5. Hafta Hukuk Felsefesi Konusu ve Okuma Parçaları

Bu hafta derste doğal hukuk konusuna, seküler / laik doğal hukuk anlayışının tartışılmasıyla devam edilecektir. Bu kapsamda aşağıdaki makalelerin okunması gerekmektedir. (Bağımsızlık Bildirgesini isteyenler okuyabilir).

Refleksiyon paragrafarınızı 29 Mart Çarşamba Saat 18:00’e kadar gönderebilirsiniz.

Makaleleri okurken, aşağıdaki soruları düşünebilir ve cevap vermeye çalışabilirsiniz.

Soru 1: ‘Doğa durumu’ kavramının işlevi nedir? Onun ne olduğu üzerinde uzlaşılabilir mi?

Soru 2: Mülkiyet hakkı doğal bir hak mıdır? Nasıl gerekçelendirilebilir?

Soru 3: Devlet, (doğal) hukuk düzeninden çıkabilir mi?

Soru 4: Bir hukuk kuralı ne zaman / hangi koşullarda haksız / adaletsiz olur? Adaletsiz bir hukuk kuralına, hukuken uymak yükümlülüğü var mıdır?

Soru 5: Direnme hakkı bir hak olabilir mi? Sivil itaatsizlik, hukuki bir hak olabilir mi?

  1. Yavuz Kılıç, “Hobbes, Locke ve Rousseau’da ‘Doğa Durumu’ Düşüncesi”, Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, Sayı 2, 2015 , s. 97 – 117.
  2. Dilan Mızrak , “Toplum Sözleşmesi Kuramlarında Siyasi İktidarın Sınırı Olarak Kişi Hak ve Özgürlükleri Meselesi”, Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Volume 9, Issue 17, s. 21-44.

“5. Hafta Hukuk Felsefesi Konusu ve Okuma Parçaları” için 26 yorum

  1. Doğa durumu kavramı üzerinde anlaşılması bence çok zordur çünkü her birey insanın var oluşundan başlayarak bugün içinde bulunduğumuz düzene gelme aşmalarını, bu aşamaların nedenlerini göreceli olarak ele alır. Doğa durumu konusunda temel , değişmez şey olarak yani içinde barındırdığı kesin şey doğal yasadır diyebiliriz. Çünkü doğal yasa insanlığın var oluşunda da mevcut olan doğanın kurallarıdır ve ilk zamanlar insanlar o yasaya uygun davranarak hayatta kalmışlardır. İnsan doğa durumu gereği doğal yasalarla baş etmek için doğadan korunmak için ve yapısı gereği bir şeyleri elinde bulundurmak , bir şeylere sahip olmak içgüdüsüne sahip olduğundan mülkiyet ortaya çıkmıştır. Devlet , doğal hukukla başa çıkmak, insanların elde ettiği mülkiyeti korumak ,güvenliği sağlamak için ilk zamanlar insanlar tarafından oluşturulmuştur. Devlet, insanlar tarafından oluşturulmakla birlikte bir kurallar bütünü içinde varlığını sürdürür.

    Direnme hakkı bir hak olmalıdır. Çünkü toplumun çıkarlarına hizmet etmeyen , toplumu güven içinde , barış içinde tutmayan vb. kurallar olan adaletsiz kurallara boyun eğmek, kabul ederek uygulamak birey için hukuken zorunlu hale getirilemez. Birey bunu değiştirmek için kanun koyuculara ve bu kuralların uygulayıcılarına direnmek zorundadır. Bu nedenle sivil itaatsizlik de bir hak olmalıdır çünkü insanlar adaletsiz yasaları değiştirmek , kaldırmak için o yasaları çiğneyerek dikkat çekmek isteyebilirler.

  2. Doğa durumu kavramının işlevi, insanların toplumsal düzeni ve hukuk sistemini oluşturmadan önceki varsayılan durumlarını tanımlamak ve bu durumlardaki insanların davranışlarını anlamak için kullanılmaktadır. Bu kavram, insanların toplumsal düzeni oluşturma ihtiyacı doğmadan önce ne tür bir yaşam tarzı sürdürdüklerini ve birbirleriyle nasıl etkileşimde bulunduklarını anlatır.
    Doğa durumu kavramı üzerinde tam bir uzlaşma olmadığı gibi, farklı düşünce okulları ve filozoflar tarafından farklı şekillerde yorumlanmaktadır. Bazı filozoflar, doğa durumunun insanların tamamen özgür olduğu ve her türlü davranışı serbestçe gerçekleştirebildiği bir durum olduğunu düşünürken, diğerleri insanların belirli kurallara ve ahlaki sınırlamalara ihtiyaç duyduklarını savunmaktadırlar.
    Mülkiyet hakkının doğal bir hak olarak gerekçelendirilmesi, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamalarına, özgür iradeleriyle çalışarak kazandıkları malların güvenli bir şekilde korunmasına ve gelecekteki nesillere miras bırakma hakkına sahip olmalarına dayanır. Ayrıca, mülkiyet hakkı, insanların özel mülkiyetin korunmasını teşvik etmesi ve üretkenliği artırarak toplumsal refahı artırması açısından da önemlidir. Ancak, bazı filozoflar, mülkiyet hakkını doğal bir hak olarak kabul etmeyerek, mülkiyet hakkının belirli bir toplumsal sözleşme sonucu ortaya çıktığını savunurlar. Bu filozoflara göre, mülkiyet hakkı, toplumsal bir düzenin oluşturulmasının sonucu olarak ortaya çıkan bir hak olarak kabul edilmelidir.
    Mülkiyet hakkı doğal bir hak olarak kabul edilebilir. Bu durum insanların temel ihtiyaçlarını karşılamalarını, özgürlüklerinin korunmasını ve toplumsal refahı artırması baz alınarak sağlanabilir.

    Devlet, doğal hukuk düzeninin üstünde bir güce sahip olabilir ve doğal hukuk düzeninden çıkabilir. Doğal hukuk teorilerine göre, insanların doğal hakları vardır ve bu haklar doğal olarak var olan evrensel hukuk normlarına dayanır. Ancak, devletlerin egemenliği, yasaları yapma ve uygulama yetkileri ve diğer kurumsal mekanizmaları nedeniyle doğal hukuk düzeninden ayrılabilirler.
    Devletlerin doğal hukuk düzeninden çıkması mümkündür. Ancak, birçok ülkede doğal hukuk normları, hukuk sisteminin temelini oluşturur ve devletlerin yasama, yürütme ve yargı güçlerini kullanırken doğal hukuk normlarına uygun hareket etmeleri gerekmektedir.

    Hukuk kurallarının haksız veya adaletsiz olduğu durumlar, çeşitli koşullara bağlı olarak farklılık gösterebilir.
    Temel insan haklarına aykırı olması, eşitlik ilkesine aykırı olması, toplumsal adaleti sağlamamak, adaletsiz bir hukuk kuralına uymak. Bu durumda kişi, hukukun üstünlüğü ilkesi gereği hukuk kuralına uymakla yükümlüdür. Adaletsiz bir hukuk kuralının değiştirilmesi veya yürürlükten kaldırılması, hukuk sistemi içinde mümkündür ve bu yönde çaba göstermek, hukukun gelişmesine ve toplumsal adaletin sağlanmasına katkı sağlayabilir.
    Direnme hakkı veya sivil itaatsizlik, bazı durumlarda bir hak olarak kabul edilebilir. Ancak, bu hakların kabul edilmesi, bazı koşullara bağlıdır.
    Direnme hakkı ve sivil itaatsizlik, bazı durumlarda bir hak olarak kabul edilebilir. Ancak, bu hakların kullanımı, hukukun üstünlüğü ilkesi, şiddet içermeme ve yasal yollara başvurmanın son çare olarak kullanılması gibi koşullara bağlıdır.

  3. Doğa durumu karmaşık ve kesin bir tanımı olmayan bir kavram fakat anladığım kadarıyla daha bir devlet ve otorite ortada yokken insanın içinde bulunduğu durumu ifade eden kavramdır. Ve buradan nasıl devlete ihtiyaç duyulduğuna dair bilgiler içermektedir. Okuduğum makalelerdeki 3 filozofa göre de bu doğa durumu kavramı farklılık gösteriyor. Bir bakıma doğa durumu insan doğasıdır diyebiliriz. Hobbes’ un doğa durumu bir varsayımdır ve bu duruma insanın yapısındaki bencillik ve hırsların yol açtığını, bunun sonucu ortaya kaos ve kargaşanın çıkmasını doğa durumu veya savaş durumu olarak açıklar. Ve ortaya çıkan korku açıkladığı gibi ölüm korkusu da devleti yani egemen gücü ortaya çıkarmıştır,görüşünü savunur. Bir diğer filozof John Locke ise temelde Hobbes ile aynı amaçları taşımaktadır. Ancak varsayımda kalmamıştır.İnsanların eşit ve özgür olduğunu akıl ile kendi doğa yasalarını koyabilecekleri ve gerekirse cezalandırabileceği görüşü vardır fakat bu özgürlükte zamanla içinde bir kaos barındırır. Ve ortadaki düzen kaybolur bir sözleşme yapılarak bu düzenin sağlanması amaçlanır yani aslolan yine insanın benlik ve kibir duygusudur. Her ne kadar insanların eşit olduğu savunulsa da bu eşitlik içinde üste çıkma her zaman görülür. Ben burada Hobbes ve Locke ‘ un görüşlerine yakın olduğumu söyleyebilirim. DDevlete ihtiyaç duyulması her toplum için Farklı nedenlerden dolayı ortaya çıksa da bence asıl temelde olan düzen ve birliğin korunmasıdır. Ve toplum olmanın bir sonucu olarak devlete yani hakim olan bir güce ihtiyaç duyulmayı beraberinde getiriyor. Bununla beraber Mülkiyet kavramına değinecek olursam;sadece mal,mülk, para olarak algılanmamakta aksine insanın sahip olduğu özgürlük alanına dahil olan her şey mülkiyet kavramını doğurmuştur diye düşünüyorum John Locke bu konuda mülkiyet kavramını insanın emeği sonucu elde ettiği sahiplik olarak tanımlar. Sonuçta bir kanunla güvence altına alınmadan önce de mülkiyet mülkiyet hakkı elinde bulundurma ona sahip olma olarak karşımıza çıkmaktadır.iktidarın sınırlı mı yoksa sınırsız olması konusunda ise ;iktidarın sınırı Hobbes’ a göre olmadığı fakat Rousseau ise bu sınırın mülkiyet hakkı olduğunu savunur burada katıldığım görüş Rousseau’ nun görüşüdür. Diğer bir konu olan devletin doğal hukuk düzeninden çıkıp çıkmaması ile ilgili olarak söyleyeceklerim şunlar olabilir, devlet insan doğası gereği ortaya çıkmıştır. Her zaman doğada var olan bir sistemden doğmuştur. Doğadan kaynağını alarak insan aklıyla birleşmiştir ve bu sayede gelişerek kendini ortaya çıkarmıştır yani toplum sözleşmesi başlığından da yola çıkarak şunu diyebilirim insan gereksinimleri devleti ortaya çıkarmıştır.

