6. Hafta derste doğal hukuk konusuna modern yaklaşımlar üzerinden devam edilecektir. Bu kapsamda, Ronald Dworkin’in ve Lon Fuller’in hukuk anlayışları üzerinde durulacaktır.
Bu bağlamda; 1) Lon-fuller-ve-prosedürel-dogal-hukuk-yaklaşımı, 2) Hart-Dworkin-tartışmasının-ana-hatları, 3) Muhbir Sorunu, 4) SPELUNCEAN KÂŞİFLERİ DAVASI, 5) yargitay-hukuk-genel-kurulu-sgk-karari’nın okunması gerekli ve önemlidir.
Konu kapsamında aşağıdaki makalelerin okunması ve 5 Nisan Çarşamba saat 18:00’e kadar değerlendirme, eleştiri, soru ve görüşlerin Blog üzerinden gönderilmesi gerekmektedir.
Lon Fuller’in savunduğu şekilde hukukun doğal olması, hukukun adalet, doğruluk ve açıklık gibi özelliklerinin olması gerektiğini savunmuştur. Hukukun; açık olması, geçerli ve tutarlı olması, genel olarak tanınan kurallara dayanması ve hukukun uygulanması sırasında insan haklarının korunması prensiplerinin benimser. Ancak buradaki açıklık ve doğruluk tanımı nedir, nasıl uygulanabilir olacağı şahsımca problemli konulardır. Her somut olayda değişkenlik gösterebilen, titizlikle ele alınması konuları genel çerçevelere oturmak oldukça zordur.
Prosedürel doğal hukuk yaklaşımı, hukukun bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir sistem olduğunun savunur, hukukun temel işlevlerinden biri, bireyler arasındaki ilişkilileri adil ve doğru şekilde düzenlemektedir. Ancak yine doğru ve adil olan nedir ve hangi kriterlere göre belirleneceği hususu netlik kazanmamıştır.
Fuller’in hukukun bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir sistem olması gereği düşüncesi her somut olayda değerlendirilmelidir.
Herbert Hart, pozitivist bir hukuk anlayışına sahiptir. Ona göre, hukukun kaynağı, yasama organları tarafından çıkarılan pozitif hukuk kurallarıdır. Hukuk kuralları, yasama organları tarafından belirlenir ve hukukun kaynağı yasama organlarıdır. Dolayısıyla, hukukun kaynağı, belirli bir sürece tabi olan yasama organlarıdır. Bu benimseme fazla katıdır.
Ronald Dworkin ise, pozitivist anlayışa karşı çıkar ve hukukun kaynağına doğal hukuk ve adalet fikirlerini dahil eder. Dworkin’e göre, hukukun kaynağı yasama organları değildir, ancak hukuk kuralları doğal hukuk ve adalet fikirlerine dayanır. Dworkin, “haklı” kararların verilmesi için yargıçların hukukun doğal hukuk ve adalet prensiplerine uygun kararlar vermesi gerektiğini savunur. ‘’Haklı’’ kararlar kelimesinin hukuk için daha doğru olduğunu, çünkü bir olayın genelde haksız ancak özelde haklı olması gerçeği vardır. Örnek olarak: Speluncean kaşifleri davası ve denizciler ile miço olayı gösterilebilir. Kasten insan öldürmek genelde hukuk tarafınca cezalandırılan ve ahlaken doğru olmayan bir fiil iken verdiğimiz örneklerdeki özel olayda aynı yaptırımların uygulanmaması gerektiği fikrindeyim. Zira her ne kadar kasten insan öldürme fiili gerçekleşmiş olsa da kastın amacına bakmak gerektiği düşüncesindeyim. Çok kişinin kurtulması için bir kişinin öldürülmesi zaruret hali oluşturduğu için eylemin yapıldığı açıktır. Mahkemenin diğerlerini cezalandırmasını ‘’haklı’’ karar olarak görmüyorum.
Hart ve Dworkin arasındaki tartışmanın ana hatları, hukukun kaynağı ve yargıçların karar verme sürecindeki rolü ile ilgilidir. Hart, hukukun kaynağını pozitif hukuk kurallarında bulurken, Dworkin hukukun kaynağını doğal hukuk ve adalet prensiplerinde görür. Yargıçların rolü konusunda da Hart, yargıçların pozitif hukuk kurallarını yorumlamak ve uygulamakla görevli olduğunu savunurken, Dworkin yargıçların hukukun doğal hukuk ve adalet prensiplerine uygun kararlar vermesi gerektiğini savunur. Her iki görüşe de tamamen katılmamakla beraber aynı zamanda reddedememekteyim.
Fuller’ın prosedürel hukuk kuramı makalesi üzerine
Fuller’ in görüşü bana diğer düşünürlere göre daha yakın geldiğini söyleyebilirim çünkü körü körüne bir şeyi eleştirmek yerine aslında sorular sorarak bunu pozitivistlere sorgulattığını görüyorum. Temelde Hart ile tartışması olan-olması gereken hukuk ayrımı ve hukuk ve ahlakın ayrı olması gerektiği üzerine. Benim anladığım kadarıyla Fuller ahlakın kelime anlamını Farklı yorumlayarak kendisi bir tanım yaparak ilerlemiştir. Çünkü salt bir ahlak kavramı yer almıyor hukukun iç ahlakı baz alınıyor. Yani hukuka özgü bir ahlakilik. Ve aslında bu da hukuk düzeni ile ilgili kurallar daha doğrusu olması gereken şekli ölçütleri veriyor. Yani ne tam olarak dışlıyor ne de toplumda yer alan ahlak kavramını benimsiyor. Hart ile bence bu konuda tamamen ayrık değillerdir o da ahlakın hukuktan tamamen bağımsız olduğunu söylemiyor sadece zorunlu bir birleşim olmadığını dile getiriyor. Olan ile olması gereken hukuk bana göre de tamamen birbirinden ayrılmamalıdır prosedürel doğal hukuk yaklaşımı bana doğru geliyor çünkü ayrılması bir diktatörlüğe yol açabilir. Bir diğer konu olan bükük kurallarının yorumu konusundaki tartışmada yorum konusuyla ilgilidir. Pozitif hukuk amacı açısından yorumlanırken olması gereken hukuk ile birleşmekte ve buna göre bir karar vermektedir. Bunu tamamiyle dışlayan bir pozitivizm değişen toplum koşullarına yanıt veremeyecektir. Çünkü insan ilişkileri dinamiktir dolayısıyla hukukta dinamik olmalıdır. Olan hukuk ne olursa olsun geçerli bir hukuk sayılmamalıdır.
