Hukuk Felsefesi 4. Hafta Konuları Okuma Parçaları

4. Hafta konusuna dair aşağıda paylaşılan makalelerden, başlığı belirtilenlerin okunması ve haklarında 16 Mart Çarşamba günü 19:00′a kadar reaksiyon paragrafı yazılıp gönderilmesi gerekmektedir. Diğer makalelerin okunması tavsiye edilir.

“Tabii Hukukun Epistemolojik Tahlili (Selahattin Keyman)”

“Tabi Hukukun Tabi Neticesi ya da Laik Hukukun Kökleri (Cengiz Otacı)”

St. Thomas Acquinas

“Hukuk Felsefesi 4. Hafta Konuları Okuma Parçaları” için 18 yorum

  1. TABİİ HUKUKUN EPİSTEMOLOJİK TAHLİLİ
    Tabii hukuk müspet hukuk ile oldukça farklıdır.Müspet hukukun kaynağı farklı geleneklere göre değişse de genel olarak geçerliliğini sosyolojik , normatif olgulardan alır ancak tabii hukukun kaynağı tabii akıldır.Tabii hukuk müspet hukukun tersine evrenseldir. Tabii hukuk emredici , yasaklar koyan değildir. Tabii hukuk olan ile olması gereken arasındaki farkı reddeder. Olması gerekenin kaynağı olandır. Hukukun nasıl kanunlaştırılacağı sorununda çözüm tabiatın gözlemlenmesidir. Tabiattaki varlıkların amacı mükemmele ulaşmaktır. Bu amaç gözlemlenerek buna uygun olarak kanunlaştırma yapılırsa tabii hukuka uygun kurallar elde edilir.
    Hobbes’a göre tabii hukuk müspet kanunlara etkililik ve meşruluk sağlar. Rousseau da benzer düşüncededir. Tabii hukukun egemenin üstünlüğünü sağladığı görüşünü benimser.
    Değerler ile hukukun kesişimi tabii hukuktur. Kurallar değerlerin dönüşümüyle oluşmuştur. Değerler kurallara dönüşür bu kuralların müeyyidelerle geçerlilik kazanmasıyla müspet hukuk oluşur.
    TABİİ HUKUKUN TABİ NETİCESİ YA DA LAİK HUKUKUN KÖKLERİ
    Antik dönemde tabiattaki varlıklar Tanrı sayılıyordu. Tabiatta belirli bir düzen olduğunu ve kuralların da bu tabii düzene göre hukuku oluşturması gerektiğine inanılırdı. Tanrısal tabiattan gelen kanunların yerini zamanla insan iradesine dayalı kanunlar aldı bu da hukuka değişim imkanı veriyordu. Hristiyanlık en başlarda tabiatla uyumlu olarak ortaya çıksa da tabii kurallar zamanla reddedilmiş ilahi kuralların etkisi artmıştır. Tabiatın ilahi yönünün reddedilip sadece maddi yönünün vurgulanması tabii hukuka laiklik kazandırmıştır.
    Tabii hukuk insan tabiatından beslenir bu tabiat da değişmediği için tabii hukuk evrenseldir zaman mekan değişse bile tabii hukuk değişmeden kalır.
    ST. THOMAS ACQUİNAS
    Thomas Acquinas teologdur. Evrenin Tanrının iradesiyle yaratıldığını , varlıkların hepsinin amacı olduğunu belirtmiştir. Ölümden sonraki yaşam , ruh , teslis inancı hakkında görüşleri vardır.Katolik Kilisesiyle benzer görüşleri vardır. Düşüncelerinde akla nazaran metafiziğe daha çok önem vermiştir.

  2. Tabii hukuk, pozitif hukuktan farklı olarak, temelini tabiatta bulan hukuktur. Pozitif hukuk kuralları gibi insanları bir şeyi zorlamaya değil de olması gereken değerlere yakınlaştırmayı amaçlar. Filozof Hooker’ın da belirttiği gibi tabii hukuk denilince zorlamacı ve baskıcı kuralları değil de insan davranışlarına anlam katan ve yönlendiren kuralları anlamamız gerektiğini düşünmekteyim.
    Bundan dolayı tabii hukuk doktrininde; ampirik verilere dayanan pozitif hukuk, bu yönüyle tabii hukuktan ayrılan bir hukuktur ve tabii hukuk, ampirik pozitif hukuku kendisine uygun olduğu ölçüde adil, doğru kabul eder veyahut da sadece kabul eder. Bu pozitif hukuk kurallarının kendisinden kaynaklandığını ileri sürer ve pozitif hukukun sınırlarının da kendisinde olduğunu, kendisinin belirlediğini düşünür.