  4. Devlet olmasaydı ne olurdu?
    Devlet zorunlu bir yapı değilse tekil varoluştan toplumsal varoluşa neden geçilir?
    Gibi soruları yanıtlamak için ortaya atılan hipotezlere doğa durumu denilmektedir.
    ‘insan inanın kurdudur.’ sözüyle tanınan Thomas Hobbes insanların bencil, zayıf varlıklar olduğunu, ölüm korkusuna sahip olan ve kişisel çıkarlar için çalışan kişiler olduğunu söyler.Güçlü bir birey yada parlamento başa geldiğinde insanlar kendi istekleriyle özgürlüklerinden vazgeçip devlete itaat etmektedir. Bunun sebebi insanlardaki ölüm korkusu ve güvenlik isteğidir. Böylelikle doğa durumundaki tehlikelerden korunacak ve güvende kalabileceklerdir. Devlet gücü ortadan kalkarsa herkes herkese karşı sonu gelmez bir savaş içinde olacaktır.
    J.Jacques Rousseau ise insanın doğa durumunda kötü olduğunu kabul etmez. Rousseau’ya göre doğa durumundaki insan yalnız yaşamaktadır. Temel gereksinimleri ise oldukça sınırlıdır. Doğa durumundaki insan savaşmayan basit gereksinimleri karşılayan: yemek yemek, uyumak gibi… bir varlıktır. Ayrıca Hobbes’u insanın merhamet duygusunu görmezden geldiği için de eleştirmektedir. Doğadaki değişikliklerden sonra insanlar birbirine yakınlaşmak zorunda kalmıştır. Bu süreçte mülkiyet kavramı oluştur. Sınıf farklılıkları ortaya çıktı. Rousseau devletin güvenlik ihtiyacından değil, mülkiyet kavramından dolayı ortaya çıktığını savunmaktadır.
    John Locke ise Hobbes’un devlet görüşünü eleştirmiş toplumun oluşumunda temel alınan doğa durumunun bir savaş değil barış hali olduğunu ileri sürmüş, monarşiye şiddetle karşı çıkarak en uygun yönetim şeklinin demokrasi olduğunu savunmuştur. Locke, devletin amacının özgürlüğü güvence altına almak olduğunu ve devletin kaynağının toplum sözleşmesinde aranması gerektiğini ileri sürer.

  5. 1-)Direnme hakkı bir hak olabilir mi? Sivil itaatsizlik bir hak olabilir mi?
    -Hukuk kurallarını diğer toplumsal kurallardan ayıran en önemli unsur bir yaptırıma sahip olmasıdır. Bu yaptırımı uygulayan kurum ise devlettir. Devletin bu yaptırımları uygulamasında ona aracılık eden en önemli kurum ise siyasi iktidar kurumudur. Siyasi iktidarın yaptırım gücüne sahip olabilmesini sağlayan kavram ise iktidarın sahip olduğu otorite kavramıdır. Günümüz demokratik toplumlarında bu otoritenin oluşmasının ana kaynağı siyasi iktidarın toplum tarafından kabul görebilmesidir. Direnme hakkı ise bu kabul görmeye karşı sınırlarının dışına çıkan bu otoriter iktidara karşı bir tepki niteliğinde oluşan, toplum tarafından gerçekleştirilen, her toplumun ve o toplum içindeki bireylerin doğuştan sahip olduğu doğal bir hak olarak tanımlanabilir. Direnme hakkının bu niteliği iktidarın otoritesine bir başkaldırı şeklinde olduğundan dolayı mevcut hukuk kurallarının yaptırım gerçekleştirme yapısını bozan bir husustur. Bundan dolayıdır ki modern devletler anayasaların da direnme hakkına vurgu yapan hitaplarda bulunsalar dahi direnme hakkını pozitif bir hukuk normu olarak toplumlara atfetmezler. Bu bakımdan direnme hakkı bütün insan toplukuklarının sahip olduğu doğal bir hak niteliğinde olmasına rağmen normatifliği olmayan bir hak konumundadır. Sivil itaatsizlik ise direnme hakkına istinaden daha pasif bir tepki konumunda olup siyasi iktidarın otoritesini zedeleyen bir hak değildir. Bu bakımdan sivil itaatsizlik, hukukun bu niteliğine zarar vermeyen bir başkaldırı olup sınırları çizilerek toplumlara atfedilmiş bir hak niteliğindedir. Özetle direnme hakkı bir doğal hukuk normu olarak atfedilip, normatifliğinden sözedilemeyen bir hak olma niteliğine haizken, sivil itaatsizlik ise pozitif hukuklarda da yerini bulan bir haktır.
    2-)Devlet doğal hukuk düzeninden çıkabilir mi?
    -Hukuk toplumların bir arada yaşama ihtiyacından doğan bir kurum olup, devlette bu kurumun bir parçasıdır. Hukukun işleyişi ise devlet aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Devlet bu işleyişi gerçekleştirirken, yasama erki aracılığıyla kanunlar çıkarıp, yargı erki aracılığıyla ise bu kanunları uygular. Devletin yasama erki aracılığıyla çıkardığı bu kanunlar, bütün insanların sahip olduğu evrensel kabul edilen bazı haklara aykırı olabileceği gibi, bu şekilde kanunlar çıkarmamış olsa dahi sahip olduğu hukuku uygularken bu evrensel haklara itibar etmeyebilir. Örneğin; devlet, bir sanığı sorgularken işkence yapabilir veya çıkardığı bir kanunla işkenceyi yasal dahi kılabilir. İşte bu durumda devlet doğal hukuk düzeninden çıkmış olacaktır. Bu durumun önlenebilmesi bazı uluslararası yargı merciileri aracılığıyla olabileceği gibi yine devletin kendi üst yargı merciilerince engellenebilir. Bu önleme durumu ise hukukun üstünlüğü ilkesi dahilinde olacaktır.
    3-)Doğa durumu kavramının işlevi nedir? Ne olduğu üzerinde uzlaşılabilir mi?
    -Doğa durumu, insan topluluklarının birleşip devlet kavramı kurulmadan önce insanların doğa halinde nasıl yaşadığını ve bunun sonucunda devletin nasıl ve ne gibi şartlar dahilinde kurulduğunu anlamaya çalıştığımız bir kavramdır. Bu kavram hayali olabileceği gibi tarih bilimi kaynaklı gerçeklik olgusu taşıyan somut bir durumda olabilir. Doğa durumu kavramının bu noktada işlevi bize devlet kurulmadan önce toplumların nasıl bir durumda olduğunu ve haliyle devletin kurulmasında ne gibi şartların etkili olduğunu aydınlatmaya çalışmasıdır. Doğa durumu kavramı, tarihi bir gerçeklik barındırdığı zaman üzerinde uzlaşılabilir bir durum olabilir fakat bu tarihin yorumlanabilmesi açısından da farklılık taşıyabilen bir durumdur.
    4-)Mülkiyet hakkı doğal bir hak mıdır? Nasıl gerekçelendirilebilir?
    -Mülkiyet hakkı, insanların sahip oldukları mal ve mülkleri hakkında “özgürce”, kullanma, yararlanma ve tassarufta bulunmasına olanak veren temel bir hak olarak kabul edilir. Bu açıdan mülkiyet hakkı, bireysel özgürlüğün temel yapı taşını oluşturan bir haktır. Bireysel özgürlük, sınırları dahilinde doğal bir haktır. Mülkiyet hakkı ise özgür olma hakkının bir unsuru olduğundan dolayı doğal bir hak olma konumunda olacaktır.
    5-)Bir hukuk kuralı ne zaman adaletsiz olur? Adaletsiz bir hukuk kuralına uyma yükümlülüğü var mıdır?
    -Hukukun var olmasında ki temel amaçlarından birisi adaleti sağlayabilmektir. Peki adaletten anlaşılması gereken şey tam olarak nedir? Adalet, hukuken ve ahlaken doğru olanı yapmak olarak tanımlanabilir o zaman da sorumuz doğru olanın ne olduğu yönünde evrilecektir. Doğru olan şey sadece insan için geçerlilik taşıyan ve değişken bir kavramdır. Örneğin; birisini öldürmek yanlış bir şeydir fakat kendini koruyabilmek için birisini öldürmenin yanlışlığından söz edilebilir mi veya doğa da hayvanların birbirini öldürmesi yanlış mıdır? İnsanlar doğru olanı belirlerken tarihsel süreçte gerçekleşen ve kendilerine zarar veren eylemlerin yanlış olduğuna karar vererek belirlemişlerdir. Örneğin; savaş başlatmak doğru değildir çünkü, bu eylem sonucu her iki tarafta zarar görecektir. Bu önermenin doğruluğu insanların tarihte ki savaş yapma sıklıkları veya savaşların modern toplumlara kadar halen varlığını sürdürmesiyle yanlışlanabilecektir fakat dünya savaşlarına kadar savaşların bir taraf için kazançlı olduğu unutulmamalıdır. Ne zaman ki dünya savaşlarının ve bunun sonucunda gelen küresel tehlikelerin baş göstermesiyle savaşların ne kadar yanlış olabileceğini kavramış oluruz. Bundan çıkarılacak sonuç ise doğru olanın insanlar için yararlı olan yoluyla belirlenen tarihsel bir gelişim olduğu olacaktır. O halde doğru olan yoluyla belirlenen ve adaleti amaçlayan hukuk kuralları tarihsel bir gelişim sürecinde gerçekleşen doğal hukuk kurallarına bağlanacaktır. Bundan dolayı bir hukuk kuralınün doğal hukuk kurallarının belirlediği evrensel ilkelere uymadığı vakit adaletsiz olduğu vuku bulacaktır. Adaletsiz bir hukuk kuralı, evrensel nitelikte ki doğal hukuk kurallarına aykırı olacağı için uyma yükümlülüğü olmayacaktır.