Burada anlamadığım tek nokta aslında Hart ve Fuller’in anlaşmama nedenleri okuduğum makalelerden çıkardığım sonuç olarak Hart’ ın kendisine gelen eleştirileri ve soruları tam olarak yanıtlamamak ve sadece hukukun iç ahlakiliği kısmında takılıp kalması olabilir.
Kinci muhbir davaları, Nazi döneminde bazı kişilerin baskıcı yasaları kullanarak kendi çıkarları doğrultusunda yargıyı kullandıkları birçok olaylarla ilgilidir. İhbar ettiği şahsın karısıyla evlenmek, intikam vb. menfaatlerle muhbirlik yapan bu kişiler 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın yeni hukuk sisteminde yargılanmışlardır. Bu olaylardan en popüleri izinli olup evini ziyarete giden bir askerin, başka erkekle ilişkisi olup kocasından kurtulmak isteyen karısının kocasını Nazi rejimini eleştirdiği gerekçesiyle şikayet etmesidir. Bu olay üzerine Hart- Fuller tartışması ortaya çıkmıştır. Tartışmanın temelindeki en önemli sorun hukuk-ahlak ilişkisi veya hukuk ve ahlak arasında zorunlu bir bağın bulunup bulunmadığıdır. Fuller bu tartışmada Prosedürel Doğal Hukuk kuramıyla doğal hukukun modern temsilcilerinden biridir. Hart ise hukuki pozitivizmin temsilcisidir. Hart ahlaki düşüncelerin yasa yapılmasında etkisi olduğunu kabul eder ve fakat bunun raslantısal olduğunu söyler. Zorunlu bir ilişki olduğunu kabul etmez. İçeriği ahlaka aykırı olsa da hukuk kuralı tanıma kuralına aykırı olmadıkça hukuk olarak adlandırılır. Fuller’e göre ise hukuku sadece biçimsel özelliklerinden hareketle tanımlayamayız. Olan ile olması gerekenin keskin çizgilerle ayrılmasına karşıdır. Fuller tarafından oluşturulan kurgusal bir dava olan Speluncean Davasında Yargıç Foster’ın düşünceleri doğal hukuku temsil etmektedir. Fuller, Foster’ın ağzından kendi düşüncelerini dile getirmiştir. Bu hayali dava örneği hukukun ne olduğunu anlamakta bize büyük fayda sağlar. Bir hukuk kuralına salt hukuki yönü nedeniyle koşulsuz itaat etmek, normun yalnızca lafziyle hareket etmek, ahlaki boyutunu gözetmemek kaçınılmaz bir hata olacaktır.
Son olarak muhbir sorunu hakkındaki makalenin sonunda yer alan soruya cevap verecek olursam; ben adalet bakanı olsaydım kadına ceza vermemeyi tercih etmezdim. Geçmişe etkili bir yasa çıkararak kadının cezalandırılmasının doğru olacağı kanaatindeyim. Kanunların geriye yürümezliği ilkesi istisnalar dışında mutlak bir modern hukuk ilkesi olmasına karşın hukuki belirlilik ilkesi gereğince geçmişe etkili yasa çıkarmadan cezalandırmayı doğru bulmazdım.
Muhbir Sorunu
Yıllarca barış içinde ve demokrasiyle yönetilen ülkede seçim yapılmış, kazanan ise Mor Gömlekliler isimli siyasi topluluk olmuştur. Ancak bu grup seçmenleri tehdit ederek, baskı kurarak ve fiziki saldırılarda bulunarak antidemokratik bir şekilde kazanmıştır. Daha sonrasında rejim aleyhine karar veren hâkimlerin ve muhaliflerin öldürülmesiyle baskı oranı daha da artmıştır. Eylemlerinde hep kanunların dışına çıkmışlardır. Durum böyle olunca rejime yaranmak isteyen veya kendi şahsi emellerine ulaşmak isteyen vatandaşlar, rejimin yasaklarını delen bazı kişileri ya ihbar etmiş ya da yasakları delmemesine rağmen o kişinin cezalandırılması için iftira atmıştır. Böylece birçok insan suçsuz dahi olsa cezalandırılmış ve hatta idam edilmiştir. Hukuk dışı rejimin yaptığı hukuk dışı kurallara uymayan kişileri rejime ihbar edenler muhbir olarak isimlendirilmiştir. Mor Gömlekliler iktidardan düşüp tekrar demokratik bir yönetime geçilmesiyle halk, bu muhbirlerin cezalandırılmasını istemiştir. Cezalandırılma talebine beş adet bakan yardımcısı ayrı ayrı fikirler sunmuştur. Bana göre bu beş adet fikirden durumu en iyi açıklayan üçüncü bakan yardımcısı olmuştur. Öncelikle bu rejimin yaptığı her eylem hukuka aykırıdır denemez, genel olarak siyasi ve sosyal alanda hukuksuzluklar yapılmıştır. Her eyleme hukuka aykırı demek de durumu içinden çıkılamaz hale getirir. Bunun dışında şahsi amaçları uğruna kötü niyetli olarak haksız bir şekilde insanları ihbar eden ve bu amaçları uğruna mahkemeleri araç olarak kullanan muhbirler bir şekilde ayıklanıp cezalandırılmalıdır. Muhbirler tarafından yapılan ihbarlar o zaman için her ne kadar hukuki olarak gözükse de bu durum aşikar bir şekilde hukuksuzluğa sebep olmuştur ve cezalandırılması gerekmektedir. Cezaya sebep olan davranışın cezasız bırakılması da bir hukuksuzluktur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun SGK Kararı
Yargıtay’ın kocasını öldüren kadın hakkında verdiği kararı yerinde buluyorum. Mirasçılığa engel olan durumun hak sahipliği açısından değerlendirilemeyeceği davacılar tarafından iddia edilse de bu durum hakkaniyete uymamaktadır. Çünkü hak sahipliği de bir şekilde maktul kocadan miras kalmış durumdadır. Katilin yapmış olduğu hukuk dışı hareket, o kişiye bir haktan veya durumdan faydalanma imkanı vermemelidir.
Hart hukuk ile ahlak arasında zorunlu bir bağ olmadığını, eğer ortada bir bağ var ise de bunun rastlantısal olabileceğini kabul etmektedir. Savunduğu bu görüşe hukuki positivizm denmektedir. Jeremy Bentham ve John Austin’in olan hukuk ile olması gereken hukuk ayrımının üzerinde durmuştur. Hart’ın hukuki pozitivizmin hukuk ve ahlâk ayrımına katılırken, emir teorisine karşı çıkmaktadır.Hart sözcüklerin belirli ve belirsiz anlamları olduğunu kabul etmekte, eğer anlamda belirsizlik varsa (gri alan) hakimin takdir yetkisini kullanabileceğini savunmaktadır.
