9. Hafta Hukuk Felsefesi Konusu

Bu hafta derste etik teoriler ve hukuk ile etik arasındaki ilişkiye değinilecektir.

3 etik anlayışa (yararcı/ Benthamcı, deontik / Kantçı ve erdem etiği /Aristo’ya) ilişkin makalelerin okunması gerekmekte olup, reaksiyon paragraflarının 27 Nisan Çarşamba günü saat 19:00’a kadar gönderilmesi gerekmektedir.

“9. Hafta Hukuk Felsefesi Konusu” için 16 yorum

  1. Kant,salt ödev duygusundan kaynaklanan eylemlerin ahlaksal olduğunu söylemiştir. Bu duyguyu da varlığını hissettiğimiz, bize “yapmalısın ,etmelisin “şeklinde buyuran vicdan olarak varlığını belli ettmiştir. Bunun yansımalarını hukukumuzda da görebiliriz ,örneğin Medeni kanunumuzda yer alan iyiniyet ahlaksal bir kavramdır. Ahlaksal eylemlerimizi mutlak amaca yöneltmeliyiz ki evrensel bir yasa şeklini kazansın. İşte bu da bizi TMK’de yer alan iyiniyete götürüyor ; kriterlerin herkes tarafından kabul edilebilir olması o ahlaki davranışa bir yasa şekli kazandırıyor. Ayrıca davranışı ahlaklı yapan bir diğer unsur da saygıdan doğmuş olmasıdır. İyiniyetli kişi , kendisine ve etrafındakileri hesaba katarak hareket eden kişidir. Buradaki insanları hesaba katmasının sebebi onlara karşı duyduğu saygıdır. Çünkü kişi saygı duymadığı birine iyiniyetle yaklaşamaz. Mesela bir telefon dükkanından alınan telefonun çalıntı çıkması durumunda eğer kişinin haberi yoksa ve kendisinden beklenilen özeni yerine getirmişse iyiniyetli sayılır. Bu olayı Kant açısından değerlendirirsek kişinin zaten öyle yerde çalıntı bir telefon olamayacağını düşünmesi ve ona göre o malı alması aslında hem kendisine hem de etrafındakilere olan saygısından kaynaklanır. Daha sonra bu telefonun çalıntı olduğunu anladığı zaman bunu bildirmesinin sebebi ise vicdanıdır .Ödev duygusu, kişiye bu durumu “satıcıya bildirmelisin ” şeklinde kesin buyrukla varlığını ortaya koyar. Bununla birlikte kişi bu durumu satıcıya bildirir. Özetlemek gerekirse , ahlak kavramı ne kadar soyut olursa olsun bir bakıma somutlaştırılarak hukukumuzda yer almaktadır. Çünkü ahlak bizim ayrılmaz parçamızdır ,herkesde farklı olsa da bir anlayış vardır. Bu denli bizimle bağdaşan bir kavramın hukuktan bağımsız olması şahsi fikrimce çok da düşünülemez .

  2. faydacı etik anlayışı ve Jeremy Bentham
    Jeremy Bentham faydacılık üzerinden bir ahlak anlayışı geliştirmiştir ve özetle insanı iyi hissettiren ve çoğunluk tarafından da onaylanan eylemlerin ahlaklı eylemler olduğunu savunmuştur.
    Bentham doğuştan gelen haklarımız olduğunu reddeder ancak herkesin doğuştan gelen zevk alma duyusunun ortak noktaları olduğunu söyler. Her insanın haz aldığı şeyler benzerdir ve bu yüzden hazlarımıza göre ahlak geliştirmeliyiz düşüncesindedir.
    Akıldan uzak duyulara göre yönetilen bir ahlak anlayışına sahiptir. Hoşa giden ve haz veren her şeyi olumlar.
    Faydacı ahlak anlayışının eleştiri konusu olabilecek çok noktası vardır. Bunu örneklemek ve açıklamak gerekirse, insanlara zarar verecek kötücül eylemlerin gerçekleşmesine ve bu durumun sistemleşmesine olanak sağlayan bi ahlak anlayışıdır. Toplumun genel kanısına göre bir insana işkence edilmesi ve bunun kamuya açık sergilenmesi insanlarda haz uyandırıyor olabilir ve bu durumda bunu ahlaklı olarak kabul edip sürekli bir eylem haline getirmeleri mümkündür. bunun gibi pek çok örnek verilebilir. İnsanların öfkelendiği durumlarda karşı tarafa şiddet uygulaması o anda haz veren bir eylem olduğu için bu durum ahlaklı bir eylem olarak kabul edilmektedir ve sürekli uygulaması söz konusu olacaktır.
    Faydacı etik anlayışının toplumlara sağladığı menfaatlerden çok bireye menfaat sağladığını düşünüyorum ve bu durumunda bir noktadan sonra kötüye kullanılacağını düşünüyorum.