  6. Doğa durumu kavramı, temel olarak birey ve toplumun tabi olduğu herhangi bir otorite olmaması halidir. Otoritenin var olmadığı zamanlar için kullanılır. Doğa durumu kavramı üzerinde uzlaşılabilmiş değildir. Birçok ünlü düşünürün birbirinde farklı görüşleri mevcuttur. Doğa durumu döneminin şartları açısından herhangi bir birinci dereceden kaynak olmadığı için yoruma açıktır. Bu nedenle uzlaşılması mümkün olmamış ve gelecekte de mümkün gözükmemektedir.
    Mülkiyet hakkı bireyin bir şey üzerinde hakimiyet kurarak malik sıfatına haiz olabilme hakkıdır. Neredeyse bütün otoriteler mülkiyet hakkını tanımış ve anayasal bir hak olarak korumaktadır. İnsanlığın ilk zamanlarından itibaren mülkiyet hakkı çeşitli şekillerde kendini göstermiştir. İnsanlar barınmak için mağaraları, avlanmak için ok – mızrak gibi eşyaları ve avladıkları yiyecekleri sahiplenmiş ve yeri geldiğinde bu şeyleri korumak için savaşmıştır. Kabilelerin birbirlerinin yiyeceklerini yağmalaması ve eşyalarını ganimet olarak ele geçirmeleri mülkiyetin oluştuğuna delildir. Bu durum mülkiyetin ortaya çıktığı ilk dönemlerdir. İnsan ve mülkiyet her zaman iç içe olan kavramlar olduğu için mülkiyet hakkının en doğal haklardan biri olduğu kanaatindeyim.
    Doğal hukuk, ilk insanlardan bugüne kadar olan genelgeçer kabul gören ve değişmeyen bir kavramdır. Kaynağı insan aklıyla birlikte doğadan gelir. Otoritelerin oluşturduğu hukuk düzenlerinin temelini de doğal hukuk oluşturur. Bana göre devlet olarak adlandırılan yapı da doğal hukuktan türeyen bir kavramdır. Çünkü insanlar doğal olarak toplu halde yaşayan canlılardır. Toplumun olduğu yerde düzen gerekir. Her birey düzeni sağlayamaz, başta bir karar verici olması gerekir. Bu karar verici kişi ilkel toplumlarda kabile reisi diye adlandırılan kişilerken, zamanla büyüyen ve gelişen toplumlarda da karar verici olarak devlet oluşmuştur. Böylece devlet ve oluşturduğu teşkilat kendiliğinden doğal bir şekilde zorunlu olarak doğmuştur.
    Bir hukuk kuralının uygulanmasının uygulanacak şahsa göre değişiklik göstermesi, normun uygulayıcısına aşırı takdir yetkisi verilmesi ve her ne kadar adil olsa da hakkaniyete uygun olmayan bir normun uygulanması haksızlığa ve adaletsizliğe sebep olur. Adaletsiz hukuk kuralına sırf hukuk normu diyerek körü körüne sorgulamadan uygulamak insan aklına yakışmaz. İnsan düşünebilen ve sorgulayabilen bir varlıktır. Durumun şartlarına göre tahlil yapmalıdır. Adil ve hakkaniyete uygun normları mutlaka uygulamak zorundadır. Adaletli olmadığını düşündüğü bir normu sorgulamak insanlığının gereğidir.
    Direnme hakkı ve sivil itaatsizlik hakkı toplum düzenini bozmadıkça, yeni suçların doğumuna sebep olmadıkça, halkın çoğunluğunun desteğini aldıkça ve akla dayandıkça mevcut tüm hukuksal yollar tükendiği anda hukuki bir hak haline getirilebilir. Ancak bu haklar bireye maddi veya manevi zararlar verilmesine sebep olmamalıdır. Otorite tarafından korunmalı ve barışçıl yollarla bu haklar kullanılmalıdır. Aksi takdirde geri dönülemeyecek sonuçlara da yol açabilir.

  7. 1- Doğa durumu kavramının işlevi nedir? Onun ne olduğu üzerine uzlaşılabilir mi ?
    Doğa durumu insanın özünü en iyi yansıttığı halidir. Toplum , uygarlık öncesi zamanda insanın doğa durumunda olduğu varsayılır. Doğa durumunda insan kendi özünü yansıttığı için ve insanın özüne farklı anlamlar yüklendiği için doğa durumunun ne olduğu konusunda uzlaşılması zordur. Doğa durumunda insanın barışçıl ,merhametli olduğunu savunanlar olduğu gibi bencil , savaşçı olduğunu düşünenler de vardır. Doğa durumunun işlevi doğa yasalarına kaynaklık etmesidir. Doğa durumu gözlemlenerek insanın tabiatı hakkında çıkarımlar yapılmış bu çıkarımlardan doğa yasaları oluşmuştur bu yasalar bu yüzden evrenseldir ve içten gelir.

    2- Mülkiyet hakkı doğal bir hak mıdır? Nasıl gerekçelendirilebilir ?
    Mülkiyet hakkı doğal bir haktır. Doğa durumunda da insanlar belirli malvarlıklarına sahiplerdi. Devlet insanın mülkiyet hakkının olmasının sonucu ortaya çıkmıştır. İnsan emek harcadığı varlığın kendisine ait olmasını ister. Emek sonucu ortaya çıkan ürün kişinin kendi malvarlığıdır. Kişi kendi malvarlığı üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. Eğer kişi bu hakka sahip olmasa çalışmasının ve emek harcamasının bir anlamı kalmaz.

    3- Devlet (doğal) hukuk düzeninden çıkabilir mi ?
    Doğal hukuk düzeni ulaşılmak istenen bir durumdur. Doğal hukuk düzenine uyulması sonucu devlet ortaya çıkmıştır. Çünkü doğal hukuk düzeninde de mülkiyet hakkı vardır bu hakkın sonucu olarak devlet mülkiyeti korumak için ortaya çıkmıştır. Ancak zamanla bu düzen bozulmuştur. Eğer doğa kurallarına uygun bir yönetim benimsenirse doğal hukuk düzenine uygun bir devlet oluşur.

    4- Bir hukuk kuralı ne zaman hangi koşullarda haksız/ adaletsiz olur ? Adaletsiz bir hukuk kuralına, hukuken uyma yükümlülüğü var mıdır ?
    Bir hukuk kuralının yasal olması meşru olduğu anlamına gelmez. İnsan onurunu kırıcı , temel hak ve özgürlüklere aykırı hukuk kuralı yasal olsa bile meşru değildir bu da o kuralı haksız yapar. Adaletsiz de olsa insanların kurallara uymak zorunluluğu vardır ancak bu zorunluluklar topluluk için dayanılmaz hale geldiyse ve hukuka aykırılık baskı ve zulüm haline geldiyse hukuk kurallarına uymaya zorlanılmamalıdır.

    5- Direnme hakkı bir hak olabilir mi ? Sivil itaatsizlik hukuki bir hak olabilir mi ?
    Direnme hakkı hukuk dışı yönetimlerde baskı ve işkence varsa kullanılır. Direnme hakkının kullanılması için insanların toplu olarak hareket etmesi gerekir. Adaletsiz ortamlarda kullanılır. Ancak bu adaletsizlik sınırları somut bir şekilde belirlenecek bir durum değildir ve bir yasada bunun korunup yönetimin kendi hukuksuzluğunu tanıması pek mümkün değildir. Sivil itaatsizlik amacı meşru olsa bile bir düzen dışılıktır. Direnme hakkına göre şiddet içermemesi bir hukuki hak olması yolunda kolaylık sağlasa da yine de düzen dışı ve yasal olana karşı olduğu için hukuki bir hak olması zordur.

  8. Doğa durumu, insanların bir otoriteye bağlı olmadan yaşamalarını ifade eder. Ve bu durumu farklı yorumlayan düşünürler olmuştur. Kimilerine göre bu yaşayış barış ve özgürlükle olsa da kimilerine göre de herkesin herkesle savaşıdır.
    Mülkiyet hakkı, doğal bir haktır. İnsanlar geçmişten beri hep üretmişlerdir. Ve bu emeklerinin karşılığı da mülkiyet hakkı olmalıdır. Mülkiyet hakkı kendiliğinden doğar ve devlette bunu güvence altına almakla yükümlüdür. Aksi takdir de kargaşa ortaya çıkar.
    Devlet ihtiyaçlar sonucu ortaya çıkmıştır. Toplumlar her ne kadar bir otorite olmadan yaşamış olsalar da bir noktadan sonra hak ve özgürlüklerini koruyacak bir güce ihtiyaç duymuşlardır.
    Bir hukuk kuralı, özüne ve amacına uygun yorumlanmıyor ve uygulanmıyorsa o hukuk kuralı artık adaletsiz olur. İyi hukuk kuralları kötü uygulayıcılar elindeyse o hukuk kuralı haksız bir kuralı olur ve kötü sonuçlar meydana getirir. Hukuk kurallarına uymak hukuk devletinin gerekliliklerinden biridir. Fakat bunları düzeltmek veya bunlara itiraz etmek de hakkımızdır.
    Direnme hakkı, bir hak olabilir. Ama son çare olarak kullanılmalıdır. Sivil itaatsizlik, hukuki bir hak olabilir. Fakat bu hak bazı sınırlamaları da beraberinde getirecektir.

  9. Doğa durumu, devletin olmadığı zamanlarda insanların birbirleriyle olan ilişkileri, yaşantılarının nasıl olduğu, devletin olmadığı durumlarda insanların başına neler geleceğini, devlete yada egemene neden itaat edilmesi gerektiğini açıklayan bir kavramdır. Grotius, Hobbes, Locke, Pufendorf, Rousseau, Kant gibi düşünürler, doğal hukukun ne olduğu ve doğal kaynakların ne olduğu gibi sorulara doğa durumuna dayanarak cevap aramaya çalışmışlardır.
    Sofistlere göre her yerde ve her zamanda geçerli olabilecek olan yasalar, ancak “doğa tarafından konulmuş yasalar” olabilir. Çünkü insanların koyduğu kurallar değişkenlik gösterebilir ve değiştirilebilir.
    Hobbes doğa durumunu, sürekli kargaşanın ve korkunun olduğu bir durum olarak görür. Hobbes’a göre devletin olmadığı dönemde, insanlar birbirine üstünlük kurmaktadır. İnsan insanın kurdudur. Bu durum zamanla savaşa neden olup güvensizlik ortamı yaratmaktadır. Güvenli ortam sağlanması için insanlar korku içinde, zorunluluktan sözleşme yaparlar. Hobbes’un devletinin temelinde korku vardır.
    Locke’un doğa durumunda ortamda barışa yakın bir durum vardır. Yaşam, özgürlük, mülkiyet gibi haklar vardır. Locke bu haklardan en çok mülkiyet üzerinde durmuştur. Ona göre mülkiyet doğuştan gelir. Bu sebeple devletten önce mülkiyet vardır. İnsanların çalışkanlıkları sayesinde mülk edindiklerini ve insanın emeğini kattığı her şeyi özel mülkiyet olarak görür. Bu yüzden de mülkiyetin bir hak olduğunu düşünür. İnsan doğası, her ne kadar iyi olsa da insanın emeği ile elde edilen mülkiyet kötüye kullanılabilir. Bu hakların bir sınırı olmadığı için de insanlar bir araya gelip sözleşme yaparlar. Bu sözleşme tek taraflı bir sözleşme değildir. Artık devletin de bir takım sorumlulukları vardır.

    Rousseau ise insan doğasından hareketle doğal hukuku açıklamaya çalışır. Ama insan doğası belirsiz olduğu için bu durum doğal hukukun da belirsiz olmasına yol açar. Bu yüzden hukukun ilkeleri insan doğasından çıkarılmaktadır. Rousseau a göre doğa durumunda yaşamı belirleyen “varlığımızı korumak” ve “başkalarına acımak” olarak iki ilke mevcuttur ve bu ilkeler akıldan üstündür. Akıl ise doğanın dengesini bozar.
    Rousseau’ya göre doğa durumu barış ve özgürlükle yaşanan bir durumdur ve insanlar eşittir. Toplumsallaşmaya başlandıkça insanlar arasındaki eşitlik bozulur ve insanlar zamanla yozlaşmaya başlar bu da beraberinde özel mülkiyet sorununu getirir. Rousseau, insanların emek vermesiyle oluşan mülkiyetin, insanlığın huzurunu bozduğunu düşünür. Özel mülkiyetin, güvensizlik ve kötülük getirdiğini düşünmektedir. İnsanlar güvenliklerini ve özgürlüklerini garanti altına alabilmek ve toplumda düzen oluşturmak için birbirleriyle sözleşme yapma yoluna giderler.
    Her düşünür doğa durumunu ve doğa yasalarını farklı açıklamıştır. Doğa yasaları yazılı metinler olmadığı için insan hayatını ve güvenliğini koruyamaz ve herhangi bir bağlayıcılığı da yoktur. Sözlü yasalar olduğu için uyup uymamak insanların elindedir ve insanlar istedikleri zaman yasaları ihlal edebilirler.
    Locke mülkiyet hakkının doğal bir hak olduğunu ve mülkiyetin korunmasıyla özgürlüğün sağlanacağını düşünür. Rousseau ise mülkiyetin ortaya çıkması ile insanların köleleştiğini ve doğa durumunda sahip oldukları özgürlükleri de kaybettiklerini düşünmektedir. Her iki düşünür de yaşadığı dönemi eleştirmiştir. Rousseau yaşadığı döneminin yönetim anlayışını eleştirerek Fransız İhtilali’ne (1789) zemin hazırlamıştır.
    Locke yaşama, özgürlük ve özel mülkiyet hakkının kısıtlandığı bir ortamda yaşama, özgürlük ve mülkiyet haklarını savunmuştur.
    Amerikan Bağımsızlık İlanı’ ile ‘Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ (1776) ve ‘Fransız Haklar Bildirgeleri’ (1789) gibi siyasal metinlerle Locke’un düşünceleri somutlaşmıştır. Locke’un görüşleri bugünde geçerliliğini sürdürmektedir.

