Bu hafta derste toplumsal ahlak ve hukuk ilişkisine çeşitli konular etrafında devam edeceğiz.
Yapacağınız analiz niteliğindeki görüş ve değerlendirmelerin, 10 Mayıs Çarşamba saat 18:00’e kadar Blog üzerinden gönderilmesi gerekmektedir.
Toplumsal ahlak kurallarının hukuk eliyle dayatılması meşru mudur? Evetse hangi temelde? Hayırsa, neden değil?
Toplumsal ahlak kurallarının hukuk eliyle dayatılması meşrulaştırılabilir mi?
Ahlak ve hukuk arasında bir bağ olup olmadığı felsefe derslerimizde tabii hukuk ve pozitif hukuk bağlamında ele aldığımız bir konu. Ayrıldıkları temel sorun hukuk ve ahlakın ayrı olup olmadığı sorunu, kendi kanaatimce buna kesin bir sınır getirmeyerek tamamen ayrıdır demiyorum fakat bazı temeller ve tesadüfler sonucu birleştikleri görüşündeyim. Buradan çıkan başka bir sorun ise toplumsal ahlak kurallarının hukuk eliyle dayatılıp dayatılamayacağıdır. Toplumsal ahlak dediğimiz şey aslında toplumsal etiktir. Ve ahlakın hukuk eliyle yönlendirilmesi de bence etiğin izin verdiği ölçüde olabilir. Bu tartışma mill ve stephen arasında gerçekleşmiş ve yüzyıllar sonra hart ve devlin arasında tekrar ortaya çıkmıştır. Tartışmanın odak noktası ahlakın hukuk eliyle dayatılma sorununu oluştururken konu fahişelik ve eşcinselliğin suç sayılıp sayılamayacağı üzerine görüşlerden başlamıştır. Burada mill özgürlükçü bir anlayışa sahipken stephen cezalandırılma görüşünü savunur. Hart, mill ile görüş benzerliğindeyken stephen ise devlin ile benzerlik göstermektedir. Devlin’in görüşü ülkemizde işlerliğe sahip olan görüştü ,toplumu bir arada tutan şeyin ahlak olduğu ve buradaki çöküşün toplumun yıkılmasına neden olacağı dolayısıyla özel ahlak genel ahlak ayrımı yapmadan her koşulda ahlak kurallarının topluma hukuk eliyle uygulanmasını ele almaktadır. Karşıt görüş olarak Hart’ın görüşü ise başkasının alanına müdahale etmeyen davranışın cezalandırılmaması ve zararın göz önünde bulundurulmasıdır. Baştaki sorumuzun cevabına gelecek olursam kanaatimce toplumsal ahlak kurallarının hukuk eliyle dayatılması meşru değildir. Ahlak anlayışına uymak içselleştirilmekle gerçekleşirken, hukuk kuralları içselleştirilmese bile uyulması gereken kurallardır. Toplumsal ahlakın değişkenliğini göz önüne alacak olursak bunun hukukun zemininde olması ikna edici olmayacaktır. Bu açılarda bakacak olursam hart ın yaklaşımı bana daha uygun geliyor. Hart’a göre, toplumun ahlâkıyla özdeş tutulması imkansızdır zira ahlâkın zamandan zamana her toplum içerisinde farklılık gösterdiği bir gerçektir. Ahlâkın değişmesi toplumun yıkılması anlamına gelemez.
Tartışma konularından eşcinselliğin cezalandırılması görüşü bana insanın özel hayatına müdahale hakkının ihlalini oluşturacak gibi geliyor. Bir kimsenin cinsel hayatı ve yaşam şeklinin cezalandırılıyor olması toplumda kargaşadan ve ikililikten başka sorunlara yol açmayacak ve kutuplaşmalara bir yenisi daha eklenecektir. Güncel bir örnek olarak bence , İstanbul sözleşmesinden eşcinselliğe özendirme argümanına dayanarak vazgeçilmesi topluma genel bir ahlak anlayışının dayatılmasının örneği olabilir. Bir başka tartışma konusu olan zinanın suç sayılması konusu aile kavramının önemi ve aileyi koruma adına değil de sadece dini bir yasak günah bağlamında tartışılmış olması da aslında toplumun en küçük parçası olan aileyi korumaktan çok dini gereklilikleri öne çıkarma çabasının ötesinde değildir. Makalelerde de bahsedilen kanundaki genel ahlak kavramının hukuken bir belirsizlik içermesi ve hakimin benimsediği ahlaki tutum veya görüşe göre ceza verilmesinde yönlendirme sağlayacağı de göz ardı edilemeyen bir başka durumdur. Hukukun kabul ettiği genel ahlak toplum ahlakı kavramlarının çizgilerinin sınırlı ve kesin olması gereklidir. Sonuç olarak; bir toplumsal ahlak kurallarının bireysel alana bireylerin ahlaki tutumlarına veya özel hayatlarına müdahale edilecek şekilde toplumda zarar verilmemesi ve ağır şekilde başkalarının hakkına tecavüz edilmediği halde hukuk eliyle yaptırıma bağlanması kabul edilebilir bir şey değildir.