Doğal hukuk savunucularından olan Fuller için ise ‘hukuka içkin ahlak’ kavramını anlamak gerekmektedir. Bu kavram içeriğini oluşturan sekiz ilkeden oluşmaktadır.
1. Hukukta kurallar genel terimlerle ifade edilmelidir.
2. Kurallar aleni olarak yürürlüğe girmelidir.
3. İstisnalar dışında hukuk kuralları geleceğe yönelik olmalı, geçmişe etkili olmamalı.
4. Kurallar anlaşılabilir şekilde ifade edilmelidir.
5. Kurallar birbiriyle tutarlı olmalı çelişmemelidir.
6. Kurallar onlara tabi olanların güçlerini aşan yükümlülükler getirmemeli.
7. Hukuk kuralları onlara tabi olanların güvenemeyecekleri sonucunu doğuracak şekilde sık sık değiştirilmemelidir.
8. Kurallar lafızları ile tutarlı biçimde icra edilmeli, kuralda ne diyorsa o yapılmalıdır.
Fullere göre bu sekiz ilkeye uygun olmayan kuralların hukuk kuralı olarak adlandırılması mümkün değildir. Bu kurallara uyulması hukuk kurallarının etkinliğini sağlayacaktır.
Hart ile Fuller arasındaki tartışma 3 temek üzerinde yoğunlaşmaktadır.
• Hukuk ile ahlak arasında zorunlu bir bağ olup olmadığı
• Fullerin ahlaki ilkelerinin ahlaki karakter taşıyıp taşımadığı yani Fullerin doğal hukuk ekolü içinde olup olmadığı
• Hukuk kurallarının yorumu
Kinci Muhbir davaları:
Bazı kişilerin baskıcı yasaları yada yargılama usullerini kullanarak çıkarları doğrultusunda yargıyı kullanmalarına kinci muhbir davaları denmektedir. Kişilerin genellikle ihbar ettiği kişinin karısıyla evlenmek, evine sahip çıkmak yada intikam almak gibi amaçları vardır. Almanya’da kocasından kurtulmak isteyen bir kadın, cepheden eve gelen kocasını Hitler aleyhinde sözler söylediği gerekçesiyle ihbar eder. Kocasının sarf ettiği sözler o dönemki kanunlara aykırıdır. Bunun üzerine koca tutuklanır ve ölüm cezasına çarptırılır. Ancak ceza infaz edilmez. Kadın, 1949’da, savaş sonrasında, Batı Almanya mahkemeleri tarafından yargılanır ve 1871 tarihli Ceza Kanunu’na göre hukuk dışı olarak birini özgürlüğünden yoksun bırakmaktan dolayı suçlanır. Kadın kocasının mahkûmiyetinin Nazi kanunlarına uygun olduğunu ve kendisinin de suç işlemediğini iddia etmiştir. (Kadın 1934 ve 1938 yıllarındaki yasalara göre yaptığının suç unsuru barındırmadığını ve masum olduğunu savunmaktadır.)
Hart’a göre bun davanın çözümünde iki seçenek vardır ve her ikisi de olumsuz sonuçlar içermektedir. Ya kadın serbest bırakılacak yada yaptığı şey karşısında cezalandırılacaktır. Kadının serbest bırakılması durumunda kadın yaptığı şey karşısında cezasız kalacaktır,kadını cezalandırmayı seçtiğinizde ise suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi uygulanamayacaktı. Hart’ın öne sürdüğü çözümün önemi, kocanın cezalandırılmasına dayanak olan kanunun geçerli olarak kabul edilmeye devam edilmesi ve daha sonra itaat edilemeyecek kadar adaletsiz olan kuralları geçersiz kılan geçmişe yürür bir kanunla kadınının da cezalandırılmasıdır. Diğer bir ifadeyle, Hart bu dava ile ilgili açıklamasında pozitivistlerin hukuk ve ahlâk ayrımındaki ısrarı korumaktadır.
1. Hukuk ahlak iliskisi aciklanirken bir tarafta hukusal pozitivizmi temsilen Hart ve karsi tarafta ise dogal hukuku temsilen Fuller yer alir.
Intikamci muhbir davasi uzerinden konu soyle ele alinir: Hart a gore, Alman askerin esini yargilayan yargiclarin ahlaki temel alarak aradaki yasalari gormezden gelisleri kabul edilemez. Ahlaka aykiri dahi olsa o yasalar o donemde yururlukteydi ve onlar temel alinarak cezalandirma yapilmisti. Ihbar hukuka uygundu.
Fuller e gore ise,hukuk ahlak bagini koparmak diktatorluge gecit veriyordu. Her seye hukuk diyerek ahlaka uygunlugu gozetmemek saglanmak istenen duzeni yanlis noktaya tasiyordu. Ancak Fuller in yaklasimindaki ahlakilik hukuka ozgu bir ahlakilikti. Hukuk icin ahlak kuralini benimser. Fuller, Kral Rex hikayesi ile bir alegoriden yola cikarak yasa koyucunun hukuk olustururken uymasi gereken 8 olumlu ilkeyi tespi eder. Bu ilkeler hukukun ic ahlakini olusturur. Bu ilkelere uymayan hukuk, hukuk olmaz.
Prosedursel dogal hukuk yaklasimina gore hukuk, insanlarin dogal haklarina uygun duzenlenmelidir. Ancak bu dogal haklar evrensel olarak tanimlanamaz her kultur ve toplum icin farklidir. Bu nedenle hukukun adil bir sekilde uygulanmasi ve islevsel olmasi icin prosedurlerin tanimlanmasi ve takip edilmesi gerekir.
2. Dworkin e gore, hukuk ve ahlak arasinda zorunlu bir bag varken Hart a gore ise hukuk ve ahlak arasinda zorunlu bir cakisma yoktur. Hart ahlaki tumuyle reddetmez sadece hukuku belirlemede temel cikis noktasinin ahlak olmadigini savunur. Bir kuralin tamamen etik disi olmasi onun bir hjkuk kurali olmayacagi konusunda tek belirleyici olamaz.
Hart in tanimlayici hukuk modelinde, birincil kurallar ve onu destekleyen ikincil kurallar ile hukuk duzeni saglanir. Tum bu kurallarin gecerliligini de tanima kurali saglar ve o da sosyal kabule dayanir.
Dworkin in yorumlayici hukuk modelinde kurallar degil kesin olmayan, degisken ilkeler vardir. Politik olan ilkeler hukuki ilkeleri ortaya cikarir. Bu politik ilkeler de bir kokene bagli degildir.
