!!!! 13 Mayıs günü yapılacak olan 1. Grupların dersi saat 11:00-12:15 arasında olacaktır. !!!!!
Bu hafta derste adalet teorilerine giriş yapacağız. Bu bağlamda, genel olarak adalet kavramı ve Platon ve Aristo’nun adalet anlayışlarına değineceğiz. Bu bağlamda aşağıdaki makalelerin okunması ve 11 Mayıs Çarşamba saat 19:00’a kadar görüş, eleştiri ve değerlendirmelerin gönderilmesi gerekmektedir.
platonun adalet anlayışı
platon felsefeye dair adalet tasarımı gerçekleştiren ilk filozoftur. platon kitabında adaleti açıklamak için pek çok tanımda bulunmuştur. en doğru tanımı yapabilmek için farklı görüşlere de yer vermiştir. Sokrates’in sorduğu adalet nedir sorusu üzerine pek çok yanlış ve kısmen doğru olan cevaplar gelmiştir. adaletin ne olduğunu tanımlamak gerçekten zor.
peki adalet ne değildir? adalet güç kavramına indirgenebilecek, güç ile yan yana gelebilecek bir kavram değildir. güç adalet sağlamaz ancak adalet güç sağlayabilir. bunun dışında kişisel algılarımız sonucu değişen değerlerimizin de adaletle bağdaşmaması gerekir. platon kitabında en son adalet herkesin üzerine düşeni yapmasıdır şeklinde bir tanımda bulunuyor. diğer tanımlar içerisinde en kapsamlı ve adalet kavramını açıklamaya en yakın tanım budur. peki nasıl bir toplum modelinde herkes üzerine düşeni yaparsa adalet sağlanmış olacak? dünya geneline baktığımız zaman, öncelikle Türkiye’ye baktığımızda herkesin üzerine düşeni yaptığını görüyoruz 🙂 ( bakanlar bakanlıklarını yapıyor, çöpçüler saatlerinde çöpleri topluyor.) gözle görülür bir adaletsizlik varken ancak herkes işinin başındayken bu adaletsizliğin kaynağı sınıf ayrımı ve eşitsizliktir. platon bu sınıf farkının önüne geçmek için toplumu bireyden daha üstün tutuyor ve toplumda sınıf kavramının olmaması gerektiğini söylüyor. işte o zaman adaletin yerine getirilebileceğinden bahsediyor.
adaletin sağlanabilmesi için ve toplumun adil şekilde ilerleyebilmesi için platona göre yöneticilerin parayla ilgilenmiyor olması gerekiyor ve hatta sadece filozofların adaleti tam olarak anlayabildiği için yönetici sınıfın filozoflardan oluşması gerektiğini söylüyor. bu konuda platonun fikirlerini çok değerli buluyorum. gerçek anlamda bir adalet için yönetici sınıfın sadece toplumun huzuru ve refahı için iş yapıyor olması gerekiyor. devletin tek varlığı toplumun hayati ihtiyaçlarını karşılamak olmamalıdır.
platona göre özel mülkten söz edilemez, her bir toprak parçası toplumun ortak malı olmalıdır. aksi halde özel mülkten söz edildiği anda sınıf ayrımları ve sonucunda adaletsizlik ortaya çıkar. özel mülk bireyci toplum anlayışlarında uygulanabilir bir kavramdır. platon topluma bireyden daha çok önem verir.
platonun adalet anlayışı gerçekten adaleti sağlamak için mükemmel bir tasarımdır ancak buna dair biraz eleştiride bulunmam gerekirse, toplumdaki her bireyin eşit haklara sahip olması ve eşit eğitim alması, her çocuğun toplumdaki tüm büyüklere anne-babası gibi davranması vs. toplumun bireylerinin robotlaşmaya başladığını gösteriyor. herkes mükemmel bir adalet terazisi üstünde yaşarken dengeyi bozacak en ufak bir ahlaksızlık sadece bir çocuğun hırsızlık yapması bile olabilir.
platonun adalet tasarımını ne kadar beğensemde uygulanabilir bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Ertelenmiş Adalet
Adalet, fiilî durumdan ziyade olması istenen bir dünyayı dile getirir. Bir metafor olarak vardır. Bir metafor olduğundan dolayı belirsizdir, ele geçirilemez. Hukuk adaleti tanımlamaya ve uygulamaya çalışmaktadır. Bundan dolayı hukuk adaletin uygulayıcı tekeli olmaya çalışır. Ancak hukukun adaleti adalet değildir. Adalet bir kalıba sokulup kesinleştirilemez. Kesin bir adalet arayışı da mümkün değildir.
Adalet ve adaletsizlik aynı doğrultuda ilerleyen iki kavramdır. Dünya adalet olmadan oluşmuştur ve ertelenmiş adaletin arayışı günümüzde de sürmektedir. Adalet, gerçeklikten uzak bir kavramdır. Bu yüzden adalete yaklaşabilmek bir başarı göstergesidir. Adalet kavramına yaklaştıkça daha az soru işareti ve daha az kafa karışıklığı kalacaktır. Adalete yaklaşabilmek bile bir başarıdır.