Toplumsal ahlak kuralları toplumun değerlerinin davranışlara yansıması sonucu ortaya çıkan kurallardır ancak bu değerler genel tavrı yansıtsa da her bireyin ahlak anlayışı kendine özgüdür. Bir kimse için doğru ya da iyi olarak nitelendirilen diğer kimse için tamamen yanlış ya da kötü olanı ifade edebilir. Tabii ki din , ahlak , dil gibi kavramlar toplumu birbirine bağlar ve devletin devamı için fazlasıyla önemlidir. Ancak bu durum bireysel tek tipleşmenin olanaksızlığı göz önüne alınarak hukuk kuralları devreye girmelidir. Nasıl ki her geçen gün dünya değişiyorsa dönemin anlayışı ve ahlak da değişir. Hukuk eliyle dayatma ile bu değişimi önlemeye çalışmak ise sadece baskı doğurur . Hukuk kuralları oluşturulurken toplum göz önüne alınmalıdır ancak her konu da hukukun konusu olmamalıdır. Bazı konular da bireysel ve özel alan olarak kalmalıdır. Bunun sınırını başka bir kimsenin hayatını etkilememe ve zarar vermeme belirlemelidir. Başka bir kimseye zarar vermeyen rızaya dayalı davranışları ahlaksız olarak nitelendirip cezalandırılmamalıdır çünkü baskı baskıyı doğurur ve bunun sınırı belirli bir yerde koyulmazsa insan , insan olmasından kaynaklanan özelliklerini yerine getiremez duruma gelir. Toplumun menfaati bireyin menfaati karşılaştırmasında pragmatist davranıp toplum menfaatini üstün görmek mantıklıdır ancak bireyin ölçüsüz kısıtlanması ise evrensel değerlere aykırıdır. Ayrıca toplum menfaati , genel ahlak , normal olan gibi kavramlar oldukça soyuttur ve yorumlayıcının görüşüne göre anlam kazanan kavramlardır yani kişiden kişiye değişebilir niteliktedirler . Daha kendi tanımı bile açıkça ortaya koyulamayan kavramlar üzerinden kişileri yargılamak ise hukuki güvenlik ilkesinin zedelenmesine yol açar.
Hukuk ve ahlakın değerlendirilmesi konusu 4 soru ile açıklamaya çalışılmış:
1) Hukukun gelişimi ahlaktan etkilenmiş midir?
2) Hukukun tanımında ahlaka ilişkin göndermeler yer almalı mıdır?
3) Hukuk ahlaki eleştiriye açık mıdır?
4) Bir davranışın ahlaka aykırı olması, o davranışın hukuk tarafından cezalandırılmasını sağlar mı?
Bu sorular genel olarak ders bağlamında sisteme yüklenilen makalelerde yani hukuk felsefesi çerçevesinde sürekli üzerinde durulan konuları içeriyor.
Ahlak ve hukuk alanındaki bu tartışmalarda,
-Hart
-Devlin
-Mill
-Stephen gibi isimler ön plana çıkmıştır.
Ahlaksızlık kapsamında değerlendirilen konular:
eşcinsellik, fahişelik, zinadır.
Hukuk felsefesinin bu konuyla ilgili olan tartışmalarında Devlin ve Hart tartışması gündeme gelmiştir.
Wolfenden komitesi o dönem bu konuyla ilgili olarak rapor yazmış ve eşcinselliğin suç sayılmaması gerektiğini, fahişeliğin ise toplumu rahatsız edecek bir ölçüde olduğunda suç sayılacağını belirtmiştir.
Devlin bu raporu eleştirmiştir.