3. Kinci muhbir olayi:
Ahlaki ilkelere son derece aykiri diktator rejimlerde, rejime aykiri hareketlerde, eylemlerde bulunan kisiler muhbirler tarafindan ihbar edilir ve yargilanmalari sonucu agir cezalara carptirilir. Rejim ortadan kalktiginda ise o donemde ihbarda bulunan muhbirlerin yargilanmasi gerektigi konusu gundeme gelir. Makalede yeni atanan bir adalet bakanina bu soruna nasil cozum getirecegi sorulur ve yargilamanin dayandirilacagi hukuki ilkelerle ilgili 5 farkli gorusten bahsedilir. Bu 5 farkli grusun neticesinde de bakan , bu muhbirlerin akibetinin topluma birakilmasi gerektigi , toplumun onlari zaten cezalandiracagi seklinde bir yoruma varir. Bir adalet bakaninin agzindan boyle cumlelerin dokuluyor olmasi da hukuka nasil da uzak oldugunu gosterir.
4. Speluncean Kasifleri Davasi:
Zaruret halinde hukuka aykiri bir eylemin(adam oldurme) hukuka uygun hale gelip gelmeyecegi ile ilgili bir tartismayi icerir. Bir magarada mahsur kalan kasifler hayatta kalmak icin arkadaslarindan birini yemislerdir ve dava bunu konu alir. Fikrimce zaruret halinde kisinin rizasi dahi olsa( ki kasifler zar atarak kimi yiyeceklerine dair otak karar verdiklerini beyan ederler) yasama hakkindan vazgecilemez. Taraflarin aralarinda yapmis olduklari, yasam hakkindan vazgecmeye dair sozleme ,hukuka aykiridir. Olay tamemen bir cinayettir ve cinayete dair makul bir aciklama arama cabasidir. Dogal hukuka gore dusundugumde yasama hakki zaten dogal bir haktir ve onun ihlali cezalandirilir. Pozitivist yaklasima gore dusundugumde zaten ” kim baskasini oldururse idam cezasina carptirilir” seklinde acik bir yasa maddesi vardir ve yine ulastigim sonuc cinayettir.
HART-DWORKİN TARTIŞMASI- REFLEKSİYON
Hart’a göre hukuk kurallardan oluşurken Dworkin’e göre ilke ve kurallardan oluştuğunu söylüyor. Paragrafta da belirtildiği gibi hukukta boşluk olması durumunda Dworkin buna Hart’a göre daha geniş bakıyor ve ilkelerden yararlanabileceğimizi belirtiyor.
Dworkin’in bu görüşüne katılıyorum. İnsan, yer ve zaman sürekli değişen kavramlardır bunların beraberinde hukukun da değişmesi, gelişmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda hakim ilkelere dayanarak hukuk boşluklarını doldurmalı ve hayatın olağan akışına göre uygulamalıdır.
Tren/Vagon İkilemi (Trolley Dilemma) örneği Dworkin’in bu görüşüyle çözmeye çalışılabilir yada en azından tam bir çıkış bulunamasa da yorumlanabilir diye düşünüyorum.
Ben görüş olarak Fuller’ı kendime daha yakın buldum. Olan ve olması gerekenin birbirinden ayrı tutulmasını doğru bulmuyorum.İçeriği ahlaka aykırı olup biçimsel testi geçmesi bir hukuk kuralını hukuk kuralı yapan şey olmamalıdır. Hukuka içkin bir ahlak olması kuralların etkililiği açısından daha doğru olur. Fakat Fuller’ın sekiz temel ahlaki ilke olarak listelediği kurallar genel ve tekniktir. Ahlaki nitelikte bir ilke söz konusu değildir.Bu sebeple Fuller’ı eleştirenlere de katılmaktayım.Hukuk kuralları koyulurken bir milletin ahlak anlayışının da fazlasıyla ön planda olduğunu düşünüyorum. Her ülkenin halk tipine göre farklı kuralları var. Bizde farklı İran’da, Amerika’da farklı.Eğer olanla olması gereken birbirinden tamamen ayrı olsaydı hukuk kurallarımızın paralellik göstermesi gerekmez miydi?
Fuller’a göre, hukukun temel özellikleri, yasalarda belirli bir düzenin mevcut olması ve yasaların hukuki olarak bağlayıcı olmasıdır. Buna ek olarak, hukukun işlevi, insanların davranışlarını düzenlemek ve sosyal düzeni sağlamaktır. Fuller’in en önemli katkılarından biri, “prosedürel doğal hukuk” yaklaşımını ortaya koymasıdır.Bu yaklaşıma göre, hukukun temel amacı, adil ve makul kararlar verilmesine olanak sağlayan prosedürleri belirlemektir. Hukukun doğru işleyebilmesi için beş önemli özellik taşıması gereklidir: Genelgeçerlik,Anlaşılırlık,Uygulanabilirlik,Tutarlılık,Koruyuculuk
SpeLuncean Kaşifleri Davası, 1949 yılında yazılmış bir kurgusal hikayeden esinlenerek oluşturulmuş bir hukuk felsefesi senaryosudur. Bu senaryo, bir grup mağara kaşifinin çıkmaz bir durumda kalması ve hayatta kalmak için başvurdukları yasal olmayan yollardan dolayı yargılanmalarını konu almaktadır. Fuller, senaryo üzerinden hukukun adaleti ve adaletin ölçütleri gibi konuları ele almaktadır. Senaryoda, kaşiflerin yaptığı eylemin hukuka aykırı olduğu açıktır, ancak durumun aciliyeti göz önüne alındığında, kaşiflerin eylemi meşru bir savunma olabilir mi? Bence olabilir.
H.L.A. Hart, hukukun kaynağını pozitivist bir yaklaşımla ele almaktadır. Ona göre, hukukun kaynağı, devletin yasama organları tarafından kabul edilmiş olan pozitif hukuk kurallarıdır. Ronald Dworkin ise, hukukun kaynağını ve doğasını farklı bir yaklaşımla ele almaktadır. Ona göre, hukuk kuralları sadece pozitif hukuk kurallarından ibaret değildir.