    ‘’Tabii hukuk, olması gerekenin ifadesi değil de olanın tasviridir’’ ifadesi bence olayı özetlemektedir. Kuralların otoriter bir şekilde ifade edilmesinden ziyade dış dünyada olanın akıl yoluyla betimlenmesi, hem pozitif hukuka değer kazandırmaktadır hem de tabii hukuk tanımına anlam kazandırmaktadır.

  3. Cengiz Otacı’nın “Tabi Hukukun Tabi Neticesi ya da Laik Hukukun Kökleri” reaksiyon paragrafı:
    Cengiz Otacı, laikliğin hukuk bağımsızlığı ve tarafsızlığı için şart olduğunu savunmuş, laikliğin kuruluş ilkelerini ele alarak temel prensiplerini açıklamış. Kısaca hukukun dış etkenlerden (laiklik başta olmak üzere, siyaset ve ekonomik çıkarlar dahil olacak şekilde) arındırılmış ve bağımsız olması gerektiğini savunmuştur. Yazısında laiklik sorununun sadece Türkiye’de değil tüm dünyada var olan bir sorun olduğundan bahsetmiş ve tarihsel bir bakış açısı benimseyerek kaleme almış.

    Selahattin Kayman’ın “Tabii Hukukun Epistemolojik Tahlili” reaksiyon paragrafı:
    Tabii hukukun anlaşılması için epistemolojik bir tahlile ihtiyaç olduğunu savunmuş. Kayman’a göre tabii hukuk zaten toplumsal bir yapılanmanın ürünü ve doğal hukuk kavramı ile yaşayan bir olgudur ve epistomolojik temellerin bu bahsi geçen doğa ve insan aklına dayandığı tezleri sorgulamış ve yetersiz bulmuştur, tabii hukuk daha karmaşık, daha kompleks bir yapıya sahip olduğunu düşünmektedir. Kısaca, farklı yaklaşımlar analiz edilmiştir ve tabii hukukun doğru analizi için epistemolojik bir tahlilin mecburiyeti vurgulanmıştır.

  4. Bir toplumun mevcudiyetinde hakimiyet süren ve uyulması gereken hukuk, insanların ihtiyaçları ve çözüm arayışları doğrultusunda, akılları vasıtasıyla ortaya koydukları kurallardır.
    Bu kurallar, mevcut olanın gözlemlenmesiye akıl yoluyla çıkarım yapılıp olması gerekenin ortaya konulmasıyla “norm” halini alır.
    Tabii hukuk anlayışı, devletlerin ve toplumların yasalaşmış somut hukuklarının kaynağını oluşturur. Her hukuk düzeni, olması gerekeni zaten özünde “olan”a yaklaştırma eğilimiyle oluşturulur. İnsan, doğası gereği iyi ve güzel olana, kendisi ve yaşadığı alan için mükemmel olana kavuşma eğilimindedir. Mükemmeliyete olan kavuşma arzusu, insanları akıllarıyla ortaya koyacakları çeşitli durumların sonuçlarına götürür. Ancak her bir insanın aklıyla hareket etmesinin bir aracı olan özgür harekete sahip olmaları da, tabiatla olan ilişkilerinde farklılıklara yol açar.
    Tabiat, insanın içerisinde yaşamını sürdürdüğü alandır. Bu sebeple zamanın Yunan filozofları da, tabiatın insandan ayrık ve soyut olmadığını söyler. Sistematik bir işleyişi olan tabiatın kurallarına insan ürünü olan düzendeki kuralların yaklaştırılmasıyla, değişimlere ayak uydurmayı da akıl sayesinde gerçekleştirerek doğal hukukun pratikte gerçekleştirilmesi sağlanır.
    Zamanla bu davranışların bazıları, evrensellik ve mutlaklık kazanır. Anayasal özgürlükler, kişinin temel hak ve özgürlükleri, tabii hukukun gayet doğal bir sonucudur.
    Olan ile olması gereken diye adlandırılan eylemler ve kuralların birbirine yaklaştığı ölçüde kalıcı olarak varlığını sürdüren müsbet hukuktan bahsedilir. Uygulanan müsbet hukuk kurallarını, tabii hukukun ilkelerinden soyutlamak, normların içinin boşaltılması ve meşru bir zeminin kaybedilmesi problemlerine sebebiyet verir.

