Bu hafta derste adalet teorilerine giriş yapacağız. Bu bağlamda, genel olarak adalet kavramı ve Platon ve Aristo’nun adalet anlayışlarına değineceğiz. Bu bağlamda aşağıdaki makalelerin okunması ve 17 Mayıs Çarşamba saat 18:00’e kadar görüş, eleştiri ve değerlendirmelerin gönderilmesi gerekmektedir.
Platon adaleti bütün bir varlık alemini ayakta tutan bir sütun şeklinde tanımlamaktadır. Platona göre adaletin sağlanabilmesi için sınıfsal devlet şarttır. Devlet katı sınıfsal bir yapıya sahiptir ve sınıflar arası geçiş mümkün değildir. Sınıflar arası geçiş adaletsizliğin sebebidir.
Ancak Platon’un öne sürdüğü bu durum adaletsizliğin kendisidir şeklinde eleştirilmektedir.
Platon kendisi tarafından ortaya atılan devlet modelinin mükemmel olduğu inancındadır ve bu devletin en önemli özellikleri bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adalettir. İlk üç kavram kendi devletinde tam olarak görmektedir. Bilgelik aklın kullanılması, cesaret ise iradenin karşılığıdır. Bu üç kavram arasındaki hiyerarşik düzenin bozulmasıyla adaletsizlik gerçekleşmektedir.
Bu düşünceler ışığında Platon “herkesin kendi üzerine düşeni yapması ve kendi payına sahip olması’ şeklinde adaleti tanımlamaktadır. Yani bir üstteki ya da alttaki sınıfın birbirinin işine karışmaması, her vatandaşın toplumda üzerine düşeni yapması, başkalarının işine ve kimin idareci olup olamayacağı sorusuna ile bir toplum ancak sağlıklı ve mutlu olabilir karışmamalıdır. Çünkü akla göre davranmak bunu gerektirmektedir.
Devletin kuruluşunda adaleti bulduğuna inanan Platon, bu adalet kavramının insan ruhunda nasıl
Devlet de olduğu gibi insan ruhunda da bilgeliğe, cesarete ve akla denk gelen üç farklı alan söz konusudur.Bilgelik ve cesaret ruhun belirli bölümleridir; ölçülülük ve adalet ise bölümler arası ilişkileri düzenlemektedir.
Adalet yansıması Platon’da ilk etapta iki şekildedir. Toplumsal adalet ve Bireysel adalet.
Platon devletle insan yapısı arasında bir paralellik kurduğundan dolayı onda adaletin devletteki yansıması, adaletin bireysel yansımasından daha önemlidir.
Adil bireylerden oluşan toplum ya da devlet de kendiliğinden iyi ve adil bir devlet olur. İnsan iyi olarak yaratılmıştır, aklı sayesinde iradesine ve içgüdüsüne sahip olabilir. Bu bireylerden oluşan toplum yapısı da aynı özellikleri göstereceğinden toplumda da adalet sağlanmış olur.
Aristoteles adalet konusunu politik ve apolitik adalet olarak ele almaktadır.Apolitik adalet tanımlanması gerekmeyen, özgür serbest adalettir. Aristoteles politik adalet ile ilgilenmektedir. Çünkü bu vatandaşın muhattap olduğu adalettir.Yasalara uymamak, onu kendi çıkarlarına göre kullanmak ve dolayısıyla bu şekilde bir eşitsizlik yaratmak adaletsizlik, yasalara uygun davranmak ve eşitliği bozmamak ise adalettir. Toplum yasalara itaat ettiği sürece mutludur. Toplum için yasalara itaat edilmelidir. Evrensel adalet, felsefenin konusunu oluşturur fakat özel adalet bireyler arası adalettir. Bu da paylaştırıcı ve düzeltici adalet şeklinde açıklanmıştır.
Paylaştırıcı adalet, herkesin üzerine düşeni yapması, yani devlete karşı vazifesini yapması ile bunun karşılığını alması üzerine kurulmuş bir düzendir yani toplumsal nimetlerin sosyal statüye, topluma yapılan katkıya göre dağıtılmasıdır. Normal bir toplumsal yaşamda ortaya çıkacak olan onur, para ve diğer değerlerin dağılımında kendisini gösterir.
Böyle bir dağılımda herkes aynı oranda dağıtılan şeylerden yararlanmayabilir. Kimisi daha çok alırken kimisi de daha az alır. Burada söz konusu olan bireyin toplumsal statüsü ve konumuna göre değişen bir adalet çeşitidir.
