12. Hafta Hukuk Felsefesi Dersi

Bu hafta derste adalet kavramı üzerinde durmaya devam edeceğiz ve bu bağlamda John Rawls’un adalet teorisini tartışacağız. Bu kapsamda aşağıdaki makalelerin okunması ve refleksiyon paragraflarının 24 Mayıs Çarşamba günü saat 18:00’e kadar gönderilmesi gerekmektedir.

TOPLUMSAL ADALET NASIL SAĞLANIR? TOPLUMSAL ADALET İÇİN NELER DİKKATE ALINMALI, NELER ALINMAMALIDIR?

“12. Hafta Hukuk Felsefesi Dersi” için 11 yorum

  1. John Rawls sosyal adaleti genel ilkeler bağlamında tanımlamaktadır. Adaleti , hakkaniyeti tanımlamak için insanların içinde bulunduğunu varsaydığı ilk durum halinden yola çıkar. Bu halde insanların hepsi eşit kabul edilir. Cehalet peçesi şeklinde tasvir edilen bu durumda insanlar ırk , cinsiyet , toplumsal statü , hayat görüşü gibi özelliklerinden soyutlanmıştır. Hiç kimsenin kendisi ve diğerinin durumu hakkında bilgisi yoktur. Bu halde adaletin gerçekleşmesi için iki ilke ortaya konmuştur. İlki bireysel özgürlükler bağlamında herkesin eşit olması ve hak , ödevlerin herkesçe kabul edilmesidir. İkincisi ise ekonomik ve sosyal konumdaki eşitsizliklerin kaçınılmaz olduğu gerçeğinin kabullenilmesidir . Ancak bu eşitsizlik en alt tabandaki kişinin ekonomik durumunun değiştirebilme imkanı olması ve en alt tabandaki kişinin eşitsiz bir düzende olduğundan daha fazla imkana sahip olması koşuluyla sınırlandırılmıştır. Bu ilk durum haliyle tarafsızlık sağlanmaya çalışılmıştır. İlk durumdaki insanlar toplumsal bilince sahip makul insanlardır . Makul kişi adalete ulaşmaya çalışandır ve rasyonel kişiden bu yönüyle ayrılır.Rawls ilk durum halinde ortaya konulan sözleşme üzerinden adalet anlayışını biçimlendirmeye daha sonra da bunu siyasal düzen içinde oturtmak ve buna göre bir siyasi teori oluşturmak amacındadır. Rawls teorisine gelen eleştiriler sonucu kendi teorisini kapsamlı halden çıkararak sadece siyasi bir teori haline getirmiştir. Bana göre siyasi bir teori istediği kadar yalınlaştırılsın yine de kapsamlıdır. Çünkü siyaset uygulanacağı kimselerin hayat tarzını etkiler ve sonuçta kapsamlı sonuçlar doğurur bu yüzden bir teoriyi sadece siyasi olarak yorumlamanın doğru olduğunu düşünmüyorum . Rawls’un teorisinin aksine gerçek hayatta insanların makul birey olarak değil rasyonel birey olarak hareket edeceğini düşünüyorum. Temel özgürlüklerin kabul edilmesi herkes açısından istenilebilecek bir durum olabilir ancak ekonomik açıdan eşitsizlikte ilk durum halinde bile insanların ikinci ilkeyi kabullenebileceklerini düşünmüyorum çünkü en aşağı durumda olan insanın durumunu ve haklarının maksimize edilmesini daha üst kısımda olan insanların düşünmesi ve dağıtıcı adaleti kabul etmeleri sadece bir teoride kalacaktır pratikte uygulanması zordur.