  5. Tabi hukuk en köklü hukuk düşüncelerinden biri olmuştur. Çıkış noktaları farklı olmakla birlikte birçok düşünür tarafından da desteklenmektedir. Tabii hukuka göre hukukun kaynağı doğadan kaynaklanmaktadır. Tabi hukukun varlığı kendiliğinden hissedilir. Bir araca ya da normatif olguya başvurmaksızın var olmaktadır. Beşeri yasaların dışında ve üzerinde bir hukuk bulunmakta ve bu hukuk ahlaki ilkelere dayanmaktadır.
    Tabi hukuka göre kurallar ve yasalar için doğaya uymak , insan doğasına uygun davranmak gerekmektedir. İnsanların doğuştan getirdiği bilgilerle doğal hukukun içeriğine vakıf oldukları düşüncesi desteklenmektedir.
    Bu düşüncenin savunucularından biri olan Cicero, her yerde her zaman geçerli olan insan eliyle değiştirilemez yasaların var olduğunu belirtmiştir. Bu düşüncenin evrensel olduğunu ‘Ne Roma’ya ait ne de Atina ya ait’ olduğunu söyleyerek belirtmiştir.
    Ortaçağ’ın teoloji ve felsefe alanında yetiştirmiş olduğu Thomas Acguinas tabii hukukun öncülerindendir. Yunan felsefesi ve Hristiyanlığı aynı potada eritirken hukukun kökeninin akılda olduğunu ileri sürmüştür. Aklın da ahlaka dayanması gerektiğini savunmuştur. Bunları savunurken Tanrının varlığını savunmaktan vazgeçmemiştir. Tabii hukuka uygun olarak çıkarılmış olan yasa ya da kurallara uyulmasının ahlaki bir yükümlülük olduğunu ileri sürmüştür. Yani olması gerekene, tabi hukuka uygun konulan kurallara uymak kişileri vicdani olarak bağlamaktadır. Aynı şekilde tabii hukuka uygun olmayan şekilde konan kurallara uyulmaması gerekmektedir. Ne var ki eğer bu kurallara uyulmaması, itaat edilmemesi toplumda kaosa ya da skandallara yol açacaksa bu kurallara da itaat edilebilir. Çünkü hukukun genel amacı güzel ve iyi olana ulaşmaktır.

  6. Tabi hukukun dayanağı tabiattır. Toplum var olduğu sürece tabi hukuk da var olmuştur. Toplumun geçtiği süreçlerden tabi hukuk da geçmiştir. Ve buna göre şekillenmiştir. Din insanlar için önemli bir kavramdır. Daha eski dönemlerde insanlar yönetimden sosyal hayatlarına kadar olan yaşamlarını dine göre şekillendirmişlerdir. Dinin emir ve yasaklarını dikkate alıp buna göre yaşamışlardır. Laiklik kavramı ortaya çıktığı zaman bunu ayırmak isteyen toplumlar olmuştur. Tabi hukukta bu durumdan etkilenmiş ve bu değerler arasında bir geçiş sağlamıştır. Tabi hukuk deneye bağlı değildir. Fakat dini de devre dışı bırakmıştır. Bunun sonucu olarak pozitif hukuka geçiş sağlanabilmiştir.