Düzeltici adalet ise mevcut duruma göre aksayan şeyleri düzelterek bozulan adaleti yeniden inşa etmek ve adaletsizliği gidermektir. Bu insanlar arasındaki ilişkileri en doğru bir biçimde belirlemeye çalışan adalet çeşididir. Diğer bir ifadeyle bireylerin devlete hizmet ettiği şeylerle devletten hizmet olarak aldığı şey arasında karşılıklı bir ilişki vardır. İlki paylaştırıcı adaletle, ikincisi ise düzeltici adaletle ilgilidir.
.
Felsefe ve hukukun ana problemlerinden biri olan adalet tanımını, felsefede ilk Platon yorumlamış, adalet güçlünün işine gelen değil adalet bir toplumda herkesin üstüne düşeni yapmasıdır demiştir. Platona göre adalet, bütün erdemlerin üstündedir ve diğer erdemleri de içinde barındırır.
Platon, önce toplumun kurulduğunu daha sonrasında ise devlet-toplum kavramının geliştiğini, sınıf kavramının ortaya çıktığını ve bu düzenin nasıl sağlanacağını anlatıyor. Bu düzen sağlanmazsa adalete ulaşılamayacağını söylüyor. Platon ortaya koyduğu devlet modelinin mükemmel olduğu düşüncesindedir ve bu devletin en önemli özellikleri bilgelik-cesaret-ölçülülük-adalettir. Platon oluşturduğu devlet modeliyle, devleti aşırı yüceltmiş ve bireyi onun içinde eritmiştir. Hem devlet bazında hem toplum bazında incelediği adalet kavramının toplum kısmını feda etmiştir.
Thomas Hobbes’a göre adalet, insanların yaptıkları anlaşma yasalarına uymalarıdır. Adalet kavramını devletin otorite gücüyle bağdaştırmış ve devlet otoritesi yoksa adalet yoktur demiştir.
John Locke insanların özgür ve eşit olduğu zaman, malına mülküne, canına sahip çıkıldığı zaman adaletin varlığından bahsedildiğini söyler.
Leibniz adaleti kimseye zarar vermeden, herkesin hakkını teslim ederek, doğru ve dürüst yaşamakla tanımlar.
J.S. Mill ise adaleti yarar ile bir tutmuş ve bir şey yararlıysa adaletli, adaletliyse yararlıdır demiştir. Bir yarar sağlanmıyorsa adaletten söz edilemeyeceğini söylemiştir.
Bu görüşlerden Hobbes’un devlet otoritesi sayesinde adaletin var olması düşüncesine baktığımda, bunun gerçek bir adalet sağlayabilmesi için devlet otoritesinin daha farklı bir düzende olması gerektiğini düşünüyorum. Yani otoritenin başındaki kişinin herhangi bir ayrım gözetmeksizin devlet sınırları içindeki ve hatta dışındaki herkese karşı eşit olmasının mümkün olduğu zaman Hobbes’un adalet kavramının gerçeklik sağlayabileceğine inanıyorum. Dolayısıyla bu hiç gerçekleşemeyecek bir düşünce… Yine Mill ’in görüşüne göre yarar ve adalet kavramlarının her zaman birlikte anılmasının mümkün olmadığını ve zaten doğru da olmadığını düşünüyorum, yarar bir anlamda menfaat kavramıyla örtüştüğünden, herkesin menfaatinin sağlanması her zaman adaletli olmayabilir.
Platon’un katıldığım görüşü, adaletin diğer bütün erdemleri içinde barındırıyor olmasıdır. Hakikaten adalet kavramı çok önemli ve temel bir kavram. Ama devlet ile anılmasını bir kenara bırakalım gündelik hayatımızda, hiyerarşi içinde bulunulan her yerde, astın ve üstün olduğu her konumda adaletin sağlanmasının zor olduğunu netlikle görebiliyoruz.
ADALE(T) NEDİR?
Platon’un adalet teorisi, Devlet eserinde biraz daha detaylı bir şekilde açıklamaktadır. Eserde, adalet kavramı bireysel düzeyden değil de aslında biraz daha toplumsal, herkesi kapsayacak bir şekilde aktarmakta , Platon’a göre
bir toplumda adaletin sağlanması için insanların doğasına uygun bir şekilde görevlendirilmesi , onlara uygun olan işin verilmesi gerekmekte olduğunu savunmaktadır, Eğer bir kişi doğasına uygun olmayan bir görevi üstlenirse, toplumda dengesizlik ve adaletsizlik ortaya çıkması kaçınılmazdır, Platon’un en çok vurgu yaptığı bir diğer konular ise timokrasi yani parası ve gücü olanın yönetimde kalması ise adaleti, dengeyi ve düzeni bozmaktadır. Tiranlık bağlamında ise Hukuku saf dışı bırakarak tek bir kişinin yönetimine tabi olan durumdur. Platonda bu görüşe karşı çıkmıştır, Hukuku yaratan kişi eğer adalete sahip olmaz ise, verilecek kararlar uygulanacak yöntemlerde eşit ve adaletli olamayacaktır. Platon’un aktardığı çoğu görüş doğru bir yöntemdir.