Bu hafta; Fuller ve Hart arasındaki 3 ana eksenden hukuk ve ahlak üzerine görüş ayrılıklarını düşündüm durdum. Başlangıçta hukukun ve normun yorumu hususunda basit bir ifade ile “Fuller haklı, salt kelimenin manasından yorumlama yapılamaz. Normun uygulanabilirliği amaçsal yorumlama ile sağlanabilir.” diyebiliyorken ve akabinde ahlakın ne derece hukuka müdahil olduğuna dair “Hart’a katılmamak elde değil, hukuk ve ahlak bağlantılıdır ama rastlantısal bazı bağlantılar vardır; zorunlu bir ilişki olduğu söylenemez bu iki kavram arasında.” diyebiliyorken nasılsa Fuller’in sekiz ilkesini okuduğumda aslında onun “ahlak” nitelendirmesinin de hukuku yorumlamada kullandığı şekliyle amaçsal manada bir nitelendirme olduğunu; kelimenin yalıtılmış halde ifadesini yansıtmadığını fark ettim. Fuller’in oluşturduğu sekiz ilke; genel olarak desteklediğim ilkeler zira bu ilkeleri mevcut yasa koyucuyu eleştirirken ve yasayı incelerken ben de gözetiyorum. Bunlar yasamada bir ilke mi, yoksa bir uygulama kılavuzu mu -metinde aktarıldığı gibi- bu ayrımı ben de tam olarak çözümleyemiyorum. Bunların bir yasama usulü yol haritası olduğuna dair kanaatim daha kuvvetli olsa da Fuller’in bu sekiz maddeyi “ilke” olarak nitelendirmesini, “hukuka içkin ahlak” ifadesini de eleştirmiyorum. Aklımı en çok kurcalayan ise hukuk ve ahlakın bağımlılığı hususunda içerikte örneklenen davalar…
Fuller’in ve Hart’ın görüşünü analiz ettikten sonra geriye “Gelecekte bir hukukçu olarak ben bu kurgusal davalarda hangi yargıcın görüşleriyle örtüşeceğim?” , “Gerçekten hukukun yorumlanmasında ahlakın rolü nedir, kaçınılmaz biçimde insani ve ahlaki olan değeri mi öncelemek gerek, yoksa hukukun amacının zaten insanlar arası düzeni ve salahiyeti temsil etmek olduğundan yola çıkarak insaniliği yeniden gündeme getirmeye gerek kalmaksızın hukukun etkin uygulanmasını tesis etmek mi lazım gelir?” sorusunu cevaplamak kalıyor.
Ahlak ve hukuk arasındaki bağlantının somut olay değerlendirmesinde ne derece etkili olabileceğine dair fikir edinmem için okuma parçaları bir nebze etkili olduysa da olması gerekenin ne olduğuna dair bir kanıya varmakta güçlük çekiyorum. Bu ayrımda Dworkin’in savunmalarından hareketle kuralların etkisini yitirdiği noktalarda dahi toplumun hukukunda benimsediği ilkelere bağlı kalması gerektiğine dair savunusunu haklı buluyorum ve ahlakın var olduğunu kabul etmekle beraber aralarındaki bağın rastlantısallıktan öte zorunluluktan ziyade bir hal olduğunu düşünüyorum; insanilik ve ahlakilik anlayışının ise mevcut hukuku zedelemeyecek biçimde ve hukuk çerçevesinde uygulanabilir olduğuna inanıyorum(…)
5 yardımcının da haklı olduğu kısımlar var ancak bu haklılık paylarının olması bir şekilde kuralların etrafında dolaşarak hukuka aykırı kararlar almış hükümetin, yargılanmayacağı anlamına gelmemelidir. Zira sandıkta yeni bir hükümet gelmiş ve artık halk, mor gömleklileri göndermiştir. Yeni hükümetten ise muhbirleri yargılamasını beklemektedir. 1. Yardımcının söylediği gibi mor gömlekliler döneminde var olan hukuki kurallar uygulandı. Ancak hukuk kurallarının uygunsuz, hukuka aykırı olması; ceza kanunun kabul görmüş yorumunun çarpıtılması konuşulmadı . Dolayısıyla ortada bir hukuk kuralının uygulanması söz konusu olsa da arka planda hem hukuk kuralı hem uygulama hukuka aykırıydı. 2. Yardımcının söylediği gibi mor gömleklilerin gelmesiyle hukukun varlığı son bulmuştur. Ancak kendisinin muhbirlere bir şey yapmayalım önerisini doğru bulmuyorum. Çünkü en başta suçlar, cezasız kalmamalıdır. Ek olarak daha sonraki hükümetlerin “nasıl olsa cezası yok” algısıyla suç işlemesine sebep olacaktır. 3. Yardımcının söylediği; mor gömleklilerin yaptığı tüm işleri ortadan kaldırmanın kaos oluşturacağı, adaletin saptırıldığı yönündeki fikirlerine katılıyorum . Ancak 3. Yardımcı olaya çok genel bakmaktadır biz sadece muhbir suçu işleyenler hakkında konuşmaktayız. Bu tarz spesifik suçlar söz konusu olduğu için ortada bir kaos durumunun söz konusu olmadığı kanaatindeyim. 4. Yardımcının bahsettikleri, hukuken teori olarak doğru olsa da pratikte zamanın ve şartların değişmesinin de etkisiyle yeni gelen hükümetler eski hükümetlerin kanunlarını beğenmeyip yürürlükten çıkartabiliyor. Özel kanun çıkartılması konusuna ben de katılıyorum görüşlerimi aşağıda açıklayacağım. 5. Yardımcının çözümü sokağa bırakmasını, devletin hiçbir şey yapmaması yönündeki fikrine ve “geriye etkili ceza ile özel kanun çıkartılmasını” eleştirmesine karşıyım. Çünkü ortada hukuka aykırı bir hükümet var. Bu hükümet; bir şekilde hukuk kurallarının üstünde dolaşarak hukuka aykırı kararlara, 4.yardımcının bahsettiği gibi mağduriyetlerin oluşmasına ve suç işlenmesine ön ayak olarak bizzat kendisi de suç işlemiştir. Bu şekilde hareket eden hükümetlerin ağır bir şekilde bağımsız yargı önünde yargılanması gerekir ki tekrar tekrar bu tarz hükümetler oluşmasın. Hukuka aykırı işlemler yapmış ve suç işlemiş kişilerin cezasız kalmaması *bir kereye mahsus* özel kanunların çıkartılmasını doğru buluyorum . Bu yüzden 4. Yardımcının fikrini biraz değiştirerek uygulamaya sokmaya çalışırdım.
Lon Fuller, hukuk felsefesi alanında önde gelen isimlerden biridir ve hukukun doğası, amacı ve işleyişi konularında birçok fikir ortaya atmıştır. Fuller, hukukun sadece devletin yasaları koymasıyla değil, aynı zamanda insanların doğal olarak sahip olduğu bazı hakları ve değerleri korumasıyla da ilgili olduğunu savunur. Bu nedenle, Fuller’in yaklaşımı “doğal hukuk” olarak da adlandırılır.
Doğal hukuk, insanların doğuştan sahip oldukları haklar ve değerler üzerine kurulmuş bir hukuk anlayışıdır. Bu haklar ve değerler, bireylerin özgürlüğü, adaleti, eşitliği, onur ve saygınlığı gibi kavramları içerir. Bu nedenle, hukukun adaletli ve insancıl olması, doğal hukukun temel ilkelerine uygun olarak oluşturulması gerekmektedir.