  7. Tabii hukuk, tarihi Antik Yunan ve Roma hukukuna kadar uzanan bir felsefi ve hukuki yaklaşımdır. İlk tabii hukuk teorisyenleri, doğal hukuk olarak da adlandırılan bu yaklaşımı geliştirdiler.
    Antik Yunan’da, Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi filozoflar, tabii hukukun temellerini atmışlardır. Bu filozoflar, insan doğası ve evrensel doğrular gibi kavramlar üzerinde durarak, hukukun evrensel ilkelerle belirlenmesi gerektiğini savunmuşlardır.
    Roma İmparatorluğu’nda ise, Cicero ve Seneca gibi düşünürler, doğal hukuk teorisinin geliştirilmesine önemli katkılar sağlamışlardır. Bu düşünürler, insan haklarının ve evrensel adaletin önemini vurgulayarak, hukukun doğal prensiplere uygun olarak oluşturulması gerektiğini savunmuşlardır.
    Orta Çağ’da, Hristiyan teologlar, tabii hukuk teorisini din felsefesiyle birleştirerek, hukukun evrensel prensiplere göre oluşması gerektiğini savunmuşlardır.
    Tabii hukuk, modern çağda da etkisini sürdürmüş ve John Locke, Thomas Hobbes, Jean-Jacques Rousseau ve Immanuel Kant gibi filozoflar tarafından da geliştirilmiştir.
    Bugün, birçok ülke, hukuk sistemlerinin bir parçası olarak tabii hukuka atıfta bulunmaktadır ve bu teori, uluslararası hukukta da önemli bir rol oynamaktadır.
    Türk Medeni Kanunu, Batı Avrupa hukuk sistemlerine dayanan bir kodifikasyon hukukudur. Ancak, Türk Medeni Kanunu’nun hazırlanmasında, tabii hukuk düşüncesinin etkisi de vardır.
    Türkiye, Cumhuriyet’in kuruluşundan önce Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı ve Osmanlı hukuku, İslami hukukun etkisi altındaydı. Ancak, Türk Medeni Kanunu’nun hazırlanması sürecinde, Avrupa’daki medeni kanunların incelenmesi ve bu kanunlarda yer alan tabii hukuk düşüncesi de dikkate alınmıştır.
    Türk Medeni Kanunu, hukukun evrensel ilkelerine dayalı olarak hazırlanmıştır ve insan haklarının korunması, eşitlik ve adalet gibi temel değerlere önem verilmiştir. Bu nedenle, Türk Medeni Kanunu’nun bazı hükümleri, tabii hukuk düşüncesinin etkisiyle oluşmuştur.
    Örneğin, Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi, hukukun evrensel ilkelerine uygun olarak oluşması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca, kanunda yer alan birçok hüküm, insan haklarının korunması ve evrensel adaletin sağlanması amacını taşımaktadır.
    Türk Medeni Kanunu’nun hazırlanmasında tabii hukuk düşüncesinin etkisi, kanunun evrensel prensiplere uygun olarak oluşturulmasına ve insan haklarının korunmasına katkı sağlamıştır. Bu nedenle, Türk Medeni Kanunu, tabii hukuk düşüncesinin Türk hukuk sistemi üzerindeki etkisini yansıtmaktadır.

  8. Doğal hukuk, en genel çizgileriyle her şeyin üzerinde var olan yazılı olmayan hukuk kurallarıdır. Doğal hukuk doğası gereği hukuki pozitivizme karşıdır. Doğal hukukun evrensel olduğu düşüncesi genel kabul görür. Bu düşünce akımını büyük ölçüde sistematikleştiren isim Thomas Aquinas olmuştur. Bu akımın görünümlerini daha önceleri Cicero, Platon gibi isimlerde de görmek mümkündür. Cicero, insanların birlikteliğini sağlayan tek bir hukuk sisteminin olduğunu söylemiş doğal hukukun bilgisine ulaşmak için de akıl bir araç olarak kullanılmıştır. Cicero bu hukuk ne Atina’nın ne de Roma’nın yasası olacak diyerek evrensellik kavramını ön plana çıkarmıştır. Akımın en çarpıcı isminin Aquinas olduğunu söylemek yanlış olmaz. Aquinas Hristiyan felsefesi ile Yunan felsefesini uzlaştırmış ve akıl kavramını ön plana çıkarmıştır. Tanrının iradesinin ne olduğunu anlayabilmemiz için akla ihtiyacımız vardır. Aquinas’ın birçok düşüncesi Katolik Kilisesi’nin temel felsefesi hâline getirilmiştir. Aristo öğretisinin Avrupa’ya tanıtılmasında temel rol oynamıştır. Ortaçağ felsefesine damga vuran bir isimdir. Siyaset, ahlak, yaratılış, özgür irade gibi birçok alanda düşüncelerini dile getirmiştir. Doğal hukuk anlayışının, günümüz hukuk sistemlerinde özellikle de uluslararası hukuk metinlerinde etkisini görebiliriz.