Platon’a göre adalet, toplumun temel prensiplerinden biridir ve ideal bir devlette adalet toplumun tüm kesimlerinde bulunmalıdır.Ona göre herkes kendi doğasına ve yeteneklerine uygun olarak toplumda yer almalı ve görevlerini yerine getirmelidir bu şekilde her birey kendi alanında en iyi şekilde hizmet ederken toplumun dengesi ve düzeni sağlanır. Platon’a göre adalet farklı sınıflar arasında hakça bir ilişki ve denge kurulmasıyla gerçekleşir.Aristo’ya göre adalet, herkese hak ettiği şeyi vermek anlamına gelir. Ona göre adalet iki temel kavram üzerine kurulur.Genel adalet (evrensel adalet) ve özel adalet .Genel adalet, yasaların ve toplumsal düzenin adaletidir. Özel adalet ise insanlar arasındaki bireysel ilişkilerde hakça davranmayı ifade eder. Aristo’ya göre adalet eşitlik ilkesi üzerine kurulmalıdır kişiler eylemlerine ve katkılarına göre hak ettikleri değeri almalıdır.Platon ve Aristoteles Antik Yunan felsefesinin en önemli filozoflarındandır her ikisi de adalet konusunda önemli düşünceler ortaya koymuşlardır.Her iki filozof da adaletin önemini vurgular ancak farklı yaklaşımlara sahiptir.
İnsanlar yüzyıllardır neyin adil, neyin doğru olduğunu tartışarak adalet kavramına farklı bakış açıları kazandırmışlardır. Halen de gelişmekte olan bir kavramdır. Bu yüzden de tüm dünyada kabul gören, genel-geçer bir adalet tanımını yapmak mümkün değildir.
Adalet nedir/ne olmalıdır? sorularına dair ortaya çıkan teorilerin hepsine de adaletsizliğe maruz kalınması sayesinde ulaşılmıştır. Zaten adaletsizliğin olmadığı yerde adalete de ihtiyaç duyulmaz. Başka bir deyişle adalet bir ideal, adaletsizlikse realitedir.
Adaletin egemen olmadığı, aksine güç tutkusunun, güçlünün egemen olduğu, herkesin kendi adaletini yine kendisinin sağlamaya kalkıştığı bir toplumda bozulma ve yozlaşma kaçınılmaz bir gerçektir. İşte, tam da bu yüzden, yani toplumdaki bozulma ve yozlaşmayı önlemek için de devlet adı verilen yapay kurum vardır. İnsanlar da adaleti sağlama yetkisini devlete vermişlerdir. Devleti yönetenler de çıkardıkları yasalarla (hukuk kurallarıyla) toplumsal kuralları düzenler, kurallara uyulmaması halinde yaptırım uygulayarak hem otoritesini ortaya koyar, hem de toplumu oluşturan bütün bireylerin yasalara uymasını sağlayarak toplumdaki adalet dengesini sağlamaya çalışır.
Hukuk ile adalet arasındaki ilişkiye değinecek olursak…
Hukuk, insanlar, devletler veya insanlarla devletler arasındaki ilişkiyi düzenleyen kurallar bütünüdür. Hukuk kurallarıyla bağlı olan devlette yasaları çıkaran yöneticiler de çıkardığı o yasalara bağlı olmak zorundadır. Yasaları çıkarmakla görevli olan yasama organının üyelerini de halk seçer.
Çıkarılan yasalar yargı organlarınca denetlenebilmektedir. Yine bireyler adaletsizliğe maruz kaldıklarını düşündüklerinde haklarını arayabilmek için yargı kurumuna müracaat ederler. Yargı yetkisinin bağımsız ve tarafsız mahkemelere ait olduğu o ülkenin anayasasında teminat altına alınmaktadır.
İşte bu tespitlerde de olduğu gibi, hukuk devleti ilkesinin geçerli olduğu devlette, devlet ile toplumu oluşturan bireyler arasında adil bir denge sağlanmaya çalışılmıştır.