  3. Kant Ahlakı
    Bir davranışın ahlaki olabilmesini onun her zaman bir kural,bir genel yasayla mümkün olacağını söylüyor.Bir kural ya da bir kanun hükmü ahlaki bir değer taşıyabilir ama öyle olmak zorunda değildir.Ahlak ve hukuk birbiriyle kesişebilirler ama bir davranışın ahlaki olabilmesi her zaman bir hukuk kuralına bağlı değildir.
    Bentham’ın Ahlak Anlayışı
    Bentham hazlar arasında niceliksel bir ayrım yapılabileceği ve niteliksel ayrımların yapılmasının imkansız olduğu iddiasına dayanır.Haz,
    kişinin mutlu olması bir ölçüte bağlı olmamalıdır ve mutluluk da kişiden kişiye değişebilen bir duygu durumudur ve herkesin mutluluk anlayışı farklıdır bunu nicelik olarak belirlemek doğru değildir çünkü bu soyut bir durumdur,iç dünyayla alakalıdır.

  4. Kant ahlakı makalesini okurken ilk başta aklıma Kelsen geldi. Kelsen hukukun insan iradesine tıpkı bir etik bir din gibi yansımasının oldukça zor olduğunu çünkü insanın iç dünyasına etki edemeyeceğini söylüyordu. Kant’ın ahlakında da ben bunu görüyorum. İnsanların iç dünyalarına doğrudan etki edebilecek, akıldan doğan ahlak kuralları.
    Kant’ın “En yüksek iyi”nin ancak Tanrı’nın var oluşu koşuluyla olabildiğini kabulünden Tanrı’nın varlığını kabul etmeyi ahlaksal bakımdan zorunluluk koşması ise bence kendi görüşünün kabul görmesini oldukça zorlaştırır. Bu kısımda aklıma yine Kelsen’in temel normu geldi. Temel norm hukuku hukuk yapan şey ve aklın zorunlu bir varsayımı idi. Fakat burada temel norm varsayımsal olmasına karşın geçerliliğini akıldan alıyordu. Kant’in ahlakında ise Tanrı’nın varlığını şart koşması Tanrı inancı olmayan herkesi direkt görüşünün dışında bırakması anlamına geliyor.

  5. ”Etik İlkeler ve Hukuk” makalesi :

    Bir arada yaşayan insanoğlu önceki zamanlardan günümüze kadar, özellikle son 2-3 yüzyıllarda insana olan değeri arttırmıştır. Diğer varlıklardan akıl ile ön plana çıkan insan, bu üstünlüğü sayesinde haklara sahiptir. Ancak yazar bu hakların ne kadarının uygulandığı konusunu ifade etmektedir. İnsan hakları sıradan bir kelime mi yoksa hayatımızda yer edinmiş bir değer mi ?
    İnsan haklarının en iyi gösterilebildiği yer şüphesiz hukuktur. Toplumda insanların bir arada, düzen içinde yaşamasını sağlar. Eğer bir toplumda yaşıyorsak , o toplumun bir parçasıysak, o toplumu oluşturan diğer bireylere saygı göstermeli, onların alanlarını işgal etmemeliyiz. Eğer bunları uyma içgüdüsü ile yapıyorsa o toplumda hukuk vardır.
    Yazara göre hukuk normlarını göstermekten çok kendinin hissettirebilmesinin daha değerli olduğunu söylenmektedir. Kanımca hukuk kurallarının sadece yazıdan ibaret olmaması, uygulandığı toplumdaki bireylerin içselleştirmesi daha doğru olacaktır.
    İnsan gelişebilen bir varlıktır. Geçmişteki bazı izleri geride bırakıp, bazılarını geleceğe taşıyıp geliştirir. Bu oldukça doğal bir süreçtir. Zamanla insan hakları da devreye girdiğinden artık geçmişten gelen kültürün aksine, insanın faydasına , özgürlüğün esas alındığı, bireysel bir norm anlayışı oluşacaktır. Bu normatif anlayış ve irade ile insan hakları korunacaktır.

  6. Kant ahlak anlayışı ile ilgili refleksiyon paragrafı
    Kantın burda ahlak anlayışı vicdan üzerine düşünerek yorumlamış ve bence de ahlak anlayışı insanın vicdan prensibi ve saygı kuralıyla örtüşüyor ama burada vicdanlı davranırsak özgürlüğümüz yani yapmak istediğimiz kısıtlanmış olmuyor mu mesela bir evden alacağın var ve bu sana ekonomik olarak katkı sağlayacak ama eve gidiyorsun ve küçük bir çocuk görüyorsun ve ondan borcunu aldığında çocuğun belki yiyeceğini alamayacağını düşünüyor ve parayı almaktan vazgeçiyorsun ve alamadığın için yapmak istediğin şeyleri yapamayacak olacaksın yani özgürlüğün kısıtlanmış olacak yani aslında vicdanımız olduğu için Özgür kalacağımızı düşünüyor kant ama bu sadece vicdan yani iyi niyetli yada Erdemli insan olmak la özgürlüğe ulaşılamayacağını düşünüyorum ben ama tabikide saygı konusunda kanta hak veriyorum saygı bir ahlak etiğinin bence olmazsa olmaz bir yapı taşıdır