Hukuk çoğu zaman adalet kavramını zedelemektedir. Hatta adaletin önüne ket vurabilir. Bundan dolayı çoğunlukla adalet hukukta gerçekleşmeyebilir. Aslında hukuk adaletin uygulayıcısıdır. Soyut kurallar adaletin gerçekleşmesini sağlar. Hukuk kurallarının bazılarının adalet kavramına uygun bazılarının olmadığı düşüncesindeyim. Çünkü hukuk kurallarının koymuş olduğu normlar adalet anlayışından uzaksa o toplumun hukuka duyduğu güven sarsılacaktır. Bu da o toplumu kaosa sürükleyecektir.
Hukuk gelişen topluma ayak uyduran bir kurumdur. Toplum geliştikçe adalet anlayışı da değişmektedir. Hukukta da buna bağlı olarak uygulamaya çalıştığı adalet düşüncesini geliştirecektir. Zaman ilerledikçe insanların ihtiyaçları değişeceğinden, onların değişen düzenlerine uyum sağlayabilmek için her düşüncede olduğu gibi adalet düşüncesi de sürekli olarak değişecektir.
Murat KOÇAKELÇİ
201951124
Adaleti sağlayan şey tek başına hukuk düzeni veya yasalar değildir. Naziler zamanında da bir anayasa vardı ama adaletli miydi? Hayır. Kanun devleti ve hukuk devleti arasında büyük bir fark vardır. Kanun devletinde yönetimi elinde tutan siyasal güç, parlamentodaki çoğunluğa dayanarak istediği kanunları çıkartabilir. Bu kanunları kurguladığı hedefe gitme yolunda imkan elde etmek amacıyla çıkarır. Hükümet, kendi çıkartmış olduğu kanunla birlikte hareket ederek, yasalara aykırı davranmadığını göstererek ya da menfaatlerini meşrulaştırarak hareket ettiğini gözler önüne serer. Böylelikle yasalara dayansa bile aslında devlet adalet ve hukuka ulaşamaz, kanun devleti olarak kalır. Hukuk devletinde ise adaleti sağlamaya yönelik toplumsal yaşam düzenine uygun hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarının hukuki güvenliğini sağlayan bir devlet anlayışı vardır. Hukukun yani somut anlamda yasaların, aslında adaleti sağladığı düşüncesi yerinde değildir. Hukuk sadece eşitliği ve düzeni sağlar; adalet ise kısastır. Hukuk, prosedürler bütünüdür; adalet ise terazidir. Hukuk, değişkenlik gösterir; adalet ise evrenseldir. Hukuk, beşeridir ve yapaydır; adalet ise doğaldır. Hukuk dışında yollarla da sübjektif adalet sağlanabilir ama bu sadece birey özelinde kalır. Önemli olan objektif adaleti sağlamaktır. Aslında hukuk ile adalet iç içedir. Hukuk en nihayetinde toplumların kurduğu bir düzendir, adaleti sağlayamazsa er ya da geç yıkılır. Hukuk adalet demek değildir ancak adalet en iyi hukukla sağlanabilir. Hukukun amacı adaleti ve hakkaniyeti sağlamaktır.
PLATON VE ARİSTOTALES’İN ADALET ANLAYIŞLARI
Platon ve Aristo’nun devlet anlayışları arasında birçok fark vardır. Platon devleti tanımlarken ideal devletten yani olması gerekenden bahsederken Aristo gerçek bir devleti tanımlar.
Platon’un adaleti betimlemesi soyut ve genelken Aristo adaleti daha somut ve güncel anlatır.
Platon adaletin sadece devlet adamlarında bulunabileceğini düşünürken Aristo devlet adamlarıyla birlikte yargıçlar ve hatta çiftçilerde bile adaletin bulunabileceğini söyler. Aristo insanların bu 3 farklı sınıftan birine girmeye çalışmaları gerektiğini savunur. Platon ise çiftçilerde, işçilerde adaletin olamayacağını varsayar.
Platon için devletin nasıl korunacağına dair bir fikir yokken Aristo suçlulara karşı tedbirler düzenlemiştir.
Platon’a göre vatandaşlar devlete karışamazken Aristo’ya göre vatandaşlar devleti eleştirebilir ve hatta yönetime katılabilirler.
