Bu (son) hafta derste onarıcı ve usuli adalet kavramlarını ele alıp tartışacağız. Bu kapsamda aşağıdaki makalelerin okunması ve bunlara dair görüş / eleştiri yazılarının 30 Mayıs Pazar günü saat 18:00’e kadar Blog üzerinden iletilmesi gerekmektedir.
Ayrıca genel bir ders değerlendirmesi de yapılacak olup, varsa görüş, eleştiri, öneri, önceki konulara dair sorularınızı da düşünün.
Not: Aşağıda olmayan bir başka makale Webonline’da paylaşılmıştır, lütfen gözden kaçırmayın.
ONARICI VE CEZALANDIRICI ADALET
Öncesinde çeşitli teoriler üzerinde durduk. Bu hafta da onarıcı ve cezalandırıcı adalet üzerinde duruyoruz. Cezalandırıcı adalete göre suç; yasal düzenin ihlalidir. Onarıcı adalete göre suç ise; bir yıkım ve zarardır. Onarıcı adaletin başlaması için tüm tarafların gönüllü katılması, failin sorumluluğunu kabul etmesi gerekir. Onarıcı adalette; anlaşmazlığın tarafları adalet sürecinde söz söyleme hakkına sahiptir. Asıl amaç da suçun doğurduğu yaraların sarılması ve taraflar arasında gerçek sulhun sağlanmasıdır… Son haftamız olduğu için, bu haftaya özgü şeyler yazmaktan çok genel bir bakış atmak istiyorum.
PLATON BUGÜN YAŞASA İDİ !
Her teoriyi okuduğumda mantıklı buldum ama karşı fikir dile getirildiğinde aksayacağı yönleri görürken, bu defa karşı fikrin daha mantıklı olduğunu düşünmeye başladım. Ama onun da eleştirilecek yönlerini bir başka görüş ortaya koydu ve böyle devam etti. Tam olarak en doğrusunun ne olduğuna karar vermem mümkün olamadı. O kadarla da kalmadı; yakın zamana ait olanlar da olsa, yüzyıllar öncesinde insanların geliştirdiği teorileri okudukça, her biri sanki eksikliğimin yüzüme vurulması gibi idi. Eksikliğimi görmek beni biraz mutsuz etti, sanki daha bir haddimi bilmek gerektiğini hissettim. Ama bir şeylerden habersiz mutlu gezmektense, …
Teori üretenlerden özellikle Platon ve Aristo, Milattan Önce dördüncü ve üçüncü yüzyılda yaşamış. Yaşadığı çevre (bugün ile mukayese edilemeyecek derecede) küçük olmalı, coğrafyalar arası seyahatler bugünkü gibi kolay olmadığı için diğer coğrafyada yaşayan insanlardan da habersiz olmalılar, diğer yerlerden haberdar olmalarını sağlayacak gazete dergi gibi şeyler de yok. Buna rağmen hangi verilerle, nasıl böylesi konuların derinine inebilmişler. Doğrusu canımı sıktılar. Çünkü bugün insanların; daha çok insanın bir arada yaşadığı, coğrafyalar arası seyahatler nedeniyle fiilen, haberleşme olanakları nedeniyle uzaktan her şeyden haberdar olması mümkündür. Yani şunu söylemek istiyorum; teori üretmek için bugün daha çok veriye sahibiz ama neden ben onlar gibi düşüncelerimin derinine inemiyorum?
İşte bu noktada Platon, Aristo ve diğerlerine karşı kızgınlığın (aslında hayranlığım) daha bir artıyor. Madem ki kızıyorum o zaman ben de onlara bir göndermede bulunmak istiyorum; PLATON bugün yaşasa idi!!! Acaba yine kendi içine dönüp, öylesine teoriler üretebilir miydi? Yoksa İnternet, sosyal medya, facebook, twitter, bloğ, vs, vs,lere dalıp, felsefi düşünceler üretmeye zamanı kalmaz mıydı? … Hüseyin KOÇAK / 201851601
Onarıcı adalet, fiil ve failden öte mağdur ve onun zararını temele alan bir sistemdir. Bu noktada cezalandırıcı adaletten farklı olarak suçlar, öncelikli olarak devlete değil bireye zarar vermektedir. Kanımca bu kamu düzenini yok sayan bir düşüncedir. Nihayetinde her aykırı davranış bireye zarar verdiği ölçüde ve hatta bazı durumlarda bireyin uğradığı zarardan çok daha fazla olarak kamu düzenine ve topluma zarar vermektedir. Kamu düzeninin zarar görmesi devlete karşı yapılmış bir davranıştır. Bu noktada devleti ve kamu düzenini suçlardan soyutlayıp, yalnızca bireyi temele almak fiili azımsamak olacaktır. Öte yandan bu davranışların devlet tekelinde bireyi dışlamak suretiyle müeyyidelendirilmesi de mağduriyeti yok sayacak ve dolayısıyla amacından sapacaktır. Bu noktada mağduru ve taleplerini yargılama sürecinin dışında tutmak adil olmayan sonuçlar doğuracaktır. Pek tabii bireylerin istek ve zararlarının göz önünde tutulması ve bu doğrultuda faillerin cezalandırılması gerekir. Burada cezalandırma kelimesini bilinçli olarak kullanıyorum çünkü her ne kadar bazı durumlarda bireylerin cezalandırılması onların toplumdan soyutlanmasına, tabiri caizse etiketlenmesine ve belki de geri dönülemez sonuçlar doğurmasına yol açsa da bu durumun gözetilerek yumuşatılması yahut dönüştürülmesi, cezalandırmanın tümüyle kaldırılmasından daha doğru olacaktır. Bu ölçüde yargılama sürecine dâhil edilen mağdur ve mağduriyeti doğrultusunda bir karar verilmesi gerekse de hükmedilecek sonuç mağdurun taleplerinden oluşmamalıdır. Aksi halde bu durum şiddet tekelinin devlet elinde yalnızca göstermelik olarak bulunmasına yol açacaktır. Hatta bu durum ilkel toplumlardaki öç alma duygusuna dayanan kısasa kısas gibi karşılıklı zararlara yol açacaktır. Öte yandan mağdurun zararının asla telafi edilemeyeceği durumlarda ne gibi bir karar verileceği de meçhuldür. Mesela bir anne, evladının ölümüne sebep olan birinden ne gibi bir talepte bulunabilir yahut bu durumda faile hükmedilecek durum annenin zararını tazmin edebilir mi? Tüm bunlardan ayrı olarak onarıcı adalet kesinlikle belirsiz sonuçlar doğuracaktır. Bir bütünlük sağlanamayacağından dolayı, hukuki öngörülebilirlik, belirlilik gibi hukuk devletinin vazgeçilmez ilkeleri kuşkusuz ihlal edilecektir. Peki, bu durumda faile karşı uygulanılan durum adil olur mu? Adalet bir terazi olarak sembolize edilirken asla eşit ağırlıkların mevcut olmadığı da göz önünde bulundurulmuş mudur?
ONARICI ADALET’E GENEL BİR BAKIŞ
Onarıcı adalet anlayışı hiç şüphesiz cezalandırıcı adalet anlayışına göre daha makul ve kabul edilebilirdir. Ancak canı yanan mağdur veyahut yakınlarının olaya bakışı, duyduğu üzüntü, kaygı belirlenebilir değildir. Olaydan olaya veya kişiden kişiye göre bazı durumlarda cezalandırıcı adalet anlayışı mağdur veya yakınlara daha makul görünebilir. Bana göre, ikisi de yeterli değil, kalıcı çözümden uzaktır. Önemli olan suçlunun nasıl cezalandırıldığı mı? Mağdurun nasıl mağduriyetinin giderildiği mi? Yoksa suçun başlamadan önlenmesi midir? Bana göre toplumda suçlunun nasıl cezalandırıldığı veya nasıl ıslah edildiğinden ziyade o toplumda nasıl suç işlenmez bunlara daha çok odaklanmak gereklidir. Kısa vadede saçma görünebilir, ancak uzun vadede toplum huzuru ve refahı için daha önemli olabilir. Birçok toplumda geçmişten günümüze hep suçlular cezalandırılmıştır. Kimi zaman hafif kimi zaman da ağır cezalarla yapılmıştır. Cezalarla suç önlenemediğinde toplumda faillere yönelik açılımlar yapılmış; af, iş olanağı vs. Hayatı boyunca hiçbir suça karışmamış kişilere karşı adalet mekanizması hiçbir işlev görmemektedir, onları adeta görmezden gelmektedir. Adalet sistemlerinin suçsuzluğu ödüllendirmesi gerektiğini düşünmekteyim. Birçok kişi bunun gereksiz olduğunu, bu zaten onların yapması gereken şey diye düşünebilir. Kişinin suç işlememesi tabiki olması gerekendir, ancak sistemin sürekli olarak suç işleyenlere yönelik faaliyetleri bir süre sonra kişinin davranışlarını yönlendirmesinde etkili olacaktır. Bu adalet anlayışı illaki ceza bağlamında değil, devletin her anlamda hayatı bir bütün olarak görmesiyle daha verimli olacaktır. Örneğin; hiçbir suça karışmamış bireye yapılacak vergi indirimi, yardımlar, sosyal imkanlar vs. “Suç işleyenleri meydanda sallandıracaksın kimse bir daha suç işlemez” mantığını doğru bulmuyorum, tarih boyunca da çözüm olmamıştır. Suç işleyenle uğraşmak yerine suçun oluşmasını engellemek daha doğru olmaz mı?
Hüseyin Yurtseven – 201951211
Onarıcı adalet kavramı kapsamında sanıyorum şu durumlar da göz önüne alınmış olabilir: Gözlemleyebildiğim kadarıyla toplumda bazen bazı insanlar davranışlarının suç sayıldığını ve muhatapları olan insanlara haksızlık ettiklerini bilin yüzeyinde “bilmelerine” rağmen, suçu işledikten sonra veya yakalandıkları ve ceza aldıklarında, utanç ve pişmanlık duymaya başlamayabiliyorlar. Ve bu pişman olmama haliyle birlikte senelerce ceza da almış olsalar, aslında “ıslah” durumunu kazanmadan cezalarını bitirmeleri de mümkün olabiliyor çünkü gerçek anlamda bir “bilme” haline sahip olamıyorlar. Kimi zaman bu, onların insani duygulardan tümüyle yoksun olduğu ve hepsinin gerçek anlamda sosyopat olduğu anlamına gelmeyebilir. Bazı insanların suçlarıyla yüzleşmeleri ve onun gerçekten kötü bir davranış olduğunu anlamaları için bir aydınlanma ve idrak “an”ına ihtiyaçları oluyor. Bu “an” bir çeşit empati yapmaya başladıkları, yaptıkları suçun gerçekten idrakine vardıkları, bu davranışın etkilerini anlamaya başladıkları bir an olabilir. Bu “an”ı tecrübe etmelerini tetikleyen şey de o davranıştan etkilenen insanların durumunu görmeleri, onlarla kısa da olsa bir zaman geçirmeleri ve durumu gerçek anlamıyla artık hissetmeye başlamaları olabilir. Bunu sağlamak için de aslında tarih boyunca onarıcı adalet kavramı düşünülmüş ve uygulanmaya çalışılmış. İzlediğim bir polisiye-hukuk dizisinde, bir öğrenciyi ona silah doğrulttuğunu sandığı için yanlışlıkla öldüren bir öğretmenin davasında, onarıcı adalet yöntemlerini kullanmışlardı. Kurban çocuğun annesi ile onu öldüren öğretmenin, bir yandan bazı tanıkları da dinleyerek, karşılıklı konuştukları, adeta durumu birlikte analiz ettikleri bir sahneydi. Tanıkların ifadeleriyle birlikte öğrencinin öğretmeninin işine son verebilecek nitelikte gizli bir şey bildiği ortaya çıktıktan sonra, öğretmen artık kendisi de kendi yaptığı davranışın altında aslında bu bilginin ifşasını önleme güdüsü olabileceğini düşünmeye başlamıştı. Çocuğun annesiyle de bu süreçte sürekli iletişim halinde olduğu için kendi davranışından ötürü artık kendi kendini sorgular hale gelmişti. İşte böyle bir kırılma “an”ı olması, failin gerçekten yaptığı davranış üzerine düşünmesi ve yaptığını analiz ederek gerçek anlamda ıslah olmasına yardımcı olabilir. Bu durum mağdurlar açısından da faydalı olabilir. Yıllarca haksızlığa uğramış hissiyle faile bilenerek, ona kör bir nefret duyarak yaşaması çok zor ve faydasız bir durum olabilir. Ama iyi işleyen bir süreçte, o da en azından duygularını daha bilinçle yönetebilir. Herkesin birbirini affetmesi hiçbir şekilde tek başına yeterli olmaz, böyle bir affı beklemek gerçekçi de olmaz hatta belki doğru da olmaz, ancak failin çekeceği cezanın gerçekten etkili olmasını ve çekeceği ceza boyunca zihninde gerçekleşecek bir muhakemenin olabilmesini, mağdurun da uğradığı haksızlığın muhakemesini yaparak belki de o sayfayı kapatarak hayatına devam etmesini mümkün kılabilir. Tüm bunlar elbette ki bence işlenen suçların çok az bir kısmı için geçerli olabilir ancak uzun vadede toplumun yekün şekilde ıslahı için bu kısmın önemli bir kısım olabileceğini de unutmamak gerekir diye düşünüyorum.
hınç ve onarıcı adalet makalesi
onarıcı adaletin ortaya çıkış sebeplerinden ilki, ceza adaletinin failin davranışlarını engellememesi ve mağduru daha da mağdur etmesidir. Makaleye göre kimsenin kendisi dışında oluşan bir suçtan sorumlu tutulması gerektiği söylenmektedir. Yani bir çocuğun babasının veya dedesinin suçlarından sorumlu tutulması gerektiğini söylemektedir. Ancak Almanya’da devam eden şu durumdan bahsediliyor;
Nazi döneminde Yahudilere karşı gerçekleştirilen katliamdan, siz yaptınız deniliyor, o zamanlarda yaşamamış bir kişinin işlenmiş bir suçtan dolayı sorumlu tutulması gerekiyor. İşte tam da bu durumdan dolayı o dönemde suçları işleyenlere her ne kadar cezalar verilse de bu durumun mağduru daha da mağdur etmesine yol açmasından dolayı onarıcı adalet kavramı ortaya çıkmıştır.