  7. Aristoteles’e göre şans aklımızı kullanabilmektir. Doğru karaktere sahip olabilmek en büyük şanstır. Yaşamdan aldığımız hazzı artırmanın yollarını aramak yerine, daha iyi bir insan olmaya ve doğru şeyleri yapmaya çalışmalıyız. Yaşamı daha iyi kılan şey budur. Doğru zamanda doğru duyguları hissetmemiz gerekir, bunlar da bizi doğru davranmaya götürür. Uygun alışkanlıkları geliştirmenin en iyi yolu, onları küçük yaşlarda edinmektir. İyi davranış kalıpları erdemleri, kötü davranış kalıpları ise kusurları doğurur.
    Bir asker, yurttaşların hayatını saldırıya geçen düşmandan kurtarmak için kendi hayatını tehlikeye atmak zorunda kalır. Gözü kara kişi kendi güvenliğini hiç önemsemez ve muhtemelen gerekli olmadığı durumlarda bile kendini tehlikeye sokabilir. İşte bu gerçek cesaret değildir, umarsızca riske girmektir. Diğer tarafta ise, korkak bir asker korkusuna yenik düşerek gerekeni yapamaz ve ona en ihtiyaç duyulan anda korkusundan ortadan kaybolur ya da korkudan donakalır. Aynı durumda cesur kişi de korku duyabilir, ancak korkusunu yenip harekete geçmeyi de bilir. Bu noktada Aristoteles her erdemin bunun gibi iki uç arasında olduğunu düşünmüştür. Burada cesaret, gözü karalık ile korkaklık arasında ortada bir yerdedir. Cesaret burada bir karakter erdemidir. Karakter erdemleri, her tek durumda, aşırılıktan kaçınma ve ortayı bulma meselesidir. Karakter erdemleri, kendi tercihimizle oluşan, yapıp etmelerimizle pekişen alışkanlık yoluyla edinilen erdemlerdir. Düşünce erdemleri ise eğitim yoluyla kazanılan erdemlerdir. Düşünce erdemleri ortayı bulma değil, uç noktayı bulma ya da uç noktaya yakınlaşma meselesidir. Örneğin, bilgili olmak bir düşünce erdemidir. Ne kadar bilgili olunursa, o kadar erdemli olunur.

  8. İnsan haklarının 2.dünya savaşı sonrasında önem kazanması tesadüf değildir. Dünya tarihine bakıldığında tüm savaşlar yıkıcı ve ağır insani dramlar yaşatmıştır. Ama ikinci dünya savaşı diğer savaşlardan farklı olarak en çok insanın yaşamını yitirdiği ve şu ana kadar dahi başka bir örneği olmayan atom bombasının kullanılması insan haklarının doğuşunu getirdiğini düşüm. bu yıkıcı durum ve insanlar arasında sınıfsal ayrımcılıklar bir anlamda insan neslini tehlikeye sokmaktadır. insanların varlığını korumayı amaçlar. modernitenin gelişi ve insan haklarının önem kazanması ile devletlerin yönetim şekli çoğunlukla demokrasi olmuştur. günümüzde demokrasi insan haklarını korur şeklinde dezenformasyon vardır. çünkü demokrasinin temel anlayışı consensus sağlanması yani çoğunluk görüşü ile karar alınır. alınan bu kararlar insan haklarını ihlal edici nitelikte olabilir. İnsan hakları ayrıca köleliği yıkma gibi bir anlayışının olduğunu düşünüyorum. Modern kölelik sisteminin yeniden oluşturulması için insan hakları popüler olmaya başladı ve içi boşaltıldı. popüler olmasının nedeni insan haklarının değer kazanması değildir çünkü popüler olan bir yapının ihlali olmaz ama günümüzde tüm ülkelerde insan hakları ihlalleri devam ediyor. ayrıca kültürel normlar ile insan hakları birbirine zıt kavramlardır kültürel normlar bir grubun çıkarını düşünen normdur fakat insan hakları bir grubun çıkarını düşünmez insanın yapısal özelliğinin gerçekleştirilmesdir. insanın temel varlığını korumayı amaçlayan insan hakları etik olarak nasıl muamele görülmesi gerektiğini düzenler. insan haklarının oluşturulmasının yanında düzenin insan haklarını koruması gerekir. insan hakları toplumsal düzenleme için etik ilkeleri getirme girişimidir.
    yasalar insan haklarına uygun olabilir ama pratikte uygulanmıyorsa o toplumda insan haklarının yanı sıra ahlak ve etik ilkeleri de çökmüştür.