Çiğdem Ece ARIKAN
201951016
Kemal Gözler doğal hukuk ve pozitivizme göre adalet
Adalet kavramının genel olarak bilinemez olduğuna katılıyorum. Ancak tamamen hukuktan bağımsız açıklanması gerektiği görüşüne pek katıldığım söylenemez. Çünkü hukuk her ne kadar insan aklının ürünü olsa da insanın tek özelliği akıl sahibi bir varlık olması değildir. İnsan duygusal bir yapıya sahiptir, değerleri kişiden kişiye değişse de vicdanı da vardır, yani bazı şeylere bakış açımız bu içimizdeki insani duygular sayesinde şekillenir. Örnek vermek gerekirse bazen yaptığımız empati sonucu adil ya da adil değil sonuçlarına varmamız bu duygularımız sayesinde olur. Adalet kavramı subjektif bir kavram olsa da herkes için adil olan şeyler de vardır ;işte bunlar hukukumuza yansır. Bu bazen ilk çağda bahsedildiği gibi doğa düzenine uygun olduğu için de olabilir ya da bir din kuralı herkes için uygun olduğu zaman olabilir. Hz Ömer’in “Adalet mülkün temelidir.” sözü ile anlatmak istediği düzenin esası adalettir. Hukukun amacı düzeni sağlamak olduğundan temelinde de adalet düşüncesi yatmaktadır. Hukuk ve adalet kavramlarının birbirlerini çağrıştırdıklarını geçmişten günümüze görmekteyiz. Sonuç olarak adalet kavramının subjektifliğine katılıyorum ancak zaman zaman objektifleştiğini düşünüyorum . Bunun da karşılığını hukukumuzda net bir şekilde görebiliriz.
Tabi hukukçulara göre adil olmayan pozitif hukuka itaat zorunlu değilse yürürlükte olan ancak başkalarına göre adil olmayan bir yasa diğerlerine uygulanırken onlara uygulanmayacaktır. Bu durumda kişiler kendi çıkarları için yasaları adil veya adil değil nitelendirmesi yaparak hak iddia edebilecek ve kargaşa ortamı oluşacaktır. Bunu önlemek için ortak bir adalet anlayışı, tanımı öngörülse de bu herkesi memnun edemeyecektir. Hukuki kesinliği sağlamak ve hukuk bir bilimdir diyebilmek adına iktidarın yapacağı tek bir tanımla adalet sağlanamaz. Kanımca adalet duygusu göreceli olduğundan salt bireyler için de birden fazla anlam ifade ediyor olabilir. Bu da birden fazla tanımları beraberinde getirir.
Aristoteles’e göre, devlet kişinin intihar etmesini kendine karşı yapılan bir hukuksuzluk olarak görür. Böyle bir suçu işleyen birisini devlet cezalandırır ve onu devlete zarar veren birisi olarak nitelendirir. Kanımca intihar eden bireyi cezalandırmak, “devlete zarar veren kişi” nitelemesi yapmak devleti asıl amaca ulaştırmaz. Olası intiharların önünü kesmez. Devlet önleyici tedbirler alarak sadece suç işleyene yönelmemeli, toplumun genel sağlığını amaçlamalıdır.
Aristoteles, devleti insanların kendisine hissedar oldukları ortak bir kurum olarak görmesi gerçekten de ilginçtir. Ortada bir payları belirli bir ortaklık durumu olsaydı ortakların hepsinin sermaye koyduğu ölçüde oy hakkı olması gerekirdi. Bu sermayeyi vatandaşların verdiği vergilere benzetirsek vergiyi daha çok veya daha az veren, vergiden kaçınanların farklı oy hakkına sahip olması gerekirdi. Ancak vatandaşlar eşit oy hakkına sahiptir. Keza sonradan vatandaşlık kazanılması doğumla kazanılmaya göre daha sıkı koşullara tabidir. Ortakların değişmesi ise daha sıkı şartlarda mümkündür. Aslında bu benzetme yönetici ortakların değiştirilmesine uygundur. Örneğin yönetici ortakların değişmesi sözleşmeyle, oybirliğiyle alınmış kararlarla mümkündür. Devlet yönetiminde de yönetenlerin değişmesi yönetilenlerin seçimiyle mümkün olduğu düşünülürse benzerlik daha net görülebilir.