Cezalandırıcı adalet sisteminde göz ardı edilen mağdur, onarıcı adalet sistemiyle failin fili dolayısıyla maruz kalmış olduğu zararının onarılması amaçlanmıştır. Bu noktada bu zararın onarılabilmesi için zarar açık bir şekilde tespit edilmelidir. Ancak onarıcı adalet sisteminde buna ilişkin bir tespit göremedim. Kaldı ki mağdurun maruz kaldığı fiil dolayısıyla uğramış olduğu zararın giderilmesi her durumda mümkün olması da beklenemez. Fail bir kişiyi öldürdüğünde burada her ne kadar yoksun kalınan kar gibi bazı maddi ve manevi zararlar yakınları tarafından isteme fırsatı verilse de bu ölen kişilerin yakınlarının zararının tam karşılığıdır demek pek mümkün olmayacaktır. Öte yandan filli gerçekleştiren fail mağdurun uğradığı zararı her durumda karşılayabilecek bir ekonomik vs gücü elinde bulunduruyorsa ilgili eylemlerde bulunmaktan onu alıkoyacak bir mekanizma da oluşturmuyor. Her ne kadar hukuk kurullarına o kurallı içselleştirdiğimiz için uymamız gerekse de toplumlardaki sosyolojik gerçeklik hukuk kurallarına uyma eyleminin onu içselleştirmekten çok cezalandırma yönünden sakındıkları içindir. Yani aslında sosyolojik gerçeklikte göz önünde bulundurulduğunda cezaların varlığı, kişilerin suç işlemesini önler ve davranışlarını düzeltir. Bu açıdan onarıcı adalet anlayışında cezaların kişilerin davranışlarını düzeltici yönü olmadığı hususuna da katılmıyorum. Bir diğer husus da onarıcı adalette taraflar arasında diyalog, anlaşma ön planda tutuluyor. Taraflar arasında böyle bir diyalog sürecinin kurulması da oldukça zor çünkü bu kişilerden birisi halihazırda fail diğeri ise mağdur. Fail ile mağdur gerek yargılama sürecinde gerek de öncesinde zaten sürekli bir ihtilaf halinde olacaktır. Bu dosthane çözüm yöntemini taraflar arasında sağlıklı bir iletişim alanını oluşturmak ise oldukça zordur. Her ne kadar taraflar arasında bu iletişim sürecini oluşturmak ve çözüme kavuşturmak zor olsa da her durumda da böyledir denilemez. Keza bugün için hukukun çizdiği sınırlar dahilinde kalmak kaydıyla taraflar aralarındaki bazı uyuşmazlıklarda tahkime gidileceğini kararlaştırabilirler. Bu noktada zaten taraflar daha işlemin başında aralarında bir sorun çıktığı takdirde de aralarındaki iletişimin tamamen kopmadan birlikte çözebileceklerini kararlaştırmış konumdadırlar.
Tüm bu saptamalardan hareketle aslında bir hukuk sisteminde onarıcı adalet anlayışı da cezalandırıcı adalet anlayışı da olmazsa olmazdır.
ONARICI ADALET/CEZALANDIRICI ADALET
Onarıcı adalet, ‘‘geleneksel yargılamadaki suçlama ve suçluluktan ziyade tarafların iletişimi aracılığıyla adalete erişime çabasıdır.’’ Merkeze mağduru alarak zararın giderilmesini, yani faili topluma kazandırmayı amaçlar.
Cezalandırıcı adalet ise suç ile meydana gelen uyuşmazlığın çözümünde devletin ön planda olduğu yöntemleri esas alarak, suçu ve suçluyu tespit edip cezalandırma odaklı yöntemler benimsemiştir.
Her iki sistemin de kendine göre iyi ve kötü yanları vardır.
Toplumların gelişmesi bireylerin birbirinden uzaklaşmasına ve birbirlerine olan tahammülün azalmasına neden olmuştur. Bu durum suç oranını arttırmıştır. Suçlular ise cezaevlerinde toplumdan soyutlanmış, uzaklaştırılmıştır.
Bu yönden baktığımızda cezalandırıcı adalet suçluları toplumda barındırmadan hayatlarına devam etmelerini sağlayan, yani bir nevi günü kurtarmak gibi bir yöntemdir. Ancak bu suçluların bir noktadan sonra topluma karışmaları, hayata devam etmeleri gerekecektir. Oysa cezalandırıcı adalet kapsamında kaybedilmiş bir hayat söz konusudur.
Onarıcı adalet kapsamında; mağdurda meydana gelen zarar karşılanmalıdır. Taraflar arasında barış sağlanmak istenir. Şikayete tabii birçok suç uzlaşmaya tabii kılınmış, hatta uzlaştırma bazı durumlarda dava şartı olarak getirilmiştir. Ancak suç işlenmesi önlenmek istenirken suç işlenmesine potansiyel oluşturabilecek bir yöntem de söz konusu olabilir.
Bu nedenlerle tek bir sistemden ziyade suçun türüne göre iki sistemin de olması daha olumlu sonuçlara yol açabilir.
Ecem Eylül Engin-201851072
Onarıcı Adalete Genel Bir Bakış Makalesi ve Değerlendirmem
Onarıcı adalette, devlet suç unsuru olaydaki durumu sahiplenmeyip faillere, bireylere ve topluma pasif roller biçmez. Suçun bireye karşı işlendiğini kabul eder. Bu adalet anlayışının temel noktasını mağdurun uğradığı zararın giderilmesi oluşturur. Bu zarar tazminat, denetimli serbestlik vb. yollarla günümüzde giderilirken tarihte de makalede denildiği gibi tazminat cezalarıyla bu suçun telafisi yapılmaya çalışılmıştır. Makalede geçen ‘’Roma hukukunda, 12 Levha Kanununa göre hırsızlık sucunu işleyen kişi hakkında hırsızlığa konu eşyanın bedelinin iki katını ödemesine karar verilebiliyordu.’’ ya da ‘’ kabile dışından bir kişinin hırsızlık, öldürme gibi suçları işlemesi halinde, kabilenin önde gelen yaşlıları bu iki kabilenin arasındaki müzakereleri düzenlemekteydi. Bu onarım müzakereleri genellikle mağdura ya da kabilesine bir tazminat ödenmesi ile sonuçlanmaktadır.’’ ibarelerinden anlaşıldığı gibi bu adalet anlayışının ismi konulmasa da uygulaması çok eskilere dayanmaktadır.
Onarıcı adaletin temel birkaç özelliğini sayarsak bizim hukuk tarihimizde de bu tarz uygulamaların var olduğunu görebiliriz. Örneğin Osmanlı hukukunda bir hakaret suçu işlenirse bu kişiye tazminat yani altın ödeme, kalebentlik ya da donanmada kürek çekme gibi cezalar verilir. Bu cezalar hem failin toplumdaki yerinin ve psikolojisinin sarsılmaması için hem de adaletin sağlanması için uygulanmıştır. Yukarıda kısaca yazdığım olayda onarıcı adaletin özelliklerinin bir kısmı olan :
‘’- Suç, bireye veya topluma karşı gerçekleştirilmektedir
– Fiili dolayısıyla meydana gelen zararı giderecek kadarıyla sorumludur.
-Suçtan doğan sorumluluğun kişisel ve toplumsal boyutları söz konusudur.
-Ceza, kişinin davranışlarını düzeltmesi için yeterli olmayan ve toplumun uyumunu ve ilişkilerini aksatan bir husustur.
-Meydana gelen sorunun nasıl çözüleceğine odaklanılır. (Ne yapılması gerekiyor?)
-Onarma her iki tarafı da kapsamaktadır; amaç karşılıklı olarak barışmadır.
-Toplum onarım sürecini doğrudan yönetmektedir.
-Önemli olan husus, geleceğin vurgulanması ve failin davranışı sonucunda ortaya çıkan neticelerdir.’’ gibi birtakım özelliklerle de olayın uyuştuğunu ve bizim hukukumuzda da bu işin uygulandığını ve hala uygulanmakta olduğunu düşünüyorum.
Günümüzdeyse geçen haftaki reaksiyon paragrafımda da dediğim gibi arabulucu, uzlaşma, koşullu salıverilme, denetimli serbestlik gibi ceza hukukumuzda yeri olan tedbirler de zannımca bu anlayışın yansımasıdır. Örneğin Anglo-Sakson hukuk sisteminde toplum hizmeti cezası gibi bir ceza türü vardır. Bu ceza huzurevlerinde çalışma, kamusal alanların temizliği, kamusal alanların peyzajı vb. gibi işlerle failin topluma geri kazandırılması ve potansiyel bir suçlu olarak toplumun içine yeniden karışmamasını sağlamaktır. Bu anlayış ve bunun sonuçları Türk hukuku için şimdilik olumludur. Mahkemede iş yükünün azalması, tarafların yıpranmadan hakkını elde etmesi, mağdurun korunması yani 2.kez mağdur edilmemesi ve mağdurun işlenen suçun diyetini hemen kazanması gibi sonuçlardan dolayı uygulamadaki pratikler takdire şayandır. Ama onarıcı adalet programlarının hangi suçlara nasıl uygulanacağının, izlenilecek yolun, hedeflerin önceliklerinin belli olması ve bir program dahilinde yürütülmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Eğer bu doğru yapılırsa mağdur 2.kez mağdur olmaz ve adalet mekanizması makine gibi çalışır.
Oğuz Kağan Erdoğan 201851073
Onarıcı adalet konusunda ceza adalet sisteminin iki konuda başarısızlığını söylemek mümkün. İlki faillerin davranışını değiştirmesini sağlamadığı ve yeniden suç işleyebilmesi. İkincisi adalet sisteminin mağdurun ihtiyaç ve taleplerine cevap verememesi. Onarıcı adalet konusunda hedeflenen oluşan zararın kaldırılmasıdır.
Almanya’da üç sene yaşama fırsatı buldum. Alman halkı hukukun mayasını değiştirerek uyguladıkları nazi ideolojisi yerine, nazi ideolojisinin mayasını değiştirerek hukuku uygulamaya başlamıştır. Bugün insan hakları, özgürlük ve eşitlik kavramlarının altına, başkalarının farkedemeyeceğini düşündükleri nazi tohumları serpmiş durumdalar. Sıradan bir Alman ırkına mensup vatandaştan ben yüzde yüz ALMAN’ım lafını duymak normal birşeydir.
Bu başka halklarda da mevcut olmakla beraber insanların mağdur olma yerine fail olmaya isteyerek gittiği düşüncesinide doğuruyor. Adaleti sağlayacak kişiler mağdur kişilerden mi oluşmalıdır?