  2. Rawls birlikte nasıl yaşayacağımız konusunda özenle ve etraflıca düşünmemiz gerektiğini ifade ediyor. Varoluşumuzu dayanılır kılmamız konusunda iş birliği yapmamız gerektiğini ve bu nedenle yeni ve daha iyi bir toplum tasarlanması gerektiğini söylüyor. Bu yeni toplumda insanların nasıl olacağını bilmeden toplumda yer alacağını söylüyor. Yani kimse zengin-fakir, çirkin- güzel, yetenekli-yeteneksiz olduğunu bilmeden daha hakkaniyetli ilkeler seçerek toplum haline gelecek diyor. Bu işin adalet anlayışını oluşturacağını söylüyor. Ve bunu yaparken de iki temel ilke var: özgürlük ve eşitlik… Rawls’un bu tahlilini doğru anladıysam eğer kesinlikle işlemeyecek bir durum. Çünkü genele baktığımızda özgürlük ve eşitlik kavramları herkesin kendi menfaati ve o anki ruh hali çerçevesinde işleyen kavramlardır. Para, dış görünüş, yeteneğin veya da insanların kendi menfaatlerinin ön planda tutulduğu her dönemde gördüğümüz bir durum olduğundan ayrımcılık yapılmayacağı, söz konusu bile olamaz diye düşünüyorum.
    Rawls hakkaniyet olarak adalet anlayışını savunmuş ve bir toplumun adil olması için gereken tek şey hakkaniyettir, adil bir toplum tüm yurttaşlarının bireysel hak ve özgürlüklerini koruyan ve kaynakların dağıtımının olabildiğince eşit ve hakkaniyete uygun olduğu bir toplumdur demiştir. Bir kurum hakkaniyet ilkelerine bağlı kalırsa adil bir kurum olacağını söylemiştir. Ben hakkaniyet ve liyakat olduğunda adalet dahil bütün sorunların çözüleceğine ancak bunları bir ruhta, bedende barındırmanın zor olduğuna inanıyorum. Bunu tam anlamıyla başarabilen dolayısıyla nefsi ile mücadelesini kazanabilen kişi, insanların gözünde bilgelik seviyesine ulaşmış kişidir.
    Dolayısıyla benim anladığım kadarıyla Rawls, toplumdaki herkesin bahsettiğim bu bilge kişi olmasını hayal ederek adalet temelini oturtmaya çalışmış. Ama insanın içindeki kötü duyguları bastırması, yenmesi çok mümkün değil… bu sebeple Rawls’un adalet teorisinin doğru düşüncelerle kurulduğunu ancak işlerlik kazanmasının mümkün olmadığını düşünüyorum.

  3. Toplumsal adaleti sağlamak için öncelikle adaletin ne olduğunu anlamak gerekir. Adalet, herkese kendi hakkını vermektir. Toplumsal adalet ise toplumdaki bireylerin ve grupların haklarının, özgürlüklerinin ve imkanlarının adil bir biçimde dağıtılmasıdır.

    Platon’a göre adalet, bireylerin kendi doğalarına uygun işleri yapması, toplumun ise üç gruba -filozoflar, askerler, yerleşik halk- uygun görevler vermesidir. Platon’a göre adalet, ruhun erdemlerinden biridir ve hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sağlanması gereken bir idealdir.
    Aristo’ya göre adalet, yasaların eşit olarak uygulanması ve kişilere hak ettiklerinin verilmesidir. Adalet, erdem ile yakından ilgilidir. Kişiler kendilerine düşen görevleri yerine getirmeli ve haklarını talep etmelidir.
    John Rawls’a göre adalet, eşit ve özgür bireylerin rasyonel tercihleriyle ulaşabilecekleri bir noktadır. Bu noktaya “adaletin perdesinin arkasındaki konum” denir. Bu konumdan yapılan tercihlerde, kişiler kendi çıkarlarını değil, en dezavantajlı grupların çıkarlarını dikkate alırlar. Böylece sosyal adalet sağlanır.

    Toplumsal adalet sağlamak için bazı temel ilkeler dikkate alınmalıdır:

    1. Hukukun üstünlüğü: Toplumda herkes hukuk karşısında eşittir. Yöneticiler de dahil olmak üzere kimse hukukun üzerinde değildir. Keyfi uygulamalara izin verilmemelidir.