Adalet, hukuka yön verir. Kişilere düşen, hukuku, adaleti sağlayacak hale getirmektir. Bunu da hukukun işleyişindeki yanlışları tespit ederek, bu yanlışları düzeltmek için çözüm yolları üreterek, bu yanlıştan dönmek için harekete geçerek yaparlar. Böylece hem hukuk ile adalet arasındaki ilişkiyi hem de her geçen gün daha adil olmaya çalışan hukuk düzenini korumaya çalışırlar.
Adalet, insanın bireysel ve toplumsal yaşantısında, eylemde bulunurken kendisinin güvende olduğunu hissettirecek bir kavramdır. İnsanın yaşamını sürdürmesi eylemleriyle ve diğer insanlarla etkileşimleri sayesinde olur. Bunun sonucunda bir haksızlık karşısında hakkına kavuşmak, adil olanın ona verilmesiyle mümkün olur. Adaletsizliklerle karşılaştıkça insan, adaleti arama peşine düşmüştür. Bir toplumda yasalar her ne kadar toplumun ihtiyaçlarından doğsa da, yasama faaliyeti güç tekelini elinde bulunduran çoğunlukça gerçekleştirilir. Güç ise, modern devletlerde egemence kullanılır. Egemenin üzerinde başka bir güç yoktur. Tabii hukuk insanın doğası gereği sahip olması gereken hakları insana vermeye hizmet etse de, neticede bu hakları normatif düzende meşru kılan pozitif hukuk, egemenin güç tekelini de beraberinde getirir. Hak ve normun somut olarak var olması, soyut bir kavram olan adaleti her zaman peşi sıra getirmez. Normlaşmış meşru bir olgu bazen adaletsiz sonuçlar doğurabilir. Burada adalet hassasiyet gerektiren bir mefhum olarak kendisini gösterir. Egemen güç ve egemenin etrafında birleşen insanların adalet kaygısı, kendisine itaat eden insanlara göre yok denilecek kadar azdır. Bu sebeple toplumu oluşturan bireyler, yasalaşan hususlar karşısında hakkaniyetli bir biçimde menfaatlerinin korunmasını istiyorsa itaat edecekleri egemeni vicdanlı kişilerden seçmelidir.
ADALET?
Adalet, aslında tanımı çok basit bir şekilde yapılabilecek bir kavram gibi dursa da sandığımız kadar basit ve genel geçer bir tanımı olmadığını daha iyi anlamaktayım. Dersimizin ilk başında hocamızın bize sorduğu ilk soruydu ve ben de -belki de herkes gibi -genel geçer kavramlar kullanarak tanımladım. Aslında adaleti anlamak için adaletsizliği görmemiz gerektiği fikrine katılmaktayım. Adaletsizliği görmeyen biri adalet arayışına girmeyebilir. Mesela bir baba oğlu suçsuz yere hapis cezasına çarptırıldığında adalet arayışında olacaktır. Veya bir sınavda meydana gelen kopya veya mülakat sonrası torpilleri gördüğümüzde adalet arayışına çıkacağızdır. Aslında insan en başta kendine veya bir yakınına adaletsizlik olduğunda adalet arayışına çıkabilir. Burada genel geçer ve kesin konuşmak istemiyorum çünkü bence adalet denen kavramın kesinliği söz konusu değildir. Herkesin adalet anlayışı ve görüşü farklı olabileceği gibi insani duygular ve yarar elde etme düşüncesi de buna etki edebilmektedir. Bu bakımdan adalet, ulaşılması istenen, beklenen ve sonu gelmeyen , nihai bir hedeftir. Hukuk ve adalet birbirini tamamlayan unsurlar olmalıdır adaletsiz bir hukuk düşünülemez. Ama hukuk veya özele indiğimizde yasalar her zaman adil midir? Bu tartışılır, pozitivist hukuk görüşündeki gibi yasa yasadır görüşünü benimsemediğim için her yasa da adildir diyemiyorum. Adalet kavramı yüzyıllardır süregelen teorilerle açıklanan bir kavramdır. Makalelerde yer alan Aristo ve Platon’a dair adalet anlayışlarına değinmek istiyorum.
Platon, hareket noktası olarak ideal devleti ele almıştır ve karışımıza sınıfsal bir devlet modeli çıkmaktadır.Adaleti her grubun kendisine düşen erdemin peşinden gitmesi olarak tanımlar ve bu noktada yöneticilerin -yani filozofların- adil, askerlerin cesur,halkın ise ölçülü olması durumunda herkes hakkı olanın dışına çıkmadığında adalete sahip olunur. Adaletin sağlanabilmesi için ilk koşul akıldır bu da insanda vardır yani adalet insanın kendinden gelen bir kavramdır diğer koşul ise bu adaleti sağlayacak devlettir yönetici güçtür. Ancak tabi ki adaletin uygulanabilmesi için diğer koşul ise özgür olmaktır. Özgür olan insan adaleti ve hak kavramını ayırt edebilir.