  10. Doğal hukuk, insanın var oluşundan beri gelen, tabii yaşayışının bir ürünüdür. Bazı haklar, insana insan olduğu için tanınmıştır ve resmiyette bu haklar üzerinde devlet tarafından bir tanınma durumu olmasa bile, insan aklıyla bu haklara sahip olduğuna kanaat getirebilir.
    Yaşama hakkı, düşünce özgürlüğü gibi haklar, devlet tarafından yasaklandığı iddia edilse dahi, insanların koşullu bir şekilde bu vaziyete uyması mümkün değildir. Mülkiyet hakkı da, bu haklar gibi kişinin doğal hakkıdır.
    İnsanlar, yaşadığı ortamı ve yeri, ürettiği ürünü sahiplenme eğilimindedir. Bunun sebebi ise, geçmiş zamanlardan bu yana, değişen yaşam koşullarıyla beraber kişinin yaşam alanı ve ürettiği ürünün türü, yapısı ne olursa olsun, elde edilenlerin mayasında kişinin emeğinin yer almasıdır. Emek denilen kavram, bir bütündür ve bir buğdayın neticede hasat edilmesine kadar olan süreçte emeği geçen birçok insan vardır.
    İnsanların bir ahenk ve uyum içerisinde yaşadığı kabul edilip bu vaziyetin devam etmesi, kaosun olmaması amaçlanıyorsa, insanların arasındaki sınırların da belirlenmesi gerekmektedir. Bu alan belirlenmesi ise, mülkiyet hakkının korunmasıyla mevcut olur. Kişinin doğal hukuktan ve diğer pozitif hukuk normlarından doğan hak ve özgürlüklerinin korunması, devlet tarafından yüklenen ödevlerinin yerine getirilmesi, bu hususların muhatabı olan kişinin mülkiyet hakkına saygı duyulup bir dış etken tarafından gasp edilmesini önlemekten geçer.
    Doğal hukukun insana insan olmasından dolayı sağladığı bu hak edişleri, adil bir biçimde insana sağlaması için devlet ortaya çıkar. Dolayısıyla devlet denilen kurum, bu anlatılanlar uğruna ortaya çıkar.
    Devlet kurumu, gücünü insanın kendisinden ve toplum olarak yaşaması gerekliliğinden hatta zorunluluğundan alır. Doğal hukukun ve toplumun gücünden devletin doğmasına rağmen, devlet bazı dönemlerde kendisini bu kavramların adeta anası gibi görmüştür. Mutlakiyetçi rejimler ve bu ideolojilerin savunucuları, devleti kendi kuralları olan ve temellerini sadece devletin çıkarlarına ve üstün hakkına dayandıran ayrıcalıklı bir konumda tanımlamışlardır. Devlet ve bu devletin ayrıcalıklı zümresi tarafından ortaya konulan normlar, sadece devletin yönettiği topluma uygulanmakta olup devlete mensup bu kişilerce uyulması zorunlu kurallar olmamıştır. Şayet bu kurallara, kuralları koyanların da itaat ettiği bir düzende devletin etkinliğini yitireceği düşüncesi hakim olmuştur. Bu durum çeşitli adaletsizlikleri beraberinde getirmiştir. Temelinin insan hakları ve onuruna dayanmayan, eşitlik ve adaletten uzak normlar, bu normlara itaat etmemeyi de beraberinde getirmiştir.

  11. 1. Doga durumu kavrami; dogal hukuk dusunurlerinin, dogal haklari ve dogal hukukun kaynagini aciklarken tasarladiklari bir kavramdir. Toplum oncesi bir durumun
    adidir. Bu kavramla ozdeslesen filozoflar Hobbes, Locke ve Rousseau’dur. Onlar bu terimi daha cok devletin varlik nedenini aciklamaya calisirken kullanirlar. Yaklasimlariyla bazi noktalarda birbirlerine yaklasirlarken bazi noktalarda da tamamen birbirlerinden uzaklasirlar. Devletin temeli kabul ettikleri toplum sozlesmesini bu kavram ile aciklarlar.
    Hobbes’un yaklasimina gore insanlar dogustan esittir fakat ayni seyi istediklerinde aralarinda dusmanlik cikar ve bir guvensizlik olusur. Ama bu kinanabilir bir sey degildir cunku bu, insanin dogasindan gelir. Insanlar ortak paydada bulusabilmek icin akillarini kullanir ve barisi ararlar. Yani guvenli ortamin yaratilmasi arzusu devletin var olma sebebidir.
    Locke; her insan dogusten esit ve ozgurdur cunku herkes bir akil ile dogar der. Doga yasasi da her insani baglayan, akilla konulan yasalara dayanak yasadir.
    Rousseau; insanlari digerlerinden ayiran temel sey akil degil dogaya uyup uymamakta ozgur olmalaridir.

    2.Locke’a gore insanlarin birarada olmalari ve bir yoneticiye baglanmalarinin temel nedeni mulkiyetlerini korumaktir. Bu koruma da ancak doga yasasina uymakla mumkun olur. Yani doga yasasina uyarak baris ve guven icinde yasamak mulkiyetin korunmasini saglar. Ona gore mulkiyet toplum sozlesmesi ile yaratilmamistir daha onceden de var olan dogal bir haktir.
    Rousseau’ya gore ise insan akli insanin doga durumunda yasamasina engeldir. Doga durumu baslangicta bir esitlik durumudur fakat insan toplumsallasirken esitsizlik olusur ve bu da insani kotuluge goturur. Bu kotulesmenin, vahsiligin temelinde de ozel mulkiyet yatar. Mal mulk pesinde kosmak hali, dis kaynakli bir tutkudur ve ozunde iyi olan insan dogasini bozar.

    3. Devlet kavraminin oncusu olan toplum sozlesmesi ile kurulan yapi, dogal duzeni korumaya yoneliktir. Devlet yapisinin olusturulma amaci dogal hukuku korumak ve onun devamliligini saglamaktir. Yani toplum sozlesmesi ile devlet meydana getirildikten sonra dogal haklardan vazgecilmez, amac zaten onlarin korunmasidir. Devlet, dogal hukukun belirledigi prensiplere uygun olarak islemelidir. Uymadigi taktirde insan haklari ihlalleri gibi ciddi sonuclar ortaya cikabilir. Devletler kendi yasalarini degistirme ve guncelleme ozgurlugune sahip olsalar da dogal hukuk ilkelerine uymak zorundadirlar.

    4. Rousseau’ ya gore egemenligin tek kaynagi toplumdur. Insanlar toplumdan once de haklara sahipti. Toplumun varlik nedeni bu haklarin korunmasidir. Bir iktidar bu haklara saygi gostermez ise insanlardan itaat de bekleyemez. Yani dogal haklara aykiri ve onlari korumayan, esitsizlige yol acan hukuk kurali adaletsiz olur ve toplumdan buna uymasi beklenmez.

    5. Bir seye hak diyebilmemiz icin hukukca korunuyor olmasi gerekir. Kisisel alanda mesru mudafaa gibi hallerde saldiriya karsi direnme hukukca korunur fakat siyasal alanda iktidara karsi direnme halinde durum bu kadar net degildir.
    Direnme aktif ve pasif direnme olarak gruplanir. Aktif direnme kuvvete basvurarak, sistemi degistirmeye yonelik eylemleri ifade eder. Pasif direnme ise sivil itaatsizlik ile denktir ve daha cok barisci yollari secer.
    Insanin dogasi geregi haksizlik, adaletsizlik, hukuk disilik gibi hallerde tepki gostermesi olagandir. Bu noktada direnme dogal bir hak olabilir fakat anayasa ve kanunlarla korunmuyor olmasi onu hukuki hak olmaktan uzaklastirir ve zayiflatir.

  12. 1-Doğa durumu kavramının işlevi nedir? Onun ne olduğu üzerine uzlaşılabilir mi ?
    Doğa durumu insanın davranışlarını ve düşüncelerini çevresel ve değersel etkiler dışında, insan olması sebebiyle sahip olduğu seziler üzerine birikimsiz bi halde yansıtmaktır. Çevresel ve değersel faktörlerin bu doğa durumu üzerinde etki etmeden görülmesi uygarlık öncesi çağlarda daha mümkündür. Bu durum günümüzde tartışılması sonucu çevresel ve değersel etkenlerin toplumun her ferdi için farklılık oluşturacağından “doğa durumu nedir?” sorusunun cevabı konusunda ortak bir noktada buluşarak uzlaşma sağlanması mümkün değildir. İşlevi konusunda, görev itibariyle yasaların ihtiyaçlara cevap vermesi ve arz-talep açısından verimli olabilmesi için kaynak niteliğindedir.

    2-Mülkiyet hakkı doğal bir hak mıdır? Nasıl gerekçelendirilebilir ?
    İnsanlar tarih boyunca karşılığında somut varlıklar elde edebilmek için fiziksel harekette bulunmuştur. Mülkiyeti yeryüzündeki kişiye ait yer hakkı olarak tanımladığımızda somut varlığa karşılık gelmesinden dolayı mülkiyet de bu çabanın karşılığı olarak sayılabilir. İnsanı yanlız bir canlı olarak gördüğümüzde ise yaşam alanı kurabilmesi açısından bu hakka sahip olması doğaldır.

    3-Devlet (doğal) hukuk düzeninden çıkabilir mi ?
    Mülkiyeti ve İnsanların kendinden sahip olduğu doğal hakları korumak açısından devletin gerekliliği söz konusudur. Aksi halde insanlar bu hakkı kendisi korumak zorundadır. Bu durum ise belli kümedeki insanları koruma durumunda diğer kısımlarda hak kayıplarına neden olmaktadır. Başkalarını korumak açısından devlet düzeni doğal olarak açığa çıkmayabilir ancak bireyin zaman içinde kendisinin de başkaları kategorisinde bulunacağı düşüncesi devlet yapısını desteklemeye iter.

    4-Bir hukuk kuralı ne zaman hangi koşullarda haksız/ adaletsiz olur ?
    Bir hukuk kuralı bireylere verilenler arası değil bireylerin ulaştırılacağı hedef olarak farklılık göstermesi açısından eşitlik olmadığı takdirde adaletsiz sayılır. Bir hukuk kuralı oluşturulurken aynı hukukun uyulması konusunda o hukuku koruduğundan insanlar hukuken uymak zorundadır. Ancak bu kuralların amacı insanların temel hak ve özgürlüklerini koruması amacı güttüğünden dolayı bu hususlara saldırı niteliğinde olan kurallara uyma zorunluluğu bulunmamaktadır. Amacından sapmış veya aleyhine hüküm bulunan yasalar, ruhuna aksi şekilde faaliyetde bulunduğundan uyulması da anlamsızlaşacaktır.