Daha sonralarda Shaw isimli bir kimse tarafından Ladies Directory adlı, fahişelerin iletişim bilgilerini içeren bir broşür yayınlanmış ve bununla ilgili olarak Lorlar Kamarası ‘ceza hukukunun geleneksel ahlaktan sapanları cezalandıracağını’ belirten bir bildiri yayınlamıştır.
Hart, Mill’in ‘Devlet, toplumun herhangi bir özgürlüğünü hiçbir şekilde baskılamaması gerektiği’ düşüncesini benimsemiş ve o dönem bu bildiriyi eleştirmiştir.
Devlin ise ‘Toplumun uyması gereken ahlaki sınırlar olduğunu, ceza hukukunun ahlak ilkesi üzerine inşa edilmiş olduğunu’ savunmuştur. Ahlaki bağların kopması, kaybolması toplumun parçalanması demektir gibi bir düşünce sunmuştur.
Genel olarak baktığımızda tartışma konusu olan İngiltere hukukunun örf ve adet kuralları üzerine inşa edildiğini ve bu nedenle ahlak ve hukuk alanında Devlin’in durduğu yerde olduğunu düşünüyorum. Nitekim Hart da sonradan ahlakın dayatılması için hukukun baskı aracı olarak görülmesi konusunu desteklemiştir.
Toplumsal ahlak kurallarının hukuk tarafından dayatılması meşrudur, bu konuda Devlin’in görüşlerine kayılıyorum. Ahlak ve hukuk ilişkisini bir kenara bırakırsak ‘toplum, toplum üzerinde’ bir ahlak baskısı oluşturuyor. Yani Mill’in dediği gibi tam bir özgürlük, bağımsızlık oluşturabileceğini düşünmüyorum. Toplum, toplumun ahlakı üzerinde zaten bir baskı oluşturuyor. Kendi toplumumuz bu konuda kendisiyle çoğu zaman çelişen bir durumda. Hukuk ve ahlak ilişkisi de uzun yıllardır birbiriyle anıldığından, ayrışabilecek bir konu olduğunu düşünmüyorum.
Toplumsal ahlak kurallarının hukuk eliyle dayatılması meşru olmayabilir. Çünkü
bireysel özgürlüklerin kısıtlanması sorunu oraya çıkabilir, ahlaki değerler kişiden kişiye değişebilir ve her bireyin kendi yaşam tarzını seçme özgürlüğü vardır. Toplumsal ahlak kurallarının hukukla dayatılması, bireylerin özgürlüklerini kısıtlayabilir ve kişisel tercihlerine müdahale anlamına gelebilir.
Farklılıkların kabul edilmesi gündeme gelebilir, toplumlar farklı kültürlerden, inançlardan ve değerlerden oluşur. Bu nedenle, herkesin aynı ahlaki normlara uyması beklenemez. Bireylerin farklı yaşam tarzlarını benimsemelerine ve ifade etmelerine izin vermek, toplumun çeşitliliğini ve hoşgörüyü teşvik eder. Ancak toplumsal düzenin korunması için hukuk, bir toplumda düzeni sağlamak ve bireylerin haklarını korumak için kurulan bir sistemdir. Toplumun huzurunu sağlamak ve güvenliğini temin etmek için bazı ahlaki kuralların yasalarla dayatılması gerekebilir. Temel hakların korunması, toplumsal ahlak kuralları, genellikle diğer bireylerin haklarını ihlal etmemeyi teşvik eder. Yasalar, bu hakları koruyarak bireyler arasındaki dengeyi sağlar ve hukuki yollara başvurarak hak ihlallerini engeller. Bu gibi sebeplerle toplumsal ahlak kurallarının hukuk eliyle dayatılması meşru olabilir. Bu konu hakkında kesin net karar verilebileceğini düşünmüyorum. Ne direkt evet ne de hayır diyebilirim, ancak iki tarafça korunan menfaatler iç içe şekilde eritilmelidir.
