buradaki seçim problemi iken, ikincisi, tartışılan ve kabul edilecek olan ilkelerin yerleştirilmesi olacaktır.

    Rawls’un teorisinde, “hakkaniyet olarak adalet” fikri, hali hazırda modern toplumda “makûl oranda çoğulculuk gerçeğine” bir kamusal temel sağlama ve bunu haklılaştırma amacıdır. Rawls burada çözüm önerisi olarak siyasî bir düşüncenin kaynağının dışındaki değerlere karşı her zaman ihtiyatlı olunması gerektiğini savunmuş ise de olabildiğince çok çeşitlilikte olan kapsamlı görüşlerle de bir uyum içerisinde olunması gerekliliğini de vurgulamaktadır.

    Öyle anlaşılıyor ki düşünür, bunu bize sağlayacak olan “hakkaniyet olarak
    adalet” düşüncesini daha açık hale getirmeyi istemektedir. Düşünüre göre nasıl ki doğruluk, düşünce sistemlerinin birincil erdemiyse adalet de sosyal kurumların birincil erdemi olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Adaletin ilkelerinin düzen içerisindeki rolünün ne olduğunu açıklamakla başlayacağını söyleyen Rawls, ilk olarak toplum üzerine bir değerlendirme yapmaktadır.

    “Toplum, az ya da çok kendine güvenen kişilerin bir birliğidir ve bu kişiler, birbirleriyle olan ilişkilerinde bağlayıcı olan kuralların farkındadır. Her ne kadar bir toplum, karşılıklı avantaj için bir ortaklık girişimi olsa da genel olarak çıkarların özdeşleştiği kadar çıkarların uyuşmazlığının da var olduğu aşikârdır.”

    Düşünür açısından incelendiği takdirde şu anlaşılacaktır; Toplumsal işbirliği, herhangi bir kişinin sadece kendi çabasıyla sağlayacaklarından daha iyi bir yaşamı herkes için ulaşılabilir hale getirdiğine yönelik ortak inanç oluşmuşsa da işbirliği sağlanmak istendiği takdirde verilecek olan görevlerin ve oluşacak faydaların nasıl üretileceği konusu insanlar arasında benmerkezciliğe dayalı olarak bir çatışma hali yaratacağı kabul edilmesi gerekmektedir. Bahsi geçen bu sorunların ortaya çıkma olasılığı dikkate alındığında Rawls, çözüm önerisi olarak çeşitli toplumsal ögeler arasında belirlenmiş olan ilkelerin seçilmesi gerektiğini savunmaktadır. Öne sürülen bu ilkeler toplumsal adaletin ilkeleridir. Bu ilkeler toplumun temeline dayalı olarak hak ve görevlerin belirlenmesinde katkı sağlayacak ve yine bu ilkeler, toplumsal işbirliğinden kaynaklı olarak ortaya çıkacak olan sorumluluk ve kazançlarının uygun dağıtımında belirleyici olacaktır.

    Sonuç olarak Rawls’ın bu düşünceleri ile kamusal alana fazlasıyla odaklı kalmış ise de özel alanı ihlal ettiği tarafımca anlaşıldığı gibi özel alanlarında insanlar kendi çıkarlarına göre davranabileceği düşüncesi ortaya çıkmaktadır. Özel alanın görmezden gelinerek adalet ilkelerinin oluşturulmamış olması adil bir toplum oluşturmaya elverişli olmayacağı kanaatindeyim. İşbu durumda bir adalet teorisi özel alanı görmezden gelerek yeterliliğinin savunulması mümkün olabilecek mi sorusunu aklıma getirmektedir.

    201551181
    İrem Yaren Yıldız

  36. Hakkaniyet Adaletin Temelidir adlı makalede John Rawls adaletin hakkaniyetten geçtiğini bunun içinde aslında insanların bireysel olarak kendileriyle ilgili her şeyi unutmaları gerektiğini söylemiştir. Evet gerçekten de insanlar kim olduklarını bilmese nerede oturdukları önemli olmasa ırkları, kimlikleri, cinsiyetleri bunların farkında olmasalar, belki de karşımızda ilk defa gördüğümüz bir insanı direkt kendimizle bir tutabiliriz. Mesela en basitinden yolda yürürken insanlar, karşılaştığı insanların yüzlerine, ayakkabılarına, giysilerine bakar dikkat ederler. Ve insanları öyle sınıflandırır öyle değerlendirirler. Bu kadın-erkek, yoksul-zengin, siyah-beyaz şeklinde değerlendirmeler içerir. Ancak ne yazık ki bu böyledir. Ve böyle süregelmiştir. Rawls toplumda zenginliğin tamamen eşit bir dağıtımının olanaksız olduğunun bilincindedir. Ve esasen gerekli olan şeyin tüm sosyal konumların herkese açık olması gerektiğini ileri sürer. Bence de esas gerekli olan şey budur. Ve makalede geçen adalette görecelidir kısmında aslında her filozof gerçekten de kendisine göre olan şekilde adaleti yorumlamıştır. Çakıştıkları nokta da denk düştükleri nokta da olmuştur. Ama ben adaletin insanlara göre farklı farklı düşünülüp açıklanmasından ziyade veya herkese göre farklı bir görecesi olmasından ziyade bütün dünyada eşit şekilde algılanıp eşit şekilde dünyanın her yerinde uygulanmasını isterdim. Ancak adalet zamanla gelişim gösteren bir durumdur.