    2. Anayasal demokrasi: Demokratik bir anayasa, temel hak ve özgürlükleri güvence altına almalıdır. Azınlığın hakları korunmalı, çoğunluğun keyfiliği engellenmelidir.

    3. Yargı bağımsızlığı: Yargı erki yürütme ve yasamadan bağımsız olmalıdır. Herhangi bir baskı veya etki altında kalmadan adil kararlar verebilmelidir.

    4. Eşitlik ve ayrımcılık yasağı: Hukuk önünde eşit olma hakkı vardır. Cinsiyet, ırk, dil, din, etnisite vb. nedenlerle ayrımcılık yapılamaz.

    5. Hakların korunması: Temel hak ve hürriyetler, anayasa ve uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınmalıdır. Hak ihlalleri bağımsız mahkemelerce çözümlenmelidir.

    6. Adil yargılanma hakkı: Tutuklu ve sanıklar, yargılamaların adil ve hakkaniyetle yürütüldüğü bağımsız bir mahkeme önünde yargılanma hakkına sahiptir.

    7. Adil ceza: Cezalar, suçun işlenme ağırlığına göre makul ve adil olmalıdır. İşkence ve zalimce cezalar anayasal düzeyde yasaklanmalıdır.

    8. Hak temellilik: Her bireyin temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınmalıdır. Keyfi uygulamalara ve hak ihlallerine izin verilmemelidir.

    9. Adil dağılım: Toplumdaki kaynaklar ve imkanlar adil bir biçimde dağıtılmalıdır. Gelir dağılımındaki uçurumlar giderilmeli, yoksullukla mücadele edilmelidir.

    10. Fırsat eşitliği: Her bireyin yetenek ve kapasitesini gerçekleştirmek için eşit fırsatlara sahip olması sağlanmalıdır. Eğitim, sağlık vb. hizmetlere eşit erişim olmalıdır.

    11. Katılımcılık: Toplumun tüm kesimlerinin karar alma mekanizmalarına ve politika oluşturma süreçlerine katılımı desteklenmelidir. Azınlık gruplarının seslerine kulak verilmelidir.

    Toplumsal adaleti sağlamak için herşeyden önce felsefi bir çerçeve oluşturmak gerekir. Bu çerçevede, adil olmayan uygulamaları tanımlamak ve ortadan kaldırmak; eşitliği, özgürlüğü ve hakkaniyeti gözetmek esastır. Hoşgörü, eşitlik ve katılımcılık temel ilkeler olmalıdır. Kaynakların ve fırsatların adil dağılımı, eğitim ve sağlık hizmetlerine eşit erişim sağlanmalıdır.Bu ilkeler uygulanırsa, keyfi ve haksız uygulamalara karşı bireyler güvence altına alınır, adalet ve eşitlik toplumda hakim kılınabilir. Ancak bu ilkelere aykırı politikalar ve uygulamalar söz konusu olduğunda adaletsizlik kaçınılmaz olur. O halde ilkeleri koruyacak kurumsal yapılar oluşturmak ve demokratik kültürü yerleştirmek büyük önem taşır. kesinlikle hoşgörüsüzlük, ayrımcılık, kayırmacılık, yolsuzluk ve adaletsiz uygulamalara izin verilmemelidir. Toplumun refahını artırmak için adil bir kalkınma ve gelir dağılımı sağlanmalı, eğitim ve sağlık hizmetlerine herkesin eşit erişimi olmalıdır.