Toplumsal ahlak kuralları, yazılı halde olmamasına rağmen nesillerden beri günümüze kadar gelen ve herkes tarafından kabul edilmiş veya ettirilmiş değer yargılarıdır. İnsanlık tarihinden beri süregelen bir kavramdır, amacı düzeni sağlamak olduğu için bir nevi toplumun içinde yaşayan hukuk da diyebiliriz. Toplum, tabiiyetinde bulunduğu devletin normlarına uyduğu gibi; bir düzen içerisinde hep beraber yaşamak için gerekli olan ve atalarından miras kalan bu değerlere de uyar. Bu değerlere sadık kalınmasıyla toplum varlığını devam ettirir. Aksi halde hep kargaşa hakim olur. Bir yandan bireyi koruyan bir yandan da bireyin topluma karşı davranışlarını sınırlandıran bu değerler düzeni sağlar. Toplumsal ahlak kurallarının hukuki olarak müeyyidelendirilmesi ise toplumun ahlaki değerlerinin durumuna göre değişiklik gösterir ve çelişkiler ortaya çıkarabilir. Çünkü toplumsal ahlak kuralları dediğimiz değerler, toplumdan topluma değişiklik gösterir. Bir davranış bir topluma göre takdir edilirken, başka bir topluma göre kınanabilir hatta suçun doğmasına bile sebep olabilir. Böyle bir durumda ise toplumlar arasında büyük çatışmalar yaşanır. Bütün toplumlar tarafından kabul edilen ve amacı insanların zarar görmesini engellemek olan elzem ahlak kuralları zaten büyük ölçüde günümüz devletleri tarafından normlaştırılmakla beraber uluslararası sözleşmeler ve insan haklarıyla güvence altına alınmıştır. Hayat koşullarının sürekli değişmesi hukuku da yaşayan bir kavram haline getirmiştir. Bu nedenle olası ihtiyaçlar halinde toplumun genel geçer ahlaki değerlerinin, bireyi birey yapan unsurların ihlal edilmemesi şeklinde hukuk düzeni tarafından da dayatılabilir. İnsancıl bir şekilde yaşama ve düzeni sağlama temelinde uygulanabilir.
Çocuk Düşürtme veya Düşürme Suçu TCK 99. ve 100.maddelerindeki bir diğer ismiyle de kürtaj suçundan örnekleyerek yorumlayacağım.
Bu suçu tipik olarak ahlakın hukuk olarak dayatılmasına örnek olarak verebiliriz. Bu örnekteki gibi ahlakın hukuka ve mevzuata doğrudan yansımasının tehlikeli olduğunu düşünüyorum.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kürtaj hakkında verdiği
kararlarının genel eğilimi de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (AİHS) taraf
olan devletlerin iç mevzuat düzenlemelerine bırakma yönündedir.
Hart’a göre de ahlakın dayatılması hukukun işi değildir. Kanaatimce de olması gereken hukuk bakımından doğru olan budur.
Belli bir davranışın ortak standartlara göre ahlaka aykırı olması, bu davranışı hukuk tarafından cezalandırılabilir kılmayı meşrulaştırmaya yeterli midir? diye soruyor Hart.
Ahlak ve hukukun birbiri arasındaki etkinin minimum dereceye kadar inmesinin doğru olacağını düşünüyorum.
Hukukun temel işlevi bireylerin özgürlük ve eylemlerini düzenlemektir. Ahlak kuralları ise bireylerin iç dünyasına ve vicdanına hitap eder. Bu nedenle ahlakı hukuk eliyle zorunlu kılmak, hukukun alanını aşar ve bireylerin özgürlük alanını daraltır.
Ahlak kuralları zamana, kültüre ve bireylerin değer yargılarına göre farklılık gösterir. Hukuk kurallarının ise genel, istikrarlı ve öngörülebilir olması gerekir. Ahlakı hukukun konusu haline getirmek, hukuku keyfi ve değişken kılar.
Bireyler ahlaki kurallara uyup uymamakta özgürdür. Ahlakı hukuk eliyle dayatmak, bireyleri vicdan ve ahlak anlayışlarına aykırı davranmaya zorlar. Bu da bireysel özerkliğe aykırıdır.Ahlak hukuktan farklı bir norm alanıdır. Ahlakı hukukun konusu yapmak, hukukun kendi alanını aşması anlamına gelir. Hukuk, ahlaka uygun düşmeyen pek çok alanda geçerli olabilir.
Hukukun görevi bireysel özgürlükleri korumak ve düzenlemektir, ahlakı zorunlu kılmak değil.
Bir çekiçle kağıdı kesemezsin, bir makasla çiviyi çakamazsın.