  37. “HAKKANİYET” ADALETİN TEMELİDİR
    Makalede ilk olarak çeşitli dönemlere ait çeşitli düşünürlerin adalet tanımları yapılmıştır. Bizce daha objektif nitelikte olan adalet anlayışları Locke ve Montesquieu’nün tanımlarıdır. Bu isimlerin yanı sıra görüşlerine de uygun olan ve benzeyen Hobbes, Kant ve Rousseau’nun adalet anlayışlarının da bizce doğruluk payları vardır. Ancak Hume’un “mülkiyet hakkı” konusundaki düşünceleri ve adalet anlayışı da günümüz hukuk sistemlerinde önemli yer teşkil etmektedir(T.C. Anayasası 35. madde ve AİHS 1. Protokol 1. madde gibi).
    Rawls’ın adalet anlayışını bizce “liyakat toplumu” olarak özetlenebilir. Onun anlayışında bizce iki önemli ilke vardır: İlki fırsat eşitliği ilkesidir. Bu ilkeye göre eşit başlayan bir süreçte insanlar yeteneklerine ve bileğisine göre Farklı komumlara ulaşmalarıdır(dağıtıcı adalet). İkinci ilke ise kanun önünde eşitlik ilkesidir. Bu ilkeye göre aynı ve ortak bir yasa varsa herkes yasa karşısında eşit durumda olacaktır. Yasaya itaatsizlik durumunda itaatsizlik eyleminde bulunan kişi sosyo-ekonomik durumuna göre ayrım yapılmaksızın kendisine eşit bir şekilde yaptırım uygulanacaktır(düzeltici adalet).

  38. “Hakkaniyet Adaletin Temelidir” makalesi hakkında refleksiyon paragrafı yazmak istiyorum.

    John Rawls’ın hakkaniyet adaletin temelidir dediklerinden benim çıkardığım sonuç, bu adaletin sağlanmasında aşamalı olarak davranmak ve ardından mutlak bir şekilde insanlar arasında olabildiğince “hakkaniyetli” bir anlayışta adaleti yerleştirmektir. O da şöyle mümkün olmaktadır ki bu benim makaleden çıkarttığım bir sonuç olarak değerlendirilebilir. “Empati kurabilmek” adaleti. Peki nasıl? John Rawls adaletin ilk görünümünde bir toplumdaki bütün bireylerin adalete cahil peçesinin ardından bakmasını, yani kendi çıkarlarını bir kenara itip sadece ve sadece yanındaki diğer kişilerle eşitliğini sağlayabilecek adaletin oturtulmasını hedefler. Bu böyle yapılınca, insan kendi çıkarını düşünmeden sadece bireysel olarak hak ve özgürlüklerin üzerinden bir adalet bakış açısı geliştirdiği zaman, etrafındaki insanlarla aynı konumda olacak şekilde bir adalet anlayışı, yani onlar ne haklara sahipse o da o haklara sahip olacak şekilde bir adalet anlayışı yerleştirir. Ben bu ilk cahil peçesinin ardından bakışta bir empati yapabilme ölçüsü görüyorum. Olumlu bir birey kendisi kadar başkasının da yaşamasını, yemesini içmesini kısaca özgür olmasını ister. Anladığım şudur ki; John Rawls herkesin kişisel menfaati olmadan bir bakış açısını benimserse empati yapabilecek şekilde bir adalet anlayışı yerleşeceğini ve bunun hakkaniyetli olacağı düşüncesindedir.
    İşte bu gerçekleştikten sonra artık ikinci aşamaya geçilecektir. Bu ilk aşamaydı ve bir sözleşme şeklinde insanlar bunu yaptılar ve yerleştirdiler. Şimdi bu yerleşmiş anlayış üzerinden toplumda yer alan adalet dağıtıcıların üzerinde durabiliriz. Bunlar toplumsal kurumlardır ve ilk aşama olarak çıkarı dışlayan adalet anlayışında o da yer almaktadır. Bu kurumlar bireysel menfaatin dışlandığı adalet anlayışı içerisinde hak ve menfaati dağıtırken nasıl davranacaktır? Yine de ekonomik hazlar vardır ortada. Geçici olarak arkaya bırakılsa da her zaman bulunmaktadır ki makalede de bundan bahsedilmiştir. İşte burada devreye giren adaleti dağıtıcı kurumlar adaletli bir dağıtımı gerçekleştirebilmek için olabildiği ölçüde en kötü haldeki kişiyi gözeterek adaleti dağıtacaktır. Evet ilk cehalet peçesiyle bakışta adalet anlayışı kendini gösterdi ve bir sözleşme yapıldı bu şekilde. Ama bu sözleşmenin ifası da gerekecektir. Sözleşmeye aykırı davranmamalıyız geçersizlik yaptırımı için- ki burada bu yaptırım hakkaniyeti barındırmayan adaletsiz bir toplum şeklidir. Esas olan kurumların, toplumun sözleşmedeki bireysel hak ve özgürlükleri ön planda tuttuğu anlayışa uygun olarak en kötü haldeki insanın halinden anlayabilip onun açısından tepeye doğru yani iyi durumdaki insana doğru çıkarak adaleti dağıtmasıdır.
    İşte John Rawls’a göre ve benim onun hakkaniyetli olmak adaletin temelidir fikrinden çıkardığım sonuç bu şekildedir. Mutlak bir adalet sağlamak hiçbir zaman mümkün olmasa da, ilk olarak çıkarların dışlandığı empatik bakışla bir temel oluşturup- ardından da buna göre en zor durumda olana, olabildiğince eşitliği sağlama şeklinde bir adalet götürebilme güdüsü, maksimum
    düzeyde hakkaniyetli bir adalet düzeni sağlama çabası içerecektir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s