  4. John Rawls adil bir toplumsal düzenin nasıl kurulabileceği , bu düzenin ısrarlı bir şekilde sürdürülmesini ve insanların temel özgürlüklerini en iyi şekilde nasıl koruyabileceği üzerine odaklandığı görülmekte, Rawls aslında herkesin eşit haklara sahip olması gerektiğini, adalet anlayışının açıkça bir şekilde herkese eşit adil, tarafsız, bağımsız bir şekilde dağıtılmasını amaçlamakta, toplumsal düzenin nasıl korunacağı açıklamaktadır. Bir diğer durum ise Adaleti dağıtacak kişilerin duygularla, ön yargılarla hareket etme durumunu kısıtlanması gerekmektedir, adil bir karar için kişinin statüsü , ekonomik durumu, tanılan bir kişi olup olmaması gözetmeksizin tarafsız şekilde karar verilmesi gerekmektedir.
    Rawls’a göre, bir kişi adil bir kurumun kurallarına uyarsa eğer bu davranış oldukça yerinde olması gerektiğini savunmuştur. Rawls’a göre, bir toplumsal düzen, bireylerin özgürlüklerini ve fırsat eşitliğini en iyi şekilde sağlaması gerektiğini Adalet, bir toplumun temel yapısının adaletli bir şekilde düzenlenmesiyle gerçekleştiğini savunmaktadır. İnsan haklarına, toplumsal adalet duygusuna eşit bir şekilde yaklaşılması gerektiğini savunmuştur, tartışmaların temellerini oluşturmuştur.

  5. JOHN RAWLS/HAKKANİYETE DAYALI ADALET
    Rawls’ın aradığı cevap toplumsal adaletin nasıl sağlanacağı üzerinedir. Bir toplumun adil olmasının hakkaniyete uygunluk olduğunun söylemektedir. Rawls bu süreçte, bu iki toplum sözleşmecisinden etkileniyor; Kant ve Roussesau. Roussessau’nun ortaya attığı ”genel irade” kavramından yola çıkıyor ve genel iradenin ‘genel’ olabilmesi için ”insanların günlük çıkarlarından bağımsız olan iradenin genel olacağı ” varsayımıyla yola çıkıyor burada başlangıç durumu yani ilk durum kavramı ortaya çıkıyor. adaleti iki kuram şeklinde ele alan Rawls biçimsel adalet ve dağıtıcı adalet olarak adlandırmıştır. biçimsel adalette, ilk durum dediğimiz; insanların sosyal statü ve ayrıcalıklarını bilmediği öyle ki cinsiyetlerini dahi bilmedikleri,zengin-fakir,genç-yaşlı, gibi spesifik özelliklerini bilmediği bir durumdur. insanlar bu durumda hiçbir çıkar veya menfaat gözetmeden eşit bir adalet anlayışı tasarlayacaktır. yani kendilerinin hangi sınıfta olduğunu bilmiyor ama böyle sınıflar olduğunu biliyor bu da bir empati yeteneği sağlamaktadır. mesela bir kişi fakir bir statüde de olabilir zengin de ..Burada insanlar bir bilgisizlik perdesinden bakmaktadırlar,bence bilgisizlik perdesinden bakmanın en büyük işlevi zaten empati yaptırabilmektir. cehalet peçesi de denen bu kavramı geçen hafta derste üzerine konuştuğumuz Themis’in gözünün kapalı olmasının adaleti sağlaması açısından öneminin ne olduğu konusuna benzettim açıkçası yani karşıdakinin kim olduğunu bilmeden karar verebilmek, empati yapabilmek ve çıkarları bir kenara bırakabilmek açısından tabiki önemlidir. Rawls’ın diğer kuramı dağıtıcı adalettir, burada baz alınan dağıtıcı adalet bir toplumun kurumlarında adil olunmasıdır. ona göre; bir toplumun adil olması için gerekli olan şey o toplumdaki insanların hakça eşit fırsata sahip olmasıdır. yani bir kişinin toplumun herhangi bir kurumuna gelmekte diğerinden üstün olmadığı.Diğer dediği ise toplumda ekonomik açıdan en az avantajlının durumunun gözetilmesi burada makaledeki eleştirilerden buna yönelik olan eleştiriyi bende haklı buluyorum yani avantaj durumu sadece ekonomik açıdan mı bakılıcak yoksa kişisel durumlar mesela engelli olması da göz önüne alınacak mıdır?
    Rawls adaleti toplumun temel kurumları açısından garanti etmek adına 2 ilkeyi baz almıştır biri özgürlük diğeri ise durumu iyi olanların,durumu kötü olanların pahasına avantajlarını arttıramayacağı bir sosyal düzen fakat burada birinci ilke yani özgürlüğün üzerine vurgu yapmıştır yani her ne pahasına olursa olsun özgürlüğün kısıtlanamayacağı bir düzenden bahseder.
    Son olarak şunu söylemek istiyorum John Rawls’ın hakkaniyete dayalı adalet kuramı açıkçası diğer kuramlara göre bana daha mantıklı geldi. böyle bir toplum düzenini ve adalet sistemini oluşturmak zor görünse de adaleti metafizik düzlemde değil de siyasal düzlemde ele alması daha elverişli bir kuram olduğunu düşünmeme sebep oldu diyebilirim.