  9. Tabi hukuk deneye dayanmayan, kaynağı belli olmayan, insan iradesinin ürünü olmayan bir hukuktur. Müspet hukuk ise deney ve gözleme dayanan, incelenmeye müsait, insan iradesinin ürünü olan bir hukuktur. Tabi hukuk, müspet hukukun karşıtıdır.
    Tabi hukuk insan iradesinin ürünü olmadığı için de zorla kabul ettirilemez. Emredici nitelikte değildir. Tabi hukukun temel kavramları akıl ve tabiattır. Zamanla tabiat kavramına ihtiyaç duyulmamış ve akıl insanı ilgilendiren her konuda yetkili olmuştur.
    Tabi hukuk, öncesinde de vardır ve insanlar onu akıllarıyla keşfeder. Tabi hukuk adalet, dürüstlük, doğru, haklı gibi değerleri içinde barındırır. Müspet hukukun kaynaklarını içinde barındırdığını ve müspet hukukun kendisinden çıktığını iddia eder. Ve bu düşünce de modern epistemolojiye aykırı bir düşüncedir.
    Klâsik Yunan tabi hukuk felsefesine baktığımız zaman, Platon’a göre hukuk da dahil olmak üzere bu dünyadaki her şey idealar dünyasının bir kopyasıdır. Her şey aldatıcı ve hayalidir. Platon’a göre devleti filozoflar yönetmelidir ve kanunları da yine filozoflar yapmalıdır. Devlet ideal olarak var olduktan sonra ideal kanunlarda kendiliğinden ortaya çıkar ve bu kanunlar aklın, bilgeliğin ürünüdür.
    Aristo’ya göre felsefe duyu organlarıyla algılanabilen ile ilgilenir. İnsanlar arasında olanlarla, görünenle, var olanla, gerçeklerle ilgilenir. Sadece olanı değil, amaca ulaşmak için olması gerekenle de ilgilenir. Antigone’un erkek kardeşinin cesedini gömmesini, pozitif hukukun yasaklamasına rağmen, Antigone‘un tabi hukuka uyup kardeşini gömmesin de görüldüğü üzere, tabi hukuku evrensel ve genel geçer olarak kabul eder.
    Tabii hukuka göre hukuk bilimsel doğruyu değil haklı ve adil olanı arar.

    17. yüzyıla doğru doğal hukukçular “toplumsal sözleşme” düşüncesi ile öne çıkmıştır.
    Bu dönemde bireylere, aklın gereklerini kabul ettirecek bir üst makam bulunmamasından dolayı her birey kendi aklıyla yorumladıkları emirleri kabul etmekte ve bu emirleri birbirlerine karşı kullanmaktaydı. Bu yüzden toplumsal sözleşmeler ortaya çıktı.
    Hobbes’a göre insan bencil ve tutkularının esiridir. Devletin olmadığı dönemlerde, doğal yaşam döneminde korku, kavga vardı. Herkes birbiriyle savaş içindeydi ve düzen yoktu. İnsanlarda bu güvensizlik ve belirsizlik ortamında akıllarını kullanıp hayatta kalabilmek için kendi aralarında anlaşıp sözleşme yaptılar. Bütün yetkilerini Leviathan’a devrettiler. Leviathan’ın görevi ise düzeni sağlamaktı. Hobbes’un devlet anlayışında, yetki sözleşmeyle tek taraflı olarak verilmiştir. Bu yüzden devlet anlayışı özgürlükçü değil otoriterdir.
    Grotius’a göre insan barış içinde yaşama isteğine sahip bir varlıktır. Devletin kökeni sözleşmedir. Toplum içinde ve uluslararası ilişkilerde güce başvurmadan yaşayabilmeyi hedefler.
    Rousseau’ya göre özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla insanlar arasındaki eşitlik bozuldu, barış ve mutluluğun yerini kavga ve didişme aldı. Bu yüzden insanlar bir araya gelip sözleşme yaptılar ve kendi kişilikleri dışında kolektif bir varlık meydana getirmişler. Bu varlık ise devlettir.

    Klasik felsefe döneminden sonra Helenistik felsefe dönemine geçildi. Bu dönemde toplumsal sorunlar yerine, bireysel sorunlarla ilgilenilmeye başlandı.
    Stoacılara göre evrene yön veren tanrısal akıldır. Doğa ve akıldan süzülen kuralların geçerliliğini savunur. Her şey tek bir evrensel yasaya tabidir, o yasa da doğa yasasıdır.
    Cicero, adaletin ve hukukun doğadan kaynaklandığını savunur.
    Tabi hukuk insanın aklında belirir, değişmez, evrensel ve ebedidir.
    Aquino’lu Saint Thomas’ın Hristiyanlığa dayalı bir hukuk anlayışı vardır. Thomas’a göre hukuk kuralları arasında hiyerarşi vardır ve en üstte de ancak tanrı ve onun bildirdiği kişilerin bildiği ezeli kanunlar vardır. Ezeli kanunlar tanrının iradesinden ortaya çıkmıştır. Thomas’ın hukuk anlayışı temelde akla dayanır ve ezeli kanunları anlamaya çalışırken de aklı kullanır. Tanrı hakkında akılla bilgi sahibi olunabileceğini fakat tanrının özünün akılla bilinemeyeceğini vurgulamıştır. Bu yüzden tanrıyı akılla bilmek için de vahiy olması gerektiğini belirtmiştir.
    Grotius’a göre tabi hukuk evrensel, değişmez ve ebedidir. Dinlerin değişmesiyle inanç esasları da değiştiği için zamanla bilimin gelişmesiyle tabi hukuk da dünyevileştirilmiştir.
    Tabi hukuk, mevcut pozitif hukuka laik bir kaynak arama mücadelesidir. İnsanların tabi olduğu hukukun kaynağıdır ve müspet hukukun eksikliklerini tamamlar.