Rıdvan Öztürk
201251114
ONARICI ADALET’E GENEL BİR BAKIŞ makalesi üzerine refleksiyon paragrafım
Onarıcı adalet merkeze mağduru koyan, mağdurun ikinci kere mağdur olmamasını sağlayan bir cezalandırma anlayışı. Mağdurun zararının diyalog ve uzlaşmayla çözülmesi cezalandırıcı adaletten daha faydalı. Onarıcı adaletin aynı zamanda cezalandırıcı adaletin dogmatikliğinin kırıldığı bu sayede daha faydalı sonuçlar verebilen bir adalet anlayışı olduğu kanısındayım. Onarıcı adaletin ülkemizde uygulama bulduğu uzlaştırma, arabulucuk müesseleri de bir çok belki topluma zarar getirecek cezalandırmanın yerine daha uygun bir metod olduğu kanısındayım.
Ders değerlendirmesi
Bu ders kesinlikle ve kesinlikle çok önemli bir ders. Dersi almadan önce dersin içeriği hakkında bilgim yoktu. Ders konusunda çekincelerim vardı, fakat derse devam ederken dersin çok zevkli ve önemli konulara değindiğini; diğer derslerdeki gibi sadece öğrenmeye yönelik değil aynı zamanda fikir üretebileceğimiz, düşündüren bir çok konunun bulunduğunu gördüm. Dersi çok sevdim ve felsefeye olan ilgimi arttırdı. Bu ders bazı hukuk fakültelerine yok bu çok büyük bir eksiklik o öğrenciler adına. Hocamız Ali Acar derse ve ilgili konulara çok hakim, gerçekten yetkin bir hocadan ders aldığımızı hissediyoruz.
Onarıcı adaletin çeşitli amaçları vardır. Bunlardan biri failin gerçekleştirdiği eylem dolayısıyla mağdur olan kişinin durumunu görerek bu kişiye nasıl zarar verdiğinin farkına varması ve bundan dolayı pişmanlık duymasıdır. Bir diğeri bu pişmanlık duygusu neticesinde bu zarar veren fiili bir daha gerçekleştirmemesini sağlamaktır. Bir başka amacı ise mağdurun ve toplumun suç nedeniyle uğradığı zararın giderilmesidir. Bu amaçların tam anlamıyla sağlanması için failin,mağdurun ve bu fiil dolayısıyla ortaya çıkan zararın doğru bir şekilde tespit edilmesi gerekmektedir. Bu süreç gerçek manada ‘onarıcı’ olmalıdır. Bu nedenle de bu uygulamanın uzman kişi aracılığıyla yürütülmesi önemlidir. Onarıcı adalet sürecine hangi suçların gireceği,bu süreci yönetecek kişinin nitelikleri belli olmalıdır. Kişiler gerçekten bu uygulamanın ve sonucunun ‘onarıcı’ olduğuna inanmalıdır. Ülkemizde onarıcı adalet uygulamasının örneğini Ceza Muhakemesi Hukukumuzda uygulama alanı bulan ‘uzlaştırma’ müessesesinde görmekteyiz.
Elif Ayhan
HINÇ VE ONARICI ADALET ÜZERİNE
Onarıcı adalet kapsamında failin rehabilite ve ıslah edilmesi anlayışı mevcuttur. Onarıcı adalet sisteminde devlet mağdura sahip çıkar diyebiliriz, failin sorumluluğu üstlenmesi uzlaşma müessesesiyle mümkün olabilir.
Ceza sisteminin bir nevi açıklarını (örneğin hınç duygusu-mağdurun suçtan önceki haline dönme isteği- devlet eliyle tatmin edilmeye çalışılması, failin suçuyla karşı karşıya bırakılması/yüzleştirilmesi gibi..) kapatan onarıcı adaletin müesseseleri vardır. Mağdurların ve faillerin hakim-savcı-suç kapsamında öneminin artması, iyileştirmeye çalışılması onarıcı adaletin bir ürünüdür. Bu noktada cezalandırıcı adalet anlayışından ayrılır. Yine ihkakı hak yasağı mevcuttur ancak bu sefer mağdur da vardır. İhtiyaç ve taleplerinin dikkate alınması söz konusudur. Aynı şekilde fail içinse suçun daha sonra tekrarlanmamasına dikkat çekilir. Kanımca sistemin kendi açıkları olan asıl suçlunun cezalandırılmaması ya da cezaların yıpratıcılığı konusunda onarıcı adalet veya uzlaşma bize adeta bir kapı aralıyor. Son bir yorum gerekirse: Suçlunun ve suçunun/mağdurun yüzleştirilmesi vicdan olarak –yine suçun bir mağduru olan- toplumun ve mağdurun rahatlamasına katkı sağlar.
Hazal TAN-201851164
Onarıcı Adalet
Geleneksel ceza adalet sisteminde cezalandırma yetkisi ve hakkı sadece devlete aittir. Devlet daha önceden belirlediği kanunları ve bu kanunlara uyulmadığında verilecek cezaları tespit eder, bu kanuna uymayan suç işleyen faile cezasını verir. Devlet koyduğu kanunlara uyulmadığından dolayı kendini mağdur kabul eder, işlenen suçun kendisine işlendiğini düşünerek cezasını verir. İşlenen suçtan yaralanan, zarar gören kişi, faille devlet arasında arka planda kalır. Mağdurun mağduriyeti öncelikli değildir. Yaşadığı sıkıntı mahkeme süreçlerinde çok dikkate alınmaz.
Önemli ceza aracı hapishanelerdir. Verilen cezalarla suç işlemenin caydırıcılığı, husumetin giderilmesi, failin topluma kazandırılması, suçtan zarar görenin mağduriyetinin giderilmesi amaçlanır. Bu süreç içerisinde mahkemeler kurulur. Eylemin içinde bulunan fail ve mağdur hiç bilmediği, görmediği kişi ve kurumlarla karşılaşır. Mahkemelerde savcıya, katibe, mübaşire, hakime özel bütün hallerini anlatır. Bu durum çok istenilen bir hal olmamaktadır. Aynı zamanda hapishaneler kişiyi rehabilite edememekte hatta içeride daha farklı suç tiplerini öğrenmekte, durumdan negatif etkilenmekte, işlediği suçu makulleştirebilmektedir. Verilen cezalar caydırıcılığı gerçekleştiremiyor ve husumeti de gideremiyor. Faille mağdur arasında husumet giderilemediğinden öç alma, kin duyma gibi duygular mağduru daha da mağdur etmektedir.
Fail ve fiili önceleyen cezalandırmakla sorunu hallettiğini düşünen cezalandırıcı adalet sistemi sorunları tam da çözememektedir. Tarihte yerel, geleneksel, farklı toplumlarda uygulanan modern zamanda 1960’lı yıllardan sonra özellikle Yeni Zellanda, Avusturalya, Kanadada uygulamasına başlanan seksenli ve doksanlı yıllarda ABD ve AB ülkelerinde uygulamaya başlayan onarıcı adalet sistemi, mağduru odak noktası yapmaktadır. Suçun doğurduğu yaralar sarılacak. Bu esnada taraflar birbirleriyle diyalog kuracak, anlaşacak ve gerçek sulh sağlanacaktır. Suçtan yaralanan tüm tarafların yani fail, mağdur, failin yakınları, mağdurun yakınları ve toplum gönüllü olarak bir araya gelip uygun bir zaman ve mekanda yetkili birinin öncülüğünde diyaloga geçerek suçun doğurduğu yaraların sarılması amaçlanır. Burada mahkemede ön plana çıkmayan bu suçtan nasıl etkilendiği, hangi sıkıntılara düştüğü, mağduriyetinin nasıl giderileceği gibi soruların cevabı mağdura sorularak bizzat kendisi dinlenerek ifade ettirilmiş olur. Fail, mağdura ne kaybettirdiğini ne acılar çektirdiğini dinleme ve gözlem yapma imkanı bulur. Bu sayede fail pişmanlık, özür ve zararın tazminine yönelik harekete geçmeye yönlenmiş olur. Aynı zamanda mağdurda failin hangi ortamlarda bir suç işlediği konusunda bilgi sahibi olur. Suçluyu daha farklı gözle de tanımış olur. Böyle bir ortamda fail ve yakınlarıyla, mağdur ve yakınları birbirleriyle anlaşma ve pişman olma sorumluluğunu kabul edip gönüllü bir şekilde zararın tazmini, cezanın gerekliliğini kabul etmiş olurlar.
Bu bağlamda farklı onarıcı adalet uygulamaları vardır. Aile grup konferansları, mağdur-fail uzlaşması, cezalandırıcı halka, toplum ıslah kurulu, hakikatler komisyonu vb.
Onarıcı adalet düşüncesinin yapısını arabulucu nezaretinde suça taraf kişilerin, gönüllülük esasıyla belirli yer ve zamanda bir araya gelip diyalog kurmalarını amaçlar. Bu görüşmelerde mağduriyetin yaraları sarılacak barış sağlanacak taraflar anlaşacak husumet besleme bitirilmiş olacak. Bu enformel süreçle kısa sürede maddi-manevi yara sarılabilecek, mağdura söz hakkı verilecek, fail suçlu gözükmeyecek, belki varılan anlaşma neticesinde failin özgürlüğü kısıtlanmayacak ve yakınları da zarar görmeyecek.
Kan davaları, kitlesel insan hakları ihlalleri, iç çatışmalar ve iç savaşlar gibi durumlarda cezalandırıcı adaletle anlayışıyla sorunlar çözülememekte, hakikat komisyonları vb. yöntemlerle mağdurların mağduriyetleri giderilmeye çalışılmaktadır. Özellikle de mağdurların muhatap alınma duyguları süreç içerisinde yaşadıklarını anlatmaları ve anlattıklarını yetkililerin dinlemeleri kin ve nefret duygularını biraz olsun sakinleştirmesi açısından önemlidir.
Usuli Adalet Araştırmaları
Uyuşmazlıklar tarafların kabul edeceği, uzun vadede husumeti azaltacağı, hukuka ve kurumlara güveni artıracağı, verilen kararları adil kabul edeceği bir süreç; yapılan yargılamanın sonucunda verilen karardan ziyade bu kararın verilme aşamasındaki usulde gizli olduğunu söyleyen usulü adalette aranmaktadır. Yani kişiler dağıtılan adaletin adil olduğuna inanırlarsa sonucu kendi aleyhlerine de olsa kabul edebilirler. Kişiler ya da toplum uyuşmazlıkta yetkililerin( yargı ve idare) kararlarını kabul etmeye istekli olmadıkça, yetkililer toplumsal alanı düzenlemede etkili olamazlar. Kararların adilliğinden ziyade izledikleri usulün adilliği ile tarafların kararı kolay kabul etmeleri sağlanmış olur.
Kararın adil olduğunu tarafların hissedebilmesi için kararlara kişilerin dahil olması, görüşlerinin alınması, arabuluculuk toplantılarının yapılması bu toplantılara gönüllü olarak tarafların katılmasının sağlanması, yetkililerin taraflara adil davrandığının görülmesi önemlidir. Yapılan araştırmalar da adil karar alma usulleri uygulayan yetkililer daha meşru görülmekte, hukuk davalarında arabuluculuk mahkemelerden daha hakkaniyetli görülmekte, ceza davalarında sanıklar uzlaştırma pazarlığını daha hakkaniyetli bulmaktadırlar. Taraflara daha fazla söz hakkı veren enformel uyuşmazlık çözümü daha inandırıcı gelmektedir. Burada usul esnasında bir takım kriterler adaletin inandırıcılığını sağlamada önemlidir. Uyuşmazlıkta tarafların düşüncelerini ifade edeceği katılım olanaklarını sağlanması, toplantı ortamının tarafsız olması yetkililerin güvenilirliğine inanılması, insanların onurlu ve saygılı muamele görmeleri önemlidir.
Usulün adilliği, uyuşmazlıkta aynı grup üyeleri içinde aranan bir yöntem olmakla birlikte farklı gruplara ait uyuşmazlıklarda aidiyet bilinçleri bu diyalogları tam da amacına ulaştıramamaktadır. Yani kişi her ne kadar sürecin adil olduğunu görse de kendi grubunun çıkarını düşünerek kararlara itiraz etmektedir.
İnsanların adil karar alma usulleri hakkında görüşlerinin alınması, dinlenmesi kısacası muhatap alınması, kendisine değer verilmesi kararlara kurallara yetkililere ve kurumlara riayet edilmesinde önemli bir yere sahiptir. Pandemi sürecinde sağlık için alınacak bilimsel sağlık tedbirlerinin alınması esnasında devlet ve vatandaş iletişimi emir komuta zincirinden ziyade karşılıklı yapılanların uzun vade de toplumun sağlığını iyileştirme amacına yönelik olduğu diyaloğu kurulacak, kısa vadede yaşanacak mağduriyetlerin toplum tarafından daha tölare edilebileceği kanaatindeyim. Karar süreçlerine taraflar katıldığı müddetçe kararlara uyma ve kararların adilliği daha gerçekçi olmaktadır.