  9. Bentham, HSK Etik İlkeleri ve Kavala
    HSK Etik İlkeleri’ni ve Yargıtay Etik İlkelerini okuduktan sonra -bilmem kaçıncı kez- başka ülkede hatta başka evrende yaşıyor gibi hissettim. Olan ve olması gereken birbirinden ayrılamaz, hep bir uyum içerisinde değillerse de birinin yokluğunda diğerinin varlığı mümkün değildir vs. gibi düşüncelerimin yine yerle bir olduğu bir noktadayım. İlkelerin sağından solundan geçmeyen kararların nasıl verilebildiğini düşünüp durdum. İnsan onuruna, insan haklarına saygılı olan, kararlarını kişilerin (örneğin cumhurbaşkanı), kurumların (örneğin bir siyasi parti) tepkisini çekeceği endişesi duymaksızın bağımsız şekilde veren hakimler nasıl olur da halihazırda 1637 gündür tutuklu bulunan masum bir insan hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedebilir? Yargıya olan(?) güveni temsil ettiklerine katılmakla beraber, realitede diğer ilkelerin çoğu zaman bir karşılığının olmadığını ve bu nedenle o ilkelerin -benim açımdan- zırvadan fazlasını ifade etmediğini söylemek isterim.
    Böyle bir etik ilkeler serisinin izharı; hakim-savcıların, mesleğe başlarken rakiplerinin haklarını hiçe sayarak birçok etik değerin temelinde yatan hak kavramını ihlal etmeleri ve dolayısıyla herhangi bir hukuki değeri haiz olmamaları ile izah edilebilir zannediyorum (mesleğe onuruyla girmiş ve onuruyla çalışan hakim-savcılar müstesna). Mutlaka ihtiyaç duymuş olmalılar. Artık adli yargıdaki vahamet ne boyutlardaysa HSK ilkeleri yetersiz kalmış ve Yargıtay Etik İlkeleri de getirilmiş. Hakimlerin ve savcıların bu ilkelere bırakın uymayı ilkeleri okuduklarına bile şüpheyle yaklaşıyorum.
    Şüpheyle yaklaştığım bir diğer şey ise Bentham’ın, genel ahlak kuralları söz konusu olduğunda insanların çıkarlarını düşünmeksizin direkt ahlaki olana yöneleceklerine dair naif inancı. Diktatörle yönetilen bir ülkede, hakimlerin masum insanları yıllarca hapis cezasına mahkum etmeyeceği gibi bir inanç… İşte görüyoruz ki insanlar her zaman hatta belki çoğu zaman ahlaki olanı tercih etmeyebiliyorlar. Gerçekten insanlar ahlaklı olanı uygular mı yoksa yalnızca birkaç ilke diye yazıp gazetede yayımlamakla mı yetinirler? Elbette kimseden her an ahlaklı davranmasını bekleyemeyiz. Ancak bir hakimden mesleğini ‘gerektiği gibi’ yapmasını beklemek çok absürt olmasa gerek.
    Örneğin kadınların fiziksel ve psikolojik şiddete yoğun biçimde maruz kaldıkları, öldürüldükleri bir ülkede eğer onları korumak için yasalar çıkarılıyorsa bu yasaların uygulanmasını beklersiniz. Bu yasalar, kadının mağduriyetini önlemek için, aldığı birtakım önlemlerle karşı tarafın haklarını kısmen ihlal ediyor olabilir. Bu noktada da eğer bir çıkar çatışması ya da haklara dair bir kıyas doğuyorsa Bentham’ın teorisine getirilen eleştirilerdeki gladyatör örneğinde olduğu gibi, bireysel menfaatlerinin gözetilmesindense uzun vadede topluma yönelik çıkarların gözetilmesi suretiyle geçici olarak bir tarafın hak kaybına uğramasının makul olduğu kabul edilmek zorundadır. Zira edilmezse kadın, kişinin hak iddia etmesinin ilk koşulu olan ‘sağ’ olma şartını sağlayamayabilir, basitleştireyim; ölebilir. Bu durumda bir tarafta yaşam hakkı ve diğer tarafta başka bir hak olması, ne olursa olsun yaşam hakkının korunmasını gerektirir. Haz-acı dengesi olmasa da bir fayda gözetilerek karar verilebilir. Etik değerlere sahip bir hakim pekala Bentham’ın teorisindeki kıyası burada uygulayıp basit bir fayda-zarar hesabıyla dahi kimin menfaatinin korunmasının daha elzem olduğunu çıkarsayabilir.
    Ancak yine de Bentham ile alakalı anlayamadığım iki husus bulunuyor: Öncelikle makalede de geçen haz ve acının ölçülemez olmasına dair yapılan eleştirileri haklı buluyorum fakat yeterli olmadığı kanaatindeyim zira ölçülemez olan yalnızca haz ve acı değildir, ahlaki değerlerin de matematiksel bir karşılıkları yoktur. İki ahlaki değer çatıştığında tercih edilmesi gerekenin ne olduğunu fayda gözeterek belirlemek pek mümkün değildir. Yani her zaman faydayı temel alamayız. Değerler ya da haklar arasındaki ayrım yukarıdaki örnekteki gibi belirlenebilir olmayabilir (verdiğim örnekteki hakların değerlerinin belirlenebilir olduğu hususunda bir kesinlik olmadığını belirteyim). O zaman ne yapmamız gerekir? Ahlaki değerler çatıştığında neyi tercih edeceğimize dair bir kıstas var mıdır?
    İkincisi de insanların ahlaki değerlere sahip olduğu gibi bir ön kabul olduğunu düşünüyorum. Bu durumun kendi içinde de sıkıntıları var. Öncelikle herkesin kabul ettiği genel ahlak kuralları diye bir şeyden söz edebilir miyiz? Bir kere hangi herkes? Bizim çevremiz mi, bütün ülke mi, belirli bir bölge mi, tüm dünya mı ya da uluslararası birkaç kuruluş mu? Bu genel ahlak kuralları neye göre belirlenmiş? İnsan haklarını mı temel almış? Kanunun açıkça izin verdiği ya da hukuka uygun hale getirdiği bazı durumlar karşısında ihlal edilme ihtimali olan insan haklarını mı? Hukuka uygun hale geldiğini, etik ilkelerden siyaseten muaf tutulan hakimler mi belirliyor? Diyelim bu kuralları bir şekilde belirledik. Peki, insanların bu kurallara riayet edeceğini, kendi menfaati söz konusu olsa bile yine de tercihini ahlaktan, etikten yana kullanacağını nasıl bilebiliriz? Hadi diyelim ahlaki değerlere sahip her insan bunlara uygun hareket etti. Ama olmayanlar ne olacak, her insan ahlaki değerlere sahip midir? Kendisinden adalet uman bir vatandaşın özgürlüğünü haksız yere elinden alan bir hakimin ahlaklı olduğundan söz edebilir miyiz?
    Bentham’ın teorisinin çok mantıklı olduğunu düşünüyorum ancak ahlakla haz çatışınca kazanan ahlak olur hatta kazanmak diye bir şey söz konusu olmaz çünkü bir yarış ya da tercih etme hali ortaya çıkmaz, ahlak her zaman birincildir gibi bir şey kesinlikle inandırıcı değildir. Bu durum biraz kaçak oynamak gibi geliyor.