Toplumsal ahlak kurallarının hukuk eliyle dayatılması konusunda Devlin bu dayatılmanın meşru ve gerekli olduğunu savunmuştur.Toplumda bulunan ortak değerlerin korunması gerektiğini söylemiştir.Toplumun değerlerine aykırı hareketlerini ahlaki çöküşe yol açacağını söyler.İşte bu nedenle de hukukun müdahale etmesi gerektiğini söylemiştir.Bu görüşe katılmamaktayım.Bir davranışın toplumun çoğunluğuna göre ahlaka aykırı olması cezalandırılmak için yeterli değildir ve bu cezalandırmayı meşrulaştırmamaktadır.Ahlak dediğimiz şey kişiden kişiye tarihten tarihe toplumdan topluma değişen bir kavramdır bu yüzden de herkesin aynı değerlere sahip olmasını bekleyemeyiz.Bazılarına doğru gelen bir davranış bazıları için doğru olmayabilir,hukuk bu durumda toplumun çoğunluğunun değerini hukuk eliyle bireylere dayatmamalıdır.Hart ise bu konuda farklı düşünmektedir.Kişilerin özel hayatlarına ve tercihlerine müdahale etmek için daha fazlasına ihtiyaç olduğunu söylemektedir.Bu yüzden de bu dayatma ona göre meşru değildir.Ben de meşru olmadığı görüşüne katılmaktayım.Katılma sebeplerimden biri bireysel özgürlüklerdir.İnsanların yaşam tarzları,tercihleri ve değerlerine karışılmamasını gerektiğini düşünmekteyim.Bireylerin tercihleri toplumun işleyişine doğrudan tehdit olmadıkça yaptırıma veya müdahaleye tabi tutulmamalıdır.Başka bir sebepse yazının başında bahsettiğim gibi ahlakın göreceli olmasıdır.Eğer biz toplumsal ahlak kurallarını insanlara hukuk eliyle dayatırsak ahlaki farklılıklara saygı duymamış oluruz.Bireylerin kendi değerlerine göre yaşamaları hukuk devleti ilkesinin bir gerekliliği olduğunu düşünüyorum.Demokratik bir ülkede bireyler başkalarının ahlaki değerlerine göre yaşamakla zorunlu kılınmamalıdır.Bu yüzden de bu dayatmanın meşru olmadığı kanısındayım.
Toplumsal ahlak kurallarının hukuk eliyle dayatılmasını kabul etmek bana göre hukuku yalnızca ahlakı gerçekleştirmek için bir araç olarak görmekten başka bir şey değildir. Bu düşünce ile hukukun bağımsızlığı ve üstünlüğü zedelenir. Ancak bu demek değildir ki hukuk tümüyle toplumun ahlak anlayışından bağımsız hareket edecek. Hart’ın da söylediği gibi toplumun, hukukun başkalarına zarar verici fiilleri yasaklamasını yansıtan ve tamamlayan bir ahlak olmaksızın var olamayacağı açıktır. Bana göre Mill’in zarar ilkesi ve Hart’ın Mill’e katılan görüşleri mantıklıdır. Toplumda ve aslında sadece bir toplum için değil, evrensel olarak ahlaken insanların göz yumamayacağı fiiller vardır. Bu fiiller başkalarına zarar verdikleri için evrensel olarak insanları rahatsız eder. Örnek olarak insan öldürmek, yaralamak, işkence, tecavüz fiilleri verilebilir. Fuhuş veya eşcinsellik gibi fiiller insanların kendi özgürlük alanlarında ve başkalarına zarar vermeden vuku bulur. İnsanların kendi istekleriyle ve başkalarına zarar vermeden veya toplum düzenine tehdit oluşturmadan yaptıkları davranışlar sırf diğer insanların veya toplumun genel ahlak anlayışına uymuyor diye cezalandırılamaz. Bu şekilde bir cezalandırma bireyin özgürlüğünü reddetmek olur ve hukuk kişi özgürlüklerini korumak için vardır. Kişi ortak ahlak anlayışını benimsemiyor olabilir. Ahlak anlayışı kişiden kişiye, toplumdan topluma farklılık gösterebilir. Devlin’in söylediği gibi ceza hukukunu salt olarak ahlak ilkesi üzerine inşa etmek hukuku sadece ahlakı gerçekleştirmeye yarayan bir araç haline getirir ki bunu kabul etmek mümkün değildir. Birisini bir insanı öldürdüğü için cezalandırırken bir başka kişinin yaşam hakkına tecavüz etmesini gerekçe gösteririz. Devlin’in savunduğu gibi başkalarına zarar vermeyen ötenazi, intihar, kürtaj gibi fiilleri cezalandırırsak cezalandırdığımız ana düşünce ne olacaktır? Kişinin kendi iradesiyle karar verip başkasına zarar vermeden uyguladığı fiilini mi cezalandıracağız? Hukuk kişilerin birbirlerinin haklarına tecavüz etmelerinin önüne geçmek için vardır ve her türlü ahlak anlayışından bağımsız ve üstündür. Ahlak kuralları hukuka uygun düştüğü ölçüde uygulanabilir niteliktedir.