Aslen bir Yahudi olan Jean Amery İkinci Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarında Almanların uyguladığı soykırıma maruz kalmış,orada yaşadıklarıyla baş etmenin yollarını aramıştır.Ancak bunu yaparken öç alma duygusuyla ve geçmişle bir hesaplaşma işine girmeden yaşanan dramların dışsallaştırıp güncel tutarak,zulmeden ve zulüme uğrayan arasındaki ilişkinin sürekli hafızalarda tutulmasını amaçlamıştır.
Acıların telafisini Onarıcı Adalet Anlayışı çerçevesinde irdeleyerek:suç kavramının sadece mağdur ve fail ilişkisi içine hapsedilemeyeceğini,bu aktörleri bünyesinde barındıran toplumu da ilgilendirdiğini,böylece suçun toplumsal sonuçların çok önemli olduğunu savunmuştur.Mağdur ,fail ve toplum düzleminde failin ıslahının sağlanması,mağdurun mağduriyetinin giderilmesi ve toplumsal barışın temini için failin işlediği suçun sorumluluğunun üstlenilmesi gerekir.Aksi halde mağdurun acıları katlanılmaz boyuta ulaşacaktır.
Yahudilere uygulanan soykırıma karşı Alman ulusu bugünkü nesli atalarının fiillerinden sorumlu tutulamayacak ise de mağduriyetin giderilmesinin yolu özür dileme ve tazminat ödemekle sınırlı tutulamaz.
Onarıcı Adalet kavramı çerçevesinde çözüm, yapılan kötülüklerin unutulmayıp,sahiplenilerek,yaşanan dramların Alman tarihi ve toplumun bir parçası olduğunun kabulünden ibarettir.
Amery ‘Hınç’ adlı denemesinde ileri sürdüğü fikirleriyle yaşadığı kötü muameleler karşılığında kelime anlamı intikam olan hınç terimini gerçek anlamı dışında yorumlayarak öç alma duygusuyla hareket etmeden soykırımı gerçekleştirenlerin çocuklarının bu eylemlerin kötülüğünü ulus olarak kabul etmelerini mağdurların tatmini için yeterli görmüştür ki bu düşünce onarıcı adalet kavramı çerçevesinde değerlendirildiğinde son derece isabetlidir çünkü suçun faili olan kişinin hak ettiği müeyyideye çarptırılması mağdurun ise uğradığı mağduriyetin tam anlamıyla giderildiği bunun da güncel toplum nezdinde karşılık bulduğu bir çerçevede vicdanları rahatlattığı görülmektedir zira soykırım gibi insan ve toplum vicdanında derin yaralar açan bir eylemin yaptırımı basit bir ‘pardon’ demenin ve tazminat ödemenin ötesinde bugünkü Alman neslinin geçmişte yapılan hataları unutmamasından, atalarının yaptıkları hatalarının ise Alman toplumunun asla unutulmayacak bir dönemi olarak kabulünden geçer.
Nurhan Ayça ATALAY
201851022
“Hınç” ve Onarıcı Adalet Üzerine
Onarıcı adaletin işlevini yerine getirebilmesi için ceza uygulamasının mekanik toplumdaki gibi öç alma vs amacıyla ifa edilmemeli aksine suçluyu ıslaha yönelik olup onu tekrar topluma kazandırma saikini gütmeli. Aksi halde bir suçlunun mahkum olması halinde tekrar ıslah olma potansiyeli bile olsa bunu değerlendirme imkanı bulamayız.Toplumla mahkum arasında köprüleri yıkarsak mahkumiyeti sona erdiğinde toplumda kendine yer bulamayan mahkumun tekrardan suç işleme ihtimali ister istemez artar.Bu ceza uygulamasında ıslaha yönelik adımlar atılmazsa suçun suçlunun önüne geçemeyiz…Bu kısırdöngü devam edip durur.Mağdurun taleplerinin dikkate alınmaması günümüzde çok büyük bir sorun teşkil etmekte örneğini günümüzde kadın cinayetlerinde görmekteyiz şiddet uğrayan kadın korunma talep etmekte ama maalesef gerekli tedbirler alınmamakta…Bunun sonucunda da cinayet meydana gelmekte eğer biz mağdurun taleplerini dikkate alırsak bu cinayetleri engelleyebiliriz.
Onarıcı adalette mağdurun maddi manevi zararı giderilmesi hedeflenmektedir.Ama bazı insanları bu tazminattan tatmin olmayabilir ve failin cezasının kendisine yapılanın ona da yapılmasını yani kısasa kısas gibi ilkel bir cezalandırma yöntemini isteyebilir.Böyle bir istekte bulunması çok olağan çünkü insanın doğasında bu var intikam duygusu öç alma duygusu..Mağdura hadi faili affet öpüşün barışın demek bence biraz insan aklıyla dalga geçmek manasına gelir. Misal Améry hitler zamanında yaşadıklarını unutup geride bırakması mümkün mü,hiç sanmıyorum.Hitlerin yaptığını bütün Alman halkına mâl etmekse bence de doğru değil eğer bu eylemlerden herkesi sorumlu tutarsak ceza hukukunda gördüğümüz suçun şahsiliği ilkesine aykırı olacaktır.Suçu başka suçla kapatmak çok yanlış bir argüman metinde geçtiği gibi biz 6 milyon insanı öldürdük ama Abd bizden daha fazla insanı öldürdü Abd nin Almanyadan fazla insanı öldürmesi Almanyanın soykırımını meşrulaştırmaz!
Ahmet VURAL
201851181
Onarıcı adaleti ortaya koyduğu ulaşmayı hedeflediği gaye sebebiyle benimsedim ve bu anlayışı hukuk sistemimizdeki arabuluculuk,uzlaştırmacı,hakem müesseseleriyle bağdaştırdım.Ancak çekindiğim nokta onarıcı adaleti kamu özel hukuku ayrımı yapmadan hukukun her alanına tam manasıyla uygulamak doğru olabilir mi emin değilim.Örnek olarak verirsek borçlar hukukunda taraflar arasında yapılan bir akit gereği hukuki işlem yapılmış ve sonucunda borca aykırılık,ayıplı ifa meydana gelmiş olsa bu onarıcı adalet yöntemiyle çözülmesi uygulanabilir yöntem diyebiliriz.Fakat bir seri katil,dolandırıcı veyahut adeta suç makinesi olmuş suç işlemeyi meslek edinmiş birini faillerin karşısına oturtup diyalog kurmalarını beklemek ondan mağdurların yerine kendisini koyup empati yapmasını beklemek,mağdurun zararını gidermesini veyahut bir pişmanlık beklemek bence etkili verimli bir yöntem olmaz hatta toplumda maalesef günümüzde de sıkça sarfedilen aman nolcak yatar çıkarım düşüncesi genel düşünce haline gelebilir.Bu sebeple onarıcı adalet anlayışının uygulanması gerektiğini ancak ceza hukukunda cezalandırıcı adaletin en adil sistem olduğu kanaatindeyim.Faili,eğitme,rehabilitasyon,topluma kazandırma öncelik olmalıdır ancak sınır aşıldığı an toplumda caydırıcılığın sağlanması için cezalandırma kaçınılmaz hale gelmektedir.Sosyal medyada,haberlerde karşılaştığımız kimi örnekler gibi karşı tarafı canına kast edip kısa sürede çıkacağını düşünen bir kişi için diyalog bence gereksiz olduğunu bu düşünce yapısına sahip kişilerin cezalarını çekmelerinden başka yol olmaması en etkili çözüm olur düşüncesine sahibim.Bunu tüm ceza hukuku alanı için genelleme yapmam yanlış olur,ancak toplumda ve mağdurda infial yaratan sosyolojik ve psikolojik açıdan etkileri olan bazı suçlar kapsam dışına alınarak ceza hukuku da dahil edilerek onarıcı adalet tüm hukuk sistemine uygulanması,uygulanmasının hedeflenmesi hukukun işlevselliği açısından uygun olabilir.
ONARICI ADALET’E GENEL BİR BAKIŞ
İlgili makale, ONARICI ADALET anlayışını konu etmektedir. Anlayışa ilişkin düşüncemin daha iyi anlaşılabilmesi için, anlayışı doğru biçimde açıklayabilmem gerekir. Şöyle ki;
Onarıcı adalet anlayışı, hukuk dünyası açısından tarihsel bağlamda, son 20-30 yılda ortaya çıkmış ve taraftarları gitgide artmış gibi gözükse de aslında ANTİK DÖNEM de dahil olmak üzerinde kökeni çok eskilere dayanmaktadır. İlgili dönemlerde de iki kabile arasında uyuşmazlık çıktığında kabileler karşılıklı olarak iletişime geçer ve ZARARIN GİDERİLMESİ öncelikli olmak kaydıyla uyuşmazlığı çözüme kavuştururlardı. Bu noktadan hareketle tanımlayacak olursak; onarıcı adalet anlayışı, MAĞDURUN ZARARININ GİDERİLMESİNİ temel almak kaydıyla fail ile mağdur arasında bir DİYALOG kurarak, FAİLİN, MAĞDURUN, MAĞDURUN YAKINLARININ vs. tekrardan topluma kazandırılmasını hedef alan ve bu hedefi CEZALANDIRMA üzerinden değil, ONARMA üzerinden gerçekleştiren anlayıştır. Bu anlayış günümüz ceza hukuklarının CEZALANDIRICI ADALET anlayışından bir çok anlamda ayrılmaktadır. Bilindiği üzere (ör/ Türkiye’de de) modern toplumda bireylerin gitgide bireyselleşmeye kapılması ve kendisinden farklı olana karşı suç işlemeye yatkınlığı ve bu anlamda bireylerin birbirlerinden soyutlanmaları cezalandırıcı adalet anlayışı yüzünden de suçlu olarak toplumda atfedilen ve daha da soyutlanan kimselerin bir de devlet tarafından hapishaneye atılarak cezalandırılması suretiyle daha da yalnızlaştırılması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Onarıcı adalette ise cezalandırıcı adalette olduğu gibi devletin mağduriyeti değil, bireyin ve toplumun mağduriyeti daha ön plandadır ve cezalandırıcı adaletteki KİŞİNİN CEZALANDIRILMASI KAYGISIYLA FAİLİN SÜREKLİ YARGILAMADA ÖN PLANDA OLMASI gerekliliği, onarıcı adalette yerini MAĞDURUN ZARARININ GİDERİLMESİ AMACIYLA, FAİL İLE MAĞDUR ARASINDA BİR DİYALOG KURMAK KAYDIYLA MAĞDURU DA YARGILAMADA ÖN PLANA ÇIKARMAYA bırakmıştır. Son olarak onarıcı adaleti -yukarıdaki açıklamaların daha iyi anlaşılabilmesi adına- sonuç ve süreç olarak ayıracak olursak, süreci; mağduru, yakınlarını ve faili yeniden topluma kazandırmak, sonucu ise; mağdurun, yakınlarının zararının giderilmesi olarak tanımlamakta yarar vardır.
ŞAHSİ KANAATİM–> Yüzyıllardır süren cezalandırıcı adalet anlayışında sürekli olarak devlete karşı suç işleniyor oluşunun vurgusundan hareketle mağdurun, yakınlarının gerek maddi gerekse manevi zararlarının giderilmesi amacının geri plana atılması, fail ile mağdur arasında gerçekleşen fiilin arka planının olması gerektiği kadar önemsemeyip sadece gerçekleşen fiil üzerinden tanılar koyarak sonuca ulaşılması, günümüz adalet anlayışlarında onarıcı adalet anlayışının taraftar arttırmasının temel sebebi olsa da, hedeflerinin somutlaştırılmamış olması (topluma kazandırmaktan ne anlaşılması gerektiği, zararın giderimi kavramından ne anlaşılacağı vb.) ve her somut olay için metotlarının (ör/ diyalog) vaat edilen barış ortamını sağlayamayacağı, fail ile mağdur arasında gerçekleşen her fiilin, uyuşmazlık olamayacağından (ör/bazı olaylarda fail hiçbir sebep olmamasına karşın mağdura hakaret etmiş olabilir) hareketle -tamamlanmaya müsait olmak kaydıyla- eksik bulmaktayım. Kanımca, ideal bir adalet anlayışı ne tamamen cezalandırıcı ne de tamamen onarıcı olarak bir sonuca ulaşabilir. İdeal bir adalet anlayışının, her ikisinden beslenmesi ve her ikisinin uçarı özelliklerini törpülemesi gerekmektedir.