Aristo ise Platon’un devlet ideası yerine reel bir devlette var olan adalet kavramını toplumla bir olarak ele alır. Adaleti diğer tüm erdemleri içine alan ve yasalara itaat ile ortaya çıkan en mükemmel erdem olarak tanımlar. Genel anlamda olan adalet hakkaniyete hukuka uygun olandır ancak özel anlamda adalet ise dağıtıcı ve düzeltici yani denkleştirici adalet olarak karşılık bulur. Her ne kadar Aristo etikte altın ortadan bahsetse de adalette altın orta yoktur çünkü eksiksiz olmalıdır .Ancak adaletsizliğin de olması gerekir ki bize adaletin ne olup olmadığını belirtsin. Burada dağıtıcı adalet aslında herkese eşit davran fakat aynı durumda olanlar arasındaki eşitlik söz konusu yani aslında sınıfsal bir ayrım mevcut. Yani nispi bir adalet söz konusu. Denkleştirici adalet ise; şahsi ve özel duruma bakılmaksızın bireylerin aynı işleme tabi tutulmasıdır. Yaşama hakkının ihlalinde denkleştirici adalet devreye girer. İki teoriyi baz alırsak, Aristo’nun adalet teorisi nispi olsa da mutlak adalet anlayışını aramamızı sağlar ve uygulanabilirlik açısından daha elverişlidir. Platonun adalet teorisi gerçekleşmesi güç ve idealar dünyasında bir devlet modeli olarak karşımıza çıkar. Açıkçası tam olarak adalet şöyle sağlanır diye bir teoriyi benimseyememekle birlikte, yazımı Victor Hugo’nun şu sözüyle bitirmek istiyorum; ‘’İYİ OLAN KOLAYDIR, ZOR OLAN ADİL OLMAKTIR.’’
Adalet üzerine herkesin çokça düşünüp tartıştığı bir kavramdır.Özellikle de hukukçuların temel amacı adaleti sağlamaktır .Kesin bir tanımının yapılamayacağını düşünüyorum çünkü adalet anlayışı kişiden kişiye değişebilir bir anlayıştır.Yine de bir tanım yapmam gerekirse bana göre adalet eşitlik ve tarafsızlık ilkelerine uyularak adil karar verme ve insan haklarını gözetmektir.Bir yerde adaletten bahsedebilmek için eşitliğin olması gerekir .Platon’a göre ise adalet herkesin işlevine uygun olarak yerine getirdiği görevlerle ilgilidir.Platon adaletten bahsedebilmek için insanların kendilerine atfedilmiş olan rollere uygun davranmasının gerektiğini söylüyor.Yani toplumun her kesimi kendi işlevini doğru bir şekilde yerine getirirse toplum adaletli hale gelir.Sınıfsal bir bakış açısı olduğunu söyleyebilirim.Kişinin hangi sınıfa ait olduğunu kabullenmeyip, diğer sınıfa geçme talebini ise devlete zarar verme olarak görüyor. Diyor ki; tolumda herkes yerini, haddini bilmeli.Bireylere belli roller biçip onlardan kendilerine atfedilmiş görevleri yerine getirmesini beklersek bireyselliği yok saymış oluruz.Bu sebeple Platon’un adalet anlayışına katılmamaktayım.Eşitlik ilkesine aykırı bir görüş olduğu kanısındayım.Aristo’ya göre adalet hakların insanlara eşit bir şekilde dağıtılmasına dayanır.Aristoya göre adalet 2ye ayrılır:Dağıtıcı adalet ve denkleştirici adalet.Dağıtıcı adalet ,eşit olanlar arasında eşit bir şekilde dağıtılmasıdır.Dağıtıcı adalete ‘sosyal adalette’ diyebiliriz.
Örnek vermek gerekirse Anayasada bulunan vergi ödevi başlıklı maddesi;
‘Herkes ,kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.’
Düzeltici (denkleştici) adalet ise hukuki ilişkideki tarafların eşit muamele görmesinden bahsediyor.