Fuller, hukukun işleyişinde önemli bir rol oynayan “prosedürel adalet” kavramına da önem verir. Ona göre, hukuk kurallarının adil olması için, yargılama sürecinde belirli adımların izlenmesi gerekmektedir. Bu adımlar, önceden belirlenmiş kurallara uygun olarak yürütülmeli ve tüm tarafların eşit şekilde faydalanabileceği bir süreç olmalıdır. Bu süreçte, hukukun kurallarına uygun davranan tarafların haklarının korunması ve adil bir şekilde yargılanmaları sağlanmalıdır.
Prosedürel adalet, hukukun amacının sadece ceza vermek veya bir anlaşmazlık çözmek değil, aynı zamanda hukukun temel amaçlarından biri olan toplumsal barışı sağlamak olduğunu da vurgular. Toplumda huzur ve güvenliğin sağlanması, insanların hukuka olan güvenini arttırır ve böylece hukukun işleyişi daha etkili hale gelir.
Fuller’in doğal hukuk ve prosedürel adalet yaklaşımı, hukukun insanlar için bir araç olduğunu ve bu aracın insanların haklarını korumak için kullanılması gerektiğini savunur. Bu nedenle, hukukun insan haklarına saygı duyması, adaletli ve insancıl olması, doğal hukukun temel ilkelerine uygun olarak oluşturulması gerekmektedir. Bu yaklaşım, günümüzde de hukuk felsefesi alanında önemli bir yere sahiptir ve hukuk sistemlerinin geliştirilmesinde etkili olmuştur.
Herbert Hart, hukukun kaynaklarını, yani hukukun nereden kaynaklandığını ve nasıl oluştuğunu araştırmıştır. Hart’a göre, hukukun kaynakları üç aşamada incelenir: ilk olarak, hukukun temel kaynağı olan pozitif hukuk, yani yürürlükteki yasalar, kurallar ve yönetmelikler; ikinci olarak, hukukun kaynakları arasında hukukçuların yorumları ve eleştirileri, yani hukukçuların hukuk üzerine yazdığı kitaplar, makaleler ve benzeri çalışmalar; son olarak, hukukun kaynakları arasında toplumsal normlar ve gelenekler yer alır.
Ronald Dworkin ise Hart’ın yaklaşımını eleştirerek, hukukun kaynaklarının sadece pozitif hukukla sınırlı olmadığını savunur. Dworkin, hukukun temel kaynağı olarak doğal hukuk kavramını öne sürer ve bu kavramın hukukun neden ve amaçlarına ışık tutacağını savunur. Dworkin’e göre, doğal hukuk, insan haklarına ve adalet kavramına dayanır ve hukukun temel amaçlarından biri olan toplumsal barışın sağlanmasına yardımcı olur.
Hart ve Dworkin arasındaki temel tartışma, hukukun kaynaklarına dayalı bir anlayış mı yoksa hukukun amaçlarına dayalı bir anlayış mı benimsenmesi gerektiği konusunda odaklanmaktadır. Hart’a göre, hukuk kurallarının kaynaklarına uygun olması yeterlidir, ancak Dworkin, hukukun amacının doğal hukuk ilkeleri doğrultusunda olması gerektiğini savunur.
Bu sorun, bir kişinin başka bir kişinin suçunu ihbar etmesi ve bu ihbar sonucunda ihbar edilen kişinin hukuki yaptırımlara tabi tutulması durumunda ortaya çıkan ahlaki ve hukuki sorunlarla ilgilidir.
Muhbir sorunu, bir yandan adaletin sağlanması açısından önemli bir rol oynarken, diğer yandan insanların özel hayatlarının gizliliği ve güvenliği açısından da bir tehdit oluşturabilir. Bu nedenle, muhbirlik faaliyetleri genellikle bir çıkarın korunması ya da toplumun çıkarları doğrultusunda bir hareket olarak görülür.
Hukuk felsefesi açısından, muhbir sorunu etik ve adalet ilkeleriyle ilgilidir. Muhbirlik faaliyetleri, adaletin sağlanması için gerekli olabilir, ancak bu faaliyetlerin doğru şekilde düzenlenmesi ve yasal sınırların aşılmaması önemlidir. Ayrıca, muhbirlerin kendileri de hukuki yaptırımlara tabi tutulabilirler ve bu nedenle, muhbirliğin etik ve yasal çerçevelerinin belirlenmesi önemlidir.
Muhbir sorunu, hukuk felsefesi alanında birçok tartışmayı tetiklemiştir. Özellikle, muhbirlerin korunması gerekip gerekmediği, muhbirlerin kimliklerinin açıklanması gerekip gerekmediği, muhbirlerin yaptıklarının ahlaki açıdan doğru olup olmadığı gibi konular tartışılmaktadır. Bu tartışmalar, adalet ve özgürlük gibi temel hukuk felsefesi kavramlarıyla bağlantılıdır ve hukukun nasıl işleyeceği konusunda önemli bir rol oynamaktadır.
Speluncean Kâşifleri Davası, Amerikalı hukukçu Lon Fuller tarafından yazılan hayali bir hikâyedir. Hikâye, 4299 metrelik bir mağarada mahsur kalan beş kâşifin hayatta kalma mücadelesini ve sonrasında yaşadıkları hukuki süreci anlatır.
Hikâyede, mahsur kalan kâşiflerin bir süre sonra yiyeceklerinin tükenmesi sonucu birbirlerini yemeleri gerektiği konusunda karar almaları ve bunu gerçekleştirmeleri anlatılır. Ancak daha sonra kurtarılmaları sonrasında hukuki bir soruşturma açılır ve kâşifler cinayet suçlamasıyla yargılanır.
Davada, jüri kararı 3’e 2 oy çokluğuyla kâşifleri ölüme mahkûm eder. Ancak daha sonra yargıtay kararı, kâşiflerin savunma avukatının yaptığı hukuki itirazlar sonucunda, kâşifleri suçlu bulan jüri kararının hatalı olduğunu ve ölüm cezasının yerine hapis cezası verilmesi gerektiğini belirtir.
Speluncean Kâşifleri Davası, hukuk felsefesi alanında tartışmaları tetikleyen bir hikâyedir. Davada ortaya çıkan hukuki sorunlar, yasal pozitivizm ve doğal hukuk tartışmaları açısından önemli bir yer tutar. Davada ortaya çıkan sorunlar, özellikle yasal pozitivizmin eleştirilerini ortaya koymaktadır. Davanın sonucunda ortaya çıkan tartışmalar, hukukun işleyişi, yasaların yorumlanması ve adalet kavramları gibi birçok hukuk felsefesi kavramının tartışılmasına neden olmuştur.