ÖR/ Mala zarar verme suçu için; -karşılıklı diyalog, fiillerin ardındaki motivasyonun ve uyuşmazlığın çözülmesinin ardından failin, tüm zararı gidermesi halinde, ceza almaması kararlaştırılabilir (bu noktaya kadar görüldüğü üzere onarıcı adaletten faydalanılmaktadır). Buna karşın yine aynı sürecin ardından fail sadece bir kısım zararı giderir ve uyuşmazlığı çözmeye yanaşmazsa, cezalandırıcı adalet devreye girer ve belli miktar para, hapis vb. cezalarına hükmedilebilir.
Modern toplumlarda cezalandırma devlet tekelinde olup faili ıslah topluma geri kazandırma amacıyla yapılır.Onarıcı adalet tarafların uzlaşmasını sağlamayı ön plana çıkarıp cezalandırma yetkisinden biraz bağımsızdır bu anlamda özgürlüği kısıtlayan cezalara en son başvurulması gerektiğini savunur.Ayrıca merkezine mağduru konumlandırmıştır.Onarıcı adalette, failin gerçekleştirdiği fiilden dolayı mağdurun durumunu görmesi ve neticesinde meydana getirdiği fiilden dolayı karşısındaki insana nasıl zarar verdiğinin farkına varması ve bundan dolayı pişman olması ,bir daha o fiili işlememesinin sağlanması amaçlanmıştır.Bunu kısmen doğru kısmen yanlış buluyorum biraz bunlardan bahsetmek istiyorum.Belli suçlar için bence uygulama alanı buluabilecek bir sistem olabilir Örneğin ceza hukukunda cezanın indirim sebepleri gibi belli alanlarda uygulama alanı bulabilir ancak failin pişman olmadığı öyle durumlar vardır ki bunu günümüzde de görüyoruz kadına yapılan şiddette hatta hayata kastta pişman olmadığını söyleyen ve hareketleriyle belli de eden failler için uygulamak faydalı olur mu?Onarıcı adaletin amacı mağdurun zararının giderilmesi ve aynı zamanda failin de topluma tekrar kazandırılmasıdır. ancak giderilmeyecek zararlar ortaya çıktığında son çare olarak kesinlikle hapis cezası mı olmalı? günümüzde olmadığına dair örnekleri mevcut.
Şeyma ÖZKAN
Onarıcı ve Cezalandırıcı Adalet
Suçlunun cezalandırılmaktan öte rehabilite edilmesi elzem bir durumdur. Bu konudaki eksiklikleri genellikle cezasını çekmiş bir failin ceza infaz kurumundan ayrıldıktan sonra aynı veya benzer suçları tekrar işlemesinden anlamaktayız. Suç, suçtur diyemeyiz. Adam öldüren kişi ile taksirli adam yaralayan kişinin bir yıl boyunca aynı ortamda bulunmasının olumsuz etkileri de olacaktır.
Onarıcı adalet sisteminin en iyi yanı fail ile mağdurun veya mağdur yakınlarının bir araya getirilerek faile suçluluk duygusunu veya karşısındaki kişilerin ne hissettiğini daha iyi anlatabilmektir. Geçen sene bu konuda bir video izlemiştik sanırım. Bir araya gelen fail ile mağdurun yakınlarının diyalogları vardı. Sonuç itibariyle o ortamda fail ağlıyordu. Onarıcı adaleti unutsam da o sahneyi unutmam zannediyorum. Bu durumun faydası olduğu kadar zararı da olabilir. Bazı suçların telafisi mümkün değildir. Cezaların bile yeterli olmadığı bir düzende yalnızca onarıcı adalet sisteminin gerçekleşmiş olması karşı tarafı mutmain etmeyebilir. Yakın zamanda trafik kazası sonucu birçok sakatlık, kalp krizi vs başına gelmiş bir yakınımın mağdur olduğu bir ceza davasında karar çıktı. Kararı okuyorum şundan indirim, bundan indirim, failin maddi koşulu derken verilen ceza üstelik beş yıl sonra yalnızca cüzi miktarda adli para cezası. Bu durumda geç gelen adaleti ve davanın hakiminin defalarca değiştiği bir kararı sorgulamadan edemiyorsun. Dışarıdan bakan bir göz “Nerede adalet?” diyor.
Zamanında onarıcı adaletle benzer olan uzlaştırma müessesemiz doğru bir şekilde görevini ifa edebilseydi mağdur için, verilen karar daha tatmin edici olabilirdi. Cezalandırıcı adalet sisteminin malesef bu gibi sonuçlar doğurduğunu bilen suça meyilli kimseler yatar çıkarım, parasını öder kurtulurum gibi düşüncelerle ıslah olmuyor. Onarıcı adalet sistemi doğru bir şekilde faaliyet gösterirse fail ile mağdurun karşılıklı konuşup duygularını ifade edebilmesi belki faile büyük bir ceza olacaktır. Tabi bunu da suistimal etmek isteyen kişilerin olması muhtemeldir. Makalede de ifade edildiği üzere cezalandırıcı adalet sistemi failin ve mağdurun maddi manevi zararını görmeden bilmeden bir karara varma sistemidir. Sadece olayı anlatmak, suçu ve delilleri doğrulamak için failin veya mağdurun ifadesi alınıyor. Bu sistem iki tarafı da tatmin etmiyor. Sonuç olarak her iki sisteminin bir arada olması ve işlevlerini doğru bir şekilde yerine getirmesi istenilen adalete ulaşmamızda yararlı olacaktır.
Onarıcı adaletin mağdurun uğradığı zarara odaklanan ve bunun giderilmesini, onun yaralarının onarılmasını hedeflediğini görmekteyiz. Cezalandırıcı adalette ise amaç devletin uğradığı zararı gidermek olmuştur. Yani failin bu eyleminden veya eylemsizliğinden dolayı devlet zarar görmüştür ve devlet yargılamanın merkezinde olmalıdır düşüncesi kabul görmektedir. Makalelerde de belirtildiği üzere onarıcı adalet çok eski bir tarihe sahiptir ve bu toplumlarda (kabilelerdeki onarım müzakerelerinden bahsedilmiştir) örgütlenmiş bir teşkilat, devlet kurmak gibi bir gaye olduğunu söyleyemeyiz. Cezalandırıcı adaletin ise devletlerin ortaya çıktığı dönemde geliştiğini görmekteyiz, bunun sebebi ise çok açıktır. Cezalandırıcı adalette asıl mağdurun devlet olduğunu ifade ederek aslında düzenin bozulması suretiyle asıl zarar görenin devletin otoritesi olduğunu görüyoruz. Onarıcı ve Cezalandırıcı Adalet isimli makalede de çağdaş devletlerin onarıcı adalet anlayışıyla ortaya konmuş birtakım çalışmalarını görmekteyiz. Benim bundan çıkardığım sonuç; devletin otoritesinin yani devletin varlığının zaruri olduğu düşüncesinin yerleştiği toplumlarda onarıcı adalet uygulamalarına rastlamanın mümkün olduğu. Yani devletin, işlenen suçlara karşılık bir otorite olarak uyuşmazlığa elkoyarak bir taraf haline gelmesi ve mağdurun bu süreçte göz ardı edilip mağdur edilmesinin; hukuk sisteminin ve teşkilatlanmanın çok gelişmediği, en azından yasa koyucunun bu şekilde düşündüğü toplumlarda olacağını düşünüyorum. Makaleleri okurken ceza hukuku derslerimi gözden geçirdim ve ilk derslerimizde suçun unsurlarında pasif özne olarak mağduru işaret ettiğimizi hatırladım ve bu bana hangi anlayışla nerede yer aldığımızı kolay bir şekilde gösterdi.
Umay Gökçe AYAN
Onarıcı adalet anlayışı bir kopuşu temsil etmektedir. Çağdaş adalet sisteminin, klasik okul düşüncesi ve cezalandırıcı adalet anlayışından kopuşu, bir değişikliği temsil etmektedir. Suç mağduruna adalet sistemi tarafından sahip çıkılmasını, suçun mağdurda yol açtığı hasarların ve kayıpların giderilmesini, onarılmasını sağlamanın yanında failin kendi davranışının sorumluluğunu üstlenmesini ve topluma yeniden kazandırılmasını sağlamayı amaçlayan adalet sistemi ve anlayışıdır. Geleneksel ceza adalet sistemine alternatif oluşturmaktan ziyade, bu sistemin tamamlayıcısı konumundaki adalet sistemi veya anlayışıdır. Özellikle geleneksel ceza adalet sisteminde hakim-savcı-avukat üçlüsünün daha aktif olması, fail ile mağdurun ikinci planda kalması, soyutlanması nedenleriyle böyle bir anlayışa ihtiyaç duyulmuştur. Onarıcı adalet, merkeze mağduru koyan ve bu şekilde mağdurun ikinci kez mağdur olmasını engellemeye çalışan bir sistemdir. Bu sistemde temel hareket noktası fail ile mağdur arasındaki diyalogdur. Dünyada hızlı bir gelişim gösteren onarıcı adalet sistemi, henüz tam anlamıyla cezalandırıcı adaletin önüne geçememiştir. Onarıcı adalet anlayışı günümüzde bazı hallerde uygulanan alternatif bir sistemdir.
Adaletin amacı, olması gereken sulh ve barışın sağlanması bağlamında mevcut sistemin yetersizlikleri, sınırlılıkları ve bazen de bizzat kendisinin problem üreten yapısı onarıcı adalet olarak ifade edilen yeni bir adalet anlayışının yer bulmasına ve giderek daha dikkat çekici bir hal almasına zemin hazırlamıştır. İncelendiğinde Türk toplumu dâhil birçok geleneksel toplumda köklerini bulabileceğimiz onarıcı adalet yaklaşımı mevcut adalet anlayışına ve uygulamalarına yeni açılımlar getirebilecek potansiyele sahip görülmektedir.
Onarıcı adalet, suçlardan ve suçlamalardan ziyade zararın onarımına ve sorumluluğa odaklanarak, suçlu-mağdur tarafların iletişimine ve onların tekrar kazanılması aracılığıyla onların, adalete olan erişimleri için çabalar.
Onur Aybar
201851026
Yaşadığım bir olay üzerinden bu haftaki konuyu anlatmak istedim. Hastanede nöbet tutarken bir hasta ve annesinin ağır hakaretlerine maruz kaldım. Birlikte çalıştığımız kişilerin Beyaz kod vermesiyle konu kamu davasına dönüştü. Olay ve mahkemenin hüküm vermesi 1.5 yılı buldu ki dava bu hafta istinafa taşındı. 3 kez duruşma gerçekleşti ancak olayın üzerinden çok uzun zamanın geçmiş olması ve hakimin olayı anlatırken olayı birturlu kafasında canlandırması sebebiyle davalı tarafın beraat etmesi beni derinden üzdü. Ortada kamu görevlisine işlenen bir suç vardı delillerede istenilse başvurulabilirdi kamera görüntüleri gibi ancak başvurulmadi ve yapanın yanına kar kaldı. Uzlaştırma yoluna gidilseydi diye bir analiz ettim makaleleri okuyunca kendimi daha iyi ifade edebilirdim duygularımı üzüntümü o an neler yaşadığımı karşı tarafa daha net anlatabilirdim sanki ayrıca karşı tarafında neden böyle bir davranışta bulunduğunu bilmek isterdim ve kendi haklarımız üzerinde bir sonuca varmak daha doğru olabilirdi. Yüksek ihtimal beraat almayacak birine karşı taraf bile bu karara şaşırmışken böyle bir kararın verilmesi uzlaştırmaciyla çözüme kavuşmak daha adil olabilirdi. 3 duruşmaya da nöbet çıkışı gidip saat 10 daki duruşmanın öğleden sonra 14.00_15.00te başlaması ayrıca bir adaletsizlik olduğunu düşünüyorum. Uzlaştırma da amacın zararın giderilmesine odaklanma ise her iki tarafında buna odaklanmış olmasıni sağlamak sulh,toplumsal barış ana hedefse neden bu yola başvurulmasınki.
ONARICI VE CEZALANDIRICI ADALET’E DAİR:
Onarıcı adalet anlayışı, çağdaş ceza adalet sistemlerinin temelini oluşturan klasik okul düşüncesinden ve cezalandırıcı adalet anlayışından bir kopuşu ifade etmektedir. Özünde bunu farklı bir paradigma olarak kabul edilebiliriz.
Onarıcı adalet olarak ifade ettiğimiz yeni bir adalet anlayışının oluşmasına; mükerrer suçluluğun azaltılması, suçlunun topluma yeniden kazandırılması, adaletin mevcut sistemin yetersizlikleri gibi amaçlar ve sorunlar yardımcı olmuştur.