Toplumsal ahlakın korunması için hukukun bu kuralları dayatması gerekir çünkü toplumun düzenini sağlamak ve insanların birbirlerine zarar vermesini önlemek için belirli ahlaki değerlerin yasalarla desteklenmesi önemlidir. Bu durum toplumun bir arada yaşamasını kolaylaştırır ve bireylerin güvenliğini ve refahını sağlar ayrıca bazı ahlaki kuralların hukuki olarak dayatılması insan haklarının korunmasını da amaçlayabilir.Bu açıdan evet, meşrudur.Diğer bir açıdan ise meşru değildir. Bireylerin özel hayatlarına ve özgürlüklerine saygı duyulmalıdır.Bireylerin ahlaki tercihlerinin kişisel özgürlüklerine zarar vermedikçe devletin müdahale etmemesi gerektiği düşünülür çünkü hukukun bu alana müdahale etmesi toplumsal ahlaki normları belirleme konusunda keyfiliğine yol açabilir.Bu görüşe göre ahlaki değerlerin bireyler arasında diyalog ve anlayış yoluyla yayılması,benimsenmesi gerekir.Bu görüşler çerçevesinde yasaların belirli ahlaki değerleri koruması ve insanların haklarını güvence altına alması gerektiği gibi bireylerin özgürlüklerine saygı duyulması ve hukukun ahlaki tercihlere keyfi müdahalesinden kaçınılması da önemlidir.
Toplumsal ahlak kurallarının hukuk eliyle dayatılması meşru mudur? Evetse hangi temelde? Hayırsa, neden değil?
toplumsal ahlak kurallarının hukuk yoluyla uygulanması kanaatimce meşru olmaktadır, insanlar toplumda belirli bir düzen , istikrarın ve devamlılığını sağlanması için ahlaki değerlerin korunması büyük rol almaktadır. Toplumsal düzenin korunması, bireysel hakların ve özgürlüklerin korunması kamu düzeninin devamlılığı ön planda olması gerekmektedir. Hakimin, Belediye başkanı arkadaşını ziyaret etmesi, normal bir durum olarak karşılanabilir lakin siyasi bir şekilde sosyal medya aracılığıyla bunu paylaşıp kutlaması, ya da makamlarında hayırlı olsun ziyaretinde bulunmasının yargı etiği ilkelerine uygun olmamaktadır, Hakimlerin yargı etiğine ters düşmektedir.
bir diğer karada da Hakimlerin, avukat tavsiye etmesi, avukatlara yol göstermesi , referans olması da hakimlerin tarafsızlık ve dürüstlük etik değerlerine aykırı düşmektedir. Tavsiye edilmesi hakimin yapması gereken bir işi değildir.
tavsiye üzerine bulunan avukata da hakimin ne kadar tarafsız davranacağı tartışma konusu olmaktadır. Etik değerlere ters düşmektedir, Hakimin izlenmesi gereken yolu, tavsiye niteliğinde yol göstermesi yargı etiğine aykırı düşmektedir
Bu konulardan yola çıkarak şunlar söylenebilir, Hukuk suçlu davranışları engellemek ve toplumsal düzeni korumak için kullanılmalıdır. Bunun içinde (ahlak) etik değerlerle dayatılması meşrudur.