  6. Rawls’un adalet teorisi toplumun en dezavantajlı üyelerine odaklanan bir adalet anlayışının kabul edilmesi gerektiğidir. Bu adalet anlayışı kalkınma ilkesi ve fırsat eşitliği ilkesi olmak üzere iki ilkeye dayanır.Kalkınma ilkesi,toplumun en dezavantajlı üyelerinin durumunu iyileştirmek için politikaların ve kaynakların dağıtımında öncelik verilmesi gerektiğini savunur. Bu ilkeye göre toplumda gelir ve servet eşitsizliklerinin en dezavantajlı üyelerin yararına hizmet etmesi gerekmektedir.Fırsat eşitliği ilkesi,herkesin eşit ve adil bir başlangıç noktasına sahip olması gerektiğini savunur. Bu ilkeye göre bireylerin sosyal ve ekonomik pozisyonları doğuştan gelen avantajlara değil yeteneklerine ve çalışmalarına dayanmalıdır. Rawls’un adalet teorisi bu ilkelerin toplumun her bireyi için en uygun olanı temsil ettiğini savunur. Ona göre insanlar bir kural ve düzen üzerinde anlaşmaya varmak için bir tartışma durumu içine girmelidirler. Bu tartışma durumu, insanların birbirlerine karşı bilgisiz ve önyargısız olduğu bir durumu temsil eder. Bireyler bu durumda kendi çıkarlarını en iyi şekilde korumak ve adil bir toplum düzeni için gerekli olan prensipleri kabul edeceklerdir. Ona göre, bu süreçte insanların örtülü adalet prensiplerine ulaşacaklarını ve bu prensiplerin toplumsal düzenin temelini oluşturacağını savunur.Rawls’un adalet teorisi sonuçta toplumda adil bir düzenin nasıl sağlanabileceği ve sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin nasıl ele alınması gerektiği üzerine odaklanır.

  7. Toplumsal adaletin nasıl sağlanacağı hususuna bir yanıt aramanın yolu toplumsal eşitliği tesis etmekten geçer. Toplumu oluşturan bireylerin eşit bir muameleye tabi tutulması ne kadar sağlanmaya çalışılsa da bu çarkın sekteye uğramaması pek mümkün değildir. Bireyler arasındaki farklılıklar bunun bariz göstergesi olmaktadır. Toplumda kadın-erkek, beyaz-siyah yahut ırk farklılıkları olduğu gibi yoksulluk-zenginlik, mezhebe bağlılık gibi pek sayıda statü farklılıkları da mevcut bulunmaktadır. Bu farklılıkların toplumun bütününü oluşturan parçalar olarak ele aldığımızda toplumun bütününe hitap edecek kuralların isteklerin farklılıklardan beslenmesi sebebiyle pek adil olabileceğini düşünemeyiz.
    Rawls’ın pasta analojisinde pastanın parçalara bölüneceği ve en son dilimi pastayı kesen kişinin alacağını kuramlamakta ve kesen kişinin en son payı kendi alacağından hareketle ne denli adil davranacağını tartışmaktadır bu analojiyi toplum bütününe uyarlarsak eşitsizliğin bulunduğu bir toplumun taleplerinin de ne denli bir denge gözetilerek düzenleneceği karmaşıktır.
    Rawls’ın bilgisizlik peçesi kavramı bu sorulara yanıt üretmekte insanların kendi çıkarlarından uzaklaşarak insanların toplumsal işbirliğine yöneltmektedir bu kuramdan hareketle bireyin kendinden farklı olanlarla arasındaki farklılığın peçelenmesi salt bir eşitliği temellendirmektedir. Bilgisizlik peçesi eşit dağılımla çelişmekte bu bilgisizlik insanın kendinden fedakarlık göstererek hakkaniyetli davranmaya hizmet etmektedir. Hakkaniyetin esasında zengin- yoksul , kadın erkek gözetilmez herkese adil yaklaşım esas alınır. Kural koyucu ve uygulayıcısı hakkaniyeti temel alırsa bu farklılıkların eşitliğe aykırı bir hâl alması söz konusu almaz farklılıklara rağmen her kesime adil davranan bir kurallar bütünü oluşturulabilir.