Baktığımızda Türk toplumu dahil birçok geleneksel toplumda köklerini bulabileceğimiz onarıcı adalet yaklaşımı mevcut adalet anlayışına ve uygulamalarına yeni açılımlar getirebilecek potansiyele sahip görülmektedir. Mesala ceza adalet sistemi uygulamaları ile onarıcı adalet sistemi uygulamaları arasında ara form niteliğinde uygulamalar ile her iki sistemin faydalı yanları bir araya getirilebilir. Böylece ülkede onarıcı adalet karakteri taşıyan uygulamalar kolaylaşır.
Onarıcı adalet sisteminin ülkelerde uygulanabilmesi ve yaygınlaşması için
köklü yasal değişiklikler gereklidir. Hukukçuların bu konuyu tartışıp irdelemeleri bu kavrama dikkat çekmesine yardımcı olabilir.
Onarıcı adalet ilk önce çocukları yargılamanın negatif etkilerinden korumak amacıyla çıkıp daha sonra daha sonra yetişkinler içinde devam ettirilmiştir. Amaç mağdurun zararının giderilmesidir tabiki bu zarar maddi değil manevi bir zarardır. Onarıcı adalette suç devletin yazdığı kanundaki duruma uymamaktan öte kişiler arasında çıkan bir uyuşmazlık olarak tanımlanır.
Onarıcı adalette temel ilkenin mağdurun, mağdurun yakınlarının veya toplumun zararlarının giderilmesidir.
Onarıcı adalette kişi mahkeme baskısı gibi bir baskı altında kalmadın bu programa kendi isteğiyle katılmalıdır.
Cezalandırıcı adalet ile farklılıklar olarak işlenen suç devlete değil topluma veya bireye karşı işlenmiştir.
Tamamen hapishane ile cezalandırmaya karşı değildir ancak cezalandırılmanın yapılmasının önemli olduğu mağdur kişilerin cezalandırılması durumunda potansiyel suçlu olarak hapishaneden çıkabileceklerini belirtiyor.
Mağdur olarak cezalandırıcı adalette mahkemenin tavrı serttir ve merkezde mağdur değil kanunun ihlali vardır ancak onarıcı adalet kanundan uzak merkeze mağduru koyar ve adımlar mağdura göre atılır.
Cezalandırıcı adalet adı gibi cezalandırmaya yönelikken onarıcı adalet kişiler arası diyalogla barıştırmaya yöneliktir.
Ülkemizde genel olarak getirdiği kurumlar arabulucuk, uzlaşma, ıslah komisyonları ve aile grup konferansı şeklinde uygulamalarla gelmiştir.
Mesut Aslan /201951416
Günümüze hakim olan ceza anlayışına göre, faillerin cezalarının yüksek güvenlikli, devasa duvarlı ve kasvetli koridorlara sahip infaz kurumlarında çektirilmesi gerektiği yönündeki düşünce yerini imkan dahilinde ilk olarak tercih edilebilecek daha insancıl seçenek yaptırımlara bırakmıştır. Ceza infaz kurumlarının misafirleri sayesinde zamanla bir “suç okulu”na evrilmesi ve faillerin cezanın infazı sırasında maruz kaldığı bunalım ve psikolojik şiddet bu insancıl seçenek yaptırımları destekler niteliktedir. Yazarın, Nazi Almanyası ve Yahudilere yapılan eylemlerin inkar edilmemesi ışığında değindiği onarıcı adalet anlayışının eleştirisi ise hiçbir fark olmadan günümüz ceza sisteminin eksiklerini barındırmaktadır.
Améry denemesinde “hınç” duygusunun zamanın boyutlarının sınırlarını aştığını, “geçmişe dönme isteği” ve “olmuş olanın feshedilmesi” olarak haklı bir şekilde özetliyor. Somut dünyada failin eylemlerinden doğan olumsuz sonucun hukuk dünyasında da olduğu gibi ortadan kaldırılamayacağı ve failin eylemini geri alamayacağı açık bir gerçektir. Onarıcı adalet davranışının temelini oluşturan bu düşünceden hareketle, dış dünyada failin yarattığı zararın ortadan kaldırılması ve affetmenin zorunluluğu arasındaki ilişki, yazarın da dediği gibi sıkı bir bağlantı içerisinde görülmemelidir. Her ne kadar failin cezasının infazı ile birlikte mağdurun zarar gören ya da kaybolan hakkı belirli sınırlar dahilinde tekrar yerine getirilmiş olsa da mağdurdan faili tam anlamıyla affetmesi beklenmemelidir. Diğer bir deyişle, infazı istenilen cezaya sebep olan zararın karşılanması, mağdura, faili affetme yükümlülüğü değil, maddi ya da manevi zararlarını isteği doğrultusunda karşılama özgürlüğü tanımalıdır. Bu açıdan Améry, “…Olan oldu. Bu cümle doğru olduğu kadar, ahlaka ve akla düşmandır aynı zamanda.” ifadesini kullanmıştır. Améry, “hoşgörü” ve “unutma” arasında bulunan yadsınamaz çizgiye dikkat çekmeyi başarmıştır. Tarihin geçmiş sayfalarında Almanya topraklarında yaşanmış olan Nazi eylemleri sonucu psikolojik ve fiziksel zarar gören mağdurlara hiçbir söz hakkı vermeden, olayın üzerinden yıllar geçmesini gerekçe göstererek “hoşgörülü davranıldığı” iddiasında bulunmak yanlıştır. Benim açımdan, Améry’nin eleştirisinde bulunan haklı sayılabilecek en önemli neden, mağdur ve fail arasındaki ilişkinin yalnızca fail tarafından değerlendirilmesi ve mağdurun zararının karşılanması ile somut dünyadaki salt zararın ortadan kaldırılabildiğinin düşünülmesidir. Ayrıca, bu zararın varlığının artık bulunmadığının, durdurulamaz zamanın yarattığı geçmiş kavramına ve hatırlanamayan senelerle gelen unutmanın hoşgörüye bağlanması son derece yanlıştır.
Somut dünyada, soyut normu ihlal edici bir suç işlenmesi sonucu fail ile devlet arasında oluşan bağlantının yanısıra fail ile toplum arasında da bir ilişki oluşur. Onarıcı adalet anlayışının bir gereği olarak, her ne kadar cezanın infazının insancıl koşullar dahilinde ve seçenek yaptırımlar gözetilerek yerine getirilmesi savunulsa da mağdurun haklarının onarılmasının somut dünyada onun aleyhine meydana gelen değişimi tam olarak karşıladığı olgusu yanlıştır. Günümüzdeki Almanya topraklarında bulunan huzur ve hoşgörü, mağdurların zararlarının siyasal amaçlar ile karşılanması ve bu tazminin neden olduğu rahatlamanın getirdiği unutma eylemidir. Bu nedenle, özellikle sayılamayacak sayıda insanın yaşamını etkileyen küresel nitelikteki soykırım suçlarından doğan zararlarda, hoşgörünün unutmaktan gelmemesi gerektiği, fail ile mağdur arasındaki zarar tazmini dengesi ve onarıcı adalet anlayışının ölçütü birlikte değerlendirilmelidir.
Hayriye ŞİMŞEK
201751166
Onarıcı adalet anlayışı, geleneksel cezalandırıcı adalet anlayışının ve kurumlarının kusurlarını gidermek amacıyla düzenlenen bir adalet anlayışıdır.Cezalandırıcı adaletin temelinde kişinin gerçekleştirmiş olduğu fiil karşısında onu cezalandırmak vardır.Onarıcı adalet anlayışında ise temelinde mağdurun uğradığı zararın giderilmesi yer almaktadır. Birçok çağdaş ceza hukuku sisteminde kişi gerçekleştirdiği fiil ile kanunların ihlal edilmesine neden olması durumunda bu ihlalinden sorumlu tutularak cezalandırılmaktadır. Bu cezalandırıcı adalet anlayışında önemli olan süje faildir.
Burada önemle ifade etmek gerekir ki, kişilerin mağdur oldukları suçtan
dolayı yapılan yargılamada kendilerini ifade edememekten ve hak ettikleri dikkat ve önemin kendilerine gösterilmemesinden dolayı ikinci kez mağduriyetleri
söz konusu olmaktadır. İkinci plana itilmektedirler.
Türk ceza hukuku sistemi de bu şekildedir.Tipik hareket neticesinde kanunda öngörülen sonuç gerçekleştiğinde kişi devlet gücüyle cezalandırılmaktadır.Devlet bu sistemde kendi koyduğu kurallara aykırılık olduğu için suçu kendisine karşı işlenmiş kabul etmektedir.Mağdur ikinci plana itilmektedir.
Onarıcı adalette ise, suça bakış açısı cezalandırıcı adalete göre farklılık
arz etmektedir. Cezalandırıcı adalet anlayışında olduğu üzere devletin suçtan
dolayı birincil mağduriyeti yerine suça maruz kalan birey ve toplum suçun
mağduru olarak kabul edilmektedir.
Onarıcı adalette odak noktanın mağdur olması, amacın mağdurun zararının giderilmesi olması ve kendisini dilediği gibi ifade edebilme imkanının söz
konusu olması nedeniyle, mağdurların ikinci kez mağdur olması gibi bir durum
söz konusu olmamaktadır.
Ayrıca ifade etmek gerekir ki, onarıcı adalette, hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için olmazsa olmaz husus diyalogtur. Onarıcı Adalet sisteminin başarıya ulaşabilmesi için fail ve mağdur arasındaki diyalogun sağlıklı bir biçimde
kurulabilmesi şarttır. Dolayısıyla cezalandırıcı adalet sisteminde kabul görüldüğü üzere, mağdurun dışlanmaması, hatta aksine odak noktası haline getirilmesi, sistemin fail ile mağdurun iletişim kurması üzerine kurulması son derece önemlidir.
Bu sisteme kendi hukukumuzdan örnek vermek gerekirse alternatif uyuşmazlık çözüm yollarını ve tahkimi örnek gösterebiliriz.
Burada aslında onarıcı adalet sistemine getirilecek ilk eleştiri uzlaştırma müessesesini ele aldığımızda, pratikte bu müessesenin tarafların karşılıklı diyalog halinde dahi çoğu zaman sorunu çözemediklerini ve işin mahkemenin önüne geldiğini görmekteyiz.Bu halde pratikte onarıcı adalet anlayışının alternatif bir sistemin ilerisine gitmesi şuan için mümkün değildir.
Cezalandırıcı adalet anlayışında ise faili topluma geri kazandırmada başarısız olduğunu ve suçu ve suçluyu ( her ne kadar amacı bu olsa da) önleyemediğini görmekteyiz.Çünkü çoğu zaman kısa süreli hapis cezalı suçlarda kişi,terbiye edilmemiş olduğu gibi cezaevinden çoğu zaman edindiği bilgiler neticesinde öncekinden daha profesyonel bir durumda çıkmaktadır.Bu da suçu önleyemediği gibi bilhassa artırmaktadır.
Uzun süreli hapis cezalarına gelince de bu sürelerin uzunluğu da kişiyi topluma kazandırma bakımından başarısız durumdadır.Kişi her ne kadar idam edilmese de parmaklıklar arasında nefes alan bir ceset durumunda hayatına devam etmektedir.
Bu eleştirilerden görülüyor ki,aslında her iki anlayışında eleştirilmeye kalkılsa bir çok eksik noktası olduğu aşikar.Bu durumda bu anlayışları ayrı ayrı değerlendirmektense,bu anlayışlardan yola çıkıp karma bir sistem yapılmalı ve bu şekilde en azından eksiklikler en aza indirilmelidir.
Onarıcı adalet uygulamaları insanlığın varolduğu ve adalet anlayışının oluşmaya başladığı ilk toplumlardan beri örnekleri görülen yöntemlerdendir. Onarıcı adalet yöntemleri mağdur ile fail arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması üzerine kuruludur. Kısacası onarı adalet suçu mağdurlara verilen zararı telafi etmeye odaklanır. Böylrce faillerin yaptıklarından dolayı sorumlu tutarak onları bir sürece yönlendirir. Aslında onarıcı adalet geleneksel ceza adalet sistemine alternatif oluşturmaktansa bu sistemin tamamlayıcısı konumunda bir anlayıştır. Onarıcı adalete geleneksel cezalandırıcı adalet anlayışı ve kurumlarının sorunlarını gidermek amacıyla düzenlenen alternatif adalet yöntemi demek de yanlış olmaz. Onarıcı adalet anlayışında devlet durumu sahiplenme durumuna gitmeyerek mağdurlara, faillere ve topluma pasif roller biçmemektedir. Buna ek olarak suçun bireylere karşı işlendiğini kabul etmektedir. Onarıcı adaletin asıl hareket noktasını mağdurun uğradığı zararın giderilmesi oluşturur. Onarıcı adaletin amacı failin gerçekleştirdiği fiilden ötürü mağdur olan kişinin durumunu görerek karşısındaki insana nasıl zarar verdiğinin farkına varması ve bundan dolayı pişman olarak bir daha o fiili işlememesinin sağlanması ile mağdurun ve toplumun suç nedeniyle uğradığı zararın giderilmesidir. Onarıcı adalet programlarının hangi suçlarda uygulanabileceği dosyanın çözümlenmesi ve uzlaştırmacının niteliklerinin de belirli olması gerekmektedir. Sonuç olarak onarıcı adalet, merkeze mağduru koyan ve bu şekilde mağdurun ikinci kez mağdur olmasını engellemeye çalışan mordern bir hukuk sistemidir.