Platon, ideal bir toplumda adaletin, herkesin yerine getirmesi gereken belirli görevlere ve sınırlı bir şekilde özgürlüğe dayandığını savunmuştur. Bu, bireyin yerine getirdiği görevlere bağlı olarak toplumun düzenini sağlamasını gerektirir. Aristoteles ise, adaleti daha çok denge ve orantılılık kavramlarına dayandırmıştır. Ona göre, adaletin temeli, bireylere hak ettikleri şeyi vermektir. Ben Aristotelesin görüşünün daha doğru olduğunu savunmaktayım. Talip Kabadayı, adil bir toplumun, her bireyin eşitlik, özgürlük ve insan haklarına saygı temelinde yaşamasını gerektirdiğini savunmaktadır ki bu görüş temelde bence Aristoteles’inkine çok benzemektedir. G. del Vecchio’nun görüşüne göre, adaletin, hukukun kaynağı ve amacı olduğu vurgulanmaktadır. Adaletsiz bir hukuk; hukuksuz bir adalet düşünülemez. Kemal Gözler hoca adaleti iki farklı hukuk anlayışında değerlendirmiş ve doğal hukuk, evrensel ve değişmez hukuk ilkelerine dayanan bir yaklaşımdır. Pozitivist hukuk ise, mevcut hukuk kurallarına ve devlet otoritesine dayanan bir yaklaşım olarak değerlendirmiştir. Eğer adaletin sağlayıcısı devletse, bu doğru mudur? eğer adaletin sağlayıcısı devlet değilse, adalet nasıl sağlanır? soruları aklıma gelmektedir ancak net bir cevap bulamadım. Sonuç olarak, adalet kavramı, bireylerin haklarının korunması, eşitlik, özgürlük ve toplumsal düzen gibi temel değerlerin sağlanmasıyla ilişkilendirilmektedir. Fakat farklı filozoflar ve hukukçular, adaletin tanımı, kaynağı ve uygulanması konusunda farklı perspektiflere sahiptir. Bu nedenle, adaletin tam olarak ne olduğu konusunda mutlak bir görüş birliği olduğunu söylemek mümkün değildir. Adalet kavramının bu kadar farklılık gösterdiği bir zeminde adaleti sağlama oyunu ne kadar temiz oynanır, bilmiyorum.
Adalet, değişken bir kavramdır. Adalet kavramı topluma ve zamana göre farklılık gösterebilmektedir. Adalet birçok etkene ve değişkene bağlı olarak tanımlanabilir. Günümüzde hala genel geçer bir adalet tanımı ortaya konabilmiş değildir. Bu bakımdan hukuki pozitivizmin benimsediği görecelilik tezi yerindedir.
Bana göre adaletin ne olduğundan bahsedemem ancak adaletin ne olmadığından bahsedebilirim. Adalet bence kesinlikle her durumda katı bir biçimde uygulanacak eşitlik değildir. Ancak yine de kendimi zorlayarak bir adalet tanımı ortaya koymaya çalışsam adaleti, eşit durumda olanlara aynı davranma olarak tanımlardım.
Platon adalet anlayışında adalet, herkesin kendi üzerine düşeni yapması ve kendi payına sahip olması şeklinde tanımlanmıştır. Bence böyle bir tanımlamada sorun yoktur ancak kapsamlı değildir. Gerçekten de insan karşılığını alacağını bilerek bir şey yapar ve bunun sonucunda payına düşeni alması adil olandır. Kölelik gibi durumlar adaletle bağdaşmaz. Ancak Platon’da herkes kendi üzerine düşeni yapıp kendi payına düşeni alırken kimsenin işine de karışmamalıdır anlayışı yanlıştır. Yani vatandaşın devletin hiçbir uygulamasına karışamayacağı yönündeki düşünce doğru değildir. Adaleti yalnızca devletin vatandaşlara verdiği şeyler ve sağladığı imkanlar bazında değerlendirmek en büyük adaletsizlik olur. Devlet çoğunluğun adaletini sağlarken azınlığın adaletini gözetmeyebilir.
Aynı zamanda Platon’daki gibi yalnızca filozofların adalet kavramından bahsedebileceği ve alt sınıflardan yüksek bir adalet beklenemeyeceği düşüncesi yani bu kapsamda toplumsal sınıflaşmayı kabul etmek adaletle bağdaşmaz. Adalet herkes için vardır. Devlet bazındaki adaletinin sağlanmasından daha çok bireylerarasındaki adaletin sağlanması önemlidir.