  10. Doğal hukuk insanın akılla ulaşabileceği yazılı olmayan hukuk kurallarıdır. Tabi hukukun doğa etrafında geliştiği bu yüzden de evrensel olduğu düşünülür, hukuk kurallarının insan iradesinden bağımsız oluştuğunu savunurlar. Soyut ve evrensel olduğu iddiaları müspet hukuktan farkının doğal sonucudur. Müspet hukuk ise somuttur.
    Tabi hukuk kavramının varlığı çok eskiye dayanır. Hristiyanlık Roma’ya gelmeden önce hukuk insan aklına ve devlet egemenliğine dayanırdı. Hukukun emredici olması devlet olmanın temel özelliği sayılırdı, bu laikliği beraberinde getirdi. Tabi hukukun aradığı hukukun teorik kaynağının ne olduğu ve onu denetleyecek bir normdur. Romanın ilk zamanında hukukun kaynağı tabi olunan dindir, tabi hukuk Rönesans’tan sonra laik laik hukuka geçilmesine yardımcı olmuştur. Kilise’ ye olan güvenin kaybedilmesinin ardından yeni bir kavram aranmıştır bununla birlikte tabi hukuk gündeme gelmiştir bu sayede laiklik için adım atılmıştır. Yani devlet Kiliseye karşı hukuka dayanmış laik hukuk tabi hukukun neticesi olmuştur.

  11. – Thomas AQUİNAS Refleksiyon Paragrafım:

    Thomas Aquinas’a göre ”Tanrı tektir. Bu Tanrı tek ruhtur. Tanrı her şeyin yaratıcısıdır. ”

    T.Aqunias felseye teolojik olarak bakıyor diyebilirim. Felsefesini bize dini ve tanrıyı kullanarak aktarmak istiyor. Hukuk tarafından yorumlarsak normlar hiyerarşinde en üst norma din veya tanrıyı koyuyor. Ortaçağ Hristiyan zamanlarında belki kabul edilebilir bir görüş olsa da günümüzde kesinlikle kabul edilebir bir görüş olamaz.

    ”T.Aqunias bütün varlıkların eylemlerini gerçekleştirirken iyiyi amaçladıklarını söylüyor.” Burdaki iyinin şahıslara, yer ve zamana göre değişkenlik de göstereceğini düşünüyorum kime göre neye göre? Eğer Aqunias gibi bu kavrama yaratıcı(tanrı) odaklı bakarsak bu görüşüne katılmıyorum çünkü bir bireyin iyiliği amaçlaması ve ona yönelik eylemlerde bulunması için ona yardımcı olacak şeyin tanrı değil bireysel ahlak olduğunu düşünüyorum. Ahlaklı, erdemli insanlar tanrı ve din olmadan da iyilik amacıyla yaşayabilirler diye düşünüyorum.

  12. Tarihten bu yana Hukuk denildiği zaman insanların aklına önce tabii hukuk gelmiştir. Zira birlikte ve iletişim halinde yaşayan toplulukların kendi aralarında oluşturdukları bir takım kurallar sayesinde insanoğlu günümüze kadar gelebilmiştir. İnsanoğlunun akılcı düşünceyi ön plana çıkarttığı günlere kadar hukuk; örf adet hukuku, din hukuku gibi aşamalar geçirmiş ve günümüzde akla uygun bilimsel hukuk düzeni kurmuştur. Tabii hukuk, bu 3 aşamada da hukukun oluşmasına önem sağlamıştır. Çünkü insan tabiatı peşinen olumlu ya da olumsuz bir değer yargısına tabi tutulmaktadır. İnsanlar tarihte hukuk kurallarını oluşturur veya uygularken hep vicdanına, değerlerine, haklılığa yani soyut değerlere uygun kurallar oluşturmuş veya uygulamıştır. Akılcı ve bilimsel hukukta ise daha hukuki olan, verilere uyan söz konusu olmuştur. Tabii hukuk, hukuki olanla-değere ilişkin olan arasında bir arabuluculuk işlevi üstlenmektedir.