Toplum olarak adlandırılan kişiler topluluğu içinde bölgesel ve sosyal olarak farklı alt gruplar bulundurur. Bu alt gruplar yaşam tarzları, etnik yapılar, siyasal tercihler, bölgesel adetler ve kültürel değerler bakımından farklılıklar barındırır. Bu farklılıkların bir yansıması olarak ahlak kuralları arasında çeşitlilik görülmesi doğal bir sonuçtur. Aynı hukuki korunmayı talep edicek ve aynı kuralların denetimi altında yaşamakta olan toplumlar için alt toplulukların kapsanması gerekliliği, varolan hukuğun korunması ve gelecek yeni hukuki düzenlemelerin uygulamaya geçisi safhasında önem arz etmektedir. Bu noktada hukuki kurallar içine ahlaki kuralların enjekte edilmesi toplumun içinde barındığdığı alt toplulukların tümü dahilinde kabul görmediği sürece doğru bir yaklaşım olmaz. Kabul görme açısından, toplum dinamikleri sürekli değişkenlik gösterdiğinden, gelip geçer olarak görülmeyen adetlerin dahi yeterli zaman geçmesi sonucu değişime uğrama potansiyeli barındırdığından, genel kapsayıcı ahlak kuralları saptamak düşük bir gerçeklik payı taşımaktadır. Netice itibariyle ahlak kurallarının hukuki alt yapı sağlanmak kayıdıyla dahi olsa, topluma dayatılması yanlızca normu koyan otoritenin ilgili süreçte esas aldığı alt topluluğun kaidelerini barındırmaktan ibaretliği sebebiyle kişilerin zaten sahip olduğu kabul edilmiş olan eşitliği ve korunuyor olması durumu tehlike altına girer.
Ahlak nedir ile başlamak konun özüne inmek için büyük yol kat edilmesini sağlayacaktır diye düşünüyorum , bu bağlamda en dar anlamı ile neyin doğru neyin yanlış sayılması gerektiğini anlamak yanlış olmayacaktır. Bence bunun toplum eli yapılmış (belli şartlar altında ve belli zamanlarda ki bunların özüne inmek gerekir), hali hazırda da geçerliliğini koruyan basmakalıp kurallara dönüşmüş haline ise toplumsal ahlak kuralları diyebiliriz . Peki toplumsal ahlak kurallarının içeriği nedir? Aristo’ ya göre; “ İnsan politik bir hayvandır. Diğer insanlar ile birlikte yaşayabilmesi ve doğasının karanlık taraflarını bastırabilmesi için bir adalet sistemine ihtiyacı vardır. ‘’ Buradan yola çıkarak toplum ile uyumlu yaşayabilmemizin davranışlarımız üzerindeki özgürlüğümüzü kısıtlayıcı birtakım kurallara bağlı olduğunu söyleyebiliriz, fakat asıl soru burada başlar. Bu kuralların sınırları nedir ya da bu kuralların içerikleri nelerdir? Buna kim neye göre karar verecektir?
Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne adlı eserinde; bir çağrı dile getiriyor. “Ahlaki değerlerin bir eleştirisine gereksinimiz var ve öncellikle bu değerlerin değerlerini şüpheli görmemiz gerekiyor” Bunun için içlerinde yetiştikleri, altlarında geliştikleri ve yer değiştirdikleri koşulları bilmemiz gerektiğini ekliyor. Benim açımdan halihazırda toplumda var olan ahlak kavramına yaklaşım bu şekilde gelişmelidir keza sorgulamadan benimsenen şeyin topluma getireceği fayda da şüphelidir. Bu bağlamda toplumsal ahlak kurallarının toplumu etkilemesi adına ideale en yakın bulduğum düşünce John Stuart Mill’in “Medeni bir topluluğun her hangi bir üyesi üzerinde , onun arzusuna rağmen, kuvvetin haklı olarak kullanılabileceği tek yer başkalarına gelecek zararı önleme noktasının olduğu yerdir; ” düşüncesi ile bütünleşebilir . Şimdi günümüz popüler ahlak yargılarına değinip asıl sorumuza cevap arama noktasına gelebileceğimizi düşünüyorum. Eşcinsellik , fahişelik ve zina kavramları özellikle günümüz siyasal -sosyal hayatı derinden etkileyen kavramların başında geliyor ve bu kavramların ahlaktan öte salt cinsel ahlakla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu noktada özel hayatın gizliliğine vurgu yapıp toplum içerisinde alenen başkasının özgürlük alanına müdahil olmadığı sürece kişilerin tercihlerinin toplumsal ahlak kuralı adı altında hukuk eli ile dayatılmasının meşru olmadığı kanaatindeyim.
Toplumsal ahlak kuralları, hukuk eliyle meşrulaştırılmalı mıdır?