  8. Adalet anlayışı, toplumu oluşturan insanların bakış açılarına, dini, kültürel yaşantılarına göre farklılık gösterir. Bir toplumu oluşturan insanların aynı coğrafyada dünyaya gelmiş olması, onların tek bir fikrin savunucuları olduğu sonucunu vermez. Bütün faktörler sabit tutulduğunda bile, insanların algıladıkları ve zihinlerinde oluşturdukları bakış açıları ve adalet anlayışları da farklılık gösterir. Bu sebeple toplumda kalıcı olacak ve herkese hitap edecek bir adaletin ortaya konulması belirli bir kitlenin ortak sesini baz alarak oluşturulacak adalet anlayışı olmamalıdır. Adaleti sağlayacak olan iyi faktörünün kapsamı herkesin adil ve iyi olan anlayışına hitap edilmesidir.
    Asıl adalet, toplumdaki her bireyin zihninde canlandığı ve iyi olduğuna inandığı düşüncelerin, kendisiyle farklılıklar gösteren diğer bireylerle uyum içerisinde yaşaması ve bu farklılıklara rağmen inandığı doğruyu rahatlıkla benimseyebilmesidir.

  9. TOPLUMSAL ADALET

    Toplumsal adalet dediğimizde aslında aklımıza eşitlik gelir. Eşitlik herkesin eşit olması değildir. Burada John rawls hakkaniyet kavramında olduğu gibi aynı durumda olanlara eşit daha aşağıda durumda olanlara karşı pozitif ayrımcılık yapılması toplumsal adaletin sağlanması için başlıca gereklidir.
    Pozitif ayrımcılığı uygulayabilmek toplumsal adaleti sağlayabilmek içinde Kant’ın etik anlayışındaki “kendine davranılmasını istediğin gibi karşındakine davran ” yani empati yapabilmemiz gereklidir. Empati John rawls’a göre bilgisizlik(cehalet) peçesini giymekle yapılabilir.
    Yani bir gün karşısındaki kişiyle aynı durumda olacağını düşünmek toplumsal adaleti hakkaniyeti sağlamakta önemlidir.

    Dikkate alınması gerekenler toplumda zorluk içinde yaşayanlardır. Toplumda en sıradan insanlara göre adalet oluşturulmalı yöneticilere göre zenginlere göre olmamalı pozitif ayrımcılık yapılacak ise toplumun en alt tabanlarına yapılmalıdır.
    Yapılmaması gerekenler güçlü olanları korumaya yönelik düzenlemelerdir.
    Güçlü olan gücünü kullanarak karşısındakini bastırabilir. Toplumsal adalet herkesin eşit konumda olabilmesi için fırsat eşitliği için uğraşır. Herkesin eşit konumda olmadığı durumda zayıf olanı korumaya yönelik olmalıdır.

    Toplumun empati yapabilmesi akıl yürütebilmesi toplumsal adalet için ön şart olarak görülebilir. Öncelikli olarak herkesin fırsat eşitliği olmalıdır. Sonrasında pozitif ayrımcılık yapılabilir.

    Aslında toplumsal adalet için insan olmamız yeterli aklını kullanabilen, empati yapabilen insan, aynı durumda olabileceğini düşünen insan. Toplumu oluşturan insanlar ve yöneticiler bu şekilde olduğu zaman adalet düşüncesi sağlanmış olur.