  10. İnsanın vicdanına yenik düşmesi bence sorumluluklarını yerine getirmemesidir. İnsan, vicdanına yenildiğinde daha önceki gibi özgür olarak görünse de aslında kendi kendisinin sınırlayıcısıdır. Sorumluluk duygusu kişinin özgürlüklerini kısıtladığı gibi olması gerekene dair insanda bir temel oluşturur. Sorumlu olduğumuz, hissettiğimiz için özgür olmalıyız ki sorumluluklarımızın gerektirdiklerini vicdanımıza uygun olarak yapabilelim.

    Bentham’ın fayda ilkesinde eylemlerin ahlaki doğrulukları, yanlışlıkları haz ya da acı ortaya çıkarma eğilimlerine göre değerlendirilir. Birey yapacağı eylemin doğru ya da yanlış olduğuna karar verirken ortaya çıkması muhtemel haz ve acı miktarını birbiriyle tartması gerekir. Bence bütün insanlara davranış rehberliği yapacak olan fayda ilkesinde haz ve acı miktarından bahsedilirken kullanılan ölçüt herhangi bir birey olmamalıdır. Her somut olayda failin haz ve acı miktarı karşılaştırılırsa kimseye ceza verilemediği bir sisteme yol açar, hâkimin tarafsızlığına gölge düşürür. Makul seviyede, normal bir vatandaşın hissettiği haz ve acı ölçüt olabilir. Bu da her failin alması gereken haz ve acı miktarı makulleştirilerek nihai karara yansıtılmalıdır. Böylece hazlar ve acılar objektif olarak kendi içlerinde ortak paydada birleştiğinde genel mutluluğa ulaşılacaktır.

    Fatma ŞİRİNGÜL
    c1951164

  11. Kant, Aristo’nun erdem anlayışı ile Bentham’ın yarar ve haz odaklı faydacı ahlak felsefelerini reddeder. Kant’a göre ahlakın kaynağı insandır. İnsan etiğe ilişkin ilkeleri kendi koyar ve kendi koyduğu iradeye yine kendisi uyar. Dolayısıyla etik değerlerin kaynağı da akıldır. Kant insanın insan olmaktan ötürü ahlaklı olmak gibi bir ödevi olduğuna vurgu yapar. Kant eylemleri kendi içerisinde ayırarak hangi ödevlerin gerçek ahlaki değere sahip olduğunu açıklar. Eylemler; ödeve aykırı eylemler, ödeve uygun eylemler ve ödevden dolayı eylemlerdir. Örneğin mahkemede tanık olarak dinlenen bir kişi doğruyu söylüyorsa bu eylem iyidir. Ama bu eylemin altında yatan “niyet” ceza alma korkusuna dayalıysa bu ahlaki değildir. Eğer bu kişinin yaptığı tanıklıkta aldığı niyet hiçbir korku olmaksızın gerçeğin ortaya çıkması ise bu eylem ahlakidir. Bu ayrım bana Kelsen’in saf hukuk anlayışını çağrıştırdı. Kant da etik anlayışını saflaştırmayı duru bir hal almasını amaçlamıştı. Bu etik tablosunun çerçevesini belirlemek anlamında isabetlidir. Ancak pratikte insanların iç dünyasını ve psikolojilerini anlamak imkânsıza yakındır. Bir diğer sorun da ceza almaktan korktuğu için doğruyu söyleyen tanığın verdiği beyanın mahkeme kararına etkisinin nasıl olacağı hususudur.