    5-Direnme hakkı bir hak olabilir mi ? Sivil itaatsizlik hukuki bir hak olabilir mi ?
    İnsanlar karşılaşmış olduğu yaptırım ve uygulamalar karşısında adalet veya bunu dayatan hukuki yapının mevcut diğer uygulamalarına göre uygunsuz olduğunu düşünmesi gerekçesiyle sistem içi bir hak olarak direnebilir. Bu direnmeyi sistemin ona sunmuş olduğu itiraz yollarını kullanma şeklinde ileri sürmesinden ibaret olarak haktır. Ancak uygulamaya tümüyle karşı gelmek, itiraz yerine uygulamayı tanımamak mevcut sistem içinde değerlendirilemez ve kişinin yok saydığı bir yapının ona hak vermesini beklemek olanaksızdır.

  13. Direnme hakkı ve Sivil İtaatsizlik bir hak olabilir mi?

    Bireyi merkeze alan Locke’a göre toplum sözleşmesiyle kurulan devletin temel amacı da bireylerin doğal haklarını korumaktan ibarettir. Bu felsefeden hareketle direnme hakkı, en temel ve doğal insan haklarından biridir diye yorumlayabiliriz.

    Baskıya karşı direnme hakkı, anayasa ve yasalara aykırı davranışlarıyla hukuku dışlayarak ve hukuksuzluk yapmaya devam ederek baskıcı bir rejimle devleti yönetmeye çalışan iktidara karşı başkaldırma hakkıdır.

    Nitekim 1961 Anayasasında, “Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimi’ni yapan Türk Milleti” ifadeleriyle direnme hakkı tanımlanmıştır.

    Direnme hakkının hak olduğuna teorik olarak katılmakla beraber uygulamaya bakıp buna katılmak günümüz şartlarından pek mümkün olmasa gerek.

    Sivil itaatsizlik her ne kadar ”yasa dışı” olarak tanımlansa da eğer ölçü aşılmadan bu eylemler uygulanırsa kesinlikle bir hak olabilir diyebilirim.
    Bence sırf siyasal iktidari devirmek için yapılan bir askeri darbe bir sivil itaatsizlik değilken imza toplamak bir sivil itaatsizlik örneğidir. Bir hak olabilmesi için somut olaya uygulanacak ölçünün aşılmaması gerekir.
    Bir yaptırıma veya daha ağır cezalara tabi tutulması onu hak olmaktan çıkarmaması gerekir. Eğer yaptırıma tabi diye sivil itaatsizlik eylemlerinden kaçınılırsa adaletsizlikler, boyun eğmeler normalleşmeye başlar diye düşünüyorum. Bu bağlamda Gandi’ye de katılıyorum: ”Devlet kanunsuz hale geldiğinde veya yozlaştığında sivil itaatsizlik kutsal bir görev haline gelir.”

  14. Doğa durumu kavramı, ”Toplumsal Sözleşme” kuramını anlamada belirleyici rol oynar. Doğa durumu kavramı üzerinde çeşitli filozoflar farklı düşünceler dile getirmiştir. Üzerinde uzlaşı sağlanan bir kavram değildir. Doğa durumu, Hobbes’un ifadesiyle, herkesin herkesle sürekli bir savaş ve çatışma içinde olduğu bir durumdur. Ancak, bu savaş hali insanların sürekli bilfiil, gerçek bir savaş durumunda oldukları anlamına gelmemektedir. Çünkü Hobbes’a göre savaş, yalnızca fiili çarpışmayı ya da fiziksel mücadeleyi içermez. John Locke’ un düşüncesine göre ise, doğa durumunun başlangıcında mutluluk vardı, özgürlük vardı, özgürlük ve eşitlik alabildiğine hüküm sürüyordu. Locke’a göre doğa durumunda, bu durumu yöneten, herkesi bağlayıcı bir doğa yasası vardır. Rousseau ise doğa durumunda gerçek ve bozulmaz bir eşitliğin
    olduğunu söylemektedir. Ancak Rousseau’ya göre doğa durumunda
    tek fark, insandan insana farktır ve bu farkın ise birini ötekine bağlı
    kılacak kadar büyük olmadığını söylemektedir. Mülkiyet hakkının doğal bir hak olup olmadığına verilecek cevap, benimsediğimiz doğa durumu anlayışına göre değişecektir. Mülkiyet hakkının doğal bir hak olduğu kanaatindeyim. Grotius’un, mülkiyet hakkını, “doğal haklar öğretisi içerisinde yer alan ve sahip olmak için insan olmaktan başka herhangi bir şartı gerektirmeyen temel ve doğal haklardan biri olarak kabul” ettiğini söylemek mümkündür. Locke’a göre doğa durumunda sahip olunan haklardan birisi de mülkiyet hakkının korunmasıdır. Hukuk, toplumsal ilişkileri düzenleyen bir davranış kuralıdır. Bir eylemin doğru olması, söz konusu eylemin, ”haksızlık işlenmeden” yapılmış olmasına bağlıdır. Haksızlık denilen şey, eylemin, aklın ve toplumun doğasına uygun olmamasıdır. Çağdaş toplumlarda siyasi otoritenin en önemli faaliyet alanlarından birisi hukuki bağlayıcılığa sahip kurallar koymaktır. Bu kuralların içeriğine bakılmaksızın salt hukuki niteliğinden ötürü herkesin itaat etmesi isabetli olmayacaktır. Hukuk genel ilkelerinin de gözetilerek hareket edilmesi doğru olacaktır. Hak, kişilerin hukuk düzenince korunan menfaatleridir. Sivil itaatsizlik, yasalara riayet etmeme, karşı koyma anlamına gelmektedir. Vicdani ancak yasal olmayan bir eylemdir. Yasal olmayan bir eylemin ahlaki olmayacağı da düşünülebilir fakat yapılan protestolar ahlakiliği dışlamayan bir eylem türüdür. Bu eylemler şiddet dışı olmalıdır. Sivil itaatsiz şiddetle karşılaşsa dahi şiddetle karşılık vermemelidir. Bu noktada devlete karşı gelen isyancılardan ayrılmaktadır. İnsanın adaletsizliğe, zulme, haksızlıklara karşı tepki göstermesi içgüdüsel bir eylemdir. Günümüze dek bu şekilde gelmiş olup insanlık yok olana dek devam edecektir.

  15. Doğa durumu, doğal hukukun temelidir. Filozoflar doğal hukuku ve hukukun kaynağını ararlarken doğa durumunu ortaya atmışlardır. Doğa durumu bir tasarımdır. Doğal hukukun tartışılmasının temel dayanağı doğa durumu tasarlamasıdır.
    Doğa durumunun iki işlevi vardır. İlk işlevini doğal hukukun kaynağını ararken; ikinci işlevini ise devletin neden var olduğunu, niçin egemene boyun eğilmesi gerektiğini yanıtlarken yerine getirir.
    Hobbes insanı, kendi kendini düzene sokan bir mekanizma olarak düşündüğünden ilk önce insanın doğasına inmek ister ve toplumdaki bireyi anlamak için de doğayı ve yasalarını bilmek gerektiğini savunur.
    Hobbes doğa durumunu savaş durumuyla aynı şey olarak görür çünkü insanın doğasında varlığını sürdürme duygusu hüküm sürer. Bu durumda bir güvensizlik ortamında birbirleriyle kavga ve savaş halindedirler. İnsanın yapısında kavganın olduğu muhakkaktır ama barış da vardır. Bu nedenle ilk ve temel doğa yasası barışı aramaktır.
    Doğa durumu kargaşanın olduğu bir dönemdir. Böyle ortamlarda toplum olamayacağına göre bir gücün güvenliği sağlaması gerekir. İşte devlet böyle ortaya çıkar.
    Locke’ta doğa durumunu hakların ve doğanın yasasının ne olduğunu bulmak için kullanır. Ona göre doğa durumu özgürlük ve eşitlik durumudur. İnsanın korunmasını ve bunun doğa yasasına uyarak olacağını savunur. İnsanlar doğa durumunda kalırsa doğa yasasının ihlal edilmesi durumunda insanların kendilerinin yargıç olarak hareket etmesi, öç alma isteği barışı ve güvenliği zedeler, karışıklık ortaya çıkar. Bunun içinse sivil hükümet kurulması gerekir.
    Rousseau’nun doğa durumunda ise insan, yaşaması için her şeye sahiptir. İnsanlar sakin ve dertlerinden uzak bir yapıdadır. Varlıklarını korurken diğerlerine en az zararı verirler. Tümüyle eşitlik vardır. Ancak yetkinleşme yetisi insanın doğa durumunu bozar toplum durumuna geçilir. Toplum durumunda bu durumlar bozulur. Temel sebebi ise özel mülkiyettir.
    Görüldüğü üzere doğa durumunu benzer sorulara yanıt aramak için kullansalar da bu tasarımlarında farklılık söz konusudur.
    Locke’a göre insanın doğar doğmaz elde ettiği haklar vardır. Bunlar hayat, mülkiyet ve özgürlüktür. Organize toplum ortaya çıkmadan özel mülkiyet vardır.
    Locke’un mülkiyet anlayışının temelinde emek vardır. İnsanlar doğaya ortaktırlar. Çalışarak emek harcar ve bunun sonucunda mülk edinirler. Sahip olunan mülkiyet hakkı emeğin bir sonucudur, mülk üzerindeki sahipliğidir.
    Rousseau emek sonucunda elde edilen mülkiyetin huzuru bozduğunu savunurken Locke mülkiyetin korunmasıyla huzur ve düzenin sağlanacağını savunur.