Fatma ŞİRİNGÜL
c1951164
Adalet, net bir tanımı yapılamayacak kadar dinamik bir kavramdır. Kimileri hak, hukuk, eşitlik, orantılılık, ölçülülük, mutluluk, erdemlilik, iyilik gibi kavramlardan hareketle adaletin ne ve nasıl olduğuna ulaşmaya çalışırken, kimileri de (Aristo gibi) zıddını düşünerek yani adaletsizliği tarif ederek bu tanıma ulaşmaya çalışmaktadır. Baktığımızda etik, ahlak kavramları gibi adalet kavramının tanımlanmasında da insanlar yaşadıkları yer, zaman, toplum yapısı vs. etkilenmişlerdir. Dolayısıyla adalet subjektif bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir kişinin adil olarak gördüğü bir şey, başkasına göre adil olmayabilir. Ancak genel kabul gören, toplumun çoğunluğu için iyi ve faydalı olan şeyin adil olması yönündedir. Subjektif değer taşıyan bu ve bunun gibi birçok kavram doğal olarak birçok soruyu da beraberinde getirir. Hukuk ve etik anlayışını irdelerken de benzer şeyleri sorgulamıştık. Örneğin, adalet toplumun çoğunluğunun faydasına olan şey ise geri kalan insanların/azınlığın durumu ne olacak? Adalet terazisi bu kişiler için çalışmayacak mı? Eğer adalet mülkün temeli ise, mülk de devlet ise, devletin unsurlarından biri olan insan toplulukları arasındaki mutlak adaleti sağlamak mümkün olmayacak mı? Mülk, meşruiyetini anayasadan alıyorsa ve bu anayasa, devletin, kişi hak ve hürriyetleri dâhil pek çok alana müdahale edebilmesine cevaz veriyorsa ya da uygulayıcıları tarafından doğru yorumlanıp uygulanmıyorsa, kişi ya da çıkar gruplarına hizmet ediyorsa adalet mülkün temelidir, ancak “insansız mülk”ün temelidir. Bu yüzden adalet ne kadar insana hitap ederse o kadar da amacına ulaşacaktır. Adalet her ne kadar subjektif bir kavram olsa da, özünde genele sirayet etmeyi, objektifliği taşır. Peki mutlak adaleti sağlamak mümkün mü? Pratikte mutlak adalete ulaşılmaya çalışmak amaçlanamaz, çünkü mutlak adalet ulaşılamayacak üstün ve sınırsız bir noktadadır. Ama en azından bu imkânsız noktaya en imkânlı şekilde ulaşılmak amaçlanmalıdır. Bugün gerek ulusal gerek uluslararası birçok hukuki metindeki kurallar uygulanırken, kuralları doğru bir şekilde yorumlayıp tesis edilebilecek en iyi adalete ulaşmayı hedeflemek gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Günümüzde bu kurallar icra edilirken de Aristo’nun adalet teorisinin izlerini gördüğümü söyleyebilirim. Eşitliğin (Aristo’ya göre toplumdaki tüm bireyler eşit değildir) baz alındığı, hakikate uygun olan duruma göre paylaştırıcı ya da düzeltici adaletin olduğu, mevcut devlet ve toplum yapısından yola çıkan, bireysel adalete önem verdiği için. Özetle, nispi koşullar altında mutlak olanı yakalamaktır, adalet. Nitekim üstün ve sınırsız olarak tabir ettiğim mutlak adalet, Platon’un idealar dünyasında var olan bir gerçeklikten öteye geçemeyecektir.
Hukukun bize adalet vadeder. Kendi adaletimizi bir kenara bırakıp onun adaletine teslim olmamızı ve buna güvenmemizi ister. Oysaki adaletsizliği yaratan dolayısıyla adalet ihtiyacını doğran biz insanlarız. Bu durumda kendi adaletimizin veya hukukun önümüze koyduğu adaletin gerçekten adil olmasını bekleyemeyiz. Kişi kendisine adil olamaz. Tüm egolarını, çıkarlarını bir kenara bırakıp objektif olamaz. Hukuk ise onu yapan insanların egoları ve çıkarlarından bağımsız olamaz. İktidar yerini kaybetme korkusuyla adil olamaz. Böylece adaletsizlik hem sistem içinde hem hukukta sonsuza kadar sürecektir ve adalet bekleyişi de her zaman devam edecektir. Bu bekleyiş bizi rahatlatır. Hukukun yetersiz kaldığı yerde ahiret inancında adaletin yerini bulacağı düşüncesine sığınmanın da nedeni budur. Adalet arayışı sonsuza kadar sürmekle birlikte minimum adaleti sağlamakta mümkündür. Themis’in gözlerini açmakla işe başlanabilir. Gözleri açık olmalıdır çünkü sağlanmak istenen şey eşitlikten ziyade minimum düzeyde adalettir. Bunu da ancak gözlerini açarak yapabilir. Olanları görüp, değerlendirip, kendi değer yargılarını bir kenara bırakıp toplumun yararını maksimize edecek şekilde karar verirse ancak bu durumda minimum adalet sağlanmış olur.
Adalet nedir sorusu cevabı en zor sorulardan birisidir. Çünkü neyin adil olup olmadığı mekana ve zamana göre süreli değişkenlik gösterir. İnternete adalet nedir yazınca karşımıza “hak ve hukuku gözetme ve yerine getirme” şeklinde bir tanımlama çıkar. Bu noktada kişi kendini haklı gördüğü noktada kendi hakkını kendisinin alması yani ihkak-ı hakkı da modern hukuk sistemleri yasaklamıştır. Bu da hukukun her zaman adil olanı tesis eden bir sistem olmadığının göstergelerinden birisini oluşturur. Hukuk aslında toplumun düzenini sağlamaya yönelik olduğu için bu kısıtlamaları getirmiştir. Bu nedenle devlet öncelikli olarak bireylerin güvenliğini tesis ettiği ölçüde kendisine olan güveni de sağlayabilir. Bu karşılıklı ilişkinin en önemli güvencesini de hukuk oluşturur. Hukuk eliyle yapılan düzenlemelerle bireylerin ve devletin birbirine müdahale alanının sınırları çizilir. Bu düzenlemelerin rasyonel temeli olduğu ölçüde zamana ve mekana uygun bir düzenleme sağlanmış olur. Bu da hukukun adil bir sistem olarak düzenlenmesinin önünü açar.