    Kant’a göre ahlak kuralları insan aklının bir ürünü olduğundan ve tüm insanlar için geçerli olabilecek şekilde düzenlendiğinden evrensel nitelik taşır. İnsanlar bu evrensel kurallara uyduğu derecede özgür sayılır. Kurallar özünde sorumluluğu da taşıdığından insan sorumlu olduğu kadar da özgür olacaktır. Kant, insanı merkez alarak ve kuralların insan aklının bir ürünü olduğunu belirterek “Öyle davran ki davranışın temelindeki ilke, tüm insanlar için geçerli olan evrensel ilke veya yasa olsun.” diyerek kuralları evrenselleştirmeyi amaçlamıştır. Son dönemlerde insan hakları alanındaki evrensellik düşüncesi Kant’ın anlayışıyla örtüşmektedir. Bu bağlamda Kant, evrensellik düşüncesi ile hukuki pozitivistlerden uzak, doğal hukuk anlayışına yakın bir noktada durmaktadır.

  12. ETİK İLKELER VE HUKUK – İOANNA KUÇURADİ

    Prof.Dr.İoanna KUÇURADİ’nin 2000 yılında Ankara Barosunda yapmış olduğu bu konuşma metninde insan haklarının önemini, ne anlama geldiğini, nasıl uygulanmasını gerektiğini, nelerden etkilendiğini, yasalaştırılmasında nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini; norm kavramının ne olduğunu, norm kavramlarının çeşitlerinin neler olduğunu, yasalaştırılması gereken normların neler olabileceğini, insan hakları normlarıyla ahlaki, hukuki ve kültürel normların hangi temellere dayandığını; devletin kamu gücüyle insan hakları ve normlar üzerinde neler yapması gerektiğini; insan hakları kavramlarıyla norm kavramların hukukla nasıl ilişkiler içerisinde olduğunu, nasıl verimli olacak şekilde yasalaştırılmaların yapılması gerektiğini, pozitif hukukla insan haklarının ilişkisel dengelerini açıklamıştır.
    Belirtilen konuşma metninde insan haklarının basın yayın organlarında yerinin diğer haberlere göre daha az bahsedilmesinin rahatsızlığından bahsedilmiştir. Daha sonrasında insan hakları fikirlerinin ortaya atılmasının gündemde daha fazla yer edeceğinin farkına varılarak fazladan değinilmesiyle bir kavram kargaşası oluşmuştur. Asıl problemin insan haklarının gerçek tanımının tam olarak ne olduğunun insanlar tarafından bilinmediğine değinilmiştir. Bu bağlamda insan haklarının ülkemizde tam olarak ne anlama geldiği halk tarafından mı yoksa yöneticiler tarafından mı tam olarak bilinmediği bir soru işaretidir. Eğer halk bu kavramın ne olduğuna vakıfsa bilinçli davranarak bunu yönetime uygun yollarla iletmesi gereklidir. Eğer yönetim bilmiyorsa yöneticilik seviyesine gelene kadar olan eğitimlerin ve çalışmaların yetersiz olduğundan bahsedilebilir. Ayrıca insan hakları kavramının mecburiyetler ve zorunlu durumlarda kişiler tarafından tanımının ne olduğunun ve nasıl olması gerektiğinin öğrenilebileceği ve uygulamaya koyulabileceği kanısındayım.
    Örnek vermem gerekirse Ceza İnfaz Kurumlarında görevli bir personelden edindiğim bilgiye göre suç işlemiş veya suça sürüklenmiş hükümlü/tutuklulardan eğitim seviyesi düşük derecede olan kişilerin bile haklarını yönetmelik maddelerine kadar biliyor oluşunu öğrendim. Çünkü bu konu üzerine düşünebilecek zamanları olduğunu ve edinmiş oldukları bilgi ile de infaz kurumlarında veya dışarıdaki haklarını elde ederek refah seviyelerini artırabilecek bilince eriştiklerini öğrendim. Dahası mevcut haklarının ne olduğu ve nasıl yararlanabileceği yanında, zamanla bu yönetmelik ve kanunlarda hükümlü lehine değişiklik yapılabilecek taleplerde bulundukları ve ciddi boyutta kazanımları olduğunu da göz ardı etmemek gereklidir.
    Hukukla iç içe olan ahlaki, kültürel ve insan hakları normlarının yasalaştırılmasında yöneticilerin eğitim ve tecrübe seviyeleri kadar, mecbur bırakılmadan bilinçlendirilmiş haklın da kanuna ve yönetmeliklere uygun taleplerinin doğru yolla iletilmesinin daha sağlıklı olacağı düşüncesindeyim. Burada devletin görevi hukukta, yasaların çıkartılmadan önce mutfağında yer alan normların oluşturulmasında, yöneticiler (kamu görevlileri, kanun koyucular, hakim ve savcılar gibi..) kadar; bilinçli, kanuna uygun taleplerde bulunabilen, kendi haklarının farkında olan bireyler yetiştirilmesine öncelik vermesidir düşüncesindeyim.