  16. Doğa durumu kavramını HOBBES, LOCKE, ROUSSEAU gibi filozoflar tanımlamaya çalışmışlardır. Hepsinin temelde savunduğu şey benzer olmasına karşın farklılık da göstermektedir. LOCKE, doğa durumunda insan doğasının iyi olduğunu söylemektedir. LOCKE’ un bu düşüncesi aslında doğa durumunda savunduğu eşitlik ve özgürlük anlayışının bir ürünüdür. Ona göre doğa yasasının her insanın kendisine verilmesinden , tüm insanların barışını ve korunmasını üstlenen doğa yasası uygulama alanı bulabilir. Bu sayede bütün insanların başkalarının haklarını çiğnemekten ve birbirlerine zarar vermekten alıkonulabileceğini ifade etmiştir. ROUSSEAU ise doğa durumunda gerçek ve bozulmaz bir eşitliğin olduğunu söylemektedir. Ancak ROUSSEAU’ ya göre doğa durumunda tek fark , insandan insana farktır . Bununla birlikte ROUSSEAU “ insanın doğal olarak iyi olduğunu ve insan doğasında hiçbir ilk günahın ya da sapkınlığın bulunmadığını vurgulamıştır.” Bu sebeple ROUSSEAU’ ya göre doğa durumundaki insan HOBBES’un doğal insanıyla tam bir zıtlık içindedir. HOBBES’un ilkel insanı toplum koşuluna geçerek etik değerleri kazanırken ROUSSEAU’nun doğal insanı toplumsallaştığı ölçüde kötüleşme yoluna girmiştir. Tüm bu görüşler ele alındığında doğa durumu aslında insanlığın kendiliğinden sahip olduğu özgürlük ve hakları temeline almaktadır. Bu sebeple bu kavramın ne olduğu konusunda bu şekilde bir uzlaşmaya varılabilir.
    LOCKE, insanın doğar doğmaz elde ettiği haklar olan hayat, özgürlük,mülkiyet kavramlarına dikkat çekmiştir. Bu haklar ona göre , doğa durumundan kaynaklı olarak elde edilmektedir. Mülkiyet kavramını iki şekilde ele almıştır birincisi sahip olunan özel mallar ( property), ikincisi ise yaşam , özgürlük ve malları da kapsayan ( possession). LOCKE , insanların özgürlüğünü sağlamaya destek olmasından dolayı , özel mülkiyetin insanlık durumu için zorunlu olduğunu kabul etmektedir. Ona göre organize toplum ortaya çıkmadan önce özel mülkiyet var olmuştur. Böylelikle devlet mülkiyeti değil, mülkiyet devleti yaratmıştır. ROUSSEAU ise tam aksini düşünmektedir. Ona göre özel mülkiyetin yerleşmesi beraberinde güvensizlik ve daha başka kötülükler getirdi. Bu yüzden insanlar güvenliklerini ve özgürlüklerini garanti altına alabilmek için birbirleriyle sözleşme yapma yoluna gittiler böylece hükümet ve hukuk sistemi kurulmuş oldu. Bana göre toplumların ekonomik, sosyal ve ticari alanda gelişmesinde özel mülkiyet güç görevi görür. İnsanlara motivasyon kazandırır. İnsanın bu gelişimi toplumun gelişmesine de olumlu yansır.
    Doğal hukuk insanın akıl vasıtasıyla zamanla erişebileceği , yazılı olmayan hukuk kurallarıdır. Doğa durumundan da yola çıkılarak var olan haklar ele alındığında bir hukuk devleti anayasanın gereği olarak doğal hukuk düzeninden çıkabilir . Fakat bu durum meşru olan iktidarların var olduğu devletlerde geçerlidir.
    Bir hukuk kuralının haksız, adaletsiz olduğu , iktidarın meşru olmadığı durumlarda ise sivil itaatsizlik söz konusu olacaktır ve bu durumda adaletsiz bir hukuk kuralına hukuken uyma yükümlülüğü söz konusu olmayacaktır. Fakat ne zaman bir hukuk kuralının adaletsiz olduğunu ve bu kurallara ya da bu kuralların var olmasına sebebiyet veren yargı sistemi ve iktidarın adaletsiz olduğunu neye göre belirleriz? Bu durumda toplumda gerçekten belli bir şekilde fikir birliğine varılmış olması gerekir, bir hukuk devletine göre anayasada belirtilen haklar açık ve bariz bir şekilde ihlal edilmelidir. Direnme hakkı , insanın doğuştan sahip olduğu kimi haklarının son aşamada korunması anlayışına dayanmaktadır. Kaynağı hukuka dayalı bir eylem biçimidir. Hukuk düzenlerinde meşruluk ölçütü özgürlüktür. Özgürlüğü sağlayamayan hukuk düzeni meşruluğu yitirir. Dolayısıyla meşru olmayan iktidara boyun eğme zorunluluğu da olmaz. Yani direnme hakkı kullanılır. Fakat baskı, zulüm ve hukuksuzluğun el değiştirmesi amacıyla direnme hakkı kullanılamaz. Buradan yola çıkılarak, hukuka uygun olmayan bir hukuk normuna kayıtsız kalmak yani sivil itaatsizlik de bir hukuki haktır.

  17. Doğa durumu, mülkiyet ve toplum/sosyal yaşantıdan önceki insan yaşayış halidir. İnsanlar doğa durumunda eşit ve mutlu mudur yoksa ellerinde bir şey olmadığından dolayı mutsuz ve korku içinde midir? Bence bu konuda uzlaşılamaz.Mutluluğa ya da mutsuzluğa neye göre karar verilecek? Bunun için tek bir doğruda uzlaşılması mümkün değildir.Mülkiyetin doğal bir hak olduğunu düşünüyorum.Mülkiyet konusunda fikir ayrılıklarına düşmelerine rağmen Rousseau da Locke da verilen bir emek sonucunda mülkiyet hakkının doğduğunu söylemişlerdir.İnsanın emek verdiği bir şeye sahip olması kadar doğal bir hak yoktur. Mülkiyet gibi bir hakkın devreye girmesi sonucunda gerek insanların haklarını korumak gerekse bu hakkın doğumuyla ortaya çıkan kaosu sona erdirme amacıyla devlet ortaya çıkmıştır. Devlet bir gereklilik halinden doğduğu için doğal hukuk düzeninin bir parçası konumundadır. Devletin bu düzenden çıkarılması mülkiyet tecavüzlerine ve kaosa neden olacaktır.

    Bir hukuk kuralı toplumun menfaatinden çok bir kişinin menfaatine yönelik olduğunda adaletsizleşir.Maddiyata göre kişiler arasında uygulama farklılığına gidiliyorsa adaletsizleşir.İfade özgürlüğünü kısıtlarsa adaletsizleşir. Günümüzde de adil olmayan hukuk kuralları var mı? Elbette ki var fakat hala hukuk kuralı olarak geçerliliklerini koruduklarını için bir şekilde uyduğumuz kurallar bunlar. Başta sosyal medya üzerinden sitem edilip eleştirilen kurallar zorunlu olarak kabul görüyor. Ne yazık ki adil olmadığını düşünsek de uymakla yükümlü kılınıyoruz.

  18. “Doğa durumu” kavramı devletin meydana geliş sürecini incelerken, devletle vatandaş arasındaki ilişkiyi kurarken meydana gelen çatışma halini anlamlandırmamıza yardımcı olmaktadır. Doğa durumunun ne olduğu üzerinde uzlaşmak mümkün görünmemektedir ve bazı düşünürlere göre olup olmadığı da önemsizdir. Devlet otoritesinin, siyaset ve örgütlenmiş bir iktidarın olmadığı, insanların doğal halde bulunduğu bu dönemi şekillendirirken ideolojiler oluşturulan teorileri şekillendirmede önemli bir rol oynar.
    Mülkiyet hakkı doğal bir haktır. İnsan doğası kötü ve bencil olarak değerlendirilebilir. İnsanın temel güdüsü hayatta kalmaktır. Hayatta kalmak için de sürekli kaynak bulundurmak zorundadır. Bu yüzden mülkiyet biriktirme gibi bir güdüsü bulunmaktadır.
    Devlet oluşturulurken insanlar özel mülkiyetlerini korumak için birtakım haklarını bir üst otoriteye cebir kullanma yetkisiyle devretmiştir. Devlet bu cebir yetkisini sınırlı tuttuğu ölçüde doğal hukuk düzenine yakındır. Jandarma devlet tanımına yaklaştıkça doğal hukuk düzenine yaklaşmaktadır. Ancak bazı otoriter rejimler en temel insan hakkı ve doğal hukukun gereği olan yaşam hakkını idam cezasıyla bireylerin elinden alabilmektedir.
    Hukuk kuralı aynı durumda farklı kişilere farklı şekilde uygulandığında adaletsiz olur. Adaletsiz bir hukuk kuralına hukuken uyma zorunluluğu yoktur ancak otorite sahibi cebir yoluyla uymayı sağlayabilir.
    Direnme hakkı bir hak olarak değerlendirilebilir. Sivil itaatsizlik tanım itibariyle adaletsiz olduğuna inanılan bir kurala uymama sonucu uygulanacak cezaya da katlanmayı gerektirir. Bu durumdan hareketle hem otorite sahibi hem de direnen kişi için hukuka aykırı bir durum oluşmamaktadır ancak sivil itaatsizlik kitlesel bir hale gelirse otorite üzerinde yaptırım gücü oluşaracaktır. David Henry Thoerau’nun ABD’nin açacağı savaş dolayısıyla vatandaşlarından bir dolar toplamak istemesiyle başlamış ve Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.

  19. 5)Direnme hakkı olabilir,olmalıdır. Çünkü birey ve toplum var oldukça hukuk sistemleri ve hukukun kendisi de var olmaktadır. Hukukun varlığı ise siyasal bir sistemin varlığını gerektirir. Siyasal bir sistemin ne zaman güç sınırını aşacağı veya hukuksuz bir eylemde bulunacağı belli değildir. Belki hiç gerçekleşmeyebilir. Ancak bu ihtimal göz önünde bulundurulduğunda, direnme hakkının neden gerekli olduğunu görmüş oluruz. Hukuksuzluk olan bir yerde toplumun kendini ortaya koyabilmesi mümkün değildir. Birey ve toplum devletlerden ve yönetimlerden öncedir. Kendi hükümranlığı için egemenliğini kullanan bir devlet, direnme hakkını doğurur. Devletleri mutlak iyi olarak nitelendiremeyiz. Bu doğrultuda ihtimaller ve dereceler çerçevesinde direnme hakkı değerlendirilir. İnsani değerlere ve anayasal haklara karşı bir eylem direnme hakkını doğurur. Hukukun üstünlüğü için de direnme hakkının kullanılması gerekir. Sivil itaatsizlik ise bir hak doğrultusunda ortaya çıkar. Hukuki bir hak olabilir. Çünkü öznesinde zaten bir hak isteği yatar. Olması gereken hukuki düzenin gerçekleşmesi amacıyla ortaya koyulan eylemlerdir. Motivasyonunun kaynağı ahlaki ve hukuki niteliklerden gelir.
    4) Yasalar veya yasal hükümler, temel insan haklarını veya adalet, eşitlik ve hakkaniyet ilkelerini ihlal ediyorsa, adaletsiz olarak kabul edilebilir. Adalet kavramının öznel olduğunu ve kültürel, sosyal ve politik bağlamlara bağlı olarak değişebilir. Ayrıca bir ülkenin anayasasını veya diğer yasal standartları ihlal ettiği tespit edilirse yasalara itiraz edilebilir. “Adaletsiz bir hukuk kuralı” ise tespit edilip ve iptal edilene kadar bağlayıcı bir norm olabilir. Çünkü nihayetinde bir “hukuk kuralı” niteliği taşır. İptal edilene kadar “hukuken” getirdiği yükümlülükler söz konusu olabilir. Ahlaki olarak ise bu normlara uyma zorunluluğu olmamalıdır.
    3) Devlet kavramı ve doğal hukuk düzeni siyaset i alanı ve siyasal otorite ile yakından ilişkilidir. Devletin doğal hukuk düzeninden çıkışı karmaşık bir hal alabilir. Doğal hukuk düzeni, merkezi bir otorite tarafından yaratılmaktan veya empoze edilmekten ziyade, bireylerin ve toplulukların davranışlarından kendiliğinden ortaya çıkan bir kanunlar ve normlar sistemini ifade eder. Bu görüşün savunucuları, doğal bir hukuk düzeninin insan doğasının ve sosyal etkileşimin bir sonucu olduğunu ve toplumsal düzeni sağlamanın ve bireysel hakları korumanın en etkili yolu olduğunu savunurlar.
    Devletin doğal hukuk düzeninden çıkışı, merkezi bir varlığın toplumsal bir sözleşmeye dayalı olarak yasa ve yönetmelikleri uygulama yetkisini kazandığı bir otoritenin merkezileşmesi süreci olarak görülebilir. Bu sosyal sözleşme açık veya zımni olabilir ve tipik olarak bazı bireysel özgürlüklerin koruma ve güvenlik karşılığında teslim edilmesini içerir.
    Devletin ortaya çıkışına ilişkin en etkili teorilerden biri, bireylerin koruma ve güvenlik karşılığında merkezi bir otoriteye doğal haklarının bir kısmından gönüllü olarak vazgeçtikleri toplum sözleşmesi teorisidir. Devletin doğal hukuk düzeninden çıkışı, bireysel özgürlük ile toplumsal düzen arasında hassas bir denge gerektirir ve devletin vatandaşlarının güvenini ve desteğini kazanma ve sürdürme yeteneğine bağlıdır.
    2) Hak mülkiyeti, birçok kişi tarafından doğal bir hak olarak kabul edilir, yani herhangi bir yasadan veya yasadan bağımsız olarak var olan bir haktır. Bireylerin özgürce yaşamak ve çalışmak için mülk sahibi olabilmeleri ve onları kontrol edebilmeleri gerektiğinden, mülkiyet hakkı genellikle yaşam ve özgürlük hakkının bir uzantısı olarak görülür. Ancak, herhangi bir hak sorumluluk getirir. Bireyler mülkiyet hakkına sahip oldukları gibi, bu mülkü başkalarına zarar vermeyecek ve onların haklarını ihlal etmeyecek şekilde kullanmakla da yükümlüdürler. Mülkiyet hakkının ve sorumluluğunun değerlendirilmesi kültürel, sosyal ve politik bağlamlara bağlı olarak değişebilir. Bazı toplumlar bireysel mülkiyet haklarına daha fazla önem verirken, diğerleri ortak mülkiyete veya diğer kolektif mülkiyet biçimlerine öncelik verebilir. Nihayetinde, mülkiyet hakkının ve sorumluluğunun değerlendirilmesi, bireyin mülkiyet hakkını toplumun daha geniş sosyal ve ekonomik ihtiyaçları ile dengelemelidir.