Platon adaleti tanımlarken bu tanımın temeline devleti koymuştur. Platon’a göre devleti koruyan düzenlemeler aynı zamanda adaletli de sayılacaktır. Bu noktada adaletin sağlanması için işin büyük bir kısmı da devleti oluşturan bireylere düşer. Ancak her birey bunu yapmaz bu nedenle tamamen adil olan bir devlet, ütopik bir devlettir.
Tabii hukuk ve hukuki pozitivizme göre adalet kavramı -kemal gözler
Tabii hukuk anlayışına göre bir kanun ,kanun olmak için adil olmak zorundadır.Kanunlar her zaman adil değildir yani yasamaya yürütmenin etkisiyle ya da bazı çıkarların korunması sebebiyle kanunlar adil olamayabilir.
Belirli bir insan davranışı konusunda yöneltilen bir emir ,adil değilse geçersizdir yani hukuk normu değildir.Ancak günümüzde adil olup olmamasına göre değil emir içeren bir hukuk kuralı eğer hukuka aykırıysa emirin yerine getirilmemesi gerektiğidir.Eğer hukuka aykırılığı adil olmasına bağlarsak bu doğru olabilir ama her hukuk kuralı adil olmayabilir.
ADALET KAVRAMI BAĞLAMINDA ARİSTOTELES – PLATON KARŞILAŞTIRMASI
Bu çalışmada adalet kavramının felsefi açıdan değerlendirilmesi, tanımlanması ve önemli filozofların adalet hakkındaki görüşlerine değinilmiştir. Önemli filozoflar olarak belirtilen kişiler Antik Çağ felsefesinde sistem kuran Platon ve Aristoteles’tir. Bunun yanında Sokrates’in de adalet hakkındaki görüşlerine yer verilmiştir.
Adaletin tanımı ile ilgili birçok düşünür fikir beyan etmiştir. Kimisi “dostlara iyilik yapmak, düşmanlara kötülük yapmak” olarak tanımlamıştır. Başta anlamlı bir tanım olarak gelmiş olsa da burada dost ve düşman kavramlarının öznel kavramlar olması ve her birey için farklı değerlendirmelere açık olması tanımı eksik kılmıştır. Bir başka adalet tanımı görüşünde, “güçlü olanın ya da hükümetin isteklerine uygun davranmaktır” şeklinde belirtilmiştir. Burada yine “uygun davranmak” kavramının herkes için aynı şeyi ifade edecek bir kavram olması gerekmektedir. Sokrates “her bireyin kendi işini yapması ve her şeye karışmaması”nı adalet olarak tanımlanmaktadır ama bu tanım bence eksik kalmaktadır. Bireyin içindeki vicdan duygusunun adalet üzerindeki etkisinin çok fazla olacağı düşüncesiyle belirli kavramların görev olarak belirtilmesi adalet olarak tanımlanmamalıdır, bunun yanında kişilerin vicdani duygularının da adalet kavramında yerini alması gerektiği düşüncesindeyim.
Platon devlet için iyi ve doğru olan bir şeyin aynı zamanda adaletli de olduğu düşüncesindedir. Platon’da devleti idare edenlerin iyi bir yönetici olabilmeleri, ancak onların bilge insanlar olmasına bağlıdır, demiştir ve bir dönem filozofların idareci, idarecilerin de filozof olabileceği düşüncesiyle bir sınıflandırma yapmıştır. Lakin idareci olabilme yetkinliklerinin sadece bilgiye dayalı olmaması gerektiği düşüncesinin göz ardı ettiği düşüncesindeyim.
Aristoteles’e göre adalet kavramı diğer erdemlerin üzerinde mükemmel bir erdemdir, demiştir. Aristoteles iki tür adaletten bahseder. Bunlardan ilki paylaştırıcı adalettir. Halkın hak ettiği gelir veya hakkı belirlemiş olduğu bir yöntem ile eşit şekilde paylaştırır ki eşitlik adaletin temelinde olması gereken bir kavram olduğu için doğru bir yöntem olduğunu düşünüyorum. İkinci adalet türü düzeltici adalettir. Düzeltici adalet şu an yürürlükte olan medeni kanun, ceza kanunu gibi öğeleri kapsamaktadır. Bu kanunlara aykırı davranan veya hak kazancı sağlayan kişilerden haksızlığa uğrayan kişilere hakkı verilir. Hak ve adalet ise yasaya uygun davranmak ve eşitliğe riayet etmek olduğundan doğru bir yol olduğunu düşünüyorum. Platon devlet esaslı bir adaletten bahsederken Aristoteles devlet ve toplumun kaynaşmasıyla ilgili olarak adalet kavramını tanımlamıştır. Son olarak Platon’da halk devletin yapmış olduğu yaptırımlara sorgusuz sualsiz uymak zorundayken , Aristoteles’te halkın devletin yapmış olduğu yaptırım ve uygulamaları sorgulama ve yönetime katılma hakları vardır. Bu bakımdan egemen bir halk toplumu Aristoteles in adalet tanımıyla örtüşmektedir.