  10. Hakkaniyete dayalı adalet teorisinin taraftarlarının savundukları görüşe göre kodifikasyon işleminin optimum denge noktasına ulaşabilmesi için gereken, kanun koyucunun ve paydaşlarının bu işlem esnasında ayırt edici özelliklerinden bütünüyle sıyrılarak kendilerini soyut bir vatandaş olarak konumlandırmaları elzemdir. Aksi taktirde kanun koyucu kavramının alt öğeleri pozisyonunda bulunan kişiler, hakkaniyetten ziyade bireysel yararlarını gözeterek kodifiye faaliyetlerine katılma eğiliminde bulunacaklardır. Kanımca da bu sav isabetlidir. Nitekim kanun bugünün koyucuları dünün ve yarının alelade vatandaşlarından farksız konumda kaldıklarının veya kalacakları riskine dair en azından bilinçaltlarında bir malumat sahibidirler. Esasen bugünlerinde kendilerine yarar sağlayacakları bir kodifiye işlemine kalkışma eğiliminde bulunmayacaklarının garantisini vermek bizatihi eşyanın tabiatına aykırıdır. Dolayısıyla hakkaniyete dayalı adalet sistemi, bir hukuk politikasından da ziyade anayasal metinlerin muhteviyatına alınmalıdır. Bugün nasıl ki idari işlemlerde kamu yararının esas alınması doktrince ve içtihadi şekilde kabul görmekteyse, hakkaniyete dayalı adalet ilkesi de hem bu bağlamlarda hem de anayasal şekilde hukuk düzeninin yazılı bir parçası halini almalıdır.

  11. Adalet kavramı söz konusu olduğunda, bireyler açısından adalete güven bireysel tatmin seviyesine erişme oranına doğru oranlı görülmüştür. Ancak kişinin bu azami orana erişimi çıkar ve taleplerinin çatıştığı diğer bireyin tatmin seviyesiyle ters orantılıdır. Böyle olabiliritesi yüksek senaryolarda esas alınması gereken unsurlar özgürlüklerin (eşit hakların sağlanması) ve kaynakların dağılımıdır. Adil bir karar açısından Rawls’ın çalışmalarının bulunduğu evreni bir mahkemeye indirgemiş olursak, uygulama alanında ilk senaryoda duruma bakmakta olan kararı verenin bakışına bir filtreleme gerçekleştirilemeyeceği için, bakılanın üzerindeki eklerden yani birey olmamızın dışında bize yüklenmiş olan kimliklerimizden, yaşam tarzından, fiziksel görünüşten, inançlarımızdan, etnik kökenden ve karar vericiyle ortak yada farklı olabilcek tüm değer oluşumlarından ayrı bir görünüm için bunların üzerine “peçe” örtmek gibi düşünülebilir. Peçeli adalet talebinde bulunan bireyler beyanları dışında salt birey olmuş olurlar. Karar vericinin tüm ön yargılarına imkan vermeyen bu bakış açısı her ne kadar tarafsızlığı sağlamış olsada, sonraki çalışmalarda ise bakılana peçe örtmek yerine bakan kişilerde ortak bir tutum oluşturularak bakan taraf(karar verici) üzerindeki etkilerin daha verimli olacağı da savunulmuştur. Çıkarım olarak, talepte bulunan bireyler peçeyle kimliklerinden arındırılmış gibi aynı görünerek ön yargılar ortadan kaldırılmış olsalar dahi, tüm taleplere cevap veren karar verici tek bir bedende toplanamayacağı için beklenen sonuca ulaşamama olasıdır. Oysa karar verme yetisi bir bedende toplanamasa dahi sahip olduğu değerlerin tüm talepleri çevreleme çabası içinde bulunması, birbiriyle örtüşen kararların alınmasına ve azami taleplere karşılık verme seviyesine erişmese dahi herkesteki tatmin seviyesinin eşit olmasına olanak tanır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s