  13. Bireyler kendilerini hiyerarşi altında yaşamayı zorunlu görmektedirler ve tanrının buyruğu altında olmakla siyasi otorite alında olmak arasında ikilem yaşamaktadırlar. Yapı olarak toplum ise bu otoritelerle birey arasında köprü olarak görev yapmaktadır. Din vurguları gündeme gelmeden insanlar devlet normlarını tanrı buyruğu gibi görmekteydi ancak dinin gelişiyle siyasi otorite ve hristiyanlık arası çatışma başladı. Bu çatışma otorite arayışında bulunan bireyler açısından da seçme açısından kaygı açığa çıkardı. Paul’un ortaya attığı siyasi iktidar tanrının temsilcisidir düşüncesi insanların bu arayışına bir nebze yanıt verdi ve somut olarak papa gibi din adamlarının yapılan davranışlar karşısında “tanrı kabul etti mi?” sorusuna yanıt verme amacıyla tasdikleyici olarak görev yapması bu iki otoritenin birleşmesi amacında aktif rol oynadı. Sonrasında Aquino’nun hukuk kuralları arasında hiyerarşi olarak yaptığı çalışmalar sonuç olarak tabii hukukun pozitif hukuktan üstünlüğünü savunmuş ve hukuk kuralları arasında ast-üst ilişkisi kurmuştur, bunu günümüzdeki normlar hiyerarşisine benzeterek anayasa ve kanunlar gibi görmek yerinde bir yorum olacaktır. Kanunların anayasaya uygunluğu çerçevesinde geçerliliği gibi pozitif kuralların tabii hukuka uygunluğu kadar geçerli olması çıkarılabilecek sonuçlar arasındadır.

  14. Tabi hukuk epistemolojik tahlilde ampirizmle açıklanabilir. Duyular yoluyla edinilen tecrübelerin akılla sentezlenmesi ile tabi hukuk incelenebilir. Tabi hukuka hukuk denmeli midir diye daha önce hiç düşünmemiştim. Makaleleri okuduktan sonra daha çok temel bir norm, bir varsayım olduğunu düşünüyorum. Emredici hükümleri olmadığı için doğanın işleyiş düzeni diye açıklamak daha doğru geldi. Tarihin farklı dönemlerinde din ile bir bütün olarak da değerlendirilmiş, bağımsız olarak da. Dört hafta içerisinde kafamı en çok karıştıran bu konu oldu açıkçası.

  15. Tanrısal iradeye dayanan sözlü kanunların, yerlerini insan iradesinin ürünü olan yazılı kanunlara terk etmesiyle beraber bu kanunların uygulayıcılarının takdir yetkisi de belirli oranda azalmıştır. Bu hukukun rasyonelliği açısından önemli bir adımdır. İnsan aklına dayanan kanunların çıkmasıyla beraber her ne kadar karşıt görüş sunup “insanların koyduğu kanunlar isteklere göredir, tabiattan doğan kanunlar zorunluluktandır” deseler de zannımca bu tespit yerinde değildir. İnsan hayatını ancak rasyonel düşünceyle oluşturulmuş olan kanunlar sınırlandırabilmelidir. Doğanın insan yaşamına dayattığı zorunluluklar hayatın her alanını içine alacak kapsamda değildir. Hukukun kaynağı açısından herhangi bir görüş birliği sağlanamamış olmakla beraber insan hayatı ancak insan tarafından sınırlandırılmalıdır görüşü bana en mantıklı gelen aforizmadır. İnsanların bilgi birikimi ve dünya görüşlerinin değişmesiyle beraber, halihazırda dinamik nitelikli olan hukukun değişmemesi imkansızdır. Bu görüş değişiminin insanlardaki özgürlük ve adalet anlayışını pekiştirmesi de aynı değişimin ürünüdür. Hal böyleyken insanlar elbette anlayışlarına ters düşen sistemleri yıkıp, yerine yenisini kurmayı kendine görev edinecektir. Bu değişimin neticesi de kendisini laiklik olarak göstermiştir.