ADALET TASARIMLARI (Talip KABADAYI)
Adaletten ilk defa felsefece bahsedenin Platon olduğu düşünülmektedir. Bir takım düşünürler “Adalet güçlünün işine gelendir” şeklinde yorumlarda bulunarak adaletin eşitlik ilkesini hiçe saydığını göstermiştir. Adalet halkın her kesimi için eşit derecede uygulanması gereken bir kavramdır. Platon’un “Adalet en güçlü erdemdir “ sözü diğer erdemleri de içerisinde kapsaması yönüyle daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Platon’un düşüncesinde adalet terimini sadece filozoflar kavrayabildiği için yöneticiler filozof veya filozoflar yönetici olmalıdır, düşüncesi belirtilmiştir. Adalet kavramının sadece filozoflar tarafından kavranabileceği düşüncesi sınıfsal veya düşünsel ayrımın göstergesi olup sadece bu düşüncede bile adaletsizlik ibaresi olduğu görünmektedir. Ayrıca yöneticilik kavramının adalet dışında gereklilikleri olup filozof olmayan kişilerde bu yeterlilikler mevcut olabilir.
Platon’un düşüncesinin aksine Aristoteles adalet kavramını genel ve özel diyerek ayırmaktadır ve ortalama bir erdem olarak düşünmektedir. Genel adalette halkın manevi durumunu göz önünde bulundururken özel adalette buna ek olarak maddi adaleti de sağlamak amaçlanmıştır. Özel adaletin bu yönleri düzeltici ve düzenleyici olması bakımından ceza hukuku, medeni hukuk gibi hukuk dallarıyla doğrudan ilgilidir.
Patristik ve skolastik felsefe döneminde adalet kavramı her kişiye hakkı olanı teslim edecek daimi bir güç olarak tanımlanmıştır ki bu bence adalet kavramını en açık şekilde ifade eden tanım olmuştur. Bir kanunun adil olması onu kanun kılmalıdır.
Aydınlanma döneminde adaletin hukuk ve hukuk kurallarına aykırı olamayacağı belirtilerek olmazsa olmaz sınırları belirlenmiştir. Topluma yararlı olan her şey adaletlidir düşüncesi bence doğru bir düşüncedir. Adaletli davranmak da toplum yararına olduğundan aynı düşünceyi destekler niteliktedir.
Bu düşünceler ışığında bence adalet kavramı temel olarak bireysel ve toplumsal özgürlükler ile eşit haklara sahip bireylerin birbirleri ile olan etkileşimindeki adil davranabilme ölçüsüdür. Bazı durumların çözümü ise kanun gibi yazılı kaynaklar ile bunların uygulayıcılarının vereceği tarafsız kararlardır.
ERTELENMİŞ ADALET: HUKUK VE DEKONSTRÜKSİYON
Okumuş olduğumuz metnin genelinde “adalet” kavramının ne olduğundan, hangi kavramlarla ilintili olabileceğinden bahsedilmek istenmiştir. Adaletin adaletsizlikten doğduğunu dile getirmektedir. Bir yerde de haklıdır. Herhangi bir şeyin doğruluğunu tespit etmek istediğimizde olumsuzunun yanlış olduğu kanısına varmak gerekmektedir. Kuralların konulması da kuralsızlıktan doğan sıkıntılardan doğmuştur. Zira kanunlar da yazılı hukuk kurallarıdır. Yazılı hale gelmesi de gerekliliklerden doğmuştur. Bu yüzden adalet kavramını açıklarken anahtar kelimenin “adaletsizlik” olması kadar doğal bir sonuç yoktur.
Dünya var olduğunda adaletin olmadığı aşikardır. Zamanla ihtiyaçlardan ve adaletsizlikten adalet kavramı doğmuştur. Halen de devam etmektedir ve etmelidir de.
Hukuk demek adalet demek değildir, denilmiştir. Doğrudur da… Her zaman hukuk adaletli bir karar veremeyebilir ve adalet zedelenmiş olur. Metinde hukukun güçlülerin hukuku olduğu vurgulanmıştır ve adalet her zaman onlardan yana olmuştur şeklindeki düşünceye katılmamaktayım. “Er ya da geç adalet tecelli edecektir” cümlesi güçsüzlerin değil mağdurların söylemiş olduğunu düşündüğüm bir cümledir. Ayrıca adaletin uygulanabilmesi için hukukun mutlaka olması gerekliliğine katılıyorum.