  13. Yapılmış olan bu çalışmada Immanuel Kant’ın ahlak anlayışını, ahlaksal kavramların nasıl benimsenebileceğini, ahlak anlayışının nelere dayandığını, akla uygun davranarak ahalakın kavranabileceğini, Tanrı’ya inanmanın ahlak açısından mecburiyetini, en yüksek iyi kavramına ulaşmanın yollarını ve iyi niyetli birey olmanın artılarını bahsederken; kendisiyle aynı ve karşıt görüşte olan düşünürlerin fikirlerine de yer verilmiştir.
    Ahlaksal kavramın öneminin ve neden çok iyi kavranmasının gerekliliği üzerine belirtilen etmenlerin doğruluğuna inanmakla birlikte Tanrı’ya inanmasının mecburiyeti üzerine düşünmek gerekir. Ahlaklı olmanın vazgeçilemez maddesi Tanrı’ya inanmaksa; inanmayan bir insanın ahlaki değerlerinin yüksek olabilme olasılığı yok mudur ? Mutlaka ahlaki kurallarla dini kurallar iç içedir. Bu iki kuralın birbiriyle çelişen yönlerinin fazla olduğu söylenemez.
    Mutlaka inanç ile desteklenmiş kurallar yanında yazılı hukuki kurallara da ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Dini açıdan da ahlaki açıdan da bunun gerekliliğini savunuyorum. Örnek verecek olursam:
    Hz. Ayşe’nin sorulan bir soruya, Hz Muhammed (sav) için, “O’nun ahlakı Kur’an’dı” denilmiştir ve dinen yapılması yasak olan eylemlerin Kur’an’da yer aldığı bilinmekle, kanunen yapılması sakıncalı durumlar da hukuki platformda yazılı olarak dile getirilmiştir ki bu gerek sosyal gerekse kamu ortamlarında bir düzen oluşturmaktadır. 657 sayılı Kanunun 125. Maddesinde kamuda çalışan personellerin yapılması durumunda karşılaşacakları müeyyideler açıkça belirtilmiş olup caydırıcılığı mümkündür.
    İnsanın özgür davranışları da bir kanuna veya belirli bir düzene uymalıdır. Bu davranışlar gerek sosyal çevredeki bir esnafın ticaretinde gerekse bir mahkeme salonunda Hakim’in verecek olduğu kararda başvurduğu “vicdan” kavramıdır. Vicdan kavramı içimizde kesin bir şekilde varlığını hissettiğimiz bir duygudur. İşte bu sorumluluk duygusunu yaşayan insan özgürdür diyebiliriz. Davranışlarımızın diğer insanlara örnek teşkil etmek amacıyla olduğunu unutmamak gerekir.
    Sonuç olarak diyebiliriz ki, akla uygun davranan, kendi iç sesini bir amaç uğruna kullanan iyi niyetli olan ve inanç sahibi olan insan aynı zamanda zaten ahlak kavramını benimsemiş bir insandır düşüncesindeyim.

  14. Kant’ın ahlak anlayışına göre, sonucu ne olursa olsun ahlak neyi emrediyorsa ona uygun davranmak gerekir. Buna ödev ahlakı denir. Örneğin sadece iyi olmak için iyi davranmak ahlaklı değildir.
    Bentham ise, ne kadar çok kişi ne kadar çok sayıda fayda sağlamak için eylemde bulunuyorsa bunun ahlaklı olduğunu düşünür. Bentham’ın ahlak anlayışı faydacıdır.
    Aristoteles etiği devletle bağdaştırmıştır, devletin en yüksek iyiyi amaç edinmesini ve etiğin de bu en yüksek iyinin bilgisine ulaşmayı amaçlamak olduğunu söyler.
    Çiğdem Ece ARIKAN
    201951016