Aristo adalet anlayışında adalet yasalara uymamak, onu kendi çıkarlarına göre kullanmak ve dolayısıyla bu şekilde bir eşitsizlik yaratmak adaletsizlik, yasalara uygun davranmak ve eşitliği bozmamak ise adalettir şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanım yerinde bir tanımdır. Yukarıda da bahsettiğim gibi objektif bir adalet tanımlaması yapmak nerdeyse imkansızdır. İşte bu yüzdendir ki adaleti objektif düzeyde sağlamaya yarayan yasalara ihtiyaç vardır. Aristo’nun da söylediği gibi bu yasalara uygun davranmak adaleti gerçekleştirmeye yarar. Ancak bu yasaların gerçekten dikkat ve özenle hazırlanması gerekir. Yoksa yasa olarak dayatılan her şey adil olmayabilir. Yasa önünde herkes eşittir ve yasa kişilerin sınıflarına, statülerine bakmaz. Paylaştırıcı ve düzeltici adalet kavramları Aristo’da oldukça açıktır. Gerçekten de kişiler bir zenginlikten hak ettikleri oranda pay almalıdırlar fakat bu kişilerin eşit durumda çaba gösterdiklerine dikkat edilmelidir. Birinin babası şirket sahibi diye daha az çaba göstermesine rağmen daha fazla maaş almasıyla aynı şirkette daha fazla çaba göstermesine rağmen ve aynı işi yapmasına rağmen daha az maaş alan iki kişi arasında adaletten bahsetmek mümkün değildir.
Öteden beri adalet kavramının kastı bağlamında çok sayıda ve özgün görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşler, hukuk düzeninin yegane amacının adaleti sağlamak olduğu kanısında taraftar olan günümüz doktrininin paydaşlarınca yadsınamaz bir değer sahibi olduğundan mütevellit, hukuk felsefesi dersiyle doğrudan ilintili bir sorunsal haline “gelmektedir adalet kavramının içinin ne şekilde doldurulacağı”… Adaletin konusuyla alakalı fikir ihtilafları bir yana dursun, adaletin pratik uygulamaları konusunda da denkleştirici, dağıtıcı ve sosyal adalet konularında da fikir ihtilafları mevcuttur. Derste ortaya konulan perspektif doğrultusunda bir değerlendirmeye gidilecek olursa, ilk olarak her ne kadar uygulamada güçlünün hakkının (veya haksızlığının saman altı edilmesinin) tesis edilmesi yönünde pek çok kabul edilemez örneğe rast gelinse dahi teorik olarak adaletin nihai amacının yalnızca keyfiliğin ve her türlüsünden halkı ve yalnızca halkı değil, bilakis idareyi de uzak tutmaktan ibaret olması gerektiği görüşündeyim. Zira keyfiliğin olmadığı düzenlerde doğal bir akış içerisinde eşitlik ve toplumu tatmin edecek seviyede bir hakkaniyet statüsü dahi bu iki durum aynı anda rahatlıkla tesis edilebilecektir. Bu bağlamda olmak üzere ben, adaletin amacının güçlüyü korumak, mutlak eşitliğin salt olarak sağlanmasını sağlamak gibi kavramlardan bağımsız olduğuna inanıyorum. Eşitlik, adalete ulaşılmak istenildiğinde daima hakkaniyete muhtaçtır. Erdem, özgürlük, fayda, bilgelik, iyilik, onur, ilahilik benzerindeki ilkelerin bırakın pratiği, teorik olarak dahi akıl almaz seviyede soyut kaldığını düşünmekteyim. Dolayısıyla uygulanabilirlikten kati suretle yoksun olan ilkelerin, bir kavramın içinin doldurulmasında kullanılması ziyandan öteye geçemeyecektir.
Adalet nedir ile başlayacak olursak en geniş ve günümüze değin kabul görülen anlamda adil olma durumu , hakka ve hukuka uygunluk diyebiliriz . Adalet kavramı aslında çok eski ve çok geniş bir kavram olup zamana , mekana ve hatta insana göre değişkenlik göstermiştir. Bu kavramı farklı çeşitlerde görmek de mümkün ; ilkel adalet , uygar adalet , dağıtıcı adalet , denkleştirici adalet , sosyal adalet, ilahi adalet gibi . Kavrama şimdi de Aristoteles ve Platon açısından bakalım .