  16. Tabii hukuk ,hukukun kaynağını tabiat olarak kabul eder.Tabii Hukuk ,hukuku otoritelerin kabul ettirdiği kurallar olarak görülmesine karşı çıkmıştır.Bu yönüyle hukuki pozitivizmden ayrılır. Tabii Hukuka göre bu insan aklını gözardı etmektir.Makaleden anladığım kadarıyla Tabii hukuk bilimsel doğrulardan ziyade haklı ve adil olanı aramamız gerektiğini söylüyor.Ayrıca insanın doğasından kaynaklı bir takım kuralları içinde barındırdığını düşünüyorlar.Fikrimce bu görüş doğruluk payı taşımaktadır.Bence insanlar belli içgüdülere sahiptir.Ve bu içgüdüleri gereği insan kendini korumak ve yaşamını devam ettirmeye çalışma gayreti göstermektedir.Fikrimce insanlar belli haklara kendiliğinden sahiptirler.Bu yüzden tabii hukuk düşüncesinin mantıklı gelen yönleri vardır.Tabi hukukun işlevinin müeyyide tehdidi ile insanı bir davranışa zorlamak olmadığını ,insan hareketine bir amaç kazandırmak olduğunu görmüştük .Aquinas ise bütün varlıkların eylemlerini gerçekleştirirken iyiyi amaçladıkları kanaatindedir.Aquinas’in bu düşüncesinin modern dünyada bir karşılılığı bulunmamaktadır ve kanımca insan doğasına aykırı bir düşüncedir.Çünkü insanlar doğası gereği kötülüğü ve hırsı içlerinde barındırlar.

  17. Tabii hukuk düşüncesi temelinde tanrıdan gelen bir hukuk anlayışını benimser.Doğada var olan temel kanunlar insanlar eliyle oluşturulan hukuku doğurur.Doğada olanların incelenmesi sonucu hareketle hukuk kurallarını oluşturur gibi çeşitli düşünceler mevcuttur.Tarihin çeşitli dönemlerinde insanlar tabii hukuku farklı olarak ele almıştır.Romalılar,hristiyanlar vs.Tek bir tabii hukuk anlayışından söz etmek de mümkün değildir.Temeli bellidir ancak her şeyde olduğu gibi farklı fikirler mevcuttur.En büyük temsilcilerinden birisi olan Thomas Aquinas pozitivistlerin her şeyin bir nedeni vardır düşüncesinin en sonuna kadar gittiğinde, her şeyin nedeninin tanrı olduğunu söyler.Aquinas’ın beş kanıtı bu söylemi destekler niteliktedir.Doğadaki her şeyin bir var oluş sebebi vardır bunların en sonuna gidildiğinde bunun tanrı olduğunu söyler.

  18. Günümüzde hukuk kuralları modern toplumun ayrılmaz bir parçası olarak görülmekle birlikte, hukukun kaynağının ne olduğu ve hukuk kurallarına gösterilen itaatin nedenleri üzerine bir fikir birliği bulunmamaktadır. İşte, söz konusu soruları açıklamada önde gelen kuramlardan biri de tabii hukuk teorisidir.

    Tabii hukuk yaklaşımı, pozitivist hukuk anlayışının aksine, hukukun kaynağını insan iradesinin ötesinde açıklamaya çalışır. Bu çerçevede, hukukun varlığı için belirli bir insan grubunun karar almasına ihtiyaç bulunmaz çünkü insanların olduğu yerde zaten temel bir hukuk düzeni kendiliğinden şekillenmektedir. Bu sebeple, insanların yapması gereken şey, akılları aracılığıyla, hâlihazır bulunan tabii hukuk kurallarını açıklığa kavuşturmak ve onları normlar haline getirmektir. Bu açıdan bakıldığında, “olan” durumun “olması gereken” üzerinde mutlak bir etkisinden söz edilebilir.

    Bu teorinin bir diğer yansıması da pozitif hukuk kurallarının ne derecede adil ve doğru olduklarının tabii hukuka uygunluklarıyla ölçülebilmesine olanak tanınmasıdır. Diğer bir deyişle, tabii hukuka uygun olan normlar doğru ve adil bir değere sahiptir. Bu sebeple, İnsanlar, yaptırım gücünden dolayı değil ve fakat adil olarak gördükleri için hukuk kurallarına itaat etmeyi tercih etmektedirler.

    Tabii hukuk anlayışının, adalet başta olmak üzere pozitivist hukuk teorisinin açıklamakta güçlük çektiği bazı hususları anlamlandırmaya çalıştığı bir gerçektir. Bununla birlikte, tabii hukukun da eleştirilmeye açık yönleri bulunmaktadır. Örneğin, insanın iradesinden bağımsız bir hukuk anlayışında var olduğu iddia edilen kuralların yer ve zamana göre değişiklik göstermemesi beklenir. Ancak, bugün yaşam hakkı gibi tartışmasız olarak kabul ettiğimiz en temel hukuki değerlerin dahi ebedi nitelikte olmadığı ve toplumsal gelişmelere paralel olarak ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu sebeple, tabii hukuk anlayışını mevcut hukuk düzeninin açıklanmasından ziyade olması gerekene yönelik bir tutum olduğunu söylemek gerekmektedir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s