  15. Jeremy Bentham’ın ahlak anlayışıyla ilgili bu çalışmada ahlak ile ilgili en önemli teorilerin başında gelen “faydacılık” teorisi üzerinde durulmuştur. Faydacılık teorisinin sistemini oluşturan ilk düşünür olması onu bir ekol haline getirmiştir.
    Ahlaksal anlamda bir etik teori oluşturarak bunu yasal zemin içerisine katarak fayda sağlayabilme düşüncesi yapıcı ve olumlu bir düşüncedir. Faydacılık kavramının temelini “gözlem” oluşturur. İnsan hayatının gözlemlenebilmesi bir temel oluşturmak yanında eksikliklerin de farkındalığını geliştirecektir. Bentham’ın mümkün olan çok sayıda insanın, mümkün olan en yüksek seviyede mutlu olmasını isteyen bir bilim yaratma çabası gerçekten insanlık için her yönden faydalıdır. İnsanın toplumsal ve politik yönüne yönelerek fayda ilkesi doğrultusunda çalışmaların yapılması insanın doğası gereği ahlaki değerlerinin geliştirilmesi ve anlaşılması yönünden eksik kalınmasına neden olabilir.
    Belirtildiği üzere insanlar acıdan uzaklaşıp haz duyulan davranışlara yaklaşım göstermektedirler. Buradan hareketle haz duyulan davranışların ahlaki seviyesinin yüksekliği, acı duyulan davranışların da seviyesinin düşüklüğünden bahsedilmektedir. Bu durumda haz duyulan her davranışın ahlaki olduğu kanısına varmak ne derece doğrudur? İnsanların haz aldıkları eylemlerin birbirlerinden farklı olduğu aşikardır, ayrıca bu eylemlerin hepsinin de ahlaki değerler kapsamında sayılmayacağı düşüncesindeyim. Diğer yandan hazlar acıdan fazla ise insan mutludur düşüncesinin doğru bir düşünce olduğunu düşünüyorum.
    Acı ve hazlar hakkında hazırlanmış bir taksonomi sonrası yapılan kıyas ve hesaplama ile kişinin mutluluk durumunun belirlenebilmesinin kabul görmesi bir noktada mantıklı değildir. Yöntemin karmaşık ve uzun süreli tahmine dayalı oluşu sonuç alma durumunu zorlaştıracaktır. Her insanın şartlar aynı olsa da duygularını açığa vurma şekli farklıdır. Yaşam noktasında farklı sürelerde yaşam ömrüne sahip insanların hayattan aldığı hazları kıyaslayabilmek de bu anlamda mümkün görünmemektedir.
    Ahlaki değerlerin nesnel bir ölçüt ihtiyacı olduğu savunulmuşsa da insanın ahlaki sezgi ve vicdan gibi ölçülemeyen kavramları bu tezini zayıflatmıştır. Diğer yandan fayda kavramının gözlem, haz ve acı değerlendirmesiyle güçlendirilmiş olduğu söylenebilir.

  16. Kant’ın ahlaki anlayışının amacı insanın doğal bir varlıktan ahlaki bir varlığa dönüşmesidir.Doğa yaşamında nedensellik mevcuttur,zorunlu olduğu için o eylem veya davranış meydana gelmektedir fakat Kant bunu reddederek akıl dünyasına işaret eder,orada özgürlük öne çıkacaktır.Kişi bir hareketi gerçekleştirmeden önce ne yapması gerektiğine aklı aracılığıyla ulaşabilir yani Kant’a göre bu ahlaki yaşam;kişilere,zamana,mekana,topluma bağlı olmaksızın ortaya çıkabilir.

    Kant’ın ahlaki yasasında kendisine katıldığım kısım evrenselliğe işaret etmesi,insanlardaki ortak nitelik olarak akıla işaret ediyor ve böylece evrensel açıdan uygulanabilir ahlak kuralları,evrensel bir yasa ortaya çıkıyor.Ahlakın dünyada bu şekilde işlemesi gerektiğini düşünüyorum açıkçası;kişilere,kültüre,topluma bağlı ahlak anlayışlarımız olmaya devam edecek olsa da temelde insan olmamızın getirdiği davranışlara ben de Kant gibi insanın aklıyla ulaşabileceğini düşünüyorum.Evrenselliğe işaret etmesi sebebiyle bu yasa,bireysel çıkar ve amaçlarımızdan bağımsız olarak ortak bir yurttaşlık kurulabilmesi için ideal bir yol.Aynı zamanda toplumsal normların doğruluğunu veya yanlışlarını tartışmaktansa bunu akla göre belirlememizin verimli ve doğru olduğu kanaatindeyim.Katıldığım bir diğer nokta ise Kant’ın bu ahlaki davranışları bir nedene bağlamaması sebebiyle insanların bunu her zaman ne olursa olsun yerine getirebileceği,böylece iyi bir düzen sağlanabilir yani doğru bir davranış ödüllendirilmese de insan her zaman doğru yola başvurabilir.
    Kant’ın görüşlerinde katılmadığım nokta ise ahlaki kurallarda istisnaya yer verilmemesi sebebiyle çeşitli durumlarda bu görüşün her zaman işlemesinin mümkün olmaması.Örneğin bir insanın öldürülmesine izin vermememiz her zaman mümkün olmaz veya kendimizi korumak amacıyla yalan söylemek zorunda kalacağımız durumlar olabilir.Hayatta çelişen durumlarla karşı karşıya kalınabilir ve bu yasanın her zaman kusursuz bir şekilde işlemesi mümkün değildir.

    Kant’ın düşünceleri kendime çok yakın bulduğum düşünceler olsa da uygulanabilirlik açısından gerçekçiliği olmadığını düşünüyorum.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s