Onarıcı Adalet ve Cezalandırıcı Sistem
Devamlı artarak ilerleyen bir grafik çizen suçluluk istatistikleri ceza hukuku bakımından bir sorun olduğunu elbette ki göstermektedir ancak bu sorunun sebebi kanaatimce cezalandırıcı sistemin iyi olmaması, onarıcı adalet anlayışına geçilmemesi değildir. Cezalandırıcı adalet anlayışının düzgün işlenmemesinden kaynaklıdır .Onarıcı adalet anlayışı cezalandırıcı adalet anlayışının yerine geçemez çünkü bence bir çok yerde birbirlerini bir nevi tamamlıyorlar .Cezalandırıcı adalet anlayışı devleti ön plana çıkarırken onarıcı adalet anlayışı bireyi toplumu ön plana çıkardığı ifade ediliyor birinde suç devlete karşı gerçekleştirilmekteyken diğerinde ise suç bireye ve topluma karşı gerçekleştiriliyor aslında devlete karşı işlenmiş suç bireye ve bireye karşı işlenmiş bir suçta devlete karşı işlenmiş suç olmalıdır gelişmiş bir toplumda Bu nedenle sonuçta aynı kapıya çıktığından Bunun ayrımına gerek olmadığını düşünüyorum. İşlenen suç tabi ki mağduru daha çok etkileyecek ona daha çok zarar verecektir devlet bu zararı en aza indirmeye yok etmeye çalışmalıdır çünkü aslında suçun mağduru kadar olmasa da devlette mağdurdur çünkü genelde bir suçtan tüm toplum etkilenmiş oluyor cezalandırıcı adalet anlayışında da birey bence ön plana çıkıyor zaten kişiye karşı işlenen suç dolayısıyla devlet harekete geçiyor devlet burada aracı durumunda aslında öyle olmayacaksa o zaman cezayı da bireyler verip uygulasın toplum cezalandırsın mantığına gidiliyor, yani bu cezalandırıcı adalet anlayışında tamamen birey oyundan çıkmıyor bireyin süreçteki payı tabi ki daha da iyileştirilebilir ve genişletilebilir ancak tarafların direk katılımı ile gerçekleşme bana müge anlı programını anımsattı zaten yargılama süreçleri kısa sürmezken bir de herkesin tarafların ailelerinin söz sahibi olması bu süreci uzattıkça uzatacaktır ve güvenlik açısından da sorun doğuracaktır ben filmlerde olduğu kadar medenice bu iş halledilebilir mi bilemiyorum ciddi önlemler gerekli olacaktır. Bu nedenle profesyonellere bağımlı kalınması kanaatimce daha mantıklıdır çünkü hakim psikolog yerine geçmemelidir bu ihtiyacı suç mağdurlarına devletin psikolojik yardım sağlaması ile giderilmelidir bu psikolojik ihtiyacın ben tarafların karşı karşıya gelmesi yüzleşmesi ile de giderilemeyeceğine inanıyorum çünkü mağdur taraf kendisini destekleyecek onun tarafından bakabilecek birini isterken asıl ihtiyacı bu iken suçlu tarafta olayın diğer tarafı olduğu için kendi penceresinden bakacaktır ve mağdurun çekmesini istediği kadar acı çekmeyecektir mağdur düşünülüyorsa eğer onarmak adına mağdurun suçluyla yüzleşmesinden ziyade iyi bir psikolojik danışma lazımdır belki psikolojik danışman kararıyla danışman tarafından uygun görülürse taraflar yüzleştirilebilir çünkü insan iğneyi kendisine çuvaldızı başkasına batırır kendi suçunu insan beyni acı çekmemek adına küçülttükçe küçültür. Suçlu da bunu yapacağı için mağdurun çekmesini isteyeceği acıyı çekemeyecektir zaten ve bu mağduru daha da yaralayacaktır. Bunun için bu uygulama öğretici olması açısından küçük çocuklarda uygun olabilir, yine pediatri uzamanı eşliği ile empati yapmalarını sağlayabilmeleri için ancak yetişkinlerde istenen verimi verebileceğini düşünmüyorum birbirini severek evlenip ayrılan insanların çoğu bile kavga dövüş ayrılıp bir araya gelip çocukları hakkında olsa bile konuşamazken birbirini az tanıyan ya da hiç tanımayan insanların barışması birbirlerini anlaması bence ütopik olacaktır. Onarıcı adalet anlayışının amacı barıştırmak değildir zaten ama olsa da iyi olur der gibi bir tutumu var bence. Mağduru asıl memnun edecek şey cezalandırıcı adalet anlayışının adaletli ve düzgün işlemesi ile olacaktır derste izlediğimiz filmdeki genç bir adamın cezası bitmişti ya da bitmek üzereydi ama diğer mağdur olan adamın gözü ise hep kör kalacaktı bu insanları yıllar sonra bir araya getirip yaralarını deşmeye bence hiç gerek yoktu bir daha göremeyecek olan adamı ve ailesini asıl mutlu edecek şey suçlunun hapiste olması ve ceza çekip mutsuz olması olacaktır. Onarıcı adalet anlayışına gör mağdurun zararının giderilmesi esastır ancak burada kör olan birinin zararı hiçbir şekilde giderilemez sadece mağdur rahatlatılabilir bu da suçlunun cezasını adil olarak çekmesiyle olacaktır.
Onarıcı adalet düşüncesindeki temel fikir mağdurun zararının giderilmesi ama bunun kadar da önemli olan failin tekrar topluma kazandırılması düşüncesi. Failin nelere sebebiyet verdiğini görmesi ve pişmanlık hissedip bir daha o fiili işlememesi sonucuna varılmak isteniyor. Onarıcı adalette temel konu mağdur üzerinden gittiği için mahkemede konuşamayan aileler içinde biriktirdiklerini sağlam diyaloglar kurarak fail ile mağdurun iletişime geçmesini sağlamaktadır. Amaç meydana gelen olayı çözüme kavuşturmak olduğu kadar toplum açısından da önem arz ediyor. Cezalandırıcı adalet anlayışı ile onarıcı adalet anlayışının farklılıkları mevcuttur. Mesela cezalandırıcı adalet anlayışı mağduru yargılama sürecin de ön plana koymuyor ama asıl zarar gören kişi, onarıcı adalet anlayışında ise mağdur ön planda. Onarıcı adalet anlayışının işlerlik kazanması için failin bu yüzleşmeye hazır olması gerek. Kişi bu yüzleşmeyi kendi isteği ile yapmazsa onarma olmaz ki zorlama olur. Türkiye de uygulanmaya kalksa ilk başlarda bazı sorunlar yaşanabilir ama zeminini iyi oluşturup hayata geçirilirse bence mantıklı ve kişinin ıslah edilmesi topluma kazandırılması açısından da sağlıklı. Ama mağdur açısından yani acısı hep var olacak ama en azından içine bir nebze su da serpiştirmiş olur…
“Hınç” Ve Onarıcı Adalet Üzerine adlı makalede ceza hukukuna ve sistemine yöneltilmiş eleştirileri görebiliyoruz. Sistemin yetersiz kalması mağdurun daha da mağdur olmasına ve hınçlanmasına sebep oluyor. Mağdur geçmişe yönelip bu olayı silmek ve ondan önceki eski haline dönmek istiyor ancak bu durumun imkansızlığına toplumun mağdura karşı verdiği tepkiler de yardımcı olmuyor. Geçmişe kin gütmenin gereksiz olduğunu bu nedenle geleceğe bakması gerektiğini, mağdurun failini affederek “büyüklüğün” onda kalması gerektiğini, belki de mağdurla aynı durumu yaşamadıkları için bu olayı artık aşması gerektiğini kolayca söyleyebiliyorlar. Ancak bu kuru laflar kimseyi tatmin etmiyor, edemez de. İşte burada makalede Améry’den bahsediliyor. Améry kısaca Almanya’nın geçmişini kabul edip yaptığı soykırımı reddetmemesini istiyor. Bir Yahudi olarak ileride yine buna benzer bir olayın yaşanmasından endişe duyuyor ve paronayak bir şekilde yalnızlığa düşüyor. Genç Almanlar’ın babalarıyla yani soykırımda yer alan herkesle bağlarını kesmelerini istiyor. Bu makalede en çok dikkatimi çeken kısım olarak burayı örnek verebilirim. Bir Alman genci bu soykırımı defalarca duymaktan sıkıldığını ve neden kimsenin Amerika’nın bombayla öldürdüğü canlara yönelik konuşmadığını söylüyor. Améry’nin burada kimin ne kadar canice katliam yaptığının bir yarış olmadığını belirtmesine katılıyorum ancak makalenin geri kalanında Améry’nin bu sözlerinin içinin boş olduğunu düşünmeye başladım. Alman gençlerinin Hitler zamanında dünyada olmamasına rağmen Hitler’in yaptıklarından sorumlu tutmaya ve bunun için özür dilenmesiyle bu geçmişi kabul etmelerini istiyor. Katliamı yapanlar zamane Almanlar’ı değildi o nedenle hiçbir şekilde eski insanların ideallerini benimsememiş olan bu insanların başkalarının yaptıklarından sorumlu tutulması ve özür dilenmesinin istenmesi şahsıma hiç mantıklı gelmedi. Burada Améry’nin bir olaydaki mağdurluğunu çözümlemeye çalışmaktansa bu mağdurluk hıncını Alman ırkına “saldırarak” çıkarmaya çalıştığını söyleyebilirim. Devletler birer insan değildir yönetildikleri insanların düşünceleri ile hareket ederler, o devletin belirli bir kesimince işlenen suçlar gelecekte bu insanlarla aynı düşüncelere sahip olmayacak kişilerin suçu değildir. Suç şahsidir ve tarihte kimlerin elleri masumların kanına bulanmışsa suçlu onlardır. Sonuç olarak kimsenin başkası adına özür dilememesi gerektiğini savunuyorum, devletler ancak geçmişte olan olayları kabul edebilirler. Duygusal açıdan bakınca mağdurların bir özür almalarının onlara çok şey ifade edeceğini anlıyorum ancak yine de olaylarda suçu bulunmayan insanların kusurlu kesim yüzünden özür altına alınmasını mantıklı bulmuyorum.
Hınç Ve Onarıcı Adalet Üzerine
İnsanlık tarihi birçok acı ve üzücü tecrübelere sebep olan olaylar ile baş başa kalmıştır.
Yaşanan bu hadiseler mağdur ve sanıkların ortaya çıkmasına, adalet anlayışının oluşmasına sebep olmuştur.
İşte bundandır ki çoğunlukla mağdurların içinde oluşan hınç duygusu adaletin bazı önlenemez sorunlarla baş edememesine ve onarıcı bir adaleti tüm taraflar için tesis edebilme gerçeğini ortaya çıkarmıştır.
2.Dünya savaşında Yahudiler üzerinde gerçekleşen Nazilerin örgütlü suçları da taraflar için bunu ifade etmektedir.
Nazi işkence ve soykırımına maruz kalan Yahudiler adil bir yargılanma ile yaşananlarla yüzleşilmesinin uzun bir zaman aldığı bu durumunda adaletin tesis edilebilir olmaktan çok uzak kalmasına sebep olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır.
Amery’in yazdığı söz konusu deneme ise 1966 da yazıldığı ve dönemin şartlarına bakıldığında göz önüne alınan yüzleşmenin gerçekleşmediği ortadadır.
İşte tam burada da adalet kavramının eksikleri ortaya çıkmaktadır ve zamanla bu sürecin bir nebze telafisi diyebileceğimiz onarıcı adalet kavramı karşımıza çıkmaktadır.
Onarıcı adalet taraflar için barışma, uzlaşma ve kucaklaşmanın aksine tesis edilmesi hususunda eksikleri olan adalet kavramının yeniden tesisini amaçlayan bir mağdurların bir kez daha mağdur edilmemesini amaçlayan kavramdır.