Platon, kendisi tarafından ortaya atılan devlet modelinin mükemmelliğinden bahsedip bu devletin en önemli özelliklerini şöyle sıraladı “bilgelik , cesaret, ölçülülük ve adalet” . Bu kavramları yine sırasıyla “devleti koruyanlarla , savaşçılarla ve onu idare eden hükümetle” eşleştirirken adalet kavramını ise bizzat devletin kuruluşunda buldu. Platon’un devletine baktığımızda katı bir şekilde ayrılmış sınıflarla karşılaşıyoruz . Bu sınıflardan her biri kendine ait olanı yaptığı ve payına düşenden fazlasını istemediği an adalet hakim kılınmış olur diyerek adalet kavramını sınıfsal devlet kavramı ile eşit kıldığını görüyoruz. Yine bu devlette haksızlık kavramını ise haddi aşma olarak tanımladığından yola çıkarak Platon’un devlete mutlak bir itaati istediğini , devleti yüceleştirip bireyi onun içinde erittiğini söyleyebiliriz. Bu anlayış benim adalet anlayışım ve yine bana göre modern toplumun modern ihtiyaçlarına cevap veren adalet anlayışına uzak olması ile birlikte yine farklı ve tam anlamıyla ideali yakalamış bir toplumda uygulanabilir bir model olabilir ama en nihayetinde eksik.
Aristoteles’in adalet kavramının ise paylaştırıcı ve düzeltici adalet kavramları etrafında şekillendiğini görüyoruz (ki bence ideal adalet anlayışı budur) . Ona göre bu ayrım herkesin üzerine düşeni yapması yani devlete karşı vazifesini yapması ile bunun karşılığını alması üzerine kurulmuştur. Aristoteles yasalarla güvence altına alınmış ve polisin in düzenini sağlayan bir ilke olarak genel adalet kavramıyla , bu yasalara uymamaktan kaynaklanan ve mülkiyetin eşit dağılmamasından da ortaya çıkacak olan adaletsizliklerden bahsederek adalet kavramını ceza hukuku ve pozitif hukukun konusu olarak da ele almış ve günümüz, çağdaş adalet anlayışına çok daha yaklaşmıştır.
Adalet kavramı geçmişten bugüne birçok düşünür ve hukukçu tarafından ele alınmıştır. Temel bir örnek vermek gerekirse; Platon’a göre bu kavram, ideal devletin temel ilkesidir. Ona göre adalet, toplumdaki her bireyin yerine getirmesi gereken bir görevdir ve herkesin yerine getirdiği görevler arasındaki uyumla bu süreç tamamlanır. Aristo’nun tanımı daha farklıdır. Aristo’ya göre adalet; insan haklarını korumak ve herkese hak ettiği değeri vermek çevresinde şekillenen bir ilkedir. Ben de kendi adalet tanımımda buradan yola çıktım. Bana göre adalet; eşitlik ve eşit olmayana eşit olmayan muamele olgusuna dayanan, evrensel bir kavramdır. Toplumun her kesiminden insanın ilişkiler kurabildiği bir dünyada yaşamamızdan kaynaklı olarak, eşit olmayana eşit olmayan muamele tanımı toplumsal yaşamda hayati önem taşır. Sosyal yardımdan yargıya, ibadetten kişisel kararlara kadar hayatın her yerinde olması gereken adalet, herkesin içinde bulunması gereken bir duygudur.
ARİSTOTELES – PLATON MUKAYESESİ
Platon sınıfsal bir devleti şart koşar. O, devlet için iyi ve doğru olan birşeyin aynı
zamanda adeletli de olduğu düşüncesindedir. Vatandaşların devlette üç sınıftan birine ait
olmaları hakka ve adalete uygundur. Platon adaletin sadece devlet adamlarında bulunabileceğini düşünürken Aristo devlet adamlarıyla birlikte yargıçlar ve hatta çiftçilerde bile adaletin bulunabileceğini söyler. Aristo insanların bu 3 farklı sınıftan birine girmeye çalışmaları gerektiğini savunur. Platon ise çiftçilerde, işçilerde adaletin olamayacağını varsayar.
Aristoteles’e göre adalet kavramı bütün diğer erdemleri içine alan ve yasalara itaatle ortaya çıkan en tamamlanmış ve en mükemmel erdemdir. Aristoteles iki tür adaletten bahseder. Bunlardan ilki paylaştırıcı adalettir. İkinci adalet türü düzeltici adalettir. Düzeltici adalet şu an yürürlükte olan medeni kanun, ceza kanunu gibi öğeleri kapsamaktadır. Aristoteles’e göre halkın yönetime katılma hakkı vardır
Aristoteles’in devlet anlayışı şahsen çok katıdır sadece belli meslek grupları sayılmıştır halbuki günümüzde yüzlerce meslek çeşiti vardır. O zamanın şartlarına uygun görünse de günümüzde uygulanması mümkün değildir.
Platon daha sert sınıf ayrımlarını öngörüyor adil olma erdemini sadece filozoflara özgü olduğunu belirtiyor. Bu ayrım Platonun düşüncesindeki eşitsizliği apaçık gösteriyor.