Kindar muhbirlerin ve Fuller’in doğal hukuk yaklaşımı makalesinde geçen kocasını ihbar eden kadının, eski rejime göre yaptıkları meşru haraketlerin geçerliliği konusu adaletsiz bir hukuk kuralına uyma yükümlülüğü var mıdır, sorusuyla bağdaşan bir konudur. Bu durumlarda ki kişiler eski rejimin tâbi olduğu hukuk kurallarına göre haraket etmişlerse de o rejimde uygulanan kuralların hukuk olup olmadığı sakıncalı bir husustur. Zira Nazi döneminde kocasını ihbar eden kadına daha sonradan Alman Mahkemeleri tarafından Nazi Dönemi’nin tâbi olduğu hukuk kuralları yok sayılarak eski Alman Ceza Kanununa göre ceza verilmiştir. Hart’ın bu konuda ki düşüncesine göre; bunun yapılmaması gerektiği, ya ceza verilmemesi ya da muhbirlik ile alakalı bir kanun çıkarılması gerekmektedir. Kanaatimce hukuk kuralları, ahlak kurallarıyla zorunlu bir ilişki içerisinde olup, adaletsiz olan bir hukuk kuralı genel ahlak kurallarıyla bağdaşmamakta olduğundan uyma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Hart’ın bu konuda ki görüşleri, Fuller’in dediği gibi Nazi Döneminde ki hukuku kabul eden bir durum olumaktadır. Oysa ki hukukun varlığını anlamlandırmaya çalışırsak hukuk; adaleti sağlayabilmek, toplumun bir düzen içerisinde yaşamasını sağlamak gibi görevler üstlenen bir kurumdur. Nazi hukuku ise bunun aksine nazilerin fikirlerine meşruiyet kazandırmak ve toplumun bu fikirler karşısında ki memmuniyetsizliklerini baskılamak için var olmuştur. Bu hususta adaletsiz olan bir hukuk kuralı var olamayacaktır. Çünkü; hukukun var olabilmesinin temel amaçlarından birisi adaleti sağlamaktır. Sonuç olarak gerek Nazi dönemi hukuku gerekse Mor gömleklerin rejiminde bulunan hukuk var olmamış olacaktır. Mor gömlek döneminde var olan hukuk yazılı olarak değiştirilmemiş fakat uygulama yönünden amacından sapmıştır. O halde bir hukuk kuralının adaletsiz atfedilebilmesi için sadece yazılı olarak bakmak yetersiz olacak uygulama bazında da yürürlükte ki hukukun amacına ne denli hizmet edebildiği araştırılmalıdır. Bu hususta muhbir sorununa çözüm öneren 2. Bakan yardımcısını dinlemek gerektiğinin kanaatindeyim.
Fuller ile Hart arasında olan tartışmaların konusu 3 temel konu üzerine yoğunlaşır;
1) Hukukla ahlak arasında zorunlu bir bağ var mıdır? ,
2) Hukuk kurallarının yorumu ,
3)Hukuka ilişkin ahlak ilkelerinin ahlaki karakter taşıyıp taşımadığı.
Hart ile Fuller’in hukuk-ahlak ayrımı tartışmasına baktığımız zaman bu tartışma, Alman mahkemelerinin verdiği kinci muhbir olarak bilinen, kocasını ihbar eden bir kadının, davasındaki karara dayanmaktadır. 1944’te alman bir asker ,ordudan izin alarak eve gelir ve karısının kendisini aldattığını görür. Bunun üzerine karısı, kocasına iftira atarak, Nazi rejimini eleştirdiği ve Hitler’e hakaret ettiği gerekçesiyle kocasını Nazi yetkililerine ihbar eder. Yürürlükteki kurallara göre Hitler’e hakaret etmek ve Nazi rejimini eleştirmek hukuka aykırıdır. Bunun sonucunda koca, askeri mahkemede yargılanır ve ölüme mahkum edilir. Bir süre hapiste kaldıktan sonra tekrardan cepheye gönderilir. Nazi rejimi yıkılınca kadın, kocasını ihbar ettiği için mahkeme önüne çıkarılır. Kadın 1944’teki kurallara göre bunun suç olduğunu söylese de 1871 tarihli Alman kanununa göre suç olmadığı için kadın cezalandırılır.
Tartışmanın önemi ve etkisi hukuk-ahlak ilişkisiyle ilgili olmasından kaynaklanır. Hart pozitif hukuku, Fuller ise doğal hukuku temsil etmektedir. Harta göre hukuk ile ahlak arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Hukuk kurallarının ahlaka ve adalete aykırı olması veya içeriklerinin haksız olmasının, geçerlilikleri açısından bir önemi yoktur. Biçimsel testi geçen tüm kurallar hukuk olarak adlandırılır. Bu sebeple Hart, hukukla olması gereken hukuku birbirinden ayrı tutar. Hart’a göre belirli bir yasaya itaati reddetmek, onun hukuksal statüsünü reddetmeyi gerektirmez.
Hart, kadının ya hiç ceza almamasını yada geriye dönük bir yasa çıkarılarak cezalandırılması gerektiğini düşünmektedir. Geriye dönük yasa çıkarılmasının da hukukta belirlilik ilkesine hizmet edeceğini düşünmektedir. Hart’a göre bir yargıcın kuralı sistemin tanıma kuralına göre geçerli olduğunu kabul edip buna rağmen görmezden gelmesi mümkün değildir. Yargıçlar kuralı dikkate almama konusunda serbest değildir.
Fuller’e göre hukuk olarak kabul ettikleri şeyi uygulamamaları ahlaka uygun değildir. Fuller, Hart’ın Nazi hukukunu her şeyiyle hukuk olarak kabul etmesini eleştirir. Hukukla ahlak arasındaki zorunlu bağın kopmasının, diktatör bir rejime yol açacağını düşünür. Alman hukukçuları, hukuka içkin ahlaka, duyarsız kalıp her şeyi hukuk olarak kabul ettikleri için Alman hukukçularının Nazizm’e yardımcı olduğunu düşünür. Fuller’e göre muhbir yasaları açık değildir ve iktidar sınırlandırılmamıştır. Kötü işleyen ve vatandaşların davranışlarını yönlendiremeyen bir sistemin hukuk olmadığını düşünür. Bu sebeple Fuller olanla olması gerekenin katı bir biçimde birbirinden ayrılmasına karşıdır. Ancak Fuller, pozitif hukuka üstünlük iddiası olan ve içerik olarak kendisine aykırı olduğunda pozitif hukuku geçersiz ilan eden bir doğal hukuk anlayışına da karşıdır. Prosedürel doğal hukuk yaklaşımı, hukukun bir doğal olgu olduğunu savunurken Fuller ise hukukun belirli özelliklere sahip olması gerektiğini savunur. Bu nedenle Fuller’in yaklaşımı, doğal hukuk yaklaşımından biraz farklıdır. Fuller, hukuk kurallarıyla gerçekleştirilmek istenen amaçlarla değil, insan eylemlerini etkin ve amaca uygun şekilde yönetecek kurallar sistemiyle ilgilenir.