Hukuk kavramının yanında metinde Dekonstrüksiyon kavramına da yer verilmiştir. Dekonstrüksiyonun bir yöntem veya bir teknik olmadığı, dilin belirsizliğinden kaynaklanan metnin içindeki tutarsızlıkları, gerilimleri ön plana çıkararak yeniden okuma ve yeniden yazma olduğu belirtilmiştir.
Dekonstrüksiyon adalet olduğu, sonsuz bir yorum faaliyeti olduğu; Adaletin de dekonstrüksiyon olduğu belirtilmiştir. Sadece yapılan yorumlamaların adil olduğu düşüncesiyle dekonstrüksiyonun gerçek adalet olduğu kanısına varılmış olsa da adil yorum yapabilme yetisinin ne denli zor bir durum olduğu göz önünde bulundurularak bu kavramın yetersiz olduğu düşüncesindeyim.
Platon ve Aristoteles’in adalet yaklaşımına eleştiri
Her iki filozofunda demokratik devlet yapısını adaletli bulmamasını bu yapının herkesin istediğini yapabilmesi anlamına geldiği görüşünü benimsemesini doğru bulmamaktayım. Platon’un ideal devletinde sınıfsal yapının bulunması ve ”kralların” filozof olması ve yine Aristoteles’in ideal devletinde de aristokrat bir zümrenin yönetici olması adalet düşüncesiyle bağdaşmaz çünkü adaletin içinde eşitlik kavramının bulunduğunu düşünmekteyim üstün bir sınıfın bulunması veya bir kralın olması adaletin düzgün şekilde uygulanmasına engel oluşturur. Bu ideal devlet yapıları devlet yönetiminde söz sahibi olma eşitliğini tamamen göz ardı etmiştir.
Aristoteles’in paylaştırıcı adalet anlayışının sıkı sıkıya uygulanması toplum içindeki sınıfları çok katı bir şekilde ayıracağını ve ilerleyen aşamalarda iç karışıkların doğacağını düşünmekteyim. Çünkü bu anlayış eşitsizliğin kendisini eşitlik olarak görmektedir, toplumun ortak mallarından kimlerin nasıl pay alacağını belirlemeyi eşitsiz bir temelde asillik veya özgürlük vb. gibi olgulara bağlamaktadır. Bu durum ciddi problemler ortaya çıkarabilir. Özel mülkiyet sağlanmasındaki adalet ve eşitlik dağlımı ise haklı bulmaktayım çünkü özel mülkiyet insan emeği ve iş gücü sonucu kazanılan menfaatlerin kullanılmasıyla elde edilir, emek ve iş gücünü kullanma özgürlüğü tüm topluma eşit olanaklar altında sağlanırsa o zaman özel mülkiyet edinmek adalete uygun olur.
Aristoteles’in adalet anlayışı somut bir devlet üzerinden gerçekleşmiştir ve o zamanın şartlarına göre biçimlenmiştir, bu nedenle bu anlayışın günümüzde geçerliliğini sürdürmesi olanaklı değildir. Adil olması beklenen sınıfları sayarken yönetici, yargıç, üretici ve çiftçiden bahsetmiştir ancak toplum sadece bunlardan oluşmamaktadır. O zamanki toplum yapısının krallık sistemini kabul etmesi ve günümüzde krallık ile yönetilen devlet sayısının azınlık olması, bu anlayışın genel geçerli bir anlayış olmadığını, dinamik olmadığını gösterir niteliktedir.
Platon’un ideal devlet şekli ise sert sınıf ayrımlarına tabidir zaten böyle bir yapıda adalet ne kadar etkin uygulanabilir tartışmalıdır. Ayrıca adil olma erdemini sadece filozoflara özgü bir erdem olarak görmesi Platon’un zihnindeki insanlar arası eşitsizliğin göstergesidir.
Şu hususu da belirtmek isterim: Köleliğin meşru sayıldığı, toplumsal sınıfların bulunduğu, krala ve devlete itaat etmenin nerdeyse tapınma ile eşdeğer sayıldığı, toplumda düzeni sağlamaya yönelik ceza kanunların eksiklikler taşıdığı dönemlerde adalet üzerine yapılan tartışmaların ne denli tutarlı olacağı tartışılmalıdır. Adalet anlayışlarını olan ve olması gerek şekilde açıklayan iki büyük filozofun ideal devlet tanımlarında köleliğin (özünde en adaletsiz tutum) ne olacağının belirtilmemesi hatta köleliği gerekli görmeleri trajikomiktir.
Godot gelmeyecektir ama beklemek güzel değildir…
Adaletin yeryüzünde var olmadığının ve hatta bu yüzden kıymetli olduğunun ileri sürüldüğü makale bence çok ilgi çekiciydi. Duyduğum ilgi, Samuel Beckett’in makalede de bir kısmına yer verilen Godot’yu Beklerken kitabını okumama vesile oldu. Diğer makaleleri de okuduktan sonra fark ettim ki oyundaki kahramanlar yalnızca beklemekle hata ediyorlar. Adaletin bir idea olmasından, dünyada adaletin mutlak şekilde veya objektif, evrensel niteliklerle tanımlanamamasından hareketle adaletin olmadığı ve pratik hayata etki etmesinin de imkansızlaştığı sonucuna vararak yazar da hata ediyor bana kalırsa.