  20. DOĞA DURUMU VE BAĞLANTILI BİRTAKIM KAVRAMLAR HAKKINDA GÖRÜŞLERİM
    Doğa durumu kavramını tanımlayacak olursak; insanların toplum hayatına entegrasyonundan önceki dönemi, onların doğayla birebir ilişkide oldukları süreci anlatır. Bu kavram üzerinde fikir üreten Locke, Rousseau ve Hobbes; doğa durumunun temel işlevi olan insanların toplum hayatına geçişi hakkında fikir birliğine sahip olsalar da bu geçişin sebepleri konusunda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Doğa durumundan toplum hayatına geçiş süreci hakkında uzlaşmak mümkün görünmemektedir. Çünkü toplum hayatına geçiş için mutlak bir sebep öne sürmek mümkün değildir, bu sebep topluluktan topluluğa farklılık gösterebilir.
    Mülkiyet hakkının doğal olup olmadığı hususunda ise bu hakkın henüz insan ilişkileri ve toplumsallaşma yokken bile var olması gerektiğine inanmaktayım. Her ne kadar Rousseau bu hakkı toplumun aleyhine görse de ben Locke’un görüşünü kendime daha yakın bularak; mülkiyet hakkının insanın çabası ve emeği sonucu elde edilmiş temel bir hak olduğu kanısındayım. Çünkü her insan nasıl ki kendi yaptığı eylemlerden sorumluysa, kendi emeğinin mükafatının da sahibi olmalıdır.
    Paragrafın başında da bahsettiğim üzere doğa durumu insanların toplumsallaşma sürecini, doğal olarak da insan topluluklarının devlet haline gelişine karşılık gelmektedir. Toplumsallaşmadan insan ilişkileri doğar. Bu ilişkileri kontrol altına almak için ise hukuk yaratılır. Böylece devletin ortaya çıkışı gerçekleşmiş olur.
    Bana göre hukuk kurallarının adaletli olup olmaması durumunu basite indirgemek mümkündür. Farklı durumda olan kişilere eşitler arası muamele gösterilmesi durumunda hukuk kurallarında adaletsizlik vardır diyebiliriz.
    Sivil itaatsizlik her ne kadar hukuk dışı olsa da yapılma sebebi açısından haklılık payı olabileceğini, sivil itaatsizliğin yapıldığı hukuk düzeninin ise yanlış bir davranışı sırf resmi bir şekilde düzenlediği için doğru olarak kabul ettiremeyeceği kanaatindeyim. Benim perspektifimden sivil itaatsizlik; kişiye sıkı sıkıya bağlı olan, hukuk üstü bir davranıştır.

  21. Doğa durumu toplumsal sözleşmecilerin üzerinde durduğu bir kavramdır.Doğa durumunun ne olduğunu üzerinde uzlaşılabilmesi mümkün değildir ki bunu 3 farklı düşünürün anlayışlarına bakınca anlayabiliyoruz.Örneğin Hobbes’a göre doğa durumu kaos hali savaş durumudur bunun yanı sıra John Locke tam tersi olarak tanımlamıştır.Doğa durumu kavramının işlevi onu nasıl tanımladığımızla alakalıdır aslında.Kurucağımız toplum düzeni ve düzeni sağlayacak olan egemen(devlet) ,doğa durumuna uygun ve uyumlu olmalıdır.Diğer bir işlev ise yapılan toplumsal sözleşmelerin ve toplum düzenine geçilmesinin doğa durumundaki çekişmeler,kargaşalar ve düzensizlikten kaynaklı olmasıdır.Mülkiyet hakkı doğal bir haktır ,insanın insan olmasından kaynaklı sahip olduğu bir haktır.Günümüzde de birçok anayasada temel hak ve özgürlükler kısmında yer alır.John Lock’a göre mülkiyet hakkı yaşama hakkını güvenceye alan bir haktır.Yani bakıldığında mülkiyet hakkı yaşama hakkını güvenceye almanın aracıdır.Fikrimce doğa durumunda herkes çatışma içerisindedir ve yaşamaya çalışırlar fakat kaynaklar sınırsız değildir bu yüzden de mülkiyet hakkı ortaya çıkar.Bir hukuk kuralı anayasaya kanuna ,hukuka aykırı olduğunda veya temel hak ve özgürlüklere hukuka aykırı şekilde müdahalede bulunduğunda haksız ve adaletsiz olur.Hukuk kuralına hukuken uymak yükümlülüğü vardır elbet fakat bir hukuk kuralı insanın yaşama hakkına veya başka bir hakkına haksız müdahalede bulunuyor ise doğal hukuktan kaynaklı bir direnme hakkının olduğunu söyleyebiliriz.Kanaatimce direnme hakkı olabilir ve olmalı da çünkü bir pozitif hukuk kuralına ne olursa olsun uyulmalı demek tehlikeli sonuçlara yol açabilir.Baskının ve hukuk dışı uygulamaların olduğu Nazi dönemi hukukundaki kurallara direnme hakkının olmadığını söylemek insanlık dışıdır.Sivil itaatsizlik ise hukuk düzeni içerisinde görülen adaletsiz durumlara karşı hukuk sistemi içinde kalmak kaydıyla bazı hukuk kurallarına aykırı eylemlerde bulunmak ve yaptırımını göze almaktır.Hukuki bir hak olabilir mi sorusu ise tartışmalıdır.Bence olmalıdır. İktidarın gücünü keyfi bir biçimde kullandığı,hakların çiğnendiği takdirde,gidilebilecek hukuksal başvuru yollarının kapalı ya da etkisiz olması yani kişinin yasal yolları denemesine rağmen sonuç alamaması durumunda sivil itaatsizlik bir hak olmalıdır.

  22. Günümüzde devletsiz bir toplumun hayalini kurmak dahi son derece güçtür. Bununla birlikte, devletin kaynağının ne olduğu ve bireyler karşısında kullanmakta olduğu yetkilerin herhangi bir sınırlamaya tabi olup olmadığı üzerine tartışmalar bulunmaktadır. Söz konusu tartışmalara felsefi boyutta getirilen en güçlü argümanlardan biri de toplum sözleşmesi teorileridir. Hobbes, Locke ve Rousseau’nun önderlik ettiği teorilerde insanların doğa durumundan farklı gerekçelerle devlet örgütlenmesi altında siyasi topluma geçişlerine açıklama getirilmeye çalışılmaktadır. İnsanların doğa halinde nasıl bir hayat sürdükleri üzerine bir konsensus olmamakla birlikte insanların doğa halinden getirdikleri belirli hakları olduğu ve sözleşmeyle dahi bu haklarından feragat etmelerinin söz konusu olmayacağı değerlendirilmektedir. Bu düşünce, günümüzdeki doğal hukuk anlayışına da kaynaklık etmekte yaşam hakkı ve mülkiyet başta olmak üzere bir çok insan hakkı için zemin oluşturmaktadır.

    Özellikle John Locke tarafından dile getirilen mülkiyet hakkının doğal bir hak olduğu ve devletin oluşumundan önce var olan bu haktan toplumsal sözleşme ile feragat edilmesinin mümkün olamayacağı iddia edilmektedir. Hatta, liberal düşünceye göre devletin bizatihi varlık sebebi söz konusu mülkiyet hakkının korunması yönündedir. Ancak, mülkiyet hakkının doğal bir hak olduğu düşüncesi eleştiriye açık bir yorumdur. Kapitalist toplum anlayışında mülkiyet olmazsa olmaz bir hak olmakla birlikte, insanlık tarihinde mülkiyetsiz toplumların da olduğu bir gerçektir ve günümüz anlayışının gelecekte değişmeyeceğine dair bir iddianın bilimsel temelleri bulunmamaktadır.

    Tarihsel süreç içerisinde devlet aygıtının görev ve yetkileri farklı siyasal iktidar tarzları tarafından kullanılmıştır. Bu sebeple, söz konusu iktidarlar kendi dönemlerine göre farklı boyutlarda hak ve yetkilere sahip olmuştur. Bununla birlikte, her dönemde devletin dahi müdahale edemeyeceği yaşam hakkı gibi temel (doğal) hakların varlığından söz etmek mümkündür. Peki, hangi tarzda olursa olsun bir siyasal iktidarın meşruiyetini kaybetmesi mümkün müdür? Bu soruya olumlu cevap vermek gerekir. Zira, bir siyasal iktidarın hukuk ve adalet gibi temel değerlerden uzaklaşarak keyfiliğe dönmesi ve asli görevlerinden uzaklaşması yönetilenlerin rızasını geri çekmelerine sebebiyet verebilir.

    Bu durumda şu soruyla karşılaşırız; yönetilenlerin meşruiyetini kaybetmiş bir siyasal iktidara karşı direnme hakkı bulunur mu? Öncelikle bir şeyin hak olarak tanımlanabilmesi için onun hukuk düzeni tarafından tanınması ve güvence altına alınması gerekmektedir. Bazı pozitif hukuk kaynaklarında bu hakkın mevcut olduğu belirtilmekle beraber bu sorunun cevabını daha çok doğal hukuk anlayışı çerçevesinde olumlu cevap vermek gerektiği fikri ağır basmaktadır.