Mevcut ceza adalet sisteminin yeterli bir adalet anlayışına sahip olmaması ve adaleti tesis etmesi noktasında ki noksanlıkları onarıcı adalet kavramının doğmasına sebeptir.
Toplumsal düzeni bozan hınç duygusunun perdelenmesi veya tamamen ortadan kalkması için onarıcı adalet kavramının önemini ortaya çıkarmaktadır.
Yahudilerin Avrupa’da yaşadıklarını anlatmayı amaç edinen amery, geçmişe dönmenin imkanız olduğu hınç duygusunun tesiriyle ortaya çıkan nefreti ve mağduriyeti bir nebze ortadan kaldırabilmek için onarıcı adalet anlayışının tesisine ihtiyacımız vardır.
Amery’in lafta kalmayan bir anlayış olarak tesis edilmesini arzuladığı bu anlayışın egemen olmasına tarihin ve toplumun ihtiyacı vardır.
2005 yılında alman başbakan shöder’in yaptığı kabul bu durumun en somut örneğidir.
”Hınç” ve Onarıcı Adalet Üzerine
İnsanın başına bir olay geldiğinde bunun etkilerinden kurtulması elbette kolay olmaz. İçine atabilir yüzleşmesi gereken şeylerden kaçabilir hınçla dolup intikam, kin duygusu ağır basabilir ve bunlar ona hep zarar olarak geri döner. Normal hayatından yaşantısından uzaklaşır. Bu açıdan baktığımızda onarıcı adalet gerçekten mantıklı ve olumlu etki doğurabilecek bir yöntemdir. Mağdurun ve mağdurun ailesinin faille görüşmesi içindekileri dökmesi ve tamamiyle aslında yüzleşmesi onlar açısından iyi olabilir. Derste izlediğimiz videoda da bunu görmüş oldum. Ancak bu onarıcı adalet Türkiye’de olabilir mi diye düşünmeye başladığımda pek olumlu yaklaşamadım. Çünkü bizler pek sakin yapılı bir millet değiliz. Yani karşımızda onun yüzünden nice sıkıntılar çektiğimiz biri otursa ben videodaki gibi pek sakin yaklaşım göstererek sadece konuşarak bunu yapabileceğimizi pek düşünmüyorum. Kişiden kişiye elbette değişebilen bir durum olabilir. Genelleme yapmak veya olumsuz yaklaşmak istemem ancak mahkemelerdeki duruşmalarda bile ki onarıcı adalette pek mahkeme ortamı yok. Tarafların kavga ettiğini, hakimlerin sürekli bir müdahale de bulunduğu bazı davaları düşündüğümde aklıma bunlar gelmektedir. Ama cezalandırıcı adaleti de savunuyor değilim. Çünkü gerçekten de artık cezalandırmak cezaların önünü kesmiyor. Aksine zaten ceza aldım diyerek bu sefer hapishanelerde daha çok sorun gerçekleşebiliyor. Veya bundan bir ders çıkarılmıyor. O yüzden Türkiye’de onarıcı adalet ile cezalandırıcı adaletin ortasında bir adalet yöntemi olmasını isterdim.
“Onarıcı adalete genel bir bakış” metni ile ilgili reaksiyon metnim;
Onarıcı adalet, suç teşkil eden davranışların hali hazırda sebep olduğu ve sonradan ortaya çıkardığı zararın giderilmesini ön plana çıkaran, klasikleşmiş ceza adaleti yaklaşımına alternatif veya tamamlayıcı bir yaklaşımdır. Onarıcı adalet, geleneksel yargılamadaki “suçlama” halinden ziyade “sorumluluk” kavramına odaklanmakta olup tarafların adalete olan erişimine katkı sağladığı gibi işbirliği ile ele alınmaktadır. Bu yüzden onarıcı adalette temel alınan uygulamalar suça tepki olarak zararın onarılması için gerekli adımları belirler ve bu adımları atarak, çatışmanın çözümüne bütün tarafları dâhil etmektedir. Bu şekilde, suçun ele alınmasında ortaya çıkmış olan toplum ve devlet arasındaki geleneksel ilişkiyi başka bir boyuta taşımaktadır.
Onarıcı adaletin temelinde üç ilke yatmaktadır. Bunlar;
1. Adalet, kişilerin gördükleri zararın onarılması yönünde çalışılmasını gerektirir.
2. Suçtan doğrudan ve en fazla etkilenen kişilere, talep etmeleri halinde adalet sürecine katılmaları için fırsat sağlanmalıdır.
3. Devletin rolü adil bir kamu düzenini korumak, toplumun rolü ise adil bir barış düzeni inşa etmek ve sürdürmektir.
Onarıcı adalet, bu temel ilkelerin uygulanması ile mağdurların yaşanmış olan olumsuz durum karşısında çözüm sürecine aktif olarak katılmalarını sağlayarak, duygularını paylaşma fırsatı vererek bu kişilerin durumlarını iyileştirmek istemektedir. Sanıklar açısından ise, onarıcı adalet süreçleri suçun mağduru için zararın kabul edilebilir ve tatminkâr bir şekilde tazmin edilmesi gibi suçun yarattığı problemi düzeltmek üzere daha yapıcı yollar önerir. Onarıcı adalet, bu mekanizmalar aracılığıyla mağdurların uğramış olduğu zararı onarmaya çalışmaktadır.
Sonuç olarak Onarıcı adalet, merkeze mağduru koyan ve bu şekilde mağdurun ikinci kez mağdur olmasını engellemeye çalışan bir sistem olduğudur. Buradaki amaç fail ile mağdurun bir araya gelmesi sonucunda failin aslında mağdurun yerine kendisini koyarak mağdurun zararını ortadan kaldırması hususunda taraflar arasında karşılıklı anlaşmanın sağlanmasıdır. Bunun içinde tarafların diyalog kurması önem arz etmektedir.
201551181
İrem Yaren YILDIZ
Adalet sisteminin işlenen suçun mağdurlarına karşı ; işlenen suçun travmalarının , manevi yaralarının , somut olarak alınan karşılığının yanı sıra soyut ve manevi olarak giderilmesi olarak tanımlayabildiğimiz onarıcı adalet anlayışı , suçun failinin bu davranışının kabulü olarak da anlamlandırabiliriz. İşlenen suçlara verilen yaptırımlara ,bakış açımızı değiştirdiğimiz bu görüşte aslında bu suçlara adalet sisteminin görevinin sadece somut olaylara kuralları uygulamak olmadığını , tek görevinin yaptırımın belirlenmesi ve uygulanması olmadığını çıkarmak mümkündür. Adalet sistemi suçların şahsiliği ilkesi görüşünün buna dahil olmadığını belirtmek kaydıyla işlenen bu suçların sadece mağdurlar üzerinde etkili olmadığının aslında çoğu suçta yapılan haksız fiilin topluma karşı yapıldığının ve toplum olarak aslında suçun failinden beklentimizin suçun sorumluluğunu almış , kendi içinde bu haksız fiili temellendirmiş ve yanlışlığını kabul etmesini bekleyerek yeniden toplum içine kazandırılabileceğinin görülmesidir. Çünkü topluma geri kazandırılan bu bireyin sadece suçun mağdurlarıyla değil , toplumun bütün bireyleriyle yaşayacağını bilmemiz gerekir. Bu onarıcı adalet görüşünün yaptımlarını uyguladığımızda önem göstermemiz gereken diğer bir husus da suçun failinin onur ve gurur kırıcı bir duruma düşmemiş olmasını sağlamaktır. Suçun yaptırımını benimsemeli ve sorumluluğunu almalı dediğimiz durumda bunu içselleştirmeden yapıldığında veya zorlayarak sadece ” yapmak için yapmak” görüşü ile hareket edilirse suçun failinin bu olayı benimsememesinin haricinde işlenen suçu gayri meşru bir şekilde içselleştirmesi bile mümkün olacaktır. Bu gayrı meşru içselleştirme içerisinde intikam , suçun tekrarlanması gibi olguları bulundurmaktadır. Rohat AVA / 201851024
“Onarıcı Adalete Genel Bir Bakış” makalesi üzerinde bir refleksiyon paragrafı yazmak istiyorum.
Onarıcı adalet varlık sebebine baktığımızda, insani duyguların, yaşanılan acıların üzüntülerin, içe atılıp söylenememiş bir çok şeyin özgürce ifade edilebildiği bir ortam sağladığını görmekteyiz. Suçun mağduru genel anlamda kamu da olsa özel anlamda baktığımızda acının aslına bir veya birkaç kişiyi- (mağdur ve çevresini) etkilediğini söyleyebiliriz. Ateş düştüğü yeri yakar atasözünün burada da geçerli olduğunu söyleyebiliyoruz. Şimdi bu üzüntüyü yaşayan, belki intikam duygusu içinde olan bir avuç insana modern bir devlet sisteminin kendi hakkını kendisinin yerine getirmesini sağlaması beklenmez. Eti senin kemiği benim şeklinde bir anlayışla devletin, faili mağdur ve çevresinin eline teslim etmesi herkesin bu şekilde bir cezalandırma yetkisine sahip olduğu düşüncesine iter ve bu da toplumu kaçınılmaz bir kaosa itecektir. İşte benim bu onarıcı adaletten çıkardığım sonuç burada devreye giriyor ki makalenin de bu şekilde bir anlayışla yazıldığı kanısındayım. Mademki devlet mağdura ve çevresine, faili teslim etmek gibi bir anlayışa giremeyecek, en azından mağdurun bu süreçte tamamıyla pasif konuma itilmesine de sebep olmasın. Ülkemiz uygulamasına baktığımızda failin yakalandığını ve mahkemeye çıkarılana kadar tutuklandığını göz önüne alalım. Bu sürecin başlamasından itibaren kişiyi mahkemeye çıkarılana, cezasını çekmesi üzerine cezaevine götürülene kadar bir kez dahi mağdur devrede değildir. Hatta herkes devrededir de yine o yoktur. Polisinden savcısına, mübaşirinden hakimine herkes bir şekilde fail ile yüzyüze gelir. Belki işlediği suçtan dolayı subjektif olarak bir şeyler ifade eder. Ama yine mağdur bu şansı elde etmez. Derste konuştuğumuz üzerine bu kadar mekanik, insani duyguları görmezden gelen şekilde bir yargılama süreci ancak kişiyi cezalandırmaya yarar ki onarıcı adalet hapishane cezasına da bir eleştiri getirmektedir. İşte bu gibi sebeplerden dolayı mağduru da yargılamada aktif bir konuma getirmek, duygu düşüncelerini ifade edebilmesi için faille yüz yüze getirmek daha insani bir anlayış taşıyacaktır. Tek yararı gözetilen mağdur da değildir. Failin de bir empati kurabilme duygusunu yaşayabileceği bir ortamda bunun gerçekleştirilmesi kabul edilebilir bir bakış açısıdır. Ancak bir yandan da şuna küçük bir eleştiri getirmek istiyorum, sıkı bir şekilde onarıcı adalet anlayışını kabul de beraberinde bir çok sıkıntıyı getirebilecektir. Tamamıyla cezalandırıcı adaleti dışlamak ve mağdurla faili yüz yüze getirip bir fayda arayışında olmak da adaleti sağlamak açısından eksik bir bakış açıısıdır. Bu sebepten mahkeme yargılamasının yanında alternatif bir imkan olarak tanınması daha kabul edilebilir bir anlayış olacaktır. Yani karma karakterli ve olabildiğince kişinin memnun, en azından vicdanı rahat şekilde bu yargılama sürecinin tamamlandığı bir adalet anlayışının makûl olacağı kanısındayım.
ONARICI ADALET’E GENEL BİR BAKIŞ
Onarıcı adalet hiç şüphesiz günümüzde çeşitli yargılamalarda hatta dava şartı olarak da karşımıza çıkmaktadır. Onarıcı adalet cezalandırıcı adaletin hapishanesine ek olarak ilk başvurulacak eylemin yüzleşme olduğunu yani yüzleşme ile mikro-hapishaneyi, mikro-iktidarı hedeflediği görülür. Bu da aslında Foucault’un işaret ettiği iktidarlardan biridir: Bir insanın(mağdurun) diğer insana(faile) kurduğu iktidardır. Cezalandırıcı adalette merkezde yani iktidarda devlet varken ve araç da hapishane iken, onarıcı adaletin merkezinde yani iktidarında mağdur olup araç da “yüzleştirme”dir.
Sonuç olarak bizce onarıcı adalette onarımın yanı sıra “Foucaultvari” izlenimler görmek de mümkündür.