Adalet kesin bir tanıma sahip değildir, evet ama onun bir kalıba sokulamaması ya da sahip olduğu kalıbın insanlar tarafından netleştirilememesi ya da direkt bir kalıba sahip olmaması, onun mevcut olmadığı anlamına gelmez. Aslında adalet inkar edilemeyecek şekilde hayatımızdadır. Adaleti yahut adaletli bir davranışı kesin bir şekilde bilmiyor olabiliriz ancak bu durum neyin adaletsiz olduğunu bilmemize engel değildir. Adaletli olmadığı gayet açık ve ilk bakışta anlaşılabilecek bir davranış yerine ondan daha makul olduğu düşünülen bir davranışı uygulamak yani mutlak adaletsiz olanı terk etmek bizi ister istemez içinde adaleti barındıran bir davranışa yönlendirecektir. Yani siyah yerine griyi tercih etmek sizi beyaza ulaştırmaz fakat grinin içinde beyazın olduğu da aşikardır. Neyin adil olduğunu saptamaktansa neyin adil olmadığını saptamak görece daha kolay bir iştir. Platon Devlet’te ideal devleti tanımlamadan önce ideal olmayanları tanımlar ve bunun daha kolay bir iş olduğunu belirtir.
Bu noktada ikinci olarak şunu da söyleyebiliriz: Adaletsizliği belirlemekte evrensel ölçütümüz yoksa da bireysel olarak ‘adaletsiz’ olduğu düşünülen davranış yerine bunun aksi ya da bundan daha iyisinin tercih edilmesi durumunda da aynı şey ortaya çıkacaktır. Herkesin, bir davranışı adil veya adil değil diye nitelendirebileceği birtakım ölçütleri vardır. Bunlar mantıksal, dini, örfi vs. ölçütler olabilir. Hatta kişiler bir ölçüte sahip olmayabilirler de. Önemli olan adaletle alakalı bir fikre sahip olmalarıdır. Yani benim için adaletsiz olan bir başkası için adaletli olabilir ve benim varlığını inkar ettiğim şey onun için var olabilir. A güzelliği bir ağaçta buluyor, B ise bir insanda buluyor ve C, hiçbir şeyi güzel bulmuyor diye güzellik yoktur diyebilir miyiz? Bir değerin varlığını tartışırken tek kriter olarak mutlak ve herkesçe aynı anlamı taşıyan bir tanımlanabilirliği esas almadığımız ve tartışmaya başka kriterleri de dahil ettiğimiz takdirde sonuca ulaşmak mümkün görünüyor. Hatanın burada olduğunu düşünüyorum. Adalet yoktur çünkü tanımlayamıyoruz, adalet yoktur çünkü pratikte adil norm yok. Vladimir ve Estragon da yalnızca beklediler, çocuğu takip Godot’ya ulaşalım demediler. Bir üçüncü seçeneğin olacağı ihtimalini düşünmediler.
Son olarak, suçsuz hükümlülerle dolu cezaevleri, adliye girişlerindeki linç koridorları, ‘Emniyet’teki işkenceler, 51’in 49’u susturduğu bir demokrasi, durmadan ilerleyen bir Anıtsayaç ve sair örnekler unutulması imkansız biçimde adaletin varlığını bize hatırlatıyor. Her şey zıttıyla kaimdir, adaletsizlik var çünkü adalet de var.
Ertelenmiş Adalet:Hukuk ve Dekonstrüksiyon ile Adalet ve Hukuk Makaleleri Hakkında Düşündüklerim
Einstein’ın zamanın bir yanılsama olduğundan hareketle zamanın içindekilerin de bir yanılsama olduğunu düşünüyorum. ‘Adalet bir yanılsamadır’.Pozitif hukukun özü doğal hukuktur.Lakin teorikteki bu uyum pratikte çatışmaya yol açmaktadır.Lakin her şey birbiriyle bağlantılıdır.Tabiri caizse ‘ Suyun buharlaşıp yükselmesi için ateşe ihtiyacı vardır’.Bu da doğal hukukun yükselmesi için pozitif hukuka ihtiyacı vardır.Çatışmanın içinde bir uyum vardır.Teorik pratik çatışması varsa adaletin evrenselliği çatışması ortaya çıkar.Platon’u bu noktada eleştirmek gerekir.Platon Sofistlerin görecelilik kavramını eleştirirken kendisiyle çelişen bir duruma düşmüştür.Çünkü o somut durum adaletinde felsefi olarak hakikate ulaşılacak doğru yasalarla adaletin tesis edilmesini savunur.Ancak doğru yasalar da görecelidir.Bugünkü doğru yasa yarının yanlış yasası olabilir. Doğru yasa her durumun ihtiyacına uyum sağlayacak hızda olandır.
Teoman Filizer