  23. Doğa durumu, merkezi otoriteden ve insanların toplum olarak örgütlemesinden önce, insanların birbirleriyle olan ilişkileri, mücadeleleri,
    hakları, kısaca yaşamlarını nasıldı sorusuna cevap arayan varsayımsal ve tahminlere dayanan bir durumdur. En büyük işlevi insanların merkezi otorite ve devlet olmadan önceki hayatlarına dair ipuçları vermesidir.
    Doğa durumu, bir tasarım, daha doğrusu varsayımsal bir tahmine yönelik olduğu için onun tanımı ve ne olduğu konusunda uzlaşılabileceğini sanmıyorum.
    Bunun en büyük göstergesi, bu durumun birçok toplum sözleşmesi teorisyeni tarafından farklı biçimlerde konu edilmiş olmasıdır.
    Hobbes doğa durumunu sürekli savaş hali ve tetikte olması olarak tanımlar. Onun için istenmeyen bir durumdur. Doğal durumdaki temel yasa da doğa yasasıdır- ki bu da kısaca insanın kendi yaşamını korumak için her şeyi yapmaya hakkı vardır düşüncesine dayanır.Zaten insanların sözleşmeyle otoritelerini devlete devretmesinin temel sebebi de korkudur ona göre.
    Locke ise Hobbes’a göre doğa durumunu olumlu olarak görmesine karşın, devletin gerekliliği konusunda hobbes’la örtüşen teorileri ileri sürer.
    Bu durumun en somut örneği, herkesin doğa yasası uygulayıcısı konumunda olması ve bu herkes’i oluşturan insanların doğasında ihtiras, hırs, öç alma ve bencillik gibi duyguların, yasayı uygularken düzensizlik ve kaos yaratmasıdır. Dolayısıyla Hobbes gibi insanların doğa durumundan toplum durumuna sözleşme ile geçilmesinin temelinde korku ve endişe duygusunun yattığını ileri sürer.
    Doğal durum merkezi otoritenin olmadığı karmaşık ve ilkel bir düzeni tasvir ettiği için devletle birlikte ortadan kaybolur. Devlet ile doğa durumu fiziken birbirlerinin zıttıdır ve biri diğerini doğal olarak yok eder.
    Mülkiyet hakkı doğal bir haktır. Mülkiyet, bir kişinin emeğini doğal kaynaklarla karıştırıp, üzerinde yaşadığı, tasarruf ettiği toprağı daha geniş tabirle alanı ya da şeyi koruma içgüdüsüyle var olmuştur.

  24. Doğa durumu toplumsal sözleşme imzalanmadan önce toplumun kendi saf halinde yaşadığı dönemdeki davranış biçimleridir. Bu tabiat halinin işlevi modern çağda saf insan dürtülerinin hukuku nasıl ve ne derece yönlendirdiğini incelememize ışık tutmaktır. Doğa durumu verilen makalelerde üç farklı filozofun gözünden özetlenmiştir. Burada şuna değinmekte fayda vardır ki filozoflar doğa durumunu tanımlarken kendi perspektiflerinden, içinde yaşadıkları şartlardan yola çıkarak kendi tanımlarına ulaşmışlardır. Locke, daha çok özgürlükçü, yaşama hakkı çerçevesinde bir tanım yaparken; Rousseau, bunlara da değinmiş ayrıca çoğunlukçu bir demokrasi modeliyle açıklama getirmiştir. Hobbes ise daha merkeziyetçi bir bakış açısı takınmıştır. Yani sonuç olarak doğa durumu üzerinde durulan görüşler her ferde, her zamana özeldir ve tam, nesnel bir doğru olduğu düşünülemez.

    Mülkiyet hakkı; hak sahibine kullanma, yararlanma ve tasarruf yetkisi veren, mutlak bir haktır. Bu hakka sahip olmak sadece tam ve sağ olarak doğan insanlara aittir. Bu yüzden de doğal haktır. Gelişen devlet organları çerçevesinde daraltılıp genişletilebilmesi ise olasıdır.

    Bir hukuk kuralı; usulüne göre kabul edilmiş ve normlar hiyerarşisinde ondan üstte bulunan bir hükme aykırı değilse haksız değildir. Adaletsizlik ise çok daha farklı bir bakış açısıyla değerlendirmemiz gereken bir husustur çünkü adalet kavramı; içerisinde somut normlar dışında soyut, alışılagelmiş vicdani hesaplaşmaları da barındırır. Bu nedenle nesnel değildir. Her insana, her topluma ve her zamana göre adaletsizlik kavramı değişebilir. Somut normlar dünyasına geri dönersek, adaletsiz bir hukuk kuralının adaletsizliği yine hukuk yoluyla ispatlanıp iptal edilmediği sürece vatandaşlar bu norma uymakla yükümlüdür. Kişi; taşkınlık yoluyla, zor kullanarak adaletsizliği ispatlamak istemiyorsa ve diğer hukuk normlarının ona yol göstereceğini düşünüyorsa adaleti yine hukuk düzeninin içinde aramak en kolayı ve en medenisi olacaktır.

    Direnme iç güdüsü, insan doğasından söküp alınamayacak bir haktır. Bu hak her konuda, her zaman yasalarla kanunlaştırılmamıştır ama mevcudiyeti devam etmektedir. Hukuki bir hak olup olmaması ise ne şartlarda kullanıldığına göre şekillenmektedir. Örneğin; devlet otoritelerine karşı gelerek hukuksuzca iktidar olmuş bir topluluğa yani meşru olmayan bir iktidara karşı direnmek, sonucu olumlu olduğunda yine devlet tarafından hukuki bir hak olarak değerlendirilebilir. Ancak sonucu olumsuz olduğunda veya meşru bir devlet otoritesine karşı gelindiğinde bu hak hukuki olmaktan çıkar. Çünkü yargı buna karşı çıkacak bir devletin yargısıdır ve fiil müeyyidelendirilecektir. Sivil itaatsizliği de yine bu çerçevede, yasanın çizdiği çerçevede uygulandığında hukuki bir hak sayabiliriz. Ancak temelde sivil itaatsizlik de doğal bir haktır. Vatandaşı, bu yola başvurmaktan, kendi iradesi dışında kimse alıkoyamaz.

  25. Direnme hakkı bir hak olabilir mi? Sivil itaatsizlik, hukuki bir hak olabilir mi?

    Baskıya karşı direnme hakkı, anayasa ve yasalara aykırı davranışlarıyla hukuku dışlayarak ve hukuksuzluk yapmaya devam ederek baskıcı bir rejimle devleti yönetmeye çalışan iktidara karşı başkaldırma hakkıdır.
    bu hakkın kullanılabilmesi için ilk olarak hukukun var olmadığı bir düzenin sürdürüldüğü siyasal yapının varlığı gerekmektedir.
    sürekli susturulan, ezilen ve baskıcı olan bir toplumda, bir süre sonradan ister istemez bireyler yanlış olan politikaların ve yasaların değiştirilmesi elbette isteyecektir. Direnme hakkından bahseden, hukuk devletinin ve anayasal demokrasinin savunucularından olan John Locke, insanların rızası ya da sözleşmeleri dışında kurulmuş olan yönetimlerin meşru olmayacağını savunmaktadır. Meşru olmayan kişi veya kişilerin uyguladıkları şiddete karşı da hukuki ve meşru direnme hakkı vardır. Direnme hakkı, bir tür meşru müdafaa halidir görüşündedir. Bu görüşün tamamen insan üzerindeki Şeref ve özgürlük sahibi olmasının getirdiği bir duygudur, toplumun her kesimine eşitlik ve özgürlük temelinde durmak gerekmektedir, bu çizgilerden çıkıldığı an direniş başlar.

    Gücün olduğu yerde direniş vardır. – Michel Foucault

  26. 1.Doğa durumu kavramı, devletin varoluşunu ve amaçlarını açıklamak için kullanılan bir kavramdır.Bu kavram, insan topluluklarının var olmadığı ve insanların doğal hallerinde oldukları bir durumu ifade eder.Rousseau’ya göre, doğa durumu bir savaş hali değildir, çünkü insanlar doğası gereği kendilerine sevgi ve şefkat duyguları ile sahiptirler. Ancak, farklı filozoflar doğa durumu hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Bu nedenle, doğa durumu üzerinde tam bir uzlaşma sağlanamaz. Ancak, doğa durumu kavramı, devletin varoluşunu ve işlevlerini anlamak için önemli bir araçtır.

    2.Mülkiyet hakkı, insanların bir şeyi sahiplenme ve onu kullanma hakkını ifade eder. Bu hak, bazı filozoflar tarafından doğal bir hak olarak kabul edilirken, bazıları tarafından kabul edilmez.
    Mülkiyet hakkının doğal bir hak olarak gerekçelendirilmesi, John Locke gibi filozoflar tarafından savunulur. Locke’a göre, insanların doğal hali, herkesin eşit şekilde sahip olduğu doğal haklar ile karakterizedir. Bu haklar, yaşama, özgürlüğe ve mülkiyete sahip olma hakkını içerir. Locke, insanların emeğiyle yarattıkları şeylerin mülkiyet hakkına sahip olmaları gerektiğini savunur. Buna göre, emeğiyle elde ettiği şeylere sahip olan insanlar, mülkiyet haklarına sahip olmalıdır.

    3.Devlet, doğal hukuk düzeninden çıkabilir. Doğal hukuk düzeni, insanların doğal haklarına ve adalet ilkelerine dayanan bir hukuk düzenidir. Ancak modern devletler, genellikle pozitif hukuk düzeni adı verilen, yasalarla belirlenmiş bir hukuk düzenine dayanmaktadır. Bu yasalar, devlet tarafından belirlenir ve uygulanır.
    Devletin hukuk düzeni dışına çıkması, yani pozitif hukuku veya doğal hukuku ihlal etmesi, ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu tür ihlaller, toplumsal huzursuzluğa, insan hakları ihlallerine, adaletsizliğe ve hatta devletin meşruiyetinin kaybedilmesine yol açabilir.
    Ancak, bazı durumlarda devletin pozitif hukuk düzeninden çıkması gerekebilir.

    4.Direnme hakkı ve sivil itaatsizlik, felsefi açıdan tartışmalı konulardır ve farklı düşünceleri barındırırlar. Bazı filozoflar, direnme hakkını bir doğal hak olarak kabul ederler ve baskıcı bir hükümete karşı kullanılması gerektiğini savunurlar. Diğerleri ise, hükümetin meşru otoritesine saygı gösterilmesi gerektiğini düşünürler ve direnme hakkını kabul etmezler.
    Benzer şekilde, sivil itaatsizlik de farklı filozofların farklı görüşlerine sahip olduğu bir konudur. Bazıları, sivil itaatsizliğin bir hukuki hak olduğunu savunurlar ve haksız yasalara karşı gelinmesi gerektiğini düşünürler. Diğerleri ise, yasalara uymanın bir vatandaşlık görevi olduğunu düşünürler

    5.Bir hukuk kuralının adil veya haksız olduğunu belirlemek için farklı felsefi yaklaşımlar bulunmaktadır. Bunlardan biri de doğal hukuk teorisi, yani hukukun doğal evrensel ilkelerine dayanarak adaleti savunan bir yaklaşımdır. Bu teoriye göre, hukuk kuralı doğru ve adil olmalıdır, aksi takdirde yürürlükte olması hukuken kabul edilemez.
    Ancak, pozitivist yaklaşım, hukukun sadece devletin belirlediği kurallardan oluştuğunu savunur. Bu yaklaşıma göre, hukuk kuralının adil olup olmaması önemli değil, çünkü hukukun kaynağı kanunlardır ve yasalara uymak zorunludur.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s