Tahta çıkmasının ardından ülkesindeki hukuk sistemine yeni bir düzen vermeye çalışan Kral Rex, çeşitli yasalar yapmasına rağmen bir türlü halka yaranamamıştır. Fuller de bir yasa koyucunun, hukuk oluştururken neler yapmaması gerektiğinden hareketle 8 ilke oluşturmuştur. Bu ilkeler hukukun iç ahlakını oluşturmaktadır. Bu ilkelere uymayan normatif düzenlemelerin, hukuk olarak adlandırılması mümkün değildir. Fuller için hukuk karşılıklılık ilişkisine dayanır. Vatandaşlar ve devlet kendi sorumluluklarını yerine getirdiği takdirde hukuk çalışabilir. Hukukun iç ahlakına saygı gösterilmediği takdirde hukukun zayıflayacağını, vatandaş ve devlet arasındaki karşılıklılık ilişkisinin kopacağını düşünür. Bu sekiz ilkeye uygun olupta adaletsiz olan sistemler mevcuttur. Bu yüzden Fuller’in ahlakla alakalı düşünceleri eleştirilmiştir.
Hart ile fuller arasındaki tartışmanın bir diğer nedeni hukuk kurallarının yorumudur. Hart’ın yorum anlayışında hakim ancak belirsizlik hallerinde takdir yetkisini kullanır ve kendisine göre hukukun ne olması gerektiği düşüncesinden hareket eder. Fuller bu düşünceyi eleştirip bu durumlarda amaçsal yorumlardan hareket edilmesi gerektiğini savunur.
Hart’a göre yorum, hukuk kurallarındaki sözcükleri yorumlamaktır. Fuller ise tek bir sözcüğe değil bütün bir metne anlam yüklenmesi gerektiğini düşünür.
Dworkin’e göre hukukta belirsizlikler yoktur. Bir kuralın uyuşmazlığı çözemediği noktada hukuki ilkeler devreye girer.
Hukuk kuralları, toplumsal hayatı düzenleyen önemli araçların başında gelmektedir. Bununla birlikte, bir kuralının hangi koşullar altında geçerli bir hukuk kuralı olarak kabul edileceği üzerine bir fikir birliği bulunmamaktadır. Örneğin, hukuki pozitivistlerin iddia ettiği üzere, usulüne uygun olarak yürürlüğe koyulan kurallar, ahlak ve etik bakımından sorunlu olsalar dahi her zaman hukuk kuralı olarak sayılmalı mıdır? Somutlaştıracak olursak, Nazi Almanyası’nda yetkili organlar tarafından kabul edilmiş kurallar da – sonuçları ortada olmasına rağmen- birer hukuk kuralı mıdır?
Hukuk ile ahlak kuralları arasında zorunlu bir bağlantıyı reddeden Hart’a göre bu soruya olumlu cevap vermek gerekmektedir. Hart, her ne kadar ahlaki değerlerle örtüşen hukuk kurallarının uygulanabilirliğinin daha yüksek olacağını kabul etse de bir hukuk kuralını geçerli saymak için bunu olmazsa olmaz bir kriter olarak kabul etmemektedir. Bu anlayışa göre, biçimsel olarak tanıma kuralına uygun olan kurallar hukuktur ve olan hukukla olması gereken hukuk birbirinden ayrı tutulmalıdır. Bu sebeple de hukukun uygulayıcısı olarak yargıçların tanıma kuralına göre geçerli bir hukuk kuralını kendi ideolojilerine uymadığı gerekçesiyle reddetme lüksleri bulunmamaktadır. Ayrıca, hakimlerin yorum yetkisi de sadece kullanılan kavramların kapsamının belirlenmesini mümkün kılacak nitelikte ve hakimin yeni bir hukuk yaratmasına mahal vermeyecek şekilde son derece dar perspektifte değerlendirilmektedir.
Bu düşüncenin karşısında yer alan Lon Fuller ise şekilsel olarak geçerli her kuralın hukuk olarak kabul edilmesini reddeder ve hukukun bir içsel ahlakı olması gerektiğini savunur. Söz konusu bu ahlak anlayışında bireyler ön plandadır ve yasa koyucu bireylerin özerkliğine saygı duymakla mükelleftir. Ayrıca, dinamik yapısı sebebiyle hukuk kurallarının yorumlanması ihtiyacı kaçınılmazdır ve hakim bu sayede olan hukukla olması gereken hukuku birbirine yakınsama imkanı bulacaktır.
Bu iki temel argüman ışığında, Nazi Almanyası dönemi ceza hukuku kurallarına uygun biçimde ve fakat ahlaki değerlerden uzak olarak, sırf kişisel çıkarlar uğruna kişileri ihbar edenlerin bahse konu rejimin yıkılmasından sonra cezalandırılması gerekip gerekmediği tartışmalarına değinmek gerekir. Böyle bir sürecin bugün de yaşanabilme ihtimalinin her zaman olduğu göz önünde bulundurarak bazı sorulara cevap aramak gerekmektedir. Öncelikle, bu kurallar da olağan dönemlerdeki gibi geçerli birer hukuk kuralı mıdır? Şayet geçerlidir diyebiliyorsak, bu kurallara uyarak hareket edenlerin cezalandırılması ne derecede mümkündür? Veya, bunlar zaten hiç hukuk kuralı olarak değerlendirilmemeli midir?
Belirtmek gerekir ki bunu mümkün kılmak için geriye dönük kanun çıkarılması ceza yasalarının geriye yürümezliği hukuk genel ilkesinin ihlali anlamına geleceği için kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Bu kuralların belirli ahlaki değerlerden uzak olduğu için hukuk kuralı olamayacağının varsayılması durumunda ise ahlaki değerlerin göreceliliği ön plana çıkacak ve bu konuda bir standart getirilmesi mümkün olmayacaktır. Bu sebeple, hukuki belirlilik ilkesi de göz önünde bulundurulduğunda ihbarda bulunanlara ceza verilmemesi daha doğru bir yaklaşım olacağı değerlendirilmektedir. Ancak, konu bazlı olarak değerlendirme yapılarak, takdir yetkisini olduğundan çok daha geniş kullanan yargıçların cezai sorumluluğu gündeme gelebileceği düşünülmektedir.