Bu sorunun cevabını ararken makalelerde ki özellikle Hart ve Devlin’in tartışmasında eşcinselliğin, fuhuş ve zinanın suç sayılması gibi somut emarelere dayanılarak değerlendirilmiştir. Ben de ilk olarak bu şekilde değerlendirilip daha sonradan daha farklı toplumsal ahlak kuralları yönünden de değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu değerlendirmeden önce toplum bazında genel olarak ahlaksızlık olarak sayılan bu eylemlerin ortaya çıkış noktasını anlamlandırmak gerekmektedir. Ahlak kuralları genel olarak, din kurallarının getirdiği emirlerle ortaya çıkan kurallar olup, değerlendireceğimiz bu somut örneklerin de ahlaksızlık olarak sayılmasının en önemli nedenlerinden birisi din kuralları tarafından yasaklanmasıdır. Bu bağlamda bu kuralların toplumsal olmasını sağlayan faktörde din kurallarınca yasaklanmasıdır. Eğer zinanın suç sayılması önermesinden gidecek olursak, bu durum sorumuzu sadece toplumsal ahlak kuralları bağlamında değil aynı zamanda din kuralları bağlamında da meşrulaştırılmasını sorgulamaya evriltmektedir. Bu bağlamda din kuralları niteliği itibariyle sadece kendine inanan insanları bağlayan kurallar olduğu için, içinde yaşayan bütün toplumu bağlayan hukuk kuralları bağlamında uygulanmaması gerekmektedir. Aynı durum sadece din bazlı kuralları değil aynı zamanda din bazlı olmayan toplumsal ahlak kurallarını da bu ölçüde kapsayacaktır. Şöyle ki, ahlak kuralları da nitelikleri itibariyle bireysel kurallar olup kişiden kişiye göre değişiklik gösteren kurallardır. Bu kuralların toplumun çoğunluğu tarafından kabul edilmesi onları meşrulaştıramaz. Meşrulaştırdığı taktirde insanların bireysel özgürlüğü büyük ölçüde sınırlandırılmış olacaktır ki bu durum modern hukuk sistemlerinin varlığınına zıt bir durum oluşturacaktır.
Sonuç olarak, toplumsal ahlak kuralları kişiden kişiye göre değişen kurallardan olup bu kuralların hukuk eliyle meşrulaştırılması hukukun temel ilkelerinden ve varlık amaçlarından olan bireysel özgürlüğü sağlamaya karşıt bir durum oluşturacaktır.
Kanaatimce toplumsal ahlak kurallarının hukuk eliyle dayatılması meşru değildir. Şöyle ki;
İnsan, akıl ile çevresindeki tüm varlıklardan farklı ve üstün bir yaratılışa sahiptir. Akıl insana, kargaşa ve anarşi ortamında yaşayamayacağını; canının, malının, ırzının, dininin ve aklının yani en temel haklarının korunabileceği bir düzeni tesis etmek zorunluluğunu idrak ettirmiştir. Bu düzen ise sosyal hayata ilişkin normların bütünü tarafından sağlanmaktadır. İşte hukuk ve ahlak bireyin davranışlarına yönelik ve toplumun barış, güven ve esenlik içerisinde bir arada yaşamasını sağlamak üzere kurallar içerir.
Sosyal ahlak kuralları çoğunlukla, hukuk kuralları olarak kanunlarda düzenlenmektedir. Medeni kanunlarda, ticaret kanunlarında, ceza kanunlarında belirlenen birçok kural ahlaktan kaynaklanmaktadır. Ancak hukuk ve ahlak bütünüyle ortak düzenleme alanını içermez. Hukukun ahlakla ilgisi olmayan hatta ahlakla çatışabilecek potansiyele sahip olan kurallarından da bahsedilebilir.
Hukuk, bir normu ortaya koyarken bunun toplum içerisindeki karşılığına bakarak ve adaleti sağlamak amaçlarına yönelmelidir. Aksi takdirde, hukuka uygun davranmak noktasındaki genel kanı yani hukuku ihlal etmemenin ahlaki bir yükümlülük olduğu inancı sarsılabilir. Bu inancın sarsılması ise hukuka aykırı davranılmasına ve suç oranlarında artışa sebep olabilir. Esasen hukuk kurallarına uymak, cebre maruz kalma korkusundan değil de sırf hukuka uygun hareket etmenin ahlaki bir yükümlülük,bir erdem olarak görülmesinden ileri geliyorsa ahlakın hukukiliğinden